Savaşı beyaz adam başlattı: Siyahiler Malcolm X’in mi; yoksa Martin Luther King‘in izinden mi gidecek?

Savaşı beyaz adam başlattı: Siyahiler Malcolm X’in mi; yoksa Martin Luther King‘in izinden mi gidecek?
TT

Savaşı beyaz adam başlattı: Siyahiler Malcolm X’in mi; yoksa Martin Luther King‘in izinden mi gidecek?

Savaşı beyaz adam başlattı: Siyahiler Malcolm X’in mi; yoksa Martin Luther King‘in izinden mi gidecek?

Rosa Parks, 42 yaşında Montogomery’deki o otobüse bindiğinde Jim Crow yasaları tüm acımasızlığıyla yürürlükteydi.
On binlerce siyahi, ABD’nin iç savaşında özgürlükleri uğruna hayatını kaybetmişti ve bu çabalarının sonunda tüm ABD’lilerin kanun karşısında kardeş ve eşit olmasını sağlamışlardı.
Oysa bu eşitlik, sadece eyalet kanunlarını kapsıyordu, aynı Amerikan yasaları beyazların bireysel ırkçılık yapmasını da yasal bir hak görüyordu.
İç savaş, ABD’li siyahilerin bedel ödeyerek artık bir köle olmasının önüne geçmişti; ama zincire vurulmamaları özgür olduklarını anlamına gelmiyordu.
Siyahların eğitim hakları sınırlıydı, ayak işi olarak görülmeyen alanlarda uzmanlaşmaları yasaklanmıştı.
Bu yasakların yanında toplumsal hayatta gurur kırıcı bir takım yasaklar da mevcuttu.
Örneğin; beyazlarla aynı çeşmeden su içememek, aynı lokantada yemek yiyememek ve otobüste arka kısımlara oturmak zorunda olmak gibi.

Malcom X, siyahilerin zorlandığı toplumsal yapıyı şöyle anlatıyordu;
…çocukluğumda Lansing'de 'başarı kazanmış' gözüyle bakılan Zenciler genellikle garsonluk, ayakkabı boyacılığı gibi işler yaparlardı. Hele hele bir Zenci, kasabada bir dükkânda ayak işlerine falan bakıyorsa, bu işi, ona saygı duyulması için yeter de artardı bile.
Asıl 'elit' tabaka, yani 'büyük adam' sayılan ve 'ırkının medar-ı iftiharı' olan Zenciler Lansing Şehir Kulübü'nde garsonluk, hükümet binasında boyacılık gibi işleri yapanlardı. Paralı Zencilerse ya haraç alanlardı ya da kumarhane falan işletenlerdi; ya da asıl büyük çoğunluğu oluşturan yoksul zencilerin sırtından şu ya da bu şekilde asalak geçinenlerdi. (Alex Haley – Malcom X)
Rosa Parks’ın hayatı, ayrımcı politikalara maruz kalmakla geçmişti, ilk defa oy hakkı elde ettiğinde 30 yaşını çoktan geçmişti.
Ailesinin desteği ile okuma yazma öğrenebilen az sayıdaki siyahiden birisiydi. Tüm entelektüel birikimine rağmen çalışabildiği işler; temizlik görevlisi, bakıcılık ve terzilik gibi geçici; ama ağır işlerdi. 
Montogomery kanunlarına göre siyahiler, otobüse arkadan biner ve ücretlerini ödeyerek önden inerdi.
Kendilerine belirtilen arka koltuklarda oturan siyahiler; eğer ki ön koltuklarda beyazlar için ayrılan kısımlar dolarsa kendileri için ayrılan koltukları boşaltarak beyazlara yer vermek zorundaydı.
Yorgun bir şekilde evine dönmeye çalışan Parks, o gün de siyahiler için ayrılmış koltuklardan birisine oturmuştu; ama otobüs bir sonraki durağa geldiğinde dolu olmasına rağmen 4 beyaz daha araca bindi. 
Yeni yolcular için yer olmaması sebebiyle şoför siyahi yolculara oturdukları yeri boşaltmalarını söyledi; ama Rosa Parks arkaya geçmek yerine yalnızca yan koltuğa kaymayı tercih etmişti.
Şoför, Rosa Parks’ın bu tutumu üzerine hemen polis çağırdı ve Parks, Montogomery kanunlarına göre beyazlara yer vermediği gerekçesiyle tutuklandı. 
Parks’ın bu pasif direnişi binlerce siyahi ABD’linin sokaklara inmesine neden oldu ve büyük bir halk hareketinin fitilini ateşledi.

Rosa Parks, yıllar sonra o gün yaşadıklarını şöyle anlatacaktı;
İnsanlar sürekli o gün yerimi yorgun olduğum için vermediğimi söylüyorlar, ama bu doğru değil. Fiziksel olarak yorgun değildim ya da genelde bir iş günü sonunda olduğumdan daha yorgun değildim. Yaşlı da değildim bazıları o zamanlar yaşlıymışım gibi bir figür yaratıyorlar, kırk iki yaşımdaydım. Hayır, tek bir yorgunluğum vardı; pes etmekten yorulmuştum.

George Floyd ile yeni bir fitil ateşlendi
Independent Türkçe'den Mehmed Mazlum Çelik'in haberine göre, Minneapolis’te bir siyahinin sahte 20 dolar kullanarak sigara almaya çalıştığı ihbarı üzerine polis olay yerine kısa sürede vardı, o sırada olayın şüphelisi George Floyd aracının sürücü koltuğunda oturuyordu.
Market çalışanları ve polis, kısa sürede Floyd’un etrafını sardığında o; alkol alması sebebiyle sarhoş bir şekilde araçta öylece oturuyordu.
Floyd ciddi bir direniş göstermeden, kendisini tutuklamaya gelen Thomas Lane ve Alexander Kueng’e teslim olmuştu.
Polisler elleri arkadan kelepçelenmiş Floyd’u duvara yaslayarak onu henüz olay yerinde sorgulamaya başlamıştı. 
Floyd henüz karakola götürülmemişken olay yerine yeni ekip araçları intikal etmeye başladı. Gelen polislerden birisi de Derek Chauvin’di.
Floyd sarhoştu ve polislerin söylediği birçok emre itaat edemeyecek kadar kendisinden geçmiş haldeydi.
Herhangi bir mukabelede bulunması da söz konusu değildi; ama Floyd’u etkisiz hele getiren Chauvin kurbanının nefes borusu üzerine diziyle dakikalarca süren bir basınç uygulamaya başladı.
Floyd’un nefes alamadığını beyan eden tüm çabası ve çevrenin uyarılarına rağmen Chauvin, kendinden emin bir biçimde dizini Floyd’un nefes borusu üzerinde tutmaya devam etti. 
20 dakika sonra Floyd’un ağzından kan gelmesi ve bilincini kaybetmesi üzerine ambulans çağırıldı; ama Floyd yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Floyd’un ölüm görüntüleri son dönemde artan polis şiddeti ve yükselen beyaz ırkçılığına karşı ABD’li siyahileri onlarca yıl sonra “özgürlük, eşitlik ve adalet” talepleriyle yeniden sokağa dökmüştü.
George Floyd, ikinci bir Rosa Parks vakasına çoktan dönüşmüş durumdaydı artık.
Bu kez siyahilerin hedefinde Jim Crow yasaları değil, ayrımcılığın doğrudan körükleyicisi olarak gördükleri ABD Başkanı Donald Trump ve onun popülist politikaları vardı. 
Floyd’un ölümüyle başlayan isyan dalgasını daha iyi anlayabilmek için ABD’nin yakın ve uzak tarihindeki sivil haklar arayışını yakından anlamak gerekiyor.

Siyahi köleliğin tarihi
Yenidünyanın keşfiyle beraber Amerikalı siyahlar kıtaya zincirlere vurulmuş bir halde getirildi.
17'nci yüzyıla gelindiğinde bugün güney olarak bilinen ABD’nin tarım tarlaları bölgesinde işçi gücü çoğunlukla siyahi Afrikalı kölelere dayanıyordu.
1700’li yıllarda Güneyli beyazların köleleri üzerindeki hakları kanunlar çerçevesinde koruma altına alınmıştı.
Bu kanunlara göre beyazlar kölelerini cezalandırma, satma ve hatta dilerse öldürme hakkına sahipti.
1705 yılındaki meşhur Virginia Kanunu'na göre hiçbir beyaz, kölesi konumundaki bir siyahiye karşı işlediği suçtan sorumlu tutulamazdı.
1808 yılına gelindiğinde köle ticareti yasaklanmışsa da köle bulundurmak hala kanunla koruma altında tutuluyordu.
Oysa bugün her ABD’linin iftihar ettiğini söylediği Bağımsızlık Bildirgesi, 1776 yılında Thomas Jefferson tarafından yazılmıştı ve bildiride açık bir biçimde tüm insanların eşit olduğu yazılıydı:
Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır, kendilerini yaratan Tanrının bahşettiği bazı vazgeçilemez haklara sahiplerdir; yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı da bu haklar arasındadır.
Kölelik özellikle kuzey eyaletlerde kınanan bir durum olarak ele alınsa da ülke içerisinde çıkabilecek bir siyasi kriz endişesi bu uygulamanın açık bir eleştirisinin yapılmasına engel teşkil ediyordu.
Köle sahibi olmanın ahlaki tarafı ilk kez 1858’li yılların başında ciddi bir biçimde tartışılmaya başlandı.
Konunun en hararetli takipçisi henüz yalnızca bir Senatör olan Abraham Lincoln’dü.
Kölelik kurumunun ABD’nin temel dinamiklerine zarar verdiğini ifade eden Senatör, şunları söylüyordu;
Kendi içinde bölünmüş bir ev ayakta duramaz. Bu devletin sürekli olarak yarı köle yarı özgür kalmaya tahammül edemeyeceğine inanıyorum.

Köleliğe karşı siyahi direnişler
ABD’li siyahi köleler, sivil bir hareket başlatabilecek organizasyona sahip değillerdi. Onların bir araya gelmesine izin verilen yerler; evleri ve kiliselerinden ibaretti.
Buna rağmen kiliseler güçlü bir siyahi birliktelik ve kardeşlik duygusunun oluşturulmasında başat rol oynadı.
Bu durum ilerleyen yıllarda da sürecek toplumsal eşitliği savunan birçok siyahi hak arayıcısını kiliselerden çıkacaktı ki bunlardan en meşhuru Martin Luther King olacaktı.
Siyahi köleler ilk direnişlerinde silahlı eylem yolunu denemişlerdi.
Nat Turner isimli siyahi köle yanına topladığı az sayıdaki siyahi köleyle basit silahlar kuşanarak Virginia’daki köle çiftliklerini bastı ve çok sayıda köleyi azat ettiğini ilan etti; ama Turner’ın eylemi kanlı bir şekilde bastırılarak bu teşebbüste yer alan köleler linç edildi. 
Silahlı eylemi bir mücadele olarak tanımlayan diğer bir siyahi John Brown oldu. Brown, kurduğu örgütle kölelik taraftarı çetelere karşı önemli operasyonlar yaptı.
Onun başlattığı isyan hareketi İç Savaş’ta Güney Ordusu'nun komutanlığını yapacak olan Yarbay Robert E. Lee tarafından bastırıldı.
Brown’u alt etmeyi başaran Lee güneyliler için bir kahramana dönüşmüştü. Hakkında idam kararı verilen Brown, mahkemede son sözleri şunlar olmuştu;
Ben, Tanrı’nın hor görülen zavallı kulları adına yaptıklarımı her zaman özgürce kabul ettiğim gibi, duruma müdahale etmemin yanlış değil, doğru olduğuna inanıyorum. Şimdi, adaletin ilerlemesi için ceza olarak eğer hayatımı kaybetmem gerekli ise, kendi kanımı çocuklarımın ve bu kölelik ülkesinde kötü, zalim ve adaletsiz kanunlarla hakları hiçe sayılan milyonların kanına katmam gerekli görülüyorsa, buna boyun eğiyorum; bırakın öyle olsun! (Nihayet Özgürüz, ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Bilgilendirme Dairesi Yayını)

ABD iç savaşı sonrası sivil hakların gelişimi
ABD iç savaşı siyahi kölelerin haklarını kazanabilmeleri önemli bir mihenk taşı oldu. Yüzbinlerce siyahi asker Kuzey Ordusu saflarında yer almış ve on binlercesi de bu savaşta hayatını kaybetmişti. 
Savaş sonunda Başkanı Lincoln’ün bir suikasta kurbana gitmesi siyahlar için yeniden zor günlerin başlamasına neden oldu.
Kısa süre içerisinde Güneyli beyazlar tarafından kurulan Beyaz Şövalyeler ve Ku Klax Klun gibi terör örgütleri siyahilerin sosyal hayattaki haklarını ellerinden alırken Lincoln sonrası Başkan olan Andrew Johnson; Güneyli eyaletlerin ırkçı kanunlar çıkarmasının önünü açtı.
“1875 Sivil Haklar Yasası” uyarınca herkes dil, din ve ırkına bakılmaksızın eşit kabul edilmişti; bu sadece eyalet kanunları için geçerli kılınmıştı. Bireysel ırkçılığın önüne herhangi bir engel konulmamıştı.
Bu yasal boşluk 100 yıldan fazla sürecek bir “segragtion” döneminin başlamasına neden olmuştu.
Herkes eşitti; ama ayrıydı. Yani bir beyaz çocuk, siyah çocukla eşitti; fakat o beyaz çocuk siyah çocukla aynı okula gitmek zorunda değildi.
Elbette zaman içerisinde bu durum siyahların beyazların okudukları kaliteli okullarda okuyamamaları veya iyi restoranlara gidememesiyle sonuçlanacaktı.
1950’li yıllara gelindiğinde ise siyahi öfke artık kendisini dışarı vurmaya hazırdı. Asıl merak edilen ise siyahi camianın öfkesini nasıl yansıtacağıydı.
Geçmiş tecrübeler silahlı eylemlerin sivil haklar mücadelesinde sürecin siyahilerin aleyhine sonuçlandığını göstermişti.
Lakin yine de bütün siyahiler beyaz şiddetine ve ayrımcılığına karşı yumuşak ve sabırlı durmaya taraftar değildi.
Bu bölünmüş düşünce Malcom X ve Martin Luther King’in şahsiyetlerinde mücessem bir hal alacaktı.
Martin Luther King yöntem olarak Malcolm’dan ayrılıyordu; Hintli lider Gandi öğretisinden büyük oranda etkilenen King pasif bir direniş çağrısı yapıyordu:
Düşmanlarımızı sevmek, onlarla iyi geçinmek istiyoruz. Böyle yaşamalıyız; nefrete sevgiyle karşılık vermeliyiz. Bize ne yaparlarsa yapsınlar, beyaz kardeşlerimizi sevmeliyiz.
Oysa Malcolm, bugüne kadar beyazlardan sadece dayak yemiş ve ayrımcılığa uğramış siyahilerin her tokat sonrası öteki yanağını dönmesine karşıydı.

Malcolm X’e göre sistemin kendisi kokuşmuştu ve değiştirilmesi değil, yıkılması gerekiyordu:
Ben Amerikalı değilim, Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim, herhangi bir Amerikan pembe düşünü görmüyorum, bir karabasan benim gördüğüm. Amerika’nın çok ciddi bir meselesi var.
Amerika’nın meselesi biziz. Hakir görülüyorsanız, siyah olduğunuz içindir. İkinci sınıf ve sadık köleleriz biz. Amerika’nın ahlakını, vicdanını değiştirmeye çalışmayın. Çünkü Amerika’nın vicdanı iflas etmiştir. Beyaz adamı değil, kendimizi değiştirelim.
Geri dönmemek üzere yürüyeceğiz. Amerika’nın tek seçeneği vardır: Ya kurşun ya oy! Ya ölüm, ya özgürlük!
Kendisini özgürlük ve demokrasi timsali gösterirken, kendi yurttaşlarını oy kullanmak istemelerine rağmen, silah kullanmaya mecbur eden bir sistemden daha kokuşmuş bir sistem var mıdır?
Bizim yalnız yurttaş olarak değil, birer insan olarak bile mevcudiyetimizi tanımadı; bir kadın, bir erkek, bir insan olarak bile saygı göstermedi. Amaç: 'Hürriyet, adalet, eşitliktir.'
Biz, hepimizin insan olduğumuzun farkına varılmasını, bize saygı duyulmasını istiyoruz. Genç siyah adam öteki yüzünü çevirmeyi bıraktı, uysal olmaktan vazgeçti.
Yeteri kadar beklediğimizi sanıyoruz. Oturarak, ağlayarak ve dua edip dilenerek kayda değer bir sonuç elde edeceğimize inanmıyoruz. Amerika’da siyah adam, demokrasi ülkesinde değil; polis devletinde yaşıyor.

King, mücadelelerinin sonunda mutlaka zafere ulaşacaklarını ve ABD’nin özellikle de Güney’in bir gün mutlaka kendilerini sahipleneceğine inanıyordu:
Özgürlük hedefimize ulaşacağız... Çünkü Amerika’nın hedefi özgürlüktür. ... Bizim kaderimiz Amerika’nın kaderine bağlanmış durumdadır... Ülkemizin kutsal mirası ile Tanrı’nın sonsuz iradesi yankılanan isteklerimizde vücut bulmuştur. ... Güney gerçek kahramanlarının kimler olduğunu bir gün anlayacaktır.

Oysa Malcolm, her gün polis şiddeti ve beyaz örgütleri zulmü altında siyahileri teslim olmaya çağıran King’e hiçbir surette katılmıyordu:
Şiddet kullanmamaya dair, bir insana ölümcül atakların kurbanı olduğunda kendisini savunmamayı öğretmek suçtur… Barışçıl olun, kibar olun, kurallara itaat edin, herkese saygılı olun; fakat biri size dokunacak olursa onu mezara gönderin.

King, düş kuruyor ve siyahilerin tek bir silah kullanmadan tüm haklarını elde edeceğine inanıyordu:
Bir hayalim var; günün birinde adaletsizliğin ve zulmün boğucu sıcağından bunalan Mississippi eyaleti bile bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek.

Oysa Malcolm, ayrımcılığın çok derin boyutlarda olduğuna inanıyor ve yasal düzenlemelerin zihinlerdeki ayrımcılığı yıkmadan anlamsız olduğunu düşünüyordu:
Hayatımız boyunca bize hep aşağılık olduğumuz öğretildi. Küçükken beyaz ve zenci çocuklar birlikte kovboyculuk oynarken kim Tom Miks, Buck Jones ya da Lone Ranger oluyordu? Beyazlar… Biz kimdik? Tonto, onun uşağı… Robinsonculuk oynadığımızda kim Robinson Cruseo oluyordu? Beyazlar… Ya Cuma kim oluyordu? Tahmin edin, kim oluyordu?
Bugün George Floyd’un hunharca katledilmesi sonrası milyonlarca siyahi ABD’li yeniden özgürlük, eşitlik ve adalet talebiyle sokaklara döküldü.
Beyaz adamın üstünlük ve kibir tutkusu Donald Trump ile zirveye vardı ve siyahlar bu duruma cevap vermeye kararlı görünüyor.
Bu cevap Malcolm X’in mi yoksa Martin Luther King’in öğretisine göre mi olacağı soru işareti.

Bugün Amerikan sokaklarından yükselen dumanlar Malcolm’u daha haklı kılıyor;
Kimse sana özgürlüğünü vermez. Kimse sana eşitliği, adaleti ve başka hiçbir şeyi vermez. Eğer gerçekten adamsan, bunları kendin alırsın!



Trump etkisi: ABD Başkanı dünya genelindeki seçimleri nasıl etkiledi?

Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)
Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)
TT

Trump etkisi: ABD Başkanı dünya genelindeki seçimleri nasıl etkiledi?

Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)
Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın politikalarının etkisi sadece kendi halkını değil, dünyanın dört bir yanındaki halkları da etkiledi.

ABD merkezli Washington Post gazetesi bir haberinde, Trump'ın politikalarının Avustralya, Kanada, Almanya, Grönland ve başka yerlerdeki seçimler üzerinde önemli bir etkisi olduğunu yazdı.

fdvgbhnj
Trump Beyaz Saray'da bir kararname imzaladı, 3 Şubat 2025 (AP)

Trump'ın dış politika ve söylemlerinin ön plana çıktığı seçimlerin yapıldığı ülkeler arasına bu hafta Avustralya da katıldı.

Merkez sol İşçi Partisi lideri Anthony Albanese, aylarca anketlerde geride kaldıktan sonra cumartesi günü yapılan genel seçimlerde ikinci kez başbakan olma şansını elde etti. Her ne kadar başka faktörler de söz konusu olsa da Trump'ın Avustralya'ya uyguladığı gümrük vergileri mevcut Başbakan Albanese’nin seçimlerdeki şansını arttırmış görünüyor. Analistler, seçmenlerin Trump'ın politikalarına bir çözüm bulması için Mark Carney'i seçtiği Kanada'da geçtiğimiz pazartesi günü yapılan seçimlerin sonuçlarının da aynı durumu yansıttığını söylüyor.

ABD Başkanı Trump, Almanya'dan Grönland'a, dünyanın dört bir yanındaki seçim siyasetinde önemli bir faktör haline geldi. Bazı seçmenlerin eski korkularına “Trump'a karşı kim duracak?” soruşu eklendi.

Avustralya

Altı ay boyunca anketlerde önde giden Muhafazakar Liberal Parti Lideri Peter Dutton, 3 Mayıs'ta yapılan genel seçimler yaklaşırken kendisini geride buldu.

Merkez sol İşçi Partisi, cumartesi günü ezici bir zafer kazanarak Dutton'un koltuğu da dahil olmak üzere parlamentodaki çoğunluğunu arttırdı. Bu sonuç, Avustralya’daki genel seçimlerde bir muhalefet lideri için tarihi bir kayıp oldu.

Dutton zaman zaman Trump'ı taklit eder gibi görünerek Çin konusunda şahin bir tutum sergiledi ve başbakan olması halinde hükümetin verimsizliğiyle mücadele edeceği vaadinde bulundu. Dutton ayrıca Trump'ın çeşitlilik, kapsayıcılık ve entegrasyon programlarına yönelik acımasız tutumlarına benzer şekilde, hükümetin ve okulların kültürel çeşitlilik ve kapsayıcılık girişimlerini azaltma sözü verdi.

sdfrgthy
Avustralya Başbakanı Anthony Albanese Vilnius'taki NATO Liderler Zirvesi sırasında Kuzey Atlantik Konseyi toplantısına katılımı sırasında (Arşiv - Reuters)

Ancak Trump'ın Avustralya'daki popülaritesi, tüm dünyada yüksek gümrük vergileri uyguladığı için geriledi. Analistler, uzun süredir müttefiki olan Avustralya'dan gelen mallara yüzde 10 gümrük vergisi getirmesiyle birlikte Dutton'ın popülaritesinin de Trump'la birlikte düştüğünü düşünüyor.

Küresel ticaret sisteminin büyük ölçüde bozulmasının ardından Albanese anketlerde önde gitmeye başladı.

Trump Avustralya'ya gümrük vergisi uyguladığında Albanese, “Bu bir dostun davranışı değil” ifadelerini kullanırken cumartesi günü yaptığı zafer konuşmasında Dutton'ın Trump'la baş etmekte başarısız olduğuna işaret etti.

Yeniden seçilen Başbakan Albanese konuşmasına şöyle devam etti:

“Başka bir yeri taklit etmemize gerek yok, ilhamımızı dışarıda aramıyoruz, onu burada, değerlerimizde ve insanlarımızda buluyoruz.”

Kanada

Başbakan Mark Carney ve Liberal Partisi, nisan ayında, kısmen Trump'ın ticaret savaşı ve ilhak tehditleri ile beslenen güçlü bir geri dönüşle, anketlerdeki düşüşün üstesinden gelerek seçim zaferini ilan etti.

Carney zafer konuşmasında şunları söyledi:

“Aylardır uyardığım gibi, Amerika toprağımızı, kaynaklarımızı, suyumuzu ve ülkemizi istiyor. Bunlar geçici tehditler değil. Başkan Trump ABD’nin bize sahip olabilmesi için bizi parçalamaya çalışıyor.”

Trump, defalarca kez Kanada'yı ABD’nin 51’inci eyaleti yapmakla tehdit etti ve Kanada'nın ABD'ye yaptığı en büyük ihracatlardan bazılarına gümrük vergisi getireceğini açıkladı.

Kanada seçimlerinin sabahında Trump bir sosyal medya paylaşımında Kanadalılara ‘iyi şanslar’ diledi ve ülkelerini ilhak etme tehdidini bir kez daha dile getirdi.

Anketler, 28 Nisan seçimlerinden birkaç ay önce, deneyimli politikacı ve bir zamanlar 'bilince' karşı savaş ilan eden sağcı popülist Pierre Poilievre'nin önde olduğunu gösteriyordu. Ancak Trump'ın saldırgan dış politikası birçok Kanadalıyı çileden çıkarırken, Poelievre ile Trump arasındaki benzerlikler olumsuz bir faktör oldu.

fghy
Kanada Başbakanı Mark Carney (Reuters)

Trump'ın birkaç ay içinde gümrük vergileri uygulamak istemesi ve Kanada’yı ABD’nin 51’inci eyaleti olarak ilhak etme tehdidi ülkedeki siyasi söylemin yönünü değiştirdi ve Kanada milliyetçiliğinin artmasına neden oldu.

Eski Başbakan Justin Trudeau'nun mart ayında istifa etmesinin ardından başbakanlık koltuğuna oturan eski Merkez Bankası Başkanı Carney, birçoğu ülkelerini ABD Başkanı’ndan koruyabilecek birini arayan Kanadalıların Trump'a ilişkin endişelerinden yararlandı.

Grönland

Trump, Grönland seçimlerine üç aydan kısa bir süre kala -ve henüz göreve gelmeden önce- sosyal medyada yaptığı “ABD, ulusal güvenlik ve dünya çapında özgürlük amacıyla Grönland'ın mülkiyetinin ve kontrolünün kesinlikle gerekli olduğuna inanıyor” şeklindeki paylaşımla Danimarka'nın yarı özerk bölgesine sahip olduğunu ilan etti.

Bu paylaşımdan haftalar sonra Trump, Grönland'ı alma arzusunu yineleyerek şunları yazdı:

“Grönland harika bir yer ve ulusumuzun bir parçası olursa halkı bundan büyük fayda sağlayacak. Onu çok saldırgan bir dış dünyadan koruyacak ve el üstünde tutacağız. Grönland'ı yeniden harika yapalım.”

Trump’ın bu açıklamaları, tüm dünyanın dikkatini nadiren üzerinde toplayan Grönland seçimlerine çekti.

rthyjukı
Igaliku yerleşiminde dalgalanan Grönland bayrağı (Reuters)

Grönland'ın o dönemki başbakanı Múte Bourup Egede, “Grönland, Grönland halkına aittir. Biz satılık değiliz ve asla satılık olmayacağız” ifadelerini kullandı. Grönland parlamentosu, Grönland'ın siyasi bütünlüğünü korumayı amaçlayan bir hamlede bulunarak, siyasi partilerin ‘yabancı veya anonim bağışçılardan’ bağış almasını yasakladı.

Grönland'ın yeni hükümeti seçmesine günler kala yapılan son tartışmada, parlamentodaki beş partinin liderleri oybirliğiyle Trump'a olan güvensizliklerini dile getirdiler.

Trump'ın tehditleri o zamandan beri Grönlandlı liderlerinin odak noktası oldu. Bu ay yemin ederek göreve başlayan Grönland Başbakanı Jens Fredrik Nielsen, Grönland'ın ‘asla birilerinin satın alabileceği bir toprak parçası olmayacağını’ vurguladı.

Almanya

Almanya seçimleri öncesinde Trump yönetimi yetkilileri, Almanya istihbaratı tarafından daha sonra radikal bir örgüt olarak sınıflandırılan aşırı sağcı göçmen karşıtı Almanya için Alternatif (AfD) partisini açıkça destekledi.

Trump'a yakın isimlerden biri olan ABD’li milyarder Elon Musk, 20 Aralık'ta yaptığı açıklamada ‘Almanya'yı sadece AfD'nin kurtarabileceğini’ söyledi.

ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, AfD lideri Alice Weidel ile bir araya gelerek bunu yapan ABD’li en üst düzey yetkili oldu. Vance görüşme sırasında yaptığı konuşmada ‘Amerika’yı Yeniden Büyük Yap’ (Make America Great Again) politikasını Avrupa'ya ihraç etmeye çalıştı.

Alman liderler öfkelendi ve Trump yönetimini seçimlere 10 günden az bir süre kala iç işlerine karışmakla suçladı.

Trump'ın yeniden ABD Başkanı olarak göreve gelmesinden çok önce ivme kazanan ve daha önce marjinalleşmiş olan AfD, seçimlerde oyların yüzde 20'sinden fazlasını alarak ikinci parti oldu.

fgthy
Friedrich Merz (DPA)

Bir sonraki başbakan olmaya hazırlanan Almanya Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) lideri Friedrich Merz oylamadan sonra yaptığı açıklamada “Avrupa'nın yavaş yavaş ABD'den bağımsızlığını kazanması gerekiyor” dedi.

Diğer seçimler

İngiltere’de göçmen karşıtı aşırı sağcı Reform Partisi, Trump'ı eleştirmekle onu iktidara getiren politikaları övmek arasında bir denge kurmaya çalıştı. Parti bu hafta yapılan yerel seçimlerde tarihi kazanımlar elde etti. İngiltere'nin Brexit (Avrupa Birliği’nden [AB] ayrılması) lehine oy kullanmasını savunan partinin kurucusu Nigel Farage, Trump ile aynı çizgide bir tutum sergiledi.

Öte yandan Romanya'da aşırı milliyetçi George Simeon, ülkenin bu hafta sonu yapılacak cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinde önde gelen adaylardan biri. Simeon, Trump'ın ’Amerika’yı Yeniden Büyük Yap’ hareketini desteklediğini ifade etti.

Ekvadorlu siyasi analist Caroline Avila'ya göre bu ay yeniden seçimleri kazanan Devlet Başkanı Daniel Noboa, Trump ile dostane görünen ilişkisi nedeniyle oyların çoğunluğunu almış olabilir.

Dünya genelinde yaklaşan başka seçimler de var. Örneğin Güney Kore haziran ayında bir başkan seçecek. Japonya'nın temmuz ayında meclis seçimlerini yapması bekleniyor. Her iki ülke de ABD'nin önde gelen müttefikleri ve politikaları Trump'ın gümrük vergilerinden etkilenebilir.