ABD: Beyazlar için başka, siyahiler için bambaşka bir ülke

ABD: Beyazlar için başka, siyahiler için bambaşka bir ülke
TT

ABD: Beyazlar için başka, siyahiler için bambaşka bir ülke

ABD: Beyazlar için başka, siyahiler için bambaşka bir ülke

“Nefrete nefretle karşılık vermek, nefretin katlanarak çoğalmasına neden olur; zaten yıldızsız olan bir gecenin karanlığını yoğunlaştırır. Zirâ nefreti, nefret def edemez; bunu sadece sevgi yapabilir.”
Bu sözler, ABD’li meşhur siyahi mücadeleci Dr. Martin Luther King'in son günlerde ABD'de patlak veren, ırkçı şiddetin etkisi altına aldığı vaziyetin gerçekliğini ifade eden birçok cümlesinden yalnızca biri.
Hayatını yasaların kökten reformunu talep ederek geçiren, şiddet karşıtı ve barışçıl direniş ilkesini benimseyen Afro-Amerikan bir rahip olan Martin Luther King, radikal bir beyaz tarafından öldürülmüştü. Bugün ise George Floyd'un öldürülmesinin ardından Minneapolis'te patlak verip diğer büyük ABD şehirlerine sıçrayan şiddet, ABD'deki uzun ve tarihi ırkçı isyanlar listesindeki son halkayı oluşturuyor.
Afro-Amerikan George Floyd'un, tutuklandığı sırada beyaz bir polisin dizi altında nefessiz ve aciz bırakılarak öldürülmesi, çok boyutlu siyasi meseleye ışık tuttu.
ABD Başkanı Donald Trump'ın güvenlik görevlilerinin yaptıkları bu tür eylemlerden muaf hissetmelerine neden olmakla suçlanması ışığında, meselenin ABD'deki polis tarafından azınlık gruplarına uygulanan şiddet ile sistematik bağlantısı arttı. Nitekim Trump, göreve ilk başladığında polislerin de katıldığı bir konuşmada “Tutuklulara karşı çok kibar olmayın! Polis aracına bindirdiğiniz kişiyi başı çarpmasın diye korumaya çalışıyorsunuz. Adam belki de az önce birini öldürmüş, siz ‘Aman kafası çarpmasın’ diyorsunuz. Size söylüyorum, elinizi koymayabilirsiniz!” demişti.

İki farklı ABD
Bazıları, ABD’de aslında iki farklı ülkenin olduğunu söylüyor: Birinde insanlar evleri ve resmi kurumları basıp görevlileri silahlarıyla hatta makineli tüfekleriyle tehdit edebiliyor ya da polise bağırabiliyor. En son Michigan’da da böyle bir şey yaşanmış ve suçlular herhangi bir itirazla karşılaşmadan olay yerinden ayrılmıştı. Diğeri ise insanların sakin bir şekilde yürürken ya da evlerinin balkonlarında otururken tutuklandıkları, kameralar önünde plastik mermilerin atıldığı, gaz bombalarının patlatıldığı bir yer.
Bu iki ülkenin birindeki insanlar maske takma emirlerini rahat bir şekilde reddederken diğerindeler ise umutsuzca gaz maskesi peşinde koşuyor. Kısacası ve net bir şekilde söylemek gerekirse: Vatandaşların hizmet ve koruma bekleme haklarının olduğu beyazların ABD’si ve siyahilerin böyle bir hakkının olmadığı siyahi bir ABD var.
“Daha fazla ırkçılığa hayır” çağrısının, bir gecede uygulanabilecek bir değişiklik olmadığı anlaşılıyor. Zirâ eşitsizlik, ABD devleti ve milletinin temellerinde yatıyor, siyasi sınıf ise radikal çözümler sunmuyor. Irksal farklılıkların ABD yaşamını yasaların kapsamı dışında kontrol eden bir sisteme dönüşmesi kaçınılmaz hale geliyor. Hiç şüphesiz, ekonomik, kültürel ve toplumsal düzeyde sistematik bir değişiklik gerekiyor. Meselenin çözümünde devleti hareket ettirmek ve kullanmak için; yasal eksiklikleri ve etik suiistimali ele almak üzere onlarca yıl alabilecek bir projede kullanılacak karmaşık araçlar gerekiyor. Ancak, belirli bir ırkı hedef alan şiddet de dahil olmak üzere polis şiddetini azaltmak diğerlerinden daha kolay olabilir.

Güvenlik ihlalleriyle mücadele
ABD hariç pek çok gelişmiş ülke -etnik çeşitliliğe ön yargıyla bakılan ülkeler dahil-, yasalar uygulandığı sırada polis memurlarının öldürme sayısını azaltmayı sağlayacak bir ‘denklem’ bulabildi. ABD polisi, sadece geçen yıl bin kişiyi ateş ederek öldürürken İngiltere’de ise bu sayı son 20 yıl toplamına bakıldığında 100’ün altında. ABD’de polis memurlarının kullandığı ateşli silahlar nedeniyle hayatını kaybedenlerin kişi başına düşen oranı ise pek iç açıcı görünmüyor. Belki de sorunun önemli bir kısmı, hem polis hem de vatandaşların elindeki silahların bolluğudur. Örneğin, her İngiliz polis memuru ateşli silah taşımıyor. ABD polisinin silahsızlanma olasılığı düşük olsa da, bazıları başka yolların ve politikaların bulunabileceğine inanıyor.

Cumhuriyetçilerin ve Demokratların sorumluluğu
Önemli bir seçim yılı sırasında bölünmeyi körüklemekle sorumlu tutulanlar yalnızca Başkan Trump, Cumhuriyetçi yandaşları, radikaller ve muhafazakarlar değil. Bilhassa Demokratlar olmak üzere muhalifler de sabotaj, sivil şiddet ve hırsızlık eylemleri karşısında seyirci kalmakla suçlanıyor. Çözüm sunmayan, vandalları durdurmayan söylemlerle yetiniyor gibi görünüyorlar. Polisle ilgili yasaları değiştirmek üzerine Kongredeki girişimleri dahi yeterli görünmüyor. Zirâ bu girişimler için Cumhuriyetçilerin işbirliği ve Trump’ın imzası gerekiyor. Nitekim Demokratlar; şehirler tutuşmuş ve çalışmalar durmuş olmasına rağmen, sadece Trump'ı yenmek için uğraşmakla, Kovid-19’un ABD’lilere verdiği zararı katlamak için güncel olayları suiistimal etmekle suçlanıyor.
Bazı Cumhuriyetçiler ise, ekonominin yeniden açılmasından korkulması halini korumak amacıyla Kovid-19’un neden olduğu can kayıplarının ‘sahte olarak şişirilmesinden’ bahsediyor. Normalliğe geçmek Trump ve Cumhuriyetçilere hizmet edecek olsa da, söylemleri ırkçı şiddete herhangi bir çözüm getirmiyor.
Trump, George Floyd’un öldürülmesinin ardından, ABD şehirlerinde ordunun şiddetli gösterilere son vermesine izin veren 1807 Ayaklanma Yasası’nı yürürlüğe sokmakla tehdit etmişti. Beyaz Saray’ın bahçesinde yaptığı açıklamada, “Bir şehir ya da eyalet, vatandaşların canları ve mallarını koruyacak önlemler almadığı taktirde oraya ordu gönderip sorunu hızla çözeceğim” demişti. Başkan’ın bu açıklamaları, orduyu iç anlaşmazlıklara dahil ettiği gerekçesiyle yoğun eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Önceki Savunma Bakanı Jim Mattis ise Trump’ı ‘ABD’lileri birleştirmek yerine bölmekle’ suçladı.
Ordunun konuşlandırılmasına izin verilen 1807 Ayaklanma Yasası, 1950'lerde ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmak, 1960’larda ise Detroit'teki ayaklanmalarla başa çıkmak için yürürlüğe konmuştu. En son ise siyahi Rodney King’e karşı şiddet kullanan dört beyaz polis memurunun aklanmasının ardından 1992 yılında patlak veren ‘Los Angeles olayları’nda etkinleştirilmişti. Irkçılık haricinde ise 1989 yılında gerçekleşen Hugo Kasırgası’nın ardından Karayip Denizi’ndeki Virjin Adaları’ndan Santa Cruz’da meydana gelen geniş yağmalar sırasında yürürlüğe girmişti. Trump, yasanın etkinleştirilmesinin yağmalamaların yapıldığı sabotaj eylemlerinin arkasında olmakla suçlanan Antifa örgütü protestocularına karşı koymayı hedeflediğine inanıyor.
Bu; üyelerinin kendilerini kaotik olarak tanımladığı, toplumdaki hiyerarşiyi reddeden, şiddet saçan araçları kullanarak fiziksel yüzleşmeye hevesli olan ve aşırı sağcı olarak gördüklerini alt etmek isteyen örgüt tarafından da doğrulanıyor. Cumhuriyetçi ve Demokrat yetkililer ise ülkede ikinci bir iç savaşı ateşlemek istemekle suçlanan aşırı sağcı Boogaloo örgütüne işaret ediyor. Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio, “Unutulan bir hikaye var, Antifa, Boogaloo gibi şiddete teşvik eden ve bunu uygulayan terörist gruplar her şehirde mevcut. Aynı ideolojiye sahip olmayabilirler; ancak polis ve hükümete karşı nefret besliyor ve protestolardan faydalanıyorlar. Bu bireyler, yeni bir iç savaş gerektirse dahi sistemi tamamen yok etme niyetinde” ifadelerini kullanmıştı. 
1950'lerin başından bu yana herkes için tam eşitlik sağlamayı amaçlayan ve 200 kadar kuruluşu kapsamına alan Sivil ve İnsan Hakları Liderlik Konferansı (LCCHR) ve ‘Zero’ kampanyası, ABD toplumunun silahsızlandırılmasına yönelik önerilerde bulundu; diğer kuruluşlarla birlikte bir dizi politika aracı, model yasalar ve polis kanunları hazırladı. LCCHR, bu politikaların yalnızca kontrole dayanmadığını, nitekim polis memurlarının taktığı sabit kameraların oynadığı rolün tartışıldığını vurguladı. Zirâ polisler, bu kameraları istedikleri an devre dışı bırakabiliyor. Geçen hafta Kentucky'nin en büyük şehri Louisville'deki gösteriler sırasında David McAtee adlı bir siyahinin öldürülmesi sırasında bu kameraların etkinleştirilmediği ortaya çıkmıştı.
Araştırmalar; toplum gözetiminin artması, polisin görevi kötüye kullanmasının bildirilmesi veya soruşturulması önündeki engellerin azaltılması, polis memurlarını suiistimalin akıbetinden koruyan iş sözleşmelerinin değiştirilmesi gibi hususlar sayesinde sonuçların iyiye gittiğini gösteriyor.

Aşırı sağ ve aşırı sol
Polis ve azınlıklar -bilhassa siyahiler- arasında neredeyse günlük çatışmaların yaşandığı son yıllardaki ırkçı şiddetin tarihi, birkaç asır öncesine, ABD’nin temelinde yatan siyahi köleliğin bir sistem olarak kabul edildiği yıllara dayanıyor.  
Adaletsizlik karşıtı siyahi isyanlar karşısında ise ırkçı beyaz örgütler baş gösteriyor. Bunlardan en eski ve önde geleni ise siyahilere baskı uygulayan ve kitlesel katliamlar yürüten Ku Klux Klan (KKK) örgütü. KKK, şiddet faaliyetlerini azaltmış olsa da mevcudiyetini sürdürüyor. 
Son yıllarda, “Black lives matter” (siyahilerin hayatı değerlidir) sloganı altında siyahileri savunan örgütler ile beraber, Antifa ve anarşistler ya da beyaz üstünlüğünü savunan sağcı aşırılık yanlısı örgütler gittikçe büyümeye başladı. Bazıları ise aşırı sağ dalgaları, neo-Nazi hareketi ve faşistlerin yükseltmesiyle hem ABD hem de Avrupa’da varlığı belirgin hale gelen Nazi fikirlerini savunuyor.

Irkçı olaylar takvimi
Bugün Minneapolis’ta yaşanan olaylar, aslında modern ABD tarihinde en az yarım asırdır tekrarlanan olayların bir kopyası niteliğinde.
1965’te Los Angeles’ta Marquette Frye adlı bir siyahinin trafik ihlaliyle ilgili bir tetkik sırasında beyaz bir polis tarafından tutuklanması, akrabalarıyla polisler arasında kavga çıkmasına neden olmuş, ardından bu olaylar bir gettoda ayaklanmaya evrilmişti. Bunun sonucunda ise Watts adlı yoksul mahalle altı gün içerisinde, ağır silahlarla donatılmış Ulusal Muhafız devriyelerinin askeri araçlarda devriye gezdiği ve şiddeti kontrol altına almak için sokağa çıkma yasağı uyguladığı bir savaş alanına dönüşmüştü. Bu olaylarda 34 kişi hayatını kaybetmiş, 4 bin kişi tutuklanmış, on milyonlarca dolar zarar kaydedilmişti.  
1967’de, New Jersey’de beyaz iki polis ve siyahi bir taksi şoförü arasında geçen tartışma, beş gün süren isyan ve yağma olayları ile sonuçlanmıştı. Olaylarda 26 kişi hayatını kaybederken bin 500 kişi ise yaralanmıştı.
Yine 1967’de Detriot’da polisin çoğunlukla siyahilerin kaldığı 12. sokağa müdahale etmesiyle patlak veren olaylar dört gün sürmüş, 43 kişinin ölümüne ve yaklaşık 2 bin kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Şiddet olayları Illinois, Kuzey Carolina, Tennessee ve Maryland gibi eyaletlere de yayılmıştı.
1968’de Tennessee’nin Memphis şehrinde gerçekleşen Martin Luther King suikastının ardından 125 farklı şehirde şiddet olayları patlak vermiş, Washington’da yangın ve yağma olayları yaşanmıştı. Bunun sonucunda 46 kişi hayatını kaybederken 2 bin 600 kişi ise yaralanmıştı. Olayların ikinci gününde ticari merkezlere sıçrayan çatışmalar, Beyaz Saray’ın 500 metre yakınına kadar gelmişti. O zamanın ABD Başkanı Lyndon Johnson; Newark, Chicago, Boston ve Cincinnati şehirlerinde ordunun konuşlandırılması emrini vermişti.
1980’de, Florida’daki Tampa şehrinde kırmızı ışıkta geçen bir siyahinin öldürülmesiyle suçlanan dört beyaz polis memuru beraat etmiş, bunun sonucunda yine şiddet olayları patlak vermişti. Miami’de siyahilerin yoğunlukta olduğu Liberty City’de üç gün süren şiddet olayları sonucunda 18 kişi ölmüş, en az 400 kişi ise yaralanmıştı.
3 Mart 1991’de Los Angeles’ta dört beyaz polis memurunun siyahi bir şoför olan Rodney King’in öldürülmesi hakkındaki duruşmalarda beraat etmesi sonrasında şehir alev almıştı. Ayaklanmaların San Francisco, Las Vegas, Atlanta ve New York’a yayılması sonucunda 59 kişi hayatını kaybederken 2 bin 328 kişi ise yaralanmıştı.
2001’de polisin Timothy Thomas adında 19 yaşındaki bir siyahiyi Ohio’daki Cincinatti’de kovalandığı sırada öldürmesi, yaklaşık 70 kişinin yaralandığı dört günlük şiddet ve isyan olaylarına sebebiyet vermişti. Şehir, olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı uygulamaya konuncaya kadar sakinleşmemişti.
2014’te, 18 yaşındaki siyahi Michael Brown’un Missouri’deki Ferguson’da beyaz bir polis memurunun ateş etmesi sonucunda hayatını kaybetmesi, siyahiler ile tüfek ve zırhlı araç kullanan güvenlik güçleri arasında 10 gün süren şiddete yol açmıştı. Kasım ayında polis aleyhindeki davanın düşürülmesi ise ikinci bir şiddet dalgasına neden olmuştu.
2015’te Baltimore’da 25 yaşındaki Freddie Gray’in polis karakoluna götürülmek için araca sürüklendiği sırada vücudunda kırıklar oluşması nedeniyle hayatını kaybetmesi sonucunda, üçte ikisini siyahilerin teşkil ettiği 620 bin nüfuslu şehirde yağma ve isyanlar patlak vermişti. Olağanüstü hal ilan edilmiş, ordu ve Ulusal Muhafızlar ekonomik vaziyeti kötü olan şehirdeki güvenliği yeniden tesis etmeye çağrılmıştı. O sırada Trump ise Demokratları şehrin vaziyetini düzeltmemekle suçlamıştı.
2016’da Kuzey Carolina'nın Charlotte şehrinde yaşayan 43 yaşındaki Keith Lamont Scott, kendisini kordona alan polisler tarafından öldürülmüş, Scott’un elinde silah bulunduğu ve dur komutuna uymadığı öne sürülmüştü. Akrabaları ise Scott’un elinde silah değil kitap bulunduğunu öne sürmüştü. Olayın ardından alevlenen şiddetli protestoların birkaç gece sürmesi sonrasında eyalet valisi olağanüstü hal ilan etmiş ve Ulusal Muhafızlar'dan takviye istenmişti.
2017’de ise Virginia’daki Charlottesville şehrinde sağ ve beyaz ‘üstün’ güçlerinin birleştirilmesini çağrısında bulunan öfkeli protestocuların düzenlediği yürüyüşlerin ardından, beyaz bir sürücü arabasıyla siyahi bir kadını ezerek öldürmüştü. Nitekim gösterilerde ‘alternatif sağ’, ‘neokonfedere’, ‘neofaşizm’, ‘aşırı beyaz milliyetçiliği’, Neonazizm ve KKK kesimlerinden çeşitli milisler bulunuyordu. Gösteriler sırasında ırkçı ve antisemitik sloganlar atan protestocular; aynı zamanda yarı otomatik tüfekler, Nazi sembolleri ve Amerikan İç Savaşı’ndan kalma konfederasyon bayrakları taşıyordu. Amaçlarından biri ise iç savaşın sembollerinden biri olan General Robert Lee heykelinin Lee Parkı’ndan kaldırılmasına karşı çıkmaktı. “İki tarafta da iyi insanlar var” yorumunda bulunan Trump ise gösteriyi kınamayı reddettiği için ağır eleştirilerle karşı karşıya kalmıştı.



Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
TT

Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)

Cezayir, 12 Haziran'da yapılması planlanan Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun döneminin ilk seçimlerine doğru giderken İslami eğilimli partilerin, çoğu bağımsız olan muhalifler karşısında güçlü sonuçlar elde etme olasılığının yüksek olduğunu gösteren göstergeler söz konusu. İslami eğilimli partilerin şansı, ülkede 2019 yılında halkın sokaklara döküldüğü, eski Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika'nın uzun soluklu iktidarının sona ermesine katkıda bulunan ‘halk hareketinin’ (Hirak) bazı kesimlerinin yanı sıra Sosyalist Güçler Cephesi (FFS) ile Kültür ve Demokrasi Birliği (RCD) gibi laik partilerin seçimleri boykot etme kararı almaları dahil olmak üzere birçok faktör tarafından destekleniyor. Siyasi arenaya uzun yıllar hakim olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve Demokratik Ulusal Birlik (RND) partileri, eski rejime olan bağlılıkları nedeniyle, yarışa bölünmüş halde girdiler.
Pekk, seçim yarışı tablosu, sandık başına gidilmesine günler kala nasıl şekillendi?

‘Milliyetçi’ partiler
FLN, Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasında bu yana ülkenin siyaset sahnesini hegemonyası altına aldı. Hegemonyası, yetkililerin halk protestolarından sonra tek partili hükümet sistemini kaldırdığı 1989 yılına kadar devam etti. Parti, Aralık 1991 seçimlerinde İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) karşısında neredeyse iktidarı kaybediyordu. Ancak ordu, seçimlerin ilk tur sonuçlarını iptal etti. Bu adım, 1992 yılının başlarından itibaren ülkenin on yılı aşkın bir süre boyunca şiddet döngüsüne girmesine neden oldu. Cezayir 1997 yılında, 1992'de iptal edilen seçimlerden sonraki ilk parlamento seçimlerini gerçekleştirdi. RND, bu seçimleri, açık ara farkla (156 milletvekili) kazandı. RND, FLN tarafından ihanete uğramaktan korkan parti yetkilileri tarafından kurulan yeni bir partiydi. FLN ise FIS’in kapatılmasının ardından ülkedeki ana İslami eğilimli parti haline gelen Barış Toplumu Hareketi'nden (MSP (69 milletvekili) sonra üçüncü sırada (62 milletvekili) geldi.
FLN, 2002 seçimlerinde 199 sandalye kazanarak yeniden lider olurken RND (1997 seçimlerinde 156 milletvekili çıkardıktan sonra) sadece 47 sandalyeyle üçüncü sıraya geriledi. Partinin bu düşüşü, o dönem parti lideri olan Liamine Zeroual ile bağlantılı olabilir.  Zeroual istifa edip iktidarı Buteflika'ya devrettikten sonra, Buteflika'nın onursal başkanlığını yaptığı FLN iktidarı yeniden geri aldı. 2007 seçimlerinde FLN 136 sandalyeyle liderliğini sürdürürken, onu 61 sandalyeyle RND izledi. 2012 seçimlerinde de tablo değişmedi. FLN, 208 sandalyeyle liderliğini sürdürürken RND 58 sandalye ile peşinden geldi. 2017 seçimlerinde aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. FLN, 146 sandalyeyle liderliğini korurken RND, 97 sandalyeyle onu takip etti.
FLN ve RND’nin, Buteflika'nın 1999'dan 2019'a kadar süren iktidarının temel dayanakları olduğu açıkça görülse de Cezayirliler, 12 Haziran'da sandık başına gittiklerinde, iki partinin Buteflika rejimine bağlılıkları ve eski rejimi savunmaları onlara zarar verebilir. Bu iki partinin Buteflika'yı hasta ve konuşamazken haldeyken bile desteklediği ve sağlığının sebep olduğu engelleri bilmelerine rağmen Buteflika’yı arka arkaya cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri biliniyor. Dahası, Buteflika rejimi düşer düşmez bu iki partiden önde gelen çok sayıda isim, yolsuzluk ve yasadışı servet edinme suçlarından hüküm giyerek kendilerini parmaklıklar ardında buldu.
Tüm bu faktörler, kendilerini milliyetçi olarak niteleyen bu iki partinin egemenliğinin sona ermek üzere olabileceği ve 12 Haziran seçimlerinden feci sonuçlarla çıkabileceği izlenimi veriyor.

İslami eğilimli partiler
İslami eğilimli partiler, muhaliflerinin dağılması ve bir noktada her zaman hükümetlerin milliyetçilerle siyasal İslamcıları (FLN, RND ve MSP) bir araya getirmesi gerektiğinde ısrar eden eski Cumhurbaşkanı Buteflika’nın rejiminin bir parçası olmasına rağmen, Buteflika'ya karşı halk hareketine verdiği desteği sürmesini sonucunda 2021 seçimlerine güçlü bir konumda giriyorlar.
Siyasal İslamcıların Buteflika yönetiminden ayrılması, 2011'de Arap Baharı'nın başlamasından hemen sonrasına denk geliyor. İslami eğilimli partiler, muhalifleri tarafından, tökezleyen halk hareketini sürdürerek fırsatçı olmakla suçlandılar. Arap Baharı, Mısır, Tunus ve Libya'da olduğu gibi Cezayir’de de siyasal İslamcıları öne çıkardı. Tıpkı, parlamento seçimlerinin siyasal İslamcıların ilk kez hükümete liderlik etmelerine izin veren en büyük payı kazanmasıyla sonuçlandığı Fas’ta olduğu gibi.
Ancak 2012 seçimleri, siyasal İslamcıların istediği gibi geçmedi. Çünkü resmi sonuçlar FLN'nin ve RND’nin hakimiyetinin devam ettiğini gösterdi. Bu sonuçlar, siyasal İslamcıları seçimlerde hileli yapıldığı iddiasında bulunmaya itti. Aynı sonuç, siyasal İslamcıların milliyetçilerin ardından üçüncü sırada yer aldığı 2017 seçimlerinde de tekrarlandı. Ancak bugün 2021 seçimlerinin arifesinde, rakiplerinin ve muhaliflerinin yaşadığı talihsizlikler, en çok siyasal İslamcıların işine yarayacak gibi görünen bir tablo söz konusu.
İslami eğilimli partilerin başını şuan, Abdurrezzak Mukri liderliğindeki MSP ve Abdullah Caballa liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Cephesi (FJD) çekiyor.

Laik partiler
Cezayir’deki laik partilerin başını ise uzun yıllardır, güçleri Tizi Vuzu ve Bicaye gibi aşiret bölgelerinde yoğunlaşan FFS ve RCD çekiyor. Ancak bu iki parti geçtiğimiz yıllarda, özellikle FFS’nin önde gelen isimlerinden Hüseyin Ayet Ahmed’in partiden ayrılmasından ve RCD’nin lideri Said Sadi'nin istifasından sonra, kendilerini sürekli bir kaos içerisinde buldular. Bunun yanı sıra iki parti, 2021 seçimlerini boykot etme kararı aldıklarını açıkladılar. Troyka yanlısı (Avrupa Birliği/AB, Uluslararası Para Fonu/IMF, Avrupa Merkez Bankası/AMB) siyasetçi Louisa Hanun liderliğinde Sosyalist Eşitlik Partisi (PES) adlı üçüncü bir sol eğilimli parti daha var. Bu parti de 12 Haziran seçimlerini de boykot edecek, ancak halk arasındaki popülaritesi, hiçbir zaman 1990'larda siyasal İslamcılara yönelik sert eleştirileriyle tanınan lideri Hanun'unki kadar yüksek olmadı.

Halk hareketi ve ordu
Halk hareketi, 2019 yılında Buteflika rejimini devirmede orduyla birlikte önemli bir rol oynadı. Cumhurbaşkanının sağlığının elverişsiz olmasına rağmen seçimlerde yeniden aday olmasına karşı başlayan halk protestoları sonrasında ordu, halk hareketinin yanında yer almaya karar verdi ve aynı yılın Nisan ayında Buteflika'yı iktidardan uzaklaştırdı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayid Salah, Buteflika’nın azledilmesinin yanı sıra Buteflika rejiminin iktidarının temel direkleri eski başbakanlardan Abdulmelik Sellal ve Ahmed Uyahya ile parti liderleri ve işadamlarından ve hatta bazı ordu komutanlarından çok sayıda ismin yargılanmasında kilit bir rol oynadı. Aynı zamanda ‘General Tevfik’ adıyla bilinen eski İstihbarat ve Güvenlik Dairesi (DRS) Başkanı Muhammed Medin ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Osman Tartak (Beşir) da görevden alındı. Ancak Kayid Salah'ın rolü, Buteflika rejimini devirmesinden sadece aylar sonra Aralık 2019'da aniden vefat etmesiyle sona erdi. Ancak orduya verdiği halk hareketiyle birlikte hareket etmesi yönündeki emri, Abdulmecid Tebbun’u cumhurbaşkanlığına getiren mevcut dönemin önünü açtı.
Cezayir ordusu şuan, sürekli olarak askeri birliklerin önünde konuşmalar ve sırayla saha ziyaretleri yapan Genelkurmay Başkanı Said Şangariha tarafından yönetiliyor. Ama aslında, ordu liderliğinin ve onunla birlikte istihbarat servisinin, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi bu kez de perde arkasında siyasi bir rol oynamaya devam etmeye istekli mi olduğu yoksa siyaset sahnesini seçimlerden çıkacak olan iktidara terk mi edeceği henüz netlik kazanmış değil.
FLN’nin 1992 yılında iktidara gelmesinin engellenmesi için ordunun doğrudan müdahale etmesi gerekti. Bu adımı eleştirenler ülkeyi kanlı bir on yıla sürüklediğini söylerken, destekleyenler ise bu adımın ülkeyi o dönemde liderlerinin açıklamalarından çıkarılan sonuca göre demokrasiye inanmayan bir partinin elinden kurtardığını söylüyorlar.
Öte yandan, halk hareketinin Buteflika yönetimine son vermedeki ana rolüne rağmen, asıl sorunu eleştirenlerin de söylediği üzere kendisini temsil eden ve onun adına konuşan bir liderlik üretememiş olmasıdır. Her ne kadar hareketin kendisini temsil edecek birini çıkaramamasının, kendi çıkarına olumlu bir faktör olduğunu söyleyenler de var. Çünkü onlara göre iktidar, halk hareketini sona erdirmek için hareketin önde gelen isimlerini tutuklayabilirdi. Hatta hareketin, İslami eğilimli saflarda daha görünür hale gelmesiyle, belki de gösterilerin FLN’nin kalesi olarak bilinen bölgelerden gelenlerin güçlü bir şekilde yer aldıkları başkent Cezayir’de çoğu zaman cuma namazından sonra düzenlenmesi nedeniyle, ortaya çıkışının ilk aylarında sahip olduğu ivmenin bir miktarını geçtiğimiz aylarda kaybettiği de ortadadır.
Dolayısıyla, hareketin bir bölümünün ihtiyaç duyulan değişikliği sağlayamayacağı gerekçesiyle seçimleri boykot edeceği, ideolojiye sahip bir başka kesimin ise siyasal İslamcılara oy vereceği açıktır.

Bağımsızlar
Eğer tablo böyle devam ederse, siyasal İslamcıların iktidara gelmesini önleme iddiası, özellikle Cumhurbaşkanı Tebbun belirli bir partiyi desteklemediğinden ve seçimlerde yarışacak bir partiye sahip olmadığından, büyük ölçüde önümüzdeki anketlerdeki bağımsız adayların performansına bağlı olacak gibi görünüyor. Cezayir Bağımsız Ulusal Seçim İdaresi istatistiklerine göre seçim yarışı, 646’sı partili,  837’si bağımsız olmak üzere bin 483 milletvekili adayı arasında gerçekleşecek. Peki, kim galip gelecek? Bu sorunun cevabı seçime birkaç gün kala netleşebilir mi?