Yemen’in güneyindeki çatışmanın çözümü Riyad Anlaşması’nda

Geçen pazartesi günü Sokotra Adaları vilayeti divanı önünde bulunan Güney Geçiş Konseyi’ne bağlı askeri bir araç (AFP)
Geçen pazartesi günü Sokotra Adaları vilayeti divanı önünde bulunan Güney Geçiş Konseyi’ne bağlı askeri bir araç (AFP)
TT

Yemen’in güneyindeki çatışmanın çözümü Riyad Anlaşması’nda

Geçen pazartesi günü Sokotra Adaları vilayeti divanı önünde bulunan Güney Geçiş Konseyi’ne bağlı askeri bir araç (AFP)
Geçen pazartesi günü Sokotra Adaları vilayeti divanı önünde bulunan Güney Geçiş Konseyi’ne bağlı askeri bir araç (AFP)

Suudi Arabistan, meşru Yemen hükümeti ve Güney Geçiş Konseyi (GGK) arasında Yemen’in güney vilayetlerinde yaşanan çatışmaları sonlandırma çabalarını sürdürürken, Yemenli politikacılar da Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, Riyad Anlaşması’nın uygulanmasının tartışmalı sayfayı çevirmek ve Husi darbesi karşısında çabaları birleştirmek için en iyi yol olduğunu belirtti.
Bu çerçevede Yemen hükümetinde Enformasyon Bakanı Yardımcısı Abdulbasit el-Kadi, Riyad Anlaşması’nın, krize gerçekçi ve sistematik bir şekilde yaklaştığı ve meseleleri normale döndürecek çözümler sunduğu için hala en iyi çıkış yolu olduğunu vurguladı. Kadi, anlaşmanın aynı zamanda, içerideki tüm ilgili tarafların yanı sıra bölgesel ve uluslararası meşruiyetin konusu olduğunu da belirtti.
Abdulbasit el-Kadi, “Suudi Arabistan’ın ağırlığı ve garantör olarak mevcudiyeti; anlaşmaya önem ve etkinlik veren, bunu en az maliyetli çıkış yolu haline getiren en önemli nedenlerden biridir” dedi.
Abdulbasit el-Kadi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, gerçek tehdidin Husi tehdidi olduğunu belirtirken, “Anlaşmazlık sayfasını çevirip bunların üstesinden gelmek dışında başka seçeneğimiz yok. Bu anlaşmazlıklar ne olursa olsun, devlet ve Yemen için bütün olarak varoluşsal bir tehdit oluşturan Husiler ve bizim aramızda bir düzeye ulaşmayacaktır” değerlendirmesinde bulundu.
Riyad Anlaşması
Yemenli akademisyen ve araştırmacı Dr. Faris el-Beel, “Riyad Anlaşması, Yemen’in yakın siyasi tarihindeki tüm anlaşmalar arasındaki en kapsamlı, en doğru ve en önemli anlaşmadır. Eski anlaşmalar, birçoğu hızlı bir şekilde ortaya koyulan, ihtiyaç anında uygulanan veya kapsamları kısa ve güvenceleri olmayan anlaşmalardı” ifadelerini kullandı. Beel, “Anlaşma, Yemen ikilemini iki düzeyde çözmek için neredeyse tek yoldur. Bu düzeyler ilk olarak Husilerin karşı savaşan tarafların bölünmesi hususunda acil ve eşit bir çözüm sağlaması, ikinci olarak da bu tarafları Husilerle mücadeleye hazırlamak. Anlaşma, aynı zamanda gelecekte Yemen sorunlarının gerçek ve adil bir şekilde çözülmesine zemin hazırlıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Dr. Faris el-Beel, Suudi Arabistan’ın ve meşruiyeti destekleyen koalisyonun çabalarının boşa gitmemesi için tüm Yemen taraflarını ‘Yemen’e karşı tarihi sorumluluklarını yerine getirmeye ve ezilmiş Yemen halkının acılarını hafifletmeye’ çağırdı.
Yemenli siyaset bilimci ve yazar Beel, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Kararlılık, denetim ve şeffaflık olmalıdır” diyerek, tökezlemeye, daha zorlu bir mücadeleye ve düzeltilemeyen bir çöküşe yol açacak her türlü boşluktan kaçınılması gerektiğini vurguladı.
Yemenli yazar ve gazeteci Ahmed Abbas ise Riyad Anlaşması’nın, “tüm engellerin üstesinden gelmek ve Husi darbesine karşı tüm çabaları birleştirmek için sahada uygulanan siyasi, askeri, güvenlik ve ekonomik düzenlemeleri tanımlaması dolayısıyla önemli olduğuna’ dikkati çekti.
Hükümeti ve Güney Geçiş Konseyi’nin anlaşmayı uygulamak, maksimum düzeyde iyi niyet ve tavizler göstermek dışında bir seçeneklerinin bulunmadığını söyleyen Abbas, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Ulusal çıkarlar bunu söylüyor. Mantık da bunu söylüyor. Acıları her geçen gün artan Yemen vatandaşlarının acılarını hafifletmek için bu boşluğa köprü kurulması gerekiyor” dedi.
Gazeteci ve yazar Ahmed Abbas, anlaşmazlığın devam etmesine karşı uyarı yaparken, bu durumun farklı cephelerde daha fazla Husi saldırısına neden olacağını kaydetti. Abbas, aynı zamanda durumun, Yemenliler açısından umutsuzluk anlamına geldiğini ve bu yüzden meşru hükümet ve Geçiş Konseyi’nin, ‘anlaşmayı destekleyen, ülkenin çıkarlarını her ne olursa olsun kendi dar çıkarlarının üzerine koyan, Suudi Arabistan önderliğindeki meşruiyeti destekleyen koalisyonun sağladığı büyük desteğe’ yatırım yapmalarını zorunlu kıldığını vurguladı.
Suudi Arabistan’ın rolü
Fanar Siyaset Araştırmaları Merkezi Başkanı Yemenli yazar ve gazetesi İzzed Mustafa ise meşru hükümet ve Güney Geçiş Konseyi arasındaki kötüleşen krizi çözmek için birincil öncelik haline gelen anlaşmanın uygulanması hususunda, Suudi Arabistan’ın rolünün önemine dikkati çekti. Mustafa, anlaşmanın uygulanmasının, terörist Husi milislerle mücadelede gerekli hale geldiğini vurguladı.
Mustafa’ya göre Riyad Anlaşması’nın uygulanması, vilayetlerin koşullarını normalleştirerek ve kalkınmayı sağlayarak vatandaşların isteklerini yerine getirmek de dahil, halkla ilişkiler yönetimi için uygun koşulların oluşturulması açısından güney vilayetlerin istikrarına olanak tanıyacağını ifade etti.
Mustafa, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Anlaşmanın uygulanmasında karşılaşılan engellere rağmen, anlaşmaya ve güvene sponsor olan Suudi Arabistan’ın rolünün önemi üzerinde bahis oynanıyor. Meşru hükümet ve Güney Geçiş Konseyi’nin, anlaşmanın önemi ve uygulanması gereği üzerinde hemfikir olduğunu, Yemenli taraflar arasındaki gerginliği sona erdirme hususunda Suudi Arabistan’ın çabalarını kabul ettiklerini düşünüyorum” dedi.
İzzed Mustafa, “Hükümet, hala Riyad Anlaşması’ndaki değişlikler kapsamında olduğu sürece, Riyad Anlaşması’nın uygulanmasına ilişkin kararların geniş yetkilere sahip dar bir çevrede sadece meşruiyet dahilinde sınırlandırılması gerektiğini savunuyor. Yani bu mesele, genç unsurların yolunu kesmek için Suudi Arabistan himayesi çerçevesinde doğrudan Cumhurbaşkanının, meşru hükümet başbakanının ve Güney Geçiş Konseyi başkanlığının elinde olacak” değerlendirmesinde bulundu.



Tom Barrack ve Arabistanlı Lawrence

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Tom Barrack ve Arabistanlı Lawrence

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

İbrahim Hamidi

ABD Başkanı Donald Trump'ın Türkiye Büyükelçisi ve Suriye- Lübnan Özel Temsilcisi Tom Barrack, her açıklaması veya tweeti ile tartışma yaratıyor. Sözleri, Ortadoğu'ya yabancı bir Amerikan sözlüğünden geliyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Sykes-Picot Anlaşması ile çizilen sınırları ve Batı'nın “(Ortadoğu'da) haritalar dayatmasını ve sınırları kurşun kalemle çizmesini” sert bir şekilde eleştirdi.

Tom Barrack, “Batı’nın müdahale dönemi sonsuza dek sona erdi. Gelecek, bölgenin kendi üreteceği çözümlerindir” dedi. Ayrıca, “giriştiğimiz beş savaşın” başarısızlıklarının ardından gelen “rejim değişikliği” ve “ulus inşası” politikalarını da tenkit etti.

Barrack, Suriye Emeviliğine ve Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'ya olan hayranlığını dile getirerek, onu bağımsızlık için 12 yıl mücadele eden ABD'nin kurucu başkanı George Washington'a benzetti. Ayrıca, ABD'nin terörle mücadeledeki müttefiki olan Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) hedef aldı. Lübnanlıları, hemen harekete geçmezlerse “varoluşsal bir tehdit” ile karşı karşıya kalacakları, Bilad-ı Şam haritasına geri dönme kaderini yaşayacakları konusunda uyardı. Ayrıca, Lübnan’ın “Büyük Suriye” haritasına dahil olduğuna dolaylı olarak işaret etti.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Barrack, her açıklamanın ardından ilk açıklamasını düzelten bir açıklama yayınlıyor. Ancak, Trump'ın Temsilcisi’nin Ortadoğu'daki kilit ülkeler hakkındaki bu açıklamalarının önemini küçümsemek hata olur. Bunu vurgulamak için de açıklamalarına eşlik eden gelişmelere ve açıklamalara dikkat çekmek gerekiyor.

Öncelikle, Başkan Trump, 13 Mayıs'ta Riyad'da yaptığı “Başkan Trump'ın Ortadoğu'da Müreffeh Bir Gelecek Vizyonu” başlıklı açılış konuşmasında Ortadoğu vizyonunu bizzat ortaya koydu. “Devlet inşacıları diye adlandırılanlar, inşa ettiklerinden çok daha fazla devleti yok ettiler” dedi. Ardından “Amerikalılar Irak ve Afganistan'da trilyonlarca dolar harcadılar, ancak hiçbir işe yaramadı. ABD, bu iki ülkeden geri çekildi ve başarısız oldu çünkü Amerikalı ‘müdahaleciler’ anlamadıkları toplumlara müdahale ettiler ve nasıl yaşanacağına dair dersler verdiler” diye ekledi.

Öte yandan, bölgenin ve liderlerinin ürettiği çözümleri övdü ve “modern Ortadoğu'nun doğuşunun bölge halklarının kendi elleriyle gerçekleştiğini” ve bunun “büyük bir dönüşüme” yol açtığını söyledi. Trump, “geçmişi” olan Suriye Cumhurbaşkanı Şara'ya da övgüler yağdırdı ve ardından “Suriye'ye bir şans” vermek için ona ve Heyet Tahrir eş-Şam'a yönelik yaptırımları kaldırdı.

Trump'ın Türkiye Büyükelçisi Barrack'ı Suriye ve Lübnan Özel Temsilcisi olarak ataması, Ankara'nın bir zamanlar Amerika'nın "Arabistanlı Lawrence'ı" olarak adlandırdığı Brett McGurk'ün politikalarına karşı büyük bir darbe

İkincisi, Trump'ın İran, Gazze ve Ukrayna Özel Temsilcisi Steve Witkoff gibi Barrack da Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinden ve Amerikan kurumlarından çok uzak ve Başkan Trump ile doğrudan dostluğu olan bir iş adamı. Ortadoğu'daki önemli meselelerdeki rolü artarken, Dışişleri Bakanlığı'nda müzakere ve diplomasi deneyimine sahip üst düzey yetkililerin atamaları ya ertelendi (örneğin, Dışişleri Bakan Yardımcısının yardımcısı olarak göreve başlaması planlanan Joel Rayburn) ya da Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından uygulanan “kapsamlı reform planı” kapsamında Dışişleri Bakanlığı'ndan uzaklaştırıldılar.

Üçüncüsü, Barrack'ın nerede ikamet ettiğinin büyük bir önemi var, çünkü kendisi Trump'ın Türkiye Büyükelçisi. Ankara, eski Beyaz Saray Ortadoğu yetkilisi Brett McGurk ile ciddi bir sorun yaşıyordu. McGurk'ü Amerika’nın “Arabistanlı Lawrence’ı” olarak adlandırıyordu. Bununla, McGurk'ün, geçen yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Arap isyanını destekleyen İngiliz Arabistanlı Lawrence’a benzer şekilde, Doğu Suriye'de kendisine karşı bir Kürt oluşumu kurarak Ortadoğu haritasını yeniden çizmek istediğini kastediyordu.

Dolayısıyla, Trump'ın Türkiye'ye elçi olarak Barrack'ı ataması, McGurk'ün politikalarına karşı büyük bir darbe anlamına geliyor. Barrack'ın Suriye, Kürtler, Lübnan, haritalar ve Sykes-Picot Anlaşması hakkındaki açıklamalarında da bu açıkça görülüyor. Barrack'ın sözlerinin önemini pekiştiren, Trump'ın bizzat kendisinin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın “dostu” olduğunu defalarca açıkça söylemiş olması. Hatta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu, Erdoğan ile askeri çatışma yerine Suriye konusunda bir anlaşmaya varmaya da teşvik etmişti.

Dördüncüsü, ABD'nin son on yıllarda Ortadoğu'daki politikaları, işlevsel olarak muhatap olduğu her rejimin hassasiyetlerini ve değerlendirmelerini dikkate alan birçok örtük, dile getirilmemiş mutabakat içeriyordu. Örneğin, Suriye güçlerinin 1976'da Amerikan onayıyla Lübnan'a girdiği tartışmasızdır. Hafız Esed, Çöl Fırtınası Harekâtı'na katılımı ve İsrail ile müzakereler karşılığında ABD’den yeşil ışık aldıktan sonra, 1990'da Mişel Avn isyanını bastırdı. Aynı durum, Filistin Kurtuluş Örgütü ve lideri Yaser Arafat'ın 1982'de Lübnan'dan sınır dışı edilmesi için de geçerliydi.

Bu mutabakatların sırları çekmecelerde ve söylemsel değerlendirmelerde saklı kaldı. Daha sonra al-Majalla’da, Suriye'nin 2005'te ordusunun çekilmesiyle vesayet döneminin sona ermesinden önce Lübnan'daki birçok eyleminin Amerikan onayıyla desteklendiğine dair bir dizi gizli Suriye belgesi yayınlayacağız.

Barrack'ın sözleri, Lübnan, Suriye ve Sykes-Picot Anlaşması doğmadan önce Osmanlı, Bilad-ı Şam ve Büyük Suriye’nin eyaletlerinden biri olan Zahle’den göç etmeden önce atalarının anlattığı hikâyelere duyulan bir özlem değil. Trump'ın ikinci döneminde söylenmiş olmaları, onlara daha fazla ağırlık kazandırıyor. Bunlar en azından boş veya tesadüfü sözler değil, aksine Beyaz Saray koridorlarındaki ciddi düşünceleri yansıtıyor. Çoğu, üst düzey liderler arasında kapalı kapılar ardında da söylenmiş olabilir. Ancak, gerçekleşmesi dengelere bağlı ve başarılı olması başka bir konu, çünkü birçok Amerikan macerası amaçlanandan farklı bir şekilde sona erdi. Trump yönetiminin hızlı sonuç almak istemesi ve görüşlerini desteklemek için uzun süreli bir askeri müdahaleye yanaşmaması, Barrack'ın tweetlerini tehlikeli ve rahatsız edici kılıyor ve etkileri sosyal medya platformlarının ötesine uzanıyor.