ABD-Çin uyumsuzluğu

ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)
ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)
TT

ABD-Çin uyumsuzluğu

ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)
ABD ve Çin ilişkilerinde 1970’lerden bu yana bu seviyelerde bir gerilim yaşanmamıştı (AFP)

Nebil Fehmi
Ülkelerin uluslararası ve bölgesel olarak rekabet etmeleri ve zaman zaman aralarında anlaşmazlıklar yaşanması son derece doğal bir durumdur. Ancak ABD-Çin ilişkilerinde ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin'i yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle suçlaması ve buna karşın Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin bunu ‘Soğuk Savaş’ın arifesi’ olarak nitelendirilmesiyle yaşanan gerilim beni oldukça endişelendiriyor. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) verdiği desteği de kesen ABD’nin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo daha önce virüsün ‘Çin’in Wuhan'daki bir laboratuarda yaptığı hatalardan dolayı ortaya çıktığını’ söylemiş, ancak bu açıklamasında kısmen geri adım atmıştı.
Tüm ülkelerin siyasi pozisyonlarında, özellikle rekabet kızıştığında veya siyasi, ekonomik veya askeri güç dengesinde bir eksikliğe tanık olduğumuzda yanılma riski olabileceğini söylemeye gerek yoktur sanırım. Bununla birlikte,  şiddetli ve meşru rekabet ile hesaplanmamış veya taktiksel hatalar ya da temel stratejik çelişki ile başkalarının ulusal güvenliğine doğrudan ve kasıtlı olarak veya üçüncü taraflar aracılığıyla müdahale etmek arasında büyük bir fark vardır.  Tüm bunlar, ABD-Çin ilişkilerinde ortaya çıkmaya başladı. Bu ilişkilere, iki ülkenin büyüklüğü, politikalarının uluslararası ekonomik sistem üzerindeki etkisi ve kaçınılmaz olarak küresel siyaset ve güvenlik alanlarının istikrarına dokunması nedeniyle uluslararası dikkat gösterilmesini gerektiriyor.
Ancak ne olursa olsun, öngörülebilir bir gelecekte ABD ile Çin arasında askeri bir çatışma yaşanmasını beklemiyorum. Bununla birlikte olası bir ABD-Çin çatışmasının, özellikle ekonomik ve teknolojik seviyelerdeki yansımalarıyla ilgili derin bir endişem var.  Bu endişem için birçok gerekçem var. Bunlardan en önemlisi, iki ülkenin siyasi kavramlarına muhalefet edilmesi ve her birinin kendi rolünü ve uluslararası duruşunu düşünmesidir. Yani, iki güç de bir birlerinin siyasi kültürüne karşılar.
Burada, Amerikan toplumunun Demokratlar, Cumhuriyetçiler ve Bağımsızlar gibi çeşitli siyasi akımlarının ‘Amerikan istisnacılığı’ (American exceptionalism) olarak nitelendirilen ABD’nin dünyada eşsiz ve istisnai bir yeri olduğu inandıklarını belirtmem gerekiyor. Bu inanç çerçevesinde ABD’liler liderliğe, kazanılmış bir hakmış gibi sıkı sıkıya bağlıdırlar. Öyle ki uluslararası toplumun üyeleri bu liderliğe saygı görmelidirler. Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde Sovyetler Birliği'nin çöküşünden, Doğu Avrupa ülkelerini bir araya getiren Varşova Paktı'nın dağılmasından ve böylece bu komünist ve sosyalist eğilimin uluslararası olarak engellenmesinden sonra bu inancın gücü ve katılığı daha da arttı. Bu gelişmelerle ABD ve Batı ülkelerinin ekonomik kapitalist sistemi ve piyasa ekonomisini yayma hakkına sahip olduğu inancı hakim oldu. Dünyadaki siyasi veya ekonomik sistemler arasındaki fark, dünyanın çeşitli ülkelerinde olumlu veya olumsuz bir şekilde karşılık buldu.
ABD, özellikle Avrupa ve Atlantik arenasındaki rekabete yönelik şevki kırıldıktan sonra, dünya çapında nüfuz, otorite ve liderlik alanlarında gerçek bir rakibin ortaya çıkmasıyla özellikle Asya’ya yoğunlaştı. Asya toplumları dünya genelinde orta sınıfın yüzde 60’ını temsil etmektedirler. Bu durum, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ABD’nin Asya Pivot’a doğru yöneleceğini ve onu gündeminde daha büyük bir yere koyacağını duyurmaya itti.
Herkes Çin'in bu Asya piramidinin tepesinde olduğu ve özellikle liderlik rolü için 5G teknolojisi ve tüm gelişmiş ülkelerin ve diğerlerinin toplumlarını geleceğe hazırlarken faydalanmaya çalıştıkları ‘yapay zeka’ gibi son derece uzmanlaşması ve teknolojik yeteneklere sahip olması nedeniyle ABD için büyük bir rakip ve endişe kaynağı olduğu, artık rahatsızlık verici bir hale geldiği konusunda hem fikir. Bu durum ABD’nin bazı müttefiklerinin Çin merkezli Huawei şirketi ile çalışmalarına yönelik itirazlarını görmezden gelmelerine neden oldu.
İki ay önce iki ülkenin aralarında ekonomik gerilimi yatıştırmak için geçici ekonomik ve ticari anlaşmalar yapmasından sonra bile ABD’nin bu itirazları ve baskısının yoğunlaşarak devam etmesi oldukça dikkat çekici bir durumdur. Anlaşmalar yapılırken hem ABD, hem de Çin bir takım tavizler verdiler. Bazı uygulamaları geri çektiler. ABD, bazı Çin mallarına uygulanan yeni gümrük vergilerini kaldırırken Çin de, ABD’den daha fazla mal satın alma ve yabancı malların Çin pazarına girişini kolaylaştırma sözü verdi.
Ancak tüm bu olumlu adımlara rağmen iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar arttı ve karşılıklı suçlamalar yoğunlaştı. İki ülke arasındaki ilişkilerdeki uyuşmazlıklar, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ve Çin Lideri Mao Zedong arasındaki tarihsel anlayışlara dayalı olarak 1970'lerden bu yana benzeri görülmemiş seviyelere yükseldi. Öte yandan bu uyuşmazlıklar, ABD’deki başkanlık seçimleri kampanyası sırasında, özellikle de adayların koronavirüs salgınının sonuçları, yaşam standardındaki düşüş ve ABD’deki işsizlik oranlarındaki artış çerçevesinde karşılıklı suçlamalarda bulunmak için iyi bir koz olması nedeniyle yoğunlaşacak anlaşmazlıklar ve gerilimlerdir. Bu gerginlik, seçim kampanyasının ötesine geçecektir. Çünkü ABD’li ulusal güvenlik kurumları, Çin'i ABD'nin stratejik çıkarlarına ve küresel liderliğine karşı en büyük uluslararası tehdit olarak görüyor.
Çin’in siyasi kültürü ABD’nin perspektifine kıyasla temelde farklılık gösterir. Çin, siyasi ve kültürel kavramlarını diğerlerine ihraç etmeye çalışmadığını ve sistemin diğer ülkeler için uygun olduğu şeklinde bir düşünceye sahip olmadığını birçok kez öne sürdü. Çin, sık sık dile getirdiği ‘Çin değerleri ile sosyalizmin’ temelde ulusal pratiğiyle birlikte başkalarının istediklerini çıkarması veya alıntı yapmasıyla ilgili olduğunu vurguluyor.
Çin'in siyasi kavramlarını ihraç ettiği yönünde tarihte açık bir örneği olmadığı doğrudur, ancak bu Pekin'in çıkarlarını korumayacağı, siyasi, güvenlik ve ekonomik ağırlığını, özellikle Asya arenasında kullanmayacağı ve bunların getirdiği başarıyı uluslararası arenaya empoze etmeyeceği anlamına gelmez. Ayrıca Çin politikalarında bunların olmadığı söylenemez. Özellikle Asya'daki diğer ülkelerin çıkarlarıyla çatışabilecek hırsları olduğu biliniyor. Son yıllarda Güney Çin Denizi'ndeki ve Asya'daki komşularıyla ilişkilerinin yanı sıra Hong Kong ile olan arasında yaşananların daha akut hale geldiğine dikkat çekilmekte fayda var. Bazı ülkelerle olan ticari ilişkilerinde ABD doları kullanmama kararı aldıktan sonra, uluslararası ekonomik çıkarlarını koruma konusunda daha güçlü ve daha kalıcı uygulamalara tanık olacağımız konusunda ise şüphem yok. WHO ya da yakın zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) tanık olduğumuz üzere uluslararası örgütlerde Batı’nın eleştirisi veya baskısı altında olsa bile küresel olarak yayıldıkça ve uluslararası arenayla daha da iç içe geçtikçe beklentileri ve uygulamaları tekrarlanacaktır.
Çin ve ABD donanmaları arasındaki sürtüşmeler, askeri tehlikelerin hala var olduğuna dair erken bir uyarı olsa bile yakında iki ülke arasında bir savaş veya askeri çatışma yaşanabileceğini söyleyerek gözünüzü korkutmak istemiyorum. Şuan yaşanan Çin-ABD uyuşmazlığı ile yirminci yüzyılın başlarında, savaşla sona eren bir rekabet arasında rahatsız edici bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Bu rekabetin tarafları İngiltere ve Almanya’ydı. Ekonomik ve teknolojik büyüme aşamasına denk gelen küreselleşmenin ilk döneminde yaşanan bu rekabet, merkezi güç ile demokratik ekonomi arasında yaşanan bir rekabetti. Her ikisi de ekonomiye bağlıydı ve diğerinin tamamlayıcısıydı. Her ikisi de vergi ve mali baskılar, teknoloji işbirliğine yönelik kısıtlamalar gibi rakiplerine karşı engelleyici ve cezalandırıcı önlemler aldılar. Tıpkı Çin ve ABD’nin yaptığı gibi, kendi çıkarlarını desteklemek ve hizmet etmek için altyapıya büyük yatırımlar yaptılar. Bu rekabet, İkinci Dünya Savaşı'na kadar devam etti.
Bu ve diğer hususlar için, Çin ile ABD arasındaki gerilimleri sakinleştirmenin, siyasi algılarında çatışmayı önlemenin ve iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların siyasi istikrar ve küresel ekonomi üzerindeki etkilerinin farkında olmalarının son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Mevcut anlaşmazlıkların ve gerginliklerinin önümüzdeki seçim döneminde daha da artacağı ve ABD’de büyüme oranlarında bir düşüşe tanık olunacak ekonomik bir baskı oluşacağı konusunda uyarıyorum.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından  Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



IMF: 2025 yılı Ortadoğu ve Körfez bölgesinde büyüme için dayanıklılığın yılı olacak

Cihad Azur, geçtiğimiz hafta IMF ve Dünya Bankası toplantılarında bölge ekonomisi hakkında konuşurken (AFP)
Cihad Azur, geçtiğimiz hafta IMF ve Dünya Bankası toplantılarında bölge ekonomisi hakkında konuşurken (AFP)
TT

IMF: 2025 yılı Ortadoğu ve Körfez bölgesinde büyüme için dayanıklılığın yılı olacak

Cihad Azur, geçtiğimiz hafta IMF ve Dünya Bankası toplantılarında bölge ekonomisi hakkında konuşurken (AFP)
Cihad Azur, geçtiğimiz hafta IMF ve Dünya Bankası toplantılarında bölge ekonomisi hakkında konuşurken (AFP)

Uluslararası Para Fonu (IMF), Ortadoğu ve Kuzey Afrika ekonomilerinin, artan küresel belirsizlik ve tırmanan jeopolitik gerilimlere rağmen 2025 yılında da ‘olağanüstü bir direnç ve esneklik’ sergilemeye devam ettiğini açıkladı. Ancak bunun yanında risklerin henüz sona ermediğine de dikkati çekti.

IMF geçtiğimiz hafta, bu yıl ve gelecek yıl için bölgeye ilişkin büyüme tahminini yükseltti. Temmuz ayında açıkladığı yüzde 3,2'lik tahminini yüzde 3,3'e çıkarak 2025 yılında yüzde 3,3'lük bir büyüme öngören IMF, 2026 yılında bölgedeki büyümenin yüzde 3,7'ye çıkacağı tahminini açıkladı. Temmuz ayında bu rakamı yüzde 3,4 olarak açıklamıştı.

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri bu ivmeyi sürdürürken, IMF büyüme tahminini 2025 için yüzde 3,9'a ve 2026 için yüzde 4,3'e yükseltti. Bu güçlü performans, petrol üretimindeki kademeli artışın yanı sıra, yatırım harcamalarındaki artış ve petrol dışı sektörlerdeki dikkate değer büyümeyi yansıtıyor. IMF’nin Suudi Arabistan için öngördüğü büyüme tahmini, geçtiğimiz temmuz ayında açıklanan tahminlere kıyasla önce 0,4 ardından 0,1 puanlık artışla 2025 yılında yüzde 4'e sıçradı. BAE'nin büyüme tahmini de bu yıl yüzde 4,8'e yükselirken, Katar, Kuveyt, Bahreyn ve Umman gibi ülkelerin yüzde 2,6 ila %2,9 civarında bir büyüme kaydetmesi bekleniyor. Bu durum, Körfez ekonomilerinin dayanıklılığını, jeopolitik ve küresel zorluklara rağmen istikrarlı bir büyüme elde etme kabiliyetini teyit ediyor.

fgt
IMF, Suudi Arabistan için 2025 yılı ekonomik büyüme oranını yüzde 4'e yükseltti (SPA)

IMF, Körfez ülkelerinde petrol dışı gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) büyüme tahminini 2025 yılı için yüzde 3,8'e yükseltti. Mayıs ayında açıklanan yüzde 3,4'lük tahminin, 2026'da yüzde 3,6'ya yükselmesi bekleniyor.

Bölge ve gümrük tarifeleri

IMF Ortadoğu ve Orta Asya Bölge Direktörü Dr. Cihad Azur, IMF'nin ‘Ortadoğu ve Orta Asya Ekonomik Görünümü’ raporunun yayınlanması vesilesiyle Dubai'de düzenlenen basın toplantısında, şunları söyledi:

Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki ekonomik faaliyetler, küresel belirsizliğin devam etmesi ve jeopolitik gerilimin artmasına rağmen, 2025 yılında şimdiye kadar olağanüstü bir direnç gösterdi.”

Dr. Azur, son zamanlarda yaşanan gerilimin ‘sınırlı ve kısa vadeli’ bir etki yaratarak endişelere yol açmasına rağmen, bölgenin ABD'nin gümrük vergilerine uyguladığı artışların ve küresel ticarete getirdiği kısıtlamaların doğrudan etkilerinden büyük ölçüde kaçındığını belirtti.

Dr. Azur, kısa vadede büyümenin gelecek yıl yüzde 3,7'ye doğru hızlanarak önceki tahminleri 0,3 puan aşmasını ve orta vadede genel olarak istikrarlı kalmasını bekliyor.

Yukarı yönlü revizyon, bazı olumlu faktörleri yansıtıyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki petrol ihraç eden ülkelerdeki büyüme artışı, OPEC+ kesintilerinin kaldırılmasının ardından beklentilerin üzerinde gerçekleşen üretim artışına bağlanabilir. Bu ekonomilerdeki büyümenin 2025 yılında yüzde 3'e, 2026 yılında ise yüzde 3,4'e ulaşması bekleniyor. Dr. Azur, ‘petrolün ötesinde başka faktörlerin de olduğunu’ özellikle KİK düzeyinde ekonomik çeşitlendirme çabalarında kaydedilen muazzam ilerlemeyi övdü ve büyümeyi sürdürmek ve istihdam yaratmak için petrol dışı sektörlerin önemini vurguladı.

cdfgh
Dr. Azur, geçtiğimiz hafta IMF ve Dünya Bankası toplantılarında bölge ekonomisi hakkında konuşurken (AFP)

Petrol ithalatçısı ülkeler için de ivme hız kazanırken büyümenin 2025'te yüzde 3,5'e, 2026'da ise yüzde 4,1'e yükselmesi bekleniyor. Bu büyümenin, düşük petrol fiyatları, yurtdışındaki işçilerden gelen güçlü döviz girdileri, gelen turist sayısındaki artış ve tarım koşullarındaki iyileşmeden kaynaklı olduğu söylenebilir. Dr. Azur, makroekonomik istikrar ve yapısal reformlarda kaydedilen sürekli ilerlemenin, bu ekonomilerin dayanıklılığını artırmaya ve gelecekteki beklentilerini güçlendirmeye yardımcı olduğunu açıkladı. Aynı şekilde mali koşullar da iyileşti, devlet tahvili getiri farkları daraldı ve para birimi değerleri sorunsuz bir şekilde ayarlandı.

Dr. Azur, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da GSYH büyümesinin, güçlü talep, yüksek petrol üretimi ve devam eden reformların etkisiyle bu yıl ve gelecek yıl da artmaya devam edeceğini öngörüyor. Orta vadede, reformlar ve istikrar politikaları yerleşik hale geldikçe büyümenin kademeli olarak artması bekleniyor.

Enflasyon göstergeleri

Enflasyon eğilimleri bölge genelinde farklılık gösterse de çoğu ekonomi ılımlı veya düşüş eğiliminde olan enflasyon oranları ile karşı karşıya. Dr. Azur’a göre bu durum, daha sıkı para politikaları ve gıda ve enerji fiyatlarındaki düşüşün bir sonucu olurken, aynı zamanda devlet tahvili getiri farklarının daralması, sorunsuz para birimi düzeltmeleri ve bazı ülkelerin piyasalara yeniden erişim kazanması da dahil olmak üzere finansal koşullarda iyileşme görüldü.

IMF, KİK ülkelerinde enflasyonun 2025 yılında yüzde 1,7 ile düşük ve istikrarlı kalacağını öngörüyor. Raporda ayrıca, Körfez ülkelerinin cari işlemler fazlasının 2024 yılında GSYİH'nin yüzde 7,1'inden 2030 yılına kadar kademeli olarak yüzde 3,7'ye gerileyeceği belirtildi.

“Büyük riskler”

Dr. Azur, bu tahminlerin olumlu görünümlerine rağmen ‘önemli riskler’ taşıdığını vurguladı. Küresel belirsizliğin ekonomik faaliyeti etkileyebileceği konusunda uyaran Dr. Azur, küresel talebin gerilemesi veya finansal koşulların sıkılaşmasının, büyük finansman ihtiyacı olan ya da devlet borç risklerine yüksek düzeyde maruz kalan bankacılık sistemlerine sahip ülkelere baskı uygulayabileceğini belirtti. Dr. Azur’a göre gelişmiş ekonomilerde süregelen enflasyon da bölgedeki borçlanma maliyetlerini artırabilir.

Jeopolitik gerilimlere değinen Dr. Azur, bu gerilimlerin seviyesinin halen yüksek olduğunu vurguladı. Ateşkes konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmesine rağmen, bölgede hala acil insani ihtiyaçlar bulunduğunu belirten Dr. Azur, geçtiğimiz haziran ayında İsrail ile İran arasında patlak veren çatışmanın ticaret üzerinde yalnızca ‘sınırlı ve kısa vadeli’ bir etkisi olduğunu belirtti, ancak istikrarsızlığın yeniden tırmanma riskinin yüksek olduğunu vurguladı.

hyu
IMF, Suudi Arabistan'ın ekonomik büyüme oranı tahminini yüzde 4'e yükseltti (SPA)IMF, Suudi Arabistan'ın ekonomik büyüme oranı tahminini yüzde 4'e yükseltti (SPA)

Dr. Azur, olumlu tarafta ise bölgesel çatışmaların çözülmesinin ve özellikle yönetim, finans sektörünün derinleşmesi ve özel sektörün gelişimi alanlarında yapısal reformların hız kazanmasının orta vadede beklenenden daha güçlü büyüme oranlarına yol açabileceğine inanıyor.

Öncelikler

IMF, kısa vadeli risklerin yönetilmesinde politika önceliklerinin açık olduğu ve aynı zamanda herkes için daha güçlü ve daha kapsayıcı bir büyümenin temellerinin atıldığını vurguladı. Dr. Azur bu bağlamda mevcut büyüme ivmesinin, özellikle sınırlı marjlara sahip ülkelerde, mali ve dışsal tamponları yeniden oluşturmak için ‘değerli bir fırsat’ sunması gerektiğinin altını çizdi.

Ekonomilerin çeşitlendirilmesi, özel sektörün desteklenmesi, yönetimin ve kurumların güçlendirilmesi, ticaret engellerinin azaltılması ve altyapıya yatırım yapılması amacıyla cesur reformların sürdürülmesi çağrısında bulunan Dr. Azur, bu istikrarlı büyümenin, gençlere ve kadınlara daha fazla fırsat sunarak, eğitim ve sağlık hizmetlerini iyileştirerek ve finansmana erişimi genişleterek kapsayıcı olması gerektiğini vurguladı. Dr. Azur, dijital dönüşüm ve yapay zekanın (AI) üretkenliği artırmak için ek fırsatlar sunduğuna işaret etti.

Çatışmadan çıkan ekonomilerle ilgili değerlendirmesinde başarılı bir toparlanma için erken makroekonomik istikrar, dış finansmana erişim (uluslararası destek ve borç hafifletme dahil) ve kurumsal güçlendirmenin kilit faktörler olduğunu vurgulayan Dr. Azur’a göre IMF analizleri, barışın ilk beş yılında makroekonomik oynaklığın azaltılmasının kalıcı toparlanma olasılığını büyük ölçüde artırdığını gösterdi.

Politika yapıcıların şu anda karşı karşıya olduğu temel zorluğun ‘bu direnci kapsamlı ve sürdürülebilir uzun vadeli büyümeye dönüştürmek’ olduğuna dikkati çeken Dr. Azur, 2025 yılının ‘belirsizlik ortamında dayanıklılığın yılı’ olduğunu belirterek sözlerini tamamladı.


Dünya Bankası: Suriye'nin yeniden inşasının tahmini maliyeti 216 milyar doları aşıyor

Sednaya Hapishanesi önündeki enkazın arasında park halindeki bir araç (Arşiv – Reuters)
Sednaya Hapishanesi önündeki enkazın arasında park halindeki bir araç (Arşiv – Reuters)
TT

Dünya Bankası: Suriye'nin yeniden inşasının tahmini maliyeti 216 milyar doları aşıyor

Sednaya Hapishanesi önündeki enkazın arasında park halindeki bir araç (Arşiv – Reuters)
Sednaya Hapishanesi önündeki enkazın arasında park halindeki bir araç (Arşiv – Reuters)

13 yılı aşkın süren çatışmaların ardından Suriye'nin yeniden inşası için tahmini maliyet 216 milyar dolar olarak hesaplanıyor.

Bu tahmin, ulusal düzeyde altyapı ve bina varlıklarına verilen hasarın hızlı ve kapsamlı bir değerlendirmesinin sonuçlarını sunan ‘2011-2024 Dönemi Suriye'deki Fiziksel Hasar ve Yeniden İnşa Değerlendirmesi’ raporundan alındı.

Fiziksel yıkımın boyutu ve en çok hasar gören altyapı

Raporda, çatışmanın Suriye'nin çatışma öncesindeki toplam sermayesinin yaklaşık üçte birine zarar verdiği belirtildi. Altyapı ile konut ve konut dışı binalara verilen doğrudan fiziksel hasar yaklaşık 108 milyar dolar olarak hesaplandı.

Doğrudan hasarın dağılımı açısından, altyapı toplam hasarın yüzde 48'ini (52 milyar dolara eşdeğer) oluşturarak en çok etkilenen kategori olurken, bunu konut binaları (33 milyar dolar) ve konut dışı binalar (23 milyar dolar) izledi. Vilayet düzeyinde, toplam hasar açısından en çok etkilenenler Halep, Şam Kırsalı ve Humus oldu.

Yeniden inşa maliyeti GSYİH'nın 10 katı

Raporda, hasar gören fiziki varlıkların yeniden inşa maliyetinin 140 milyar ile 345 milyar dolar arasında olacağı tahmin ediliyor ve en ihtiyatlı tahmin 216 milyar dolar olarak belirtiliyor. Bu tahmini maliyet, konutlar için 75 milyar dolar, konut dışı tesisler için 59 milyar dolar ve altyapı için 82 milyar dolar olarak ayrılmış. Halep ve Şam Kırsalı bölgelerinin yeniden inşa yatırımlarının en büyük payını alması bekleniyor.

zcdfg
Beyrut'tan evlerine dönmek için hazırlanan Suriye mülteciler (EPA)

Raporda, yeniden inşa için tahmini maliyetin Suriye'nin 2024 yılı için öngörülen gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yaklaşık on katı olduğu belirtilerek, bu zorluğun muazzam boyutu vurgulandı. Çatışma, Suriye ekonomisine ciddi zarar verdi ve 2010 ila 2022 yılları arasında reel GSYİH yaklaşık yüzde 53 oranında düştü. Nominal GSYİH, 2011'de 67,5 milyar dolardan 2024'te tahmini 21,4 milyar dolara geriledi.

Uluslararası toplumdan ortak taahhüt ve destek için harekete geçme çağrısı

Bulgular hakkında yorum yapan Dünya Bankası Ortadoğu Bölge Direktörü Jean-Christophe Carret şunları söyledi: “Zorluklar çok büyük, ancak Dünya Bankası, Suriye halkı ve uluslararası toplumla birlikte çalışarak iyileşme ve yeniden inşa çabalarını desteklemeye hazır. Suriye'nin iyileşme ve uzun vadeli kalkınma yolunda ilerlemesine yardımcı olmak için toplu taahhüt, koordineli eylem ve kapsamlı ve yapılandırılmış bir destek programının benimsenmesi kritik öneme sahip.”

cvf
Suriye Maliye Bakanı Muhammed Yusr Berniyye, geçtiğimiz hafta Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası toplantılarına katıldı. (Reuters)

Suriye Maliye Bakanı Muhammed Yusr Berniyye ise bu raporun ‘ülkedeki muazzam yıkımın boyutunu ve Suriye’yi bekleyen yeniden inşa maliyetlerini değerlendirmek için önemli bir temel’ sağladığını ifade etti. Berniyye, uluslararası toplumun şimdi her zamankinden daha fazla ‘Suriye'nin temel altyapı hizmetlerini yeniden kurmasına, yerel toplulukları canlandırmasına ve halkı için daha dayanıklı bir gelecek adına temeller atmasına yardımcı olmak üzere destek toplaması ve ortaklıklar kurması’ gerektiğini vurguladı.

Rapordaki bulguların, çatışmanın uzun süren niteliği ve bununla ilişkili metodolojik kısıtlamalar nedeniyle yüksek derecede belirsizliğe tabi olduğu ve değerlendirmenin, kurtarma planlaması tartışmalarına bilgi sağlamak amacıyla toplam hasar ve yeniden inşa maliyetlerinin bir tahminini sunmayı amaçladığı unutulmamalı. Bu değerlendirme, Dünya Bankası'nın Küresel Afet Azaltma ve İyileştirme Fonu'nun (GFDRR) mali ve teknik desteği ile hazırlandı.


Afrika kökenli uluslararası ilişkiler için yeni bir mühendislik olarak Putin'in dış politikası

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS ülkelerinin zirveye telekonferans yöntemiyle katıldığı sırada, 21 Kasım 2023 (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS ülkelerinin zirveye telekonferans yöntemiyle katıldığı sırada, 21 Kasım 2023 (AFP)
TT

Afrika kökenli uluslararası ilişkiler için yeni bir mühendislik olarak Putin'in dış politikası

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS ülkelerinin zirveye telekonferans yöntemiyle katıldığı sırada, 21 Kasım 2023 (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS ülkelerinin zirveye telekonferans yöntemiyle katıldığı sırada, 21 Kasım 2023 (AFP)

Sergey Eledinov

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Valday Uluslararası Tartışma Kulübü'nün 22. Yıllık Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Rusya dış politikası için uluslararası topluma, egemenlik, çok kutupluluk ve Batı küreselleşmesinin reddi ilkelerine odaklanan pragmatik bir medeniyet kavramına dayanan yeni bir ideolojik çerçeve duyurdu.

Afrika, bu jeopolitik yapıda yalnızca siyasi bir hedef değil, bu doktrini uygulamak ve test etmek için gerçek bir arena olma özelliği taşıyor.

Afrika kıtası, zengin tarihi ile yeni ideoloji için verimli bir zemin sunuyor. Çeşitli kültürler, gelenekler ve siyasi ifade biçimleri arasında, Valday Uluslararası Tartışma Kulübü’nün ilkeleri somut bir deneysel boyut kazanmaya başlıyor.

Mevcut uluslararası durum hakkında konuşan Başkan Vladimir Putin, tek kutupluluk döneminin geri dönülmez bir şekilde sona erdiğini vurguladı.

Putin, dünyanın artık hegemonya mantığıyla değil, etkileşim ve güç merkezlerinin çoğalması mantığıyla yönetildiğini, bunun da insanlığın olgunluğunu ve büyük dönüşümlerini yansıtan doğal bir süreç olduğunu belirtti.

Putin, ‘çok kutupluluk’ teriminin arkasında, daha derin ve esnek bir ifade olan ‘çok merkezlilik’ terimini ortaya attı. 1990'lı yılların sonları ile 2000'li yılların başlarında ortaya çıkan kutupluluk kavramı, birkaç ‘güç kutbu’ arasında göreceli bir denge kurulmasını ifade ediyor. Esasen bu kavram, Batı'nın küresel düzeyde değerleri, standartları ve meşruiyet ölçütlerini tanımlama konusundaki kolektif tekelini reddetmeye dayanıyor.

‘Çok kutupluluk’ terimi ise, bu reddi aşarak yeni bir dünya vizyonu inşa eden eksiksiz bir ideolojidir. Çok kutupluluk, devletlerin ittifaklarını ve dış politikalarını seçme özgürlüğünü yansıtırken, bölgesel bloklar, ekonomik entegrasyon ve savunma girişimleri gibi çeşitli çekim merkezleri oluşturur. Çok kutupluluk, hiyerarşik olmayan, çeşitliliğe açık ve tek tip standartlardan uzak, yatay bir iş birliği sisteminin oluşumuna dayanır. Bu ağdaki her birim, gücü siyaset, kaynaklar veya entelektüel vizyona dayalı olsun, bağımsız bir etki merkezi olarak işlev görür.

Moskova bu bağlamda ne Afrika’ya kendi modelini dayatmaya çalışıyor ne de uzaktan destek sağlamakla yetiniyor. Daha ziyade karşılıklı etkileşim yoluyla egemenliğin çatışma aracı olmaktan ziyade koordinasyon için etkili bir araç haline nasıl gelebileceğini öğreniyor.

Çok kutupluluk ve çok merkezlilik, Afrika bağlamına yabancı ifadeler değil. Afrika kıtası bu vizyonu bağımsızlık sonrası dönemden bu yana, yeni ortaya çıkan devletlerin hayatta kalması ve siyasi varlığını güçlendirmesi için gerçekçi bir strateji çerçevesinde içgüdüsel olarak benimsedi. Eski Gana Cumhurbaşkanı Kwame Nkrumah'ın savunduğu ‘Afrika sosyalizmi’ ve Eski Kenya Devlet Başkanı Jomo Kenyatta'nın desteklediği ‘Afrika kapitalizmi’, bu yaklaşımı farklı entelektüel çerçeveler içinde formüle etmeye yönelik ilk girişimlerdi. Eski Gine Devlet Başkanı Ahmed Sekou Touré, Fransa ile bağlarını koparıp komşu devletler arasında federal bir birlik kurarak bu girişimleri somutlaştırdı. Tüm bunlar iş birliğine dayalı egemenliğin erken bir modeli ve çok merkezciliğin erken bir somutlaşması olarak değerlendirilebilir.

Moskova, ne Afrika’ya kendi modelini dayatmaya çalışıyor ne de uzaktan destek sağlamakla yetiniyor. Daha ziyade karşılıklı etkileşim yoluyla egemenliğin çatışma aracı olmaktan ziyade koordinasyon için etkili bir araç haline nasıl gelebileceğini öğreniyor.

Senegal Cumhurbaşkanı Abdoulaye Wade, 2000’li yılların başlarında, uluslararası ortaklıkları çeşitlendirerek ekonomik alanda bu yolu yeniden canlandırdı. Dakar Limanı’ndaki konteyner terminalini işletme imtiyazının Fransa merkezli Bolloré şirketinden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) şirketi DP World'e devredilmesi, onlarca yıllık bağımlılığı sona erdiren ve çok sayıda güç merkezi arasında rekabetin önünü açan bir dönüm noktası oldu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Çin'in Afrika ekonomisine girişi, çok taraflılığı daha da ileriye taşıdı. Pekin, 2000’li yılların başlarında Batı'nın tekelini kıran ilk dış güç olarak, pratik çok kutupluluk çağını başlattı. Çin bu dönüşümün ekonomik başlatıcısı olsa da Rusya onun siyasi mimarı olmaya çalışıyor. İki güç kutbu olarak Çin ve Rusya’nın Afrika kıtasındaki ortaklığına, Çin'in pragmatizmi ile Rusya'nın egemenliğini birleştiren tamamlayıcı bir boyut kazandırarak, Afrika'nın kalbinde çok kutupluluk ve çok merkezlilik kavramlarını açıkça somutlaştırıyor.

Çok sayıda uluslararası merkez ve kurum

Çok kutupluluk, mevcut uluslararası kurumlara karşı çıkmaktan kaynaklanmıyor, aksine bu kurumları, bağımsızlığın izolasyon olarak değil, eşit şartlarda ve karşılıklı çıkarlar temelinde müzakere etme yeteneği olarak anlaşıldığı yeni bir iş birliğine dayalı egemenlik mantığına entegre etmeyi amaçlıyor.

Rusya Devlet Başkanı Putin, Birleşmiş Milletler'in (BM) mevcut tek küresel yapı olduğunu vurgulayarak, bu yapının zayıflatılmasının tam bir kaosa yol açacağı uyarısında bulundu. Bu açıklama, Afrika kıtasındaki ülkelerin uzun süredir BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) adil temsil talep etmesi temelinde özel bir önem taşıyor. Söz konusu ülkeler, göçten gıda güvenliğine kadar küresel krizlerin en ağır yükünü kendilerinin üstlendiğini savunuyorlar.

Sahel Devletleri İttifakı (AES) ülkeleri geçtiğimiz eylül ayında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (UCM) çekildiklerini ve yetkilerini ‘Sahel İnsan Hakları Mahkemesi’ne devrettiklerini açıkladılar. Bu karar, koalisyonun kurulmasının doğal bir uzantısıydı. AES’in kurulmasının ardından, bölgesel bir blok olarak Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) tarafsızlığını yitirip Batı'nın elinde bir araç haline gelince AES ülkeleri, ECOWAS’tan da çekildi.

Senegal Başbakanı Ousmane Sonko, 8 Ekim 2025'te ‘Senegal'e Yatırım Forumu’nda Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) ülkenin kalkınma yollarını ve modellerini belirleme yetkisine sahip olmadığını açıkladı.

AES’in UCM’den çekilmesi, Rusya’nın etkisiyle medyada geniş çapta tanıtılıyorsa, Sonko'nun açıklamaları, egemenlik ve eşitlik temelinde uluslararası kurumlarla ilişkileri yeniden şekillendiren, acil hesaplamaların ötesinde yeni bir Afrika kimliği vizyonuna uzanan daha geniş bir Afrika eğilimini ifade ediyor. Sonko’nun açıklamaları, Afrika’nın küresel sistemdeki yerine ilişkin yeni bir stratejik vizyon için acil meselelerin ötesine geçen bir çerçevede, egemenlik ve eşitlik temelinde uluslararası kurumlarla ilişkilerin yeniden tanımlanmasına yönelik daha geniş bir Afrika eğilimini yansıtıyor.

Yeni ideolojinin en yüksek değeri ve temel unsuru olarak egemenlik

Valday Uluslararası Tartışma Kulübü'nün 22. Yıllık Toplantısı, egemenliği sadece bir siyasi ilke olarak değil, yeni dünya düzeninin özünü ve bir devlet için en yüksek siyasi olgunluk biçimini somutlaştıran ahlaki ve medeniyet kategorisi olarak sunuyor. Putin, burada yaptığı konuşmada, egemenliğin halkların kendileri olabilme, kendi kararlarını verebilme ve bu kararların sorumluluğunu üstlenebilme yeteneğinin bir ölçüsü olduğunu söyleyerek bunu açıkça ifade etti.

Afrika bağlamında egemenlik, soyut bir teorik kavram değil, siyaset, hukuk, ekonomi ve kültür alanlarında kendi kaderini tayin etme hakkından yoksun olan resmi bağımsızlık yapısına karşı mücadelenin özünü temsil eden, yaşanmış ve somut bir deneyimdir. Putin, egemenliği, Batı'nın birleşme mantığına karşı, uluslararası ilişkilerde haysiyet ve adaletin bir ölçüsü olarak sunmuyor. Herkesi tek bir standarda tabi tutmanın düzen yaratmadığını, aksine diktatörlük getirdiğini vurgulayan Putin, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana uluslararası sistemin dayandığı temelleri yeniden gözden geçirme çağrısında bulundu.

Bu görüş kapsamında egemenlik, ihraç edilebilir bir kaynak, takas edilebilir bir hizmet ve siyasi ve ekonomik olarak yatırılabilir bir değer olarak görülen daha geniş bir projenin parçası. Moskova, ortaklarına güvenlik ve askeri kurumların reformu, ekipman temini, altyapı projelerinin uygulanması ve katılımcı nitelikteki enerji girişimleri dahil olmak üzere kapsamlı egemenlik desteği sunuyor.

Moskova, Afrika'yı uluslararası sistemin sadece bir uzantısı olarak değil, temel bir ayağı olarak görüyor.

Rusya, Afrika’da bu modeli iki ilkeyle pekiştiriyor. Bunlardan birincisi müdahale etmeden yardım, ikincisi bağımlılık olmadan iş birliği. Bu ilkeler, kıtadaki ülkelerle olan ortaklığına hegemonyaya değil, eşitliğe dayalı pragmatik bir karakter kazandırıyor. Putin, bağımsızlıklarından ödün vermeden iş birliği yapabilen ülkeler, egemenliklerini artırmak ve bunu kalkınma ve siyasi bilgelik için bir kaldıraç haline getirecek gerekli araçlara sahip olacağı için egemenliğin ittifaklarla bağdaşmaz olmadığını, aksine ittifaklar sayesinde güçlendiğini vurguladı.

Bu mantık, AES’in deneyiminde açıkça görülüyor. 2023 yılının eylül ayında Burkina Faso, Mali ve Nijer, acil dış tehditler karşısında Liptako-Gourma Sözleşmesi’ni imzalayarak yeni bir bölgesel ittifak kurdu. AES geçtiğimiz yıl ekim ayında, kolektif egemenliğin gelişmiş özelliklerine sahip bir konfederasyona dönüştü.

BMGK’nın 22 Ocak 2025 tarihinde Afrika'da terörle mücadele konulu toplantısı sırasında, Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Vassily Nebenzia, Moskova'nın AES içinde bir ortak güç kurulmasını memnuniyetle karşıladığını ve bunu terörist tehditlere karşı çabaları koordine etmek için gerekli bir adım olarak gördüğünü ifade etti.

AES, 8 Ekim 2025'te birleşik parlamentonun kurulduğunu duyurdu. Parlamentonun önümüzdeki ayında çalışmalarına başlaması bekleniyor.

Barışın garantörü olarak silahlı egemenlik

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin konuşmasında, “Dünya düzeni sloganlarla değil, devletlerin çıkarlarını bağımsız olarak savunma becerisiyle korunur” ifadelerini kullandı. Putin, bu açıklamasıyla, barışın sözlerle değil, güçle sağlanacağı fikrine açık bir meşruiyet kazandırdı.

yju
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa'nın 18 Ekim 2024'te Moskova'da düzenlenen BRICS İş Forumu'nda katılımcılara hitap ettiği konuşmasını dinlerken (AFP)

Egemenlik artık sadece resmi bir hak değil, bir tür sorumluluk ve iktidarın bir işlevi haline geldi. Onu koruma yeteneği ortadan kalktığında, anlamını yitirir ve gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan boş bir beyan haline gelir.

Bu fikir, Thomas Sankara, Kwame Nkrumah ve Muammer Kaddafi'nin konuşmalarında ve yazılarında sıkça rastlanan bir tema olsa da her biri bunu kendi tarzında ve kendine özgü tarihsel bağlamında ifade etti. Ancak, paylaştıkları ilke oldukça açık. O da devletin kendini savunma kapasitesi olmadığı sürece egemenlik anlamsızdır ilkesi.

Afrika bağlamında, bu fikir açıkça yankı buluyor. ‘Disiplinli dünya’ sloganı altında şekillenen Batı modelleri, yalnızca daha fazla kriz ve kırılganlığa yol açtı. Öte yandan Rusya, ‘silahlı egemenlik’ terimine dayanan farklı bir vizyon sunuyor. Zira Rusya’nın vizyonuna göre güvenlik yurt dışından ithal edilmez, devletin kendisini korumasını sağlayan ulusal bir çabanın sonucu olarak içeriden oluşturulur.

Silah temin edilmesi, askeri birliklerin gönderilmesi, ordu ve güvenlik güçlerini eğitmek için danışman ve eğitmen sağlanması ve istihbarat alanında teknik destek, egemenliğin korunması için gerekli ulusal altyapının sağlamlaştırılmasına katkıda bulunan temel unsurlar arasında yer alıyor.

Küresel düzen sloganlarla değil, devletlerin çıkarlarını bağımsız bir şekilde savunabilme yetenekleriyle ayakta tutulur.

Valday Uluslararası Tartışma Kulübü vizyonu, güç temelli bir sistem ilkesiyle sınırlı kalmayıp, ordunun etkili bir ulusal kurum ve siyasi eğitim ve ulusal bilinç oluşturma aracı olarak statüsünü de geri kazandırıyor.

Afrika egemenliğinin en önemli sembollerinden Thomas Sankara, “Siyasi bilinci olmayan bir asker potansiyel bir suçludur” der.

Moskova, güvenlik kurumlarını ulusal uyum ve siyasi kalkınmayı sağlamak için bir araç olarak gören farklı bir model sunuyor. Bu modelde egemenlik, statik bir kavram olmaktan çıkıp dinamik ve sürekli değişen bir kavram haline gelirken bağımsızlık ve onun pekiştirilmesi fikri etrafında şekillenen bir toplumsal mobilizasyon süreci ortaya çıkıyor.

Orta Afrika Cumhuriyeti'nde, silahlı kuvvetler ve güvenlik kurumları, memurları gelecekteki sivil kadrolar olarak yetiştirerek hükümet kurumlarının yeniden inşasına katkıda bulunuyorlar. AES ülkelerinde, askeri yapılar devletin yeniden inşasının çekirdeği ve siyasi olgunluğu yansıtan yeni bir kimliğin taşıyıcıları haline geliyor.

Rusya, savaş ihraç etmediğini, aksine ordunun rolünü şiddet aracı olarak değil, devlet inşasının bir direği olarak gören yeni bir siyasi vizyon sunduğunu ısrarla vurguluyor.

Bir güç biçimi olarak açılım

Putin'in Valday Uluslararası Tartışma Kulübü’nün 22. Yıllık Toplantısı’ndaki konuşması çok önemli bir noktaya değindi. Rusya'nın ABD’ye uranyum ihracatı devam ediyor ve hatta 800 milyon doları aştı.

Bu sadece bir istatistik değil, ulusal çıkar ve egemenliğin çelişkili kavramlar olarak değil, birbirini karşılıklı olarak destekleyen ve güçlendiren kavramlar olarak görüldüğü egemen pragmatizm mantığını benimseyen yeni bir aşamanın başlangıcının ideolojik bir işaretidir.

Rusya, kaynakların bir hakimiyet veya zorlama aracı değil, rasyonel bir arada yaşama yoluyla dayanıklılığı artıran karşılıklı destek için bir araç olduğunu gösteriyor.

Afrika bağlamında bu mantık belirgin bir yankı buluyor, zira Rusya şunlara işaret ediyor:

  • Batı'nın baskısı altında bile, karşılıklı yarar ve stratejik sürdürülebilirlik temelinde ilişkiler kurulabilir.
  • Afrika'nın sadece bir hammadde kaynağı olarak görülmemelidir.

Bu durum Afrika bağlamında açıkça görülüyor, zira Moskova Afrika'yı bir ‘zenginlik deposu’ olarak değil, kaynakların sömürü aracı olarak değil, teknoloji, lojistik, enerji ve eğitim alanlarında ortak kalkınmanın temeli olarak yatırıldığı yeni bir iş birliği modeli için bir alan olarak görüyor.

Valday Uluslararası Tartışma Kulübü’nün 22. Yıllık Toplantısı yalnızca siyasi açıklamalar için bir platform değil, Rusya'nın ideolojik olgunluk aşamasına geçişinin bir göstergesiydi. Putin’in konuşmasında ilk kez ortaya atılan merkezi çoğulculuk kavramı, yeni dönemin küresel dili haline gelmek üzere.

Afrika bu çerçevede Rusya’nın dış politikasının bir yansıması olarak değil, küresel sistemin kendisinin dönüşümünün, yani bağımlılıktan özerkliğe, dışsal dayatmalardan kalkınmayı yönlendiren ve geleceği şekillendiren içsel bir mantığa geçişin somut bir örneği olarak öne çıkıyor.

Valday Uluslararası Tartışma Kulübü’nün mantığına göre Afrika, küresel politikada marjinal bir aktör değil, aksine öncü ve modern dünyanın anlamını yeniden tanımlayan yeni bir merkez. Kıtanın, çok kutupluluğun somut bir şekilde şekillendiği bir alan haline gelmesi beklenirken, çok sayıda merkezin varlığı bu dönüşümün somut bir kanıtı olarak karşımıza çıkıyor.