İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri el-Useymin: DEAŞ’tan daha tehlikeli olan İhvan ile yüzleşilmesi gerekiyor

İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Yusuf el-Useymin.
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Yusuf el-Useymin.
TT

İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri el-Useymin: DEAŞ’tan daha tehlikeli olan İhvan ile yüzleşilmesi gerekiyor

İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Yusuf el-Useymin.
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Yusuf el-Useymin.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Yusuf el-Useymin, Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajda son dönemde ortaya çıkan koronavirüs salgını ve İslam dünyasından bazı ülkelerin karşılaştığı zorluklar ışığında İİT’nin oynadığı role ilişkin açıklamalarda bulundu.
Useymin, İhvan-ı Müslimin Örgütü’nün (Müslüman Kardeşler) DEAŞ’tan daha tehlikeli olduğunu ve topluma nüfuz etmesini durdurmak için mümkün olan tüm yollarla mücadele edilmesi gerektiğini belirti. Örgütün eylemleriyle mücadele ve ifşa edilmesi için uzun vadeli bir strateji geliştirme çağrısında bulundu.
Mezhep farklılıkları üzerine açıklamalarda bulunan Useymin,  İİT’nin üye devletleri arasında mezhep kaynaklı bir çatışma olmadığını vurgulayarak Şiilerin ve Sünnilerin yüzlerce yıldır bir arada yaşadığını, değişen tek şeyin politikalar olduğunu belirtti. Yeni durumda devrim ihraç etmek ve zafer elde etmek amacıyla siyasi bir proje olarak öne sürülen mezheplerin siyasi amaç için kullanılmaya başlandığına dikkat çekti.
Useymin, İİT’nin çalışmaları hakkındaki açıklamasında Genel Sekreterliğin devletlerin iradesinin yansıması olduğunu ve kurumun siyaset üretmediğini vurguladı. Bu ülkelerin bir konu veya bir mesele hakkında çalışılmasını istediğinde Genel Sekreterliğin görevinin bu kararları ve politikaları uygulamak olduğunu belirtti. İİT’nin İslam dininin sesi olan kapsamlı bir platform olduğunu kaydetti.

Terörle Mücadele
Useymin, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın teröre karşı tutumunun açık ve net olduğunu; fikri, mali veya bir hareket olarak olsun, her türlü terörizmin reddedilerek masum görülmediğini söyledi. Açıklamasını şöyle sürdürdü:
“İİT sözlüğünde aşırılık yanlısı bir terörist eyleme hiçbir gerekçe yoktur. İslam, merhamet ve barışa dayanan ılımlı bir dindir. Bu ilke sadece bir fikir değil, İİT’nin temel ilkesidir. Teşkilat olarak İslam dünyasında veya dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen her türlü terör eylemini kınıyoruz. Din, dil ırk ve renk gözetmeksizin terör eylemi gerçekleştiren herkese cevabımız aynı olacak ve terörizme karşı durmaya devam edeceğiz.”
Bu tür cezai eylemleri gerçekleştirmenin hiçbir gerekçesi olmadığını vurgulayan Useymin açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“Batı ülkelerinde demokrasi ve rahat bir yaşam söz konusu. İşsizler gelirleri yoksa yardım alıyorlar. Fakat biz vatandaşlarımızın çoğunun DEAŞ’e bağlı olduğunu görüyoruz. Yoksulluğun insanları terörist eylemler yapmaya zorlamasının doğrudan bir nedeni olduğunu düşünmüyorum. Evet, bunun sebeplerinden biri olabilir ancak gerekçe olarak en başta fikir ve inanç geliyor. Dünyadaki 90 ülkeden vatandaşların DEAŞ’a bağlı olduğunu gösteren rakamlar da bunu doğruluyor.”
Bu durumun “İslami terörizmi veya islamofobiyi geçersiz kıldığını” belirten Useymin bu nedenle terörizm suçlamasını İslam dinine veya Müslümanlara bağlamanın zor olduğunu kaydetti. Bu tür eylemleri gerçekleştiren az sayıda Müslüman olduğunu, bunun dünyadaki yaklaşık 1,7 milyar  Müslümanın ne kadarını oluşturduğuna dikkat çekerek terörizmin belirli bir formu veya adı olmadığını ifade etti.

Diasporadaki Müslümanlar
İİT Başkanı ayrıca Müslümanlara ve diasporada İslam dinini savunmak için üstlendikleri rollere dikkat çektiği açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Batı ülkelerindeki Müslümanlar için aktif bir rol olmalı. Sessiz bir çoğunluğa sahipler. Örneğin, Avrupa ve Rusya'da yaklaşık 65 milyon nüfus var ancak sesleri yok. İslam dinini daha iyi savunabilmek için tek bir cephede yer almıyorlar. İslami liderlerin büyük bir bölümü İslam dinini savunmada ve terörizmi reddetmekte önemli rol oynamalı. Müslümanların bu ülkelerde karşılaştıkları en önemli sorun, bir mahallede birlikte yaşamaları ve çevrelerine entegre olmamalarıdır. Geldikleri ülkelerin kıyafetlerini giyen ve ülkelerinde uyguladıkları gelenek ve görenekleri orada devam ettiren bu insanlar  yaşadıkları ülkede bir farklılıkla karşılaştıklarında kimlik sorunu ortaya çıkıyor. Sonuç olarak terörist örgütlerin sömürdüğü bu farklılıklar beliriyor. İİT’nin terörizmle mücadele çabaları arasında İslami olmayan ve ne yazık ki terörizm olgusunun ortaya çıkmaya başladığı ülkelerdeki Müslüman toplumlara ‘Yaşadığınız ülkelerin yasalarına saygı göstermeniz gerekiyor. Uymayacaksanız neden oraya gittiniz?’ sorusunu hatırlatmak yer alıyor.”

İhvan-ı Müslimin tehlikesi
İslam ve dünya için en tehlikeli olan gruplara da değinen Useymin, İhvan-ı Müslimin’in aslen bir suç grubu olan DEAŞ’tan daha tehlikeli olduğunu, İhvan’ın nüfuz eden bir grup olarak içinde yaşadıkları ülkelerin ve toplumların avukat, doktor, parlamenter ve üniversite profesörü gibi birçok kadroda etkili olduğunu vurguladı.  İhvan-ı Müslimin’in imparatorluğunu oluşturarak iktidara sahip olmak için aşağıdan yukarıya doğru giden bir stratejisinin olduğunu ve toplumun en alt tabakasına nüfuz edip hakimiyeti eline aldıklarını belirtti. Useymin, İhvan’ın suç eylemlerini hayata geçirmek için takiye ilkeleriyle hareket ettiğini vurguladı.
Useymin konuya dair üç temel nokta belirledi. Bunları söz konusu tehlikeyle yüzleşmek, sorunun varlığını kabul etmek ve planlarını ortaya çıkarmak. Ayrıca ekonomik ve sosyal olarak geride kalmak ve kalkınma çalışmalarının durmasına neden olmak gibi içinde bulunduğu çevreyi nasıl bir bölgeye dönüştürdüğünü bilmeyen halk arasında İhvan hareketinin tehlikesini ortaya koyarak bu gruptaki alim olarak adlandırılan kişileri kutsallıktan çıkarmak olarak sıraladı.
İhvan-ı Müslimin ile mücadele etmek için uzun vadeli bir strateji oluşturmanın gereğini vurgulayan Useymin, İslam ülkelerinin bu dosya üzerinde sıkı ve ciddi bir şekilde çalışması, bu grubun tehlikesi ile genişlemesini sınırlamak ve kültürel ve sosyal etkinliklerini durdurmak için uzun çalışmalar yapılması gerektiğine dikkat çekti.
Aynı zamanda, bu grubun her alanda kalkınma yolunda bir engel olduğuna dikkat çekerek İİT’nin amaçlarından birinin, İslam dininin Müslüman Kardeşler'in çeşitli yollarla yok etmek için çalıştığı sanat ve kültürle çelişmediğini göstermek için festivaller kurduğunu dile getirdi.

Husi suçları
Husilerin uygulamalarının tüm uluslararası düzenlemeleri ve gelenekleri ihlal ettiğini belirten Useymin, bunun Husilerin Mekke'yi hedef alma sürecinden sonra, teşkilat  üyelerinin bakanlık toplantısının ardından verdiği bir karar olduğunu ve eylemlerinin  kınandığını söyledi.
Ayrıca teşkilatın Yemen halkının yanında olduğunu ve Yemenliler tarafından üzerinde anlaşılan kapsamlı ve adil siyasi çözümü desteklediğini belirten Useymin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yemen'deki meşruiyeti destekleyen Koalisyon güçlerinin liderliğinde, geçen 4 Nisan'da iki haftalık ateşkes ilan edilmesini memnuniyetle karşıladık. Bunu Koalisyon güçleri tarafından insani bir girişim olarak değerlendirdik. Ancak Husiler sürekli olarak barış fırsatlarını kaçırıyor.  Bu da büyük bir engel oluşturuyor. Taraflar bir araya gelmeli ve Husiler uluslararası kararlara uymalıdır.”

Libya'da barış
Useymin, Libya'da ateşkes olması gerektiğini ve İİT’nin Mısır'ın Libya krizini barışçıl bir şekilde çözme çabalarını memnuniyetle karşıladığını belirttiği açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Burada İslam İşbirliği Örgütü'nün hüküm ve ilkelerine uygun olarak Bakanlar Kurulu Zirvesi’nin Libya'da güvenliğin ve istikrarın geri dönmesini sağlamak, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için krizi siyasi olarak çözecek olan Libya'da kapsamlı ateşkes çağrısını ve çabalarına yönelik kararları destekliyoruz. Tüm taraflar, bu girişimlerin gerçekleşmesi için silahları susturmalıdır.”

Koronavirüs ile mücadele
Teşkilatın İslam ülkelerinde koronavirüs salgının durumu ve gelişimini yakından takip ettiğini ifade eden Useymin, kendilerine bağlı üye ülkelerden en az gelişmiş olanlara özellikle sağlık sektöründe ve koronavirüs ile mücadelede destek sağladıklarını bildirdi. Teşkilatın Cidde’deki genel merkezinde Bangladeş, Afganistan ve Cibuti'den gelen heyetlere, bu ülkelerdeki sağlık bakanlıklarının salgının patlak vermesine karşı kapasitelerini desteklemek ve geliştirmek için İslami Dayanışma Fonu'ndan kendilerine tahsis edilen hibelerin verildiğini bildirdi.
Aynı zamanda üye devletlerin salgının ciddiyeti konusunda farkındalığı artırma çabalarını, İİT’nin sosyal medya platformlarında ve yol gösterici mesajlarında sunarak günlük olarak sürdürdüğünü vurguladı.

Kadınların rolü
Useymin açıklamasında, kadınlar hakkındaki başlıklarla İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından yakından ilgilenildiğini belirterek kadınların bilgi ve iletişim teknolojisi alanında desteklenmelerinin ve iş hayatında eşit fırsatlar sağlamak da dahil her alanda güçlendirilmelerinin önemini vurguladı. Bu alandaki ekonomik büyüme için daha fazla yatırıma ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Useymi kadınların ülkelerinin gelişiminde önemli rol oynadığını ve toplumlarında etkili olma hedeflerine ulaşmak için güvenilmesi ve desteklenmesi gerektiğini vurguladı. Kadınları güçlendirmenin haklarını erkeklerle eşit hale getirmenin İİT’nin öncelikleri arasında yer alan İslami kanunlara da uygun olduğunu kaydetti. Ayrıca üye devletleri, İİT’nin kadınların ilerlemesi için belirlenen eylem planını ve kadınlara yönelik siyasi, ekonomik ve sosyal güçlendirme konusunda bakanlık kararlarını kadın sistemlerini gözden geçirmeye ve gerektiğinde değiştirmeye çağırdı.

Mezhep farklılıkları
Mezhep farklılıkları üzerine açıklamalarda bulunan Useymin,  İİT’nin üye devletleri arasında mezhep kaynaklı bir çatışma olmadığını vurgulayarak Şiilerin ve Sünnilerin yüzlerce yıldır bir arada yaşadığını, değişen tek şeyin politikalar olduğunu belirtti. Yeni durumda devrim ihraç etmek ve zafer elde etmek amacıyla siyasi bir proje olarak öne sürülen mezheplerin siyasi amaç için kullanılmaya başlandığına dikkat çekti.
Useymin açıklamasında, “Şunu fark etmeliyiz ki dinler siyasete dahil edildiğinde ihtilaflar yaşanması kaçınılmaz olur. Şu an yaşanan şey, kendilerini şeyh olarak adlandıranların taraflar arasındaki olayları alevlendirmesidir” dedi.
Useymin, politik sorunların siyasetçiler arasında çözülmesi gerektiğini ve düzeni bozabilecek durumların üstesinden gelmenin İİT’nin kuruluşundan bugüne kadar üzerinde çalıştığı konu olduğunu belirtti. “Ancak sorun, dini siyasete sürükleyerek bu sayede bir grubun diğerine karşı zafer elde etmeye çalışmasındadır. Bu teşkilatın tüm üyeleri için kabul edilemez ve reddedilen bir durumdur” ifadesini kullandı.

Suudi Arabistan’ın rolü
Useymin açıklamasında, Suudi Arabistan’ın Filistin meselesindeki istikrarlı duruşu da dahil olmak üzere birçok konudaki eylemleriyle her gün insan tacirlerinin eylemlerini çürüttüğünü, ayrıca ekonomik açıdan da desteğini artırarak üye ülkeler arasındaki büyüme oranını yüzde 25'e yükselttiğini belirtti. Suudi Arabistan'ın İslami Dayanışma Fonu'na acil yardım için milyonlarca dolar destek verdiğine dikkat çeken Useymin, bazı ülkeler UNRWA'ya yardım sağlamaktan vazgeçtiğinde Suudi Arabistan'ın UNRWA’ya önceki 160 milyon dolara ek olarak 50 milyon dolar ile büyük bir destek sağladığını vurguladı.
 
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın rolü
Teşkilatın tanımında bir karışıklık ve yanlış anlaşılma olduğuna dikkat çeken Useymin, öncelikle uluslararası kurumların ve Genel Sekreterliğin devletlerin iradesinin bir yansıması olduğunu, kurumun siyaset yapmadığını, bunun uluslararası kuruluşlar için bir öncelik olduğunun anlaşılması gerektiğini söyledi.

Useymin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu ülkeler bir konu veya bir mesele üzerinde çalışmak isterse Genel Sekreterliğin görevi bu kararları ve politikaları uygulamaktır. Kararlar çıkarmak değildir. Ayrıca kurumun bir sorunu çözmek için askeri görevleri yerine getirecek bir ordusu yok. Bu yüzden İİT, İslam dininin sesi olan kapsamlı bir platformdur.  Siyaset, ekonomi ve kültür alanında tek bir pozisyon üzerinde anlaşıyoruz. Bu pozisyon herkes tarafından benimseniyor ve üzerinde herhangi bir anlaşmazlık söz konusu değil. Bununla ancak tek bir siyasi tutum formüle edebilirsiniz. Bu tabloyu açıklayan bir diğer faktör de dünya üzerindeki yaklaşık 1,7 milyar Müslüman nüfus olmasıdır. Bizler tek bir siyasi çerçevede çalışıyoruz. Çalışmalarımız, İslam dünyasının resmi veya resmi olmayan liderlerinin bir dizi konudaki tutumlarının ortak bir örneğini temsil ediyor.”



Suudi Arabistan’dan Suriye’ye ilk ham petrol hibe sevkiyatı ulaştı

Suudi Arabistan'ın Suriye enerji sektörüne yönelik hibe programının ilk sevkiyatı Banias limanına yanaştı. (SANA)
Suudi Arabistan'ın Suriye enerji sektörüne yönelik hibe programının ilk sevkiyatı Banias limanına yanaştı. (SANA)
TT

Suudi Arabistan’dan Suriye’ye ilk ham petrol hibe sevkiyatı ulaştı

Suudi Arabistan'ın Suriye enerji sektörüne yönelik hibe programının ilk sevkiyatı Banias limanına yanaştı. (SANA)
Suudi Arabistan'ın Suriye enerji sektörüne yönelik hibe programının ilk sevkiyatı Banias limanına yanaştı. (SANA)

Suudi Arabistan’ın Suriye enerji sektörüne yönelik hibe kapsamında gönderdiği ilk ham petrol sevkiyatı pazar günü Banias Limanı’na ulaştı. Yaklaşık 650 bin varil Suudi ham petrolü taşıyan tanker limana demirledi. Bu sevkiyat, toplam 1,65 milyon varil ham petrolden oluşan hibenin ilk bölümünü oluşturuyor.

Şarku’l Avsat’ın Suudi Arabistan Haber Ajansı SPA’dan aktardığı habere göre teslimat Suudi liderliğinin talimatları doğrultusunda gerçekleştirildi. Krallığın Suriye’yi destekleme konusundaki kararlılığını sürdürecek.

Hibe anlaşması, 11 Eylül’de Suudi Kalkınma Fonu ile Suriye Enerji Bakanlığı arasında imzalanmıştı. Suudi Enerji Bakanlığı’nın gözetiminde uygulanan hibe; Suriye rafinerilerinin işletme kapasitesini artırmayı, operasyonel verimliliği ve mali sürdürülebilirliği sağlamayı, ekonomik kalkınmayı güçlendirmeyi, ekonomik zorlukların aşılmasına katkı sunmayı ve hayati sektörlerin büyümesini teşvik etmeyi hedefliyor. Böylece ulusal ve uluslararası düzeyde Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne destek verilmesi amaçlanıyor.

SPA, bu adımın Suudi Arabistan’ın Suriye halkının yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik süregelen çabalarının ve iki ülke arasındaki güçlü, tarihi bağların bir yansıması olduğunu vurguladı.


Suudi Arabistan, Trump'ın bölgesel vizyonunun temel taşlarından biri

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Riyad'da yaptıkları görüşmede mutabakat zaptı imzaladılar, 13 Mayıs (Reuters)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Riyad'da yaptıkları görüşmede mutabakat zaptı imzaladılar, 13 Mayıs (Reuters)
TT

Suudi Arabistan, Trump'ın bölgesel vizyonunun temel taşlarından biri

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Riyad'da yaptıkları görüşmede mutabakat zaptı imzaladılar, 13 Mayıs (Reuters)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Riyad'da yaptıkları görüşmede mutabakat zaptı imzaladılar, 13 Mayıs (Reuters)

Brian Katulis

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Başkan Donald Trump ile görüşmek üzere Washington'a gittiğinde, masaya yatırılacak konuların sayısı çok ve birbiriyle bağlantılı olacak. Trump'ın mayıs ayında Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret sırasında ekonomi ve yapay zeka da dahil olmak üzere teknoloji alanlarında temelleri atılan gelişmiş ikili iş birliği çerçevelerinin takibinin yanı sıra, öne çıkan bölgesel güvenlik konuları da gündemin üst sıralarında yer almaya devam ediyor.

Riyad'ın yıllardır peşinde koştuğu eski ama her daim gündemde bir hedef olan güvenlik garantileri veya ABD ile savunma anlaşması konusu ön planda yer alıyor. Mart 2023'te, Çin'in Pekin'de arabuluculuk yaptığı bir anlaşmayla Suudi Arabistan ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlayacağının duyurulmasının ardından Riyad, Amerikan güvenlik garantilerini elde etme çabalarını yoğunlaştırdı. Bu hamle, özellikle Husiler, Hizbullah ve Suriye ile Irak'taki çeşitli milis grupları içeren ve “Direniş Ekseni” olarak bilinen bölgesel ortaklar ağı göz önüne alındığında, birçok ülkenin İran İslam Cumhuriyeti'nin niyetlerine ilişkin devam eden şüphelerini yansıtıyordu.

İki yıl öncesine kadar durum böyleydi. Bugün ise tablo tamamen farklı. 2025'te bölgesel sahne nispeten kısa bir sürede kökten değişti. Haziran ayında İsrail'in ABD'nin doğrudan desteğiyle başlattığı 12 günlük savaşta, İran’ın askeri kabiliyetlerine ve nükleer programına yıkıcı darbeler indirildi. Geçtiğimiz yıl da İran'ın Lübnan Hizbullahı'na ve Suriye'deki Esed rejimine yaptığı uzun vadeli yatırımlar çöktü ve bu durum İran rejiminin bölgesel stratejisini yerle bir ederek, onu 1979 devriminden sonra en zayıf noktaya getirdi.

Ne var ki bu, İran rejiminin tamamen yenildiği anlamına gelmiyor. İran, doğrudan veya farklı alanlara yayılmış vekilleri aracılığıyla bölgede huzursuzluk yaratma konusunda hâlâ önemli bir kapasiteye sahip. Bu durum, güvenlik anlaşmalarının önemini vurguluyor ve bu kritik dönemde Suudi Arabistan ile ABD arasındaki görüşmelerin önemini pekiştiriyor.

İsrail askeri harekâtlarının neden olduğu bölgesel istikrarsızlık

Bu sonbaharda birçok Ortadoğu ülkesinin gözünde tehdit dengesini değiştiren yeni bir faktör ortaya çıktı; İsrail'in 9 Eylül'de Katar'ın başkenti Doha'da Hamas liderlerine düzenlediği hava saldırısı. Trump yönetiminin, Katar'ın ABD'nin Körfez’deki önemli bir ortağı olmasına rağmen bu saldırıyı engellememesi, bölge ve dünya genelinde şok dalgaları yarattı.

Trump, bu yılın ilkbaharında Katar'ı ziyaret etmiş ve Katar hükümeti ona lüks bir uçak hediye etmişti. Fakat Washington, Doha'yı komşularının art arda gerçekleştirdiği iki saldırıdan koruyamadı; ilk saldırı haziran ayında İran'dan, ikinci saldırı ise eylül ayında İsrail'den geldi. Bu son saldırı, İsrail'in Gazze'ye kara harekâtı ve Lübnan, Suriye ve Yemen'e sürekli hava saldırıları da dahil olmak üzere geniş çaplı bir gerginliği yükseltme hamlesiyle eş zamanlı olarak geldi. Bu durum, ABD'nin İsrail'i kontrol altına alma kabiliyetine dair şüpheleri derinleştirdi ve bölge ülkelerinin güvendiği Amerikan güvenlik şemsiyesinin etkinliği konusunda birçok ülkenin endişesini artırdı.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Washington'a yapacağı ziyaret, Riyad ve Washington arasındaki ikili ilişkileri çeşitli düzeylerde güçlendirmek için stratejik bir fırsat taşıyor

İsrail'in Katar'a yönelik saldırısına Ortadoğu ülkelerinden hızlı bir tepki geldi. Sadece bir hafta sonra Doha, İran da dahil olmak üzere Arap ve İslam dünyasından liderleri Katar ile dayanışma içinde olduklarını ifade etmek ve İsrail saldırısını kınamak üzere bir araya getiren olağanüstü bir zirveye ev sahipliği yaptı. Zirvenin nihai bildirisi, siyasi söylem açısından zengin olsa da somut ve pratik adımlardan yoksundu. Bununla birlikte, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), istihbarat paylaşımı alanındaki yükümlülüklerini pekiştirdi, balistik füze erken uyarı sistemleri de dahil olmak üzere ortak savunma planlarını güncelledi. Bu hamle, ABD tarafından uzun süredir teşvik edilen daha geniş savunma entegrasyonuna doğru bir eğilimi yansıtıyordu. Bölgenin güvenlik ortaklıklarını çeşitlendirme çabalarının bir başka göstergesi olarak, Suudi Arabistan, Pakistan ile gelişen tehditler konusundaki artan farkındalığı ve caydırıcılık seçeneklerini genişletme ihtiyacını yansıtan ortak bir savunma anlaşması imzaladı.

fvg
Katar'ın başkenti Doha'ya düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından hasar gören bir bina, 9 Eylül (Reuters)

Ancak İsrail saldırısının ardından, Gazze'de ateşkes anlaşmasına varıldı ve ekim ayı başlarında bir rehine takası yapıldı. Trump yönetimi, Katar'ı güvenlik ilişkileri konusunda rahatlatmak için hızla harekete geçti ve İsrail saldırısından duyduğu hoşnutsuzluğu, İsrail ve Hamas'ı aylardır tartışılan anlaşmaya zorlamak için bir kaldıraç olarak kullandı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Trump'ın ikinci döneminde Beyaz Saray'a yaptığı dördüncü ziyaret sırasında ABD Başkanı, Netanyahu'dan saldırı için resmi bir özür koparmayı ve kayıplar için üzüntüsünü dile getirmesini sağlamayı başardı. Washington'un Katar'a verdiği güvencelerin bir kısmı, eylül ayı sonlarında yayınlanan bir başkanlık kararnamesi ile cisim buldu. Kararnamede, “Katar Devleti'nin topraklarını, egemenliğini veya kritik altyapısını hedef alan herhangi bir silahlı saldırı, ABD'nin barış ve ulusal güvenliği için bir tehdit olarak değerlendirilecektir” denildi. Yine kararnamede, bu tür saldırıların Washington’u “ABD ve Katar Devleti'nin çıkarlarını savunmak ve barış ve istikrarı sağlamak için diplomatik, ekonomik ve gerekirse askeri araçlar da dahil olmak üzere tüm uygun ve yasal önlemleri almakla” yükümlü tuttuğu da ifade edildi.

Kararname önemli bir sembolik adım olsa da ABD Senatosu tarafından onaylanması gereken resmi bir güvenlik anlaşmasının hukuki ağırlığından yoksun. Bununla birlikte, bu kararın yayınlanma hızı, Trump yönetiminin İsrail saldırısının bölgesel ortakların ABD güvenlik şemsiyesine olan güvenine verdiği zararın farkında olduğunu gösteriyor.

Suudi Arabistan-ABD görüşmelerinden ne beklenebilir?

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın kasım ayında Washington'a yapacağı ziyaret, Riyad ve Washington arasındaki ikili ilişkileri çeşitli düzeylerde güçlendirmek için stratejik bir fırsat taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu ziyaret, Başkan Donald Trump'ın mayıs ayında Suudi Arabistan'a yaptığı ve ekonomi ile yapay zeka da dahil olmak üzere teknoloji alanlarında ileri düzey iş birliğinin temellerini atan ziyaret sırasında kazanılan ivmeyi pekiştiriyor.

Gelgelelim, bu alanlardaki herhangi ilerleme ancak sağlam bir temele oturtulması halinde anlamlı olacaktır. Bu nedenle, Trump yönetiminin Katar'a güvenlik garantileri sunmak için yakın zamanda yayınladığı kararnamenin, önümüzdeki haftalarda Suudi Arabistan ve ABD arasında varılabilecek anlaşmalar için bir ön model görevi görmesi olası.

Trump'ın ikinci döneminin ilk dokuz ayını karakterize eden belirsizliğe rağmen, Ortadoğu hem söylem hem de eylem olarak Başkan’ın gündeminde açıkça bir öncelik olmaya devam etti

Son yıllarda, birbirini takip eden yönetimlerin yaşadığı dalgalanmalar ve ABD içindeki keskin bölünmeler nedeniyle ABD'nin güvenilirliği ve politikalarının istikrarı konusunda artan endişelere rağmen Washington, Suudi Arabistan'ın tercih ettiği stratejik ortak olmaya devam ediyor. ABD ordusu halen dünyanın en güçlü ordusu ve tıpkı 1990-1991 Körfez Savaşı sırasında bölgenin Saddam Hüseyin rejiminin doğrudan tehdidiyle karşı karşıya kaldığı dönemde olduğu gibi, ABD’nin Ortadoğu'daki güvenlik ittifakları ağı, Krallığın savunmasını desteklemede ona önemli bir avantaj sağlıyor.

zsx
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Riyad Havalimanı'nda Başkan Trump için düzenlenen karşılama töreninde, 13 Mayıs (Reuters)

Çin veya Rusya gibi rakip küresel güçlerin hiçbiri, ortaya çıkan herhangi bir şüpheye veya sorgulamaya rağmen, ABD'nin bölgedeki taahhütlerinin düzeyine veya askeri ve siyasi kabiliyetlerine yaklaşamıyor.

Bununla birlikte Riyad ve Washington arasında resmi antlaşma biçiminde kapsamlı bir güvenlik anlaşmasının imzalanması, özellikle 1 Ekim'den bu yana ABD'de iç harcama öncelikleri konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle ortaya çıkan ve sonu görünmeyen siyasi durum gibi birkaç nedenden dolayı olası görünmüyor. Hükümetin kapanması sorununun üstesinden gelindikten sonra bile, Senato içindeki derin ayrılıklar, resmi bir antlaşma için geniş çaplı bir destek elde etmeyi zorlaştırıyor. Bu durum, anlaşma yerine Washington'un Krallığın güvenliğine olan bağlılığını teyit eden bir başkanlık kararnamesinin yanı sıra, yeni silah anlaşmaları da dahil olmak üzere askeri iş birliğini derinleştirmek için ilave adımların duyurulmasını daha olası kılıyor.

Özellikle iç politika düzeyinde Trump'ın ikinci döneminin ilk dokuz ayını karakterize eden belirsizliğe rağmen, Ortadoğu hem söylem hem de eylem olarak Başkan’ın gündeminde açıkça bir öncelik olmaya devam etti. Suudi Arabistan ve ABD arasındaki ikili ilişkiler, Trump'ın bölgesel politikasının temel taşlarından biri olmaya devam ediyor ve bunun, bu ilişkiyi güçlendirmeye yönelik somut adımlar şeklinde yansıması bekleniyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi CEO'su: Veliaht Prens'in ziyareti stratejik ortaklığı hızlandırıyor

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Trump’ın Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret sırasında (Fotoğraf: Bender el-Calud)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Trump’ın Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret sırasında (Fotoğraf: Bender el-Calud)
TT

ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi CEO'su: Veliaht Prens'in ziyareti stratejik ortaklığı hızlandırıyor

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Trump’ın Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret sırasında (Fotoğraf: Bender el-Calud)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Trump’ın Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret sırasında (Fotoğraf: Bender el-Calud)

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın ABD ziyareti, Vizyon 2030 gündeminin desteğiyle ikili ilişkilerin benzeri görülmemiş bir ivme kazandığı kritik bir dönemde gerçekleşiyor. Bu bağlamda ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi, her iki ülkenin kamu ve özel sektörleri arasında bir köprü görevi görerek, ortak hedefleri kalıcı ekonomik ortaklıklara ve etkili yatırım projelerine dönüştürme misyonuyla stratejik bir rol oynuyor.

ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi CEO'su Charles Hallab, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, bu üst düzey ziyaretin arkasındaki stratejik hedefleri açıkladı. Hallab, Suudi Arabistan ile ABD arasındaki stratejik ortaklığın, savunma, yapay zekâ, dijital dönüşüm ve yaşam kalitesi endüstrileri dahil olmak üzere Vizyon 2030'un merkezinde yer alan kilit sektörlerdeki iş birliğinin ilerletilmesi ile güçlendirilmesini bekliyor.

x
ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi CEO'su Charles Hallab (Şarku’l Avsat)

Hallab ayrıca, görüşmelerin ticaret ve yatırım akışlarının artırılması, teknolojik ve endüstriyel iş birliğinin genişletilmesi ve Suudi Arabistan'ın uzun vadeli ABD katılımını destekleyen daha açık, yenilikçi ve rekabetçi bir yatırım ortamı yaratma konusunda kaydettiği sürekli ilerlemenin vurgulanmasına odaklanmasını beklediğini belirtti.

Ziyaretin katma değerini vurgulayan Hallab, işin icra yönünü açıklayarak şöyle dedi: “Çarşamba günü düzenlenecek ve konseyin Suudi Arabistan Yatırım Bakanlığı ile ortaklaşa ev sahipliği yapacağı kritik ABD-Suudi Arabistan İş ve Yatırım Forumu’nda, çok büyük bir değeri temsil eden son derece fazla sayıda anlaşma ve mutabakat zaptı sunulacak.”

‘Büyüme için Liderlik: Suudi Arabistan-ABD Ekonomik Ortaklığının Güçlendirilmesi’ başlıklı ABD-Suudi Arabistan İş ve Yatırım Forumu, Suudi Arabistan Yatırım Bakanlığı ve ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi iş birliğiyle çarşamba günü John F. Kennedy Sahne Sanatları Merkezi'nde düzenlenecek. Davetiyede belirtildiği üzere etkinlik, ‘enerji, teknoloji, finansal hizmetler, altyapı ve sağlık gibi hayati sektörlerde yeni yatırım fırsatlarını keşfetmeyi’ amaçlıyor.

Ortaklık fırsatları

Hallab, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın ABD ziyaretinin ‘Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin yeni bir ivme kazandığı dönemde gerçekleştiğini ve iki ülke arasındaki kalıcı iş birliğinin gücünü gözler önüne serdiğini’ vurguladı. Hallab’a göre ziyaret, Suudi Arabistan’ın dünyadaki en dinamik ve öngörülebilir yatırım destinasyonlarından biri haline gelme yolundaki büyük dönüşümünü de gösteriyor.

ergt
Suudi Arabistan Yatırım Bakanı Halid el-Falih ile Amerikan ve Suudi iş liderleri arasında Washington'da düzenlenen toplantıdan (ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi’nin LinkedIn hesabı)

Hallab, bu üst düzey etkileşimin ‘güven, açıklık ve ortak amacı yansıtan güven verici bir mesaj gönderdiğini ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin derin bir güven üzerine kurulu olduğunu doğruladığını’ söyledi.

Bu ivmenin, Vizyon 2030'un iddialı hedefleri ışığında Amerikan iş ve yatırım camiasının geniş ortaklık fırsatlarına yönelik olumlu görüşünü pekiştirdiğini açıkladı.

İleri teknoloji ilgiyi artırıyor

Şu anda Amerikan şirketlerinin ilgisini çeken sektörlerle ilgili olarak Hallab, Amerikan şirketlerinin Vizyon 2030'un hedefleriyle yakından uyumlu çok çeşitli sektörlere güçlü ve artan bir ilgi gösterdiğini söyledi. Konsey, ileri imalat, enerji, yapay zekâ ve dijital altyapı sektörlerinde özel bir ivme görüyor.

frg
ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi CEO’su Charles Hallab, ABD Başkanı Donald Trump'ın Riyad ziyareti öncesinde verdiği brifing sırasında (ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi’nin LinkedIn hesabı)

Hallab ayrıca, sağlık, turizm ve eğlence sektörlerine katılımın arttığını da kaydetti. Tüm bu alanlarda, ABD şirketlerinin Suudi Arabistan'ın ekonomik çeşitlilik ve küresel rekabet gücü hedeflerini tamamlayan dünya standartlarında uzmanlık, inovasyon ve teknolojiler sunduğunu ve bu şirketlerin Suudi Arabistan'ın yönelimine olan güvenini yansıttığını açıkladı.

ABD finans sektörü projeleri araştırıyor

Mega projelerin finansmanı bağlamında konuşan Hallab, ABD finans kurumları ve yatırım fonlarının Suudi Arabistan'ın dönüşüm sürecinde umut vaat eden fırsatları giderek daha fazla araştırdığını doğruladı. Sahip oldukları uzmanlık ve küresel bakış açısı sayesinde, bu kurumların altyapı, temiz enerji, turizm ve teknoloji alanlarında Vizyon 2030 kapsamındaki büyük projelerin finansmanında kilit bir rol oynayabildiğini ifade etti.

Hallab, bu katılımın Suudi Arabistan pazarlarına duyulan artan güveni yansıttığını ve ikili ekonomik ilişkileri karakterize eden güçlü ortaklık ruhunu pekiştirdiğini vurguluyor.

Kritik mineraller konusu masada

Hallab’a göre kritik mineraller, Suudi Arabistan–ABD ekonomik iş birliğinin temel dayanaklarından biri haline geldi. Bu durum, küresel enerji dönüşümünü destekleyen güvenli ve sürdürülebilir tedarik zincirlerinin sağlanmasına yönelik ortak vizyonla da uyumlu. Hallab, Suudi Arabistan Sanayi ve Maden Kaynakları Bakanı Bender el-Hureyf’in yakın zamanda Riyad’da ABD İçişleri Bakanı Doug Burgum ile bir araya gelerek madencilik ve mineral sektörlerindeki iş birliğini derinleştirme yollarını görüştüğünü aktardı. Hallab, “İkilinin görüşmeleri; keşif, işleme ve teknoloji paylaşımı alanlarında ortak çalışmalar için fırsatları ortaya koydu. Bu alanlarda Amerikan yenilikleri ile Suudi Arabistan’ın büyük doğal kaynak potansiyeli arasında güçlü bir uyum bulunuyor” ifadelerini kullandı.

xfg
HUMAIN CEO'su Tarık Emin ve Qualcomm CEO'su Cristiano Amon (HUMAIN)

Hallab, “Bu temele dayanarak, Veliaht Prens’in ziyareti, küresel mineral tedarik zincirlerinde dayanıklılığı ve ortaklığı güçlendiren stratejik bir çerçevede ilerlemek için uygun zamanda uygun bir fırsat sunuyor; aynı zamanda yatırım, sanayi büyümesi ve ortak refah için yeni yollar açıyor” dedi.

Teknoloji devleri de var

İleri teknolojilerle ilgili olarak Hallab, Suudi Arabistan-ABD ortaklığının Krallığı yapay zekâ ve ileri teknolojiler için bölgesel bir merkez haline getireceğini vurguladı.

Hallab, Suudi Arabistan'ın HUMAIN çatısı altında, Nvidia, AMD, Amazon Web Services ve Qualcomm gibi dev Amerikan teknoloji şirketlerinin desteğiyle Arapça büyük veri merkezleri ve yapay zekâ modelleri kurma yönündeki son girişimine dikkat çekti.

Hallab, yapay zekâ donanımı, yazılımı ve bulut hizmetleri alanındaki küresel uzmanlıklarıyla bu şirketlerin, Krallığın dijital dönüşümünü hızlandırmasına ve dünyanın en iyi yapay zekâ pazarları arasındaki konumunu güçlendirmesine yardımcı olabileceğini açıkladı. İş birliğinin teknoloji yaygınlaştırılmasıyla sınırlı olmadığını, aynı zamanda ‘Suudi yeteneklerini geliştiren ve çeşitlilik, rekabetçilik ve kapsayıcı büyüme gibi ortak hedefleri teşvik eden sürdürülebilir bir inovasyon ekosistemini desteklemeyi’ de içerdiğini vurguladı.

Uygulamanın sağlanması

Hallab, bu üst düzey ziyaretin sonuçlarının somut ilerlemelere ve kalıcı ortaklıklara dönüşmesini sağlamak için ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi’nin ziyaretin ardından önemli bir rol oynayacağını açıkladı. Hallab, “Her iki ülkede kamu ve özel sektör arasında köprü görevi görmeye devam edeceğiz; bakanlıklar, devlet kurumları ve iş dünyası liderleriyle yakın iş birliği içinde, verilen taahhütlerin uygulanmasını takip edeceğiz” dedi.

Hallab, ABD-Suudi Arabistan İş Konseyi’nin amacının ivmeyi korumak ve ‘her diyaloğun eyleme dönüşmesini, her anlaşmanın yeni iş birliklerini teşvik etmesini ve her ortaklığın Vizyon 2030'un uzun vadeli başarısına ve Suudi Arabistan-ABD ekonomik ilişkilerinin sürekli büyümesine katkıda bulunmasını’ sağlamak olduğunu vurgulayarak sözlerini tamamladı.