Suriye’nin kuzeydoğusundaki Fırat Nehri ‘ölüm nehrine’ dönüştü

Suriye’nin kuzeydoğusunda Fırat Nehri yatağındaki petrol etkileri (PAX Örgütü)
Suriye’nin kuzeydoğusunda Fırat Nehri yatağındaki petrol etkileri (PAX Örgütü)
TT

Suriye’nin kuzeydoğusundaki Fırat Nehri ‘ölüm nehrine’ dönüştü

Suriye’nin kuzeydoğusunda Fırat Nehri yatağındaki petrol etkileri (PAX Örgütü)
Suriye’nin kuzeydoğusunda Fırat Nehri yatağındaki petrol etkileri (PAX Örgütü)

Ankara, Fırat Nehri’ni, Suriye’nin kuzeydoğusundaki düşmanları olan Kürtlere karşı mı kullanıyor? Fırat’ın doğusundaki Özerk Yönetim bu nehir meselesini Ankara’ya karşı seferberlik aracı olarak kullanmayı mı düşünüyor? Hayatı simgeleyen Fırat Nehri gerçekten sızan petrol nedeniyle ‘ölüm nehrine’ mi dönüştü?
Ankara ve Şam, Fırat’ın suyunu bölüşmek için 1987’de geçici bir protokol imzaladı. Protokol, Türkiye’nin, Fırat Nehri'nden Suriye'ye saniyede 500 metreküp su bırakmasını içermektedir. Bu anlaşma sonrasında Şam ve Bağdat, 1990 yılında Türkiye tarafından bırakılan ortalama yıllık 500 metreküp/sn suyun yüzde 58’ini Irak’ın kullanımına bırakan bir anlaşma imzaladı.
Fırat ve Dicle suları meselesi, on yıllardır Türkiye-Suriye-Irak hattında çözüm bekleyen sorunlardan biridir. Şam’ın bir zamanlar ‘su kartını’ Ankara karşısında sağlam bir müzakere kozu olarak elinde tutmak için Abdullah Öcalan’ın yönetimindeki PKK ile ilişkileri geliştirdiği yönünde yaygın bir kanaat vardı.
Ancak suyun akış hacmi ve iki anlaşmaya uyulması, üç ülke arasında siyasi çatışma ve baskı unsuru haline gelmişti. “Balaylarında” Ankara, Suriye hükümetinin önlem alması için Şam’a diplomatik yollardan Türkiye’nin güneydoğusundaki barajların dolum veya onarımıyla ilgili planlarını bildirdi. Suriye hükümeti de bu doğrultuda su depolama ve elektrik üretimi amacıyla Fırat üzerinde 3 büyük baraj inşa etti. Bu barajların isimleri şöyle: Tişrin Barajı, Tabka Barajı ve Baas Barajı.
2012 yılı sonrasında dengeler değişti. Değişkenler arasında, Türkiye’nin artık Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusundaki Kürt oluşumunu stratejik tehdit olarak görmeye başlaması bulunuyor. Kürt güçlerle yani PYD ve YPG ile ittifak ilişkileri kuran Şam ise özellikle bu güçler ile ABD öncülüğünde kurulan Uluslararası Koalisyon arasındaki ilişkilerin gelişmeye başlamasının ardından artık bu güçlere şüpheyle bakmaya başladı. Nitekim YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Koalisyon güçleri 2014’te DEAŞ’ın ortaya çıkışıyla birlikte işbirliği içinde askeri operasyonlar yürüttü. Fırat’ın doğusunda Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kurulmasının ardından söz konusu güçler ile Şam arasındaki uçurum açılırken, Ankara ile gerilim daha da arttı. Böylece Ankara, Suriye’nin de sessiz kalarak verdiği onay ve Moskova ile yaptığı anlaşmalarla, Suriye’nin kuzeydoğusundaki “Batı Kürdistan”ı parçalarına ayırmak için harekete geçti.
Özerk Yönetim, Ankara’yı protokolde taahhüt ettiği Fırat suyunun akış oranını düşürmekle suçladığı yeni bir kampanya başlattı. Özerk Yönetim Barajlar Müdürü Muhammed Tarbuş, Şarku’l Avsat’a dün verdiği demeçte, “Evet, onlar (Türkiye) suyu bize karşı silah olarak kullanıyorlar. Enerji üretimi ve tarımda sudan faydalanmamızı engellemek için göller dolduğunda suyu gönderiyorlar. İhtiyacımız olduğunda ise suyu göndermeyi durduruyorlar. Bunun maksatlı olduğu açıktır” dedi.
Gelişmeleri yakından takip eden Suriyeli bir kaynak ise şunları aktardı:
“Türkiye suyu silah olarak kullanmıyor. Anlaşmalara uyuyor ve Fırat üzerinden suyu gönderiyor. Türkiye’nin, Suriye’nin önlem alması için barajların dolum ve onarımıyla ilgili programını Suriye tarafına bildirmesi gelenek halini aldı” dedi.
Kaynak, ‘Suriye tarafına bildirme’ ifadesiyle Türkiye’nin yeni açılışını yaptığı Ilısu Barajı’na işaret etmektedir. Kürtler ise Türkiye’yi, su meselesini propaganda aracı olarak kullanmakla suçluyor.
Özerk Yönetim Barajlar Müdürü Muhammed Tarbuş şunları kaydetti:
“Belki de Ankara, bize su akışını azaltma tarihleri hakkında bilgi vermeyen Şam'ı bilgilendirmiştir, bu da bize karşı çalışıp çalışmadıkları sorusunu gündeme getirir. Nisan ayının başından bu yana Türkiye’den gelen aylık ortalama su saniyede 200 metreküp (anlaşmada belirtilen miktardan 300 metreküp daha az). Ancak biz Irak ile olan anlaşmaya bağlı kalmaya gayret ediyoruz. Zira Irak’a saniyede 200 metreküp su gönderiliyor. Göl 1,85 milyar metreküp kapasiteye sahip ve barajda elektrik üretmek için her biri 150 MW gücünde 6 türbin var. Ancak bu orandaki düşüş (300 metreküp) her biri 60 MW gücünde sadece 2 türbinin çalışmasına neden oldu. Orandaki düşüşle birlikte Tabka Gölü’nde 8 türbinden sadece 3’ünü çalıştırıyoruz. Tribünlerden her biri 80 MW gücünde. Baas Barajı’nda 25 MW gücünde bir türbin çalıştırıyoruz.”
Özerk Yönetim, yüzölçümü ülkenin yaklaşık yüzde 23’üne tekabül eden denetimindeki bölgelere elektrik tedarik saatlerini düşürdü ve elektriğin rejimin kontrolündeki bölgelere (ülkenin yaklaşık yüzde 63’ü) geçişine izi vermiyor. Özerk Yönetim yetkilileri, Türkiye’den gelen su oranında yaşanan düşüşün, kontrol ettikleri bölgelerde ekonomik sorunları daha da derinleştirdiğine işaret ederek, Halep (hükümetin kontrolünde) ve Ayn el-Arab (Kobani) gibi başlıca kentlerin içme suyundan mahrum kalmasına ve Fırat Nehir yatağındaki kirliliğin artmasına neden olduğunu belirtiyorlar.
Hollanda merkezli barış örgütü PAX’ın önceki gün “Ölüm Nehri” başlığıyla yayınladığı raporda, “Harap durumdaki bir petrol tesisinden kaynaklanan kirliliğin sürmesi, 160 kilometre uzunluğundaki bir nehre dökülen derelere ve su kanallarına on binlerce varil petrolün akmasına yol açtı” denildi. Rapora göre bölge sakinleri, bu durumun sağlık durumlarının yanı sıra toprağa ve artık kirlenmeye başlayan yer altı sularına yönelik etkilerinden dolayı endişeleniyor.
Çiftçilerin mahsulünü tamamen kaybettikleri belirtilen raporda, mevsim yağışların etkisiyle kirli kanallar, dere ve ırmaklarda suların taştığı ve böylece buradaki petrolün binlerce hektarlık araziye yayıldığı kaydediliyor.
PAX’ın İnsani Silahsızlanma Projesi Başkanı ve raporun yazarı Wim Zwijnenburg, “Bölge halkı sıkıntı çekiyor. Kalıcı bir çözüm bulmak için tüm etkili aktörlerin ve devletlerin cesur eylemlerine ihtiyacımız var” ifadesini kullandı.



Libya'nın başkentinde devam eden protestolar ve yol kapatma eylemleri

Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe (Dibeybe'nin ofisi)
Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe (Dibeybe'nin ofisi)
TT

Libya'nın başkentinde devam eden protestolar ve yol kapatma eylemleri

Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe (Dibeybe'nin ofisi)
Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe (Dibeybe'nin ofisi)

Libya’nın başkenti Trablus, Ulusal Birlik Hükümeti’ne (UBH) karşı öfkeli protestoların yeniden alevlenmesiyle bir kez daha gergin bir gece yaşadı. Protestolara, ‘Misrata kentindeki devrimci tugaylar ve birlikler’ olarak bilinen grupların da destek vermesiyle talepler, hükümetin görevden alınması çağrısının ötesine geçerek, yıllardır siyasi bölünmüşlük altında bulunan ülkedeki tüm ‘siyasi oluşumların’ düşürülmesi isteğine dönüştü.

Görgü tanıkları ve yerel medya kaynaklarına göre, cumartesi akşamı Trablus’ta Abdulhamid Dibeybe hükümetini protesto eden göstericiler otoyolu ve sahil yolunu kapattı. Başkentin merkezinde lastikler ateşe verilirken, birçok mahallede gece saatlerinde düzenlenen gösterilerde yolsuzluğun yaygınlaşması, hizmetlerdeki aksaklıklar ve yaşam koşullarındaki kötüleşme protesto edildi.

Libyalı diplomat Muhammed Halife el-Akrut, yolların kesildiği, lastiklerin yakıldığı, trafik akışında ciddi aksamalar yaşandığı ve yoğun sıkışıklık nedeniyle çok sayıda aracın birbirine çarptığı bir tabloya dikkat çekti.

Trablus’ta cuma günü düzenlenen benzer gösterilerin ardından protestolar ikinci gününe girerken, Misrata ve Zaviye kentlerinde de eş zamanlı eylemler yapıldı. Göstericiler, ekonomi, hizmet ve güvenlik koşullarındaki kötüleşmeyi protesto ederek geçiş sürecinin sona erdirilmesini talep etti.

Misrata kentindeki devrimci tugaylar ve birliklerin liderleri, ‘halk ayaklanması’ olarak niteledikleri eylemlere tam destek verdiklerini açıkladı. Açıklamada, ‘ülkenin çektiği acılardan sorumlu tüm siyasi oluşumların devrilmesi’ çağrısı yapılırken, Libyalılar sokağa çıkmaya davet edildi. Ayrıca Misrata’daki askeri kurumlara, protestocuların yanında yer alma çağrısında bulunuldu.

Açıklamada geçen ‘siyasi oluşumlar’ ifadesinin, Temsilciler Meclisi (TM) ile Devlet Yüksek Konseyi’nin (DYK) yanı sıra Trablus’taki UBH ve ülkenin doğusunda parlamento tarafından görevlendirilen hükümeti de kapsadığı değerlendiriliyor.

Devrimci tugaylar ve birliklerin liderleri, yayımladıkları bir başka açıklamada, Libya Savunma Bakan Vekili Tuğgeneral Abdusselam Zubi ile aralarına mesafe koyarak, kendilerini temsil etmediğini ve ‘devrimcilerin haklarını savunma’ konusunda kayda değer bir rol üstlenmediğini belirtti. Ayrıca, geçtiğimiz salı günü Türkiye’nin başkenti Ankara’dan havalandıktan kısa süre sonra düşen ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed el-Haddad ile bazı askeri yetkililerin hayatını kaybettiği uçak kazasına ilişkin tutumunu eleştirerek sessiz kalmasını kınadı.

Açıklamada, UBH’nin olaya ilişkin resmi bir taziye mesajı ya da kazanın koşullarını açıklayan bir basın toplantısı düzenlememesi ‘zayıf’ bir tutum olarak nitelendirildi; bunun askeri kuruma ve devrimcilerin fedakârlıklarına bir hakaret olduğu savunuldu.

Misrata Devrimci Tugayları, Libya’nın batısındaki en büyük ve en güçlü örgütlü askeri güçler arasında yer alıyor. Bu yapı, 17 Şubat 2011 devrimi sırasında ortaya çıkmasının ardından, özellikle Misrata, Sirte ve Trablus cephelerinde yürüttüğü operasyonlarla eski lider Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesinde kilit rol oynamıştı.

zxscdfrgt
Bingazi'deki Libya Temsilciler Meclisi (TM) oturumundan (TM Medya Ofisi)

Bu oluşumlar, izleyen yıllar boyunca savaşçı örgütlenmeleri, silahlanmaları ve geniş toplumsal tabanlarına dayanarak Misrata’da ve kent dışında kayda değer bir askerî nüfuzu elinde tutmayı sürdürdü. Ayrıca devletin çeşitli askeri kilit noktalarında da varlık gösterdiler.

Öte yandan ülkenin batısındaki el-Esabia kentinde esrarengiz yangınlar yeniden çıktı. Kentte yaklaşık üç eş zamanlı yangın meydana gelirken, 19 Şubat’ta yaşanan ve onlarca, hatta yüzlerce evin yanmasına yol açtığı belirtilen yangınlar zinciri yeniden gündeme geldi.

El-Esabia Belediyesi, sınırlı imkânlar nedeniyle ekiplerin kapasitesini artırmak amacıyla ek bir itfaiye aracı ve bir ambulans tahsis edilmesi çağrısında bulundu. Şarku’l Avsat’ın Libya resmi haber ajansı LANA’dan aktardığına göre el-Esabia Belediyesi Basın Ofisi Müdürü Sıddık el-Mukattef, yetkili kurumlara acil destek çağrısı yaptı.

El-Mukattef, yangınların nedenlerinin ‘halen bilinmediğini’ belirterek, özellikle şubat ayından bu yana mayısta verilen kısa bir aranın ardından olayların tekrar etmesi nedeniyle takibin artırılması ve halkın korunmasına yönelik önlemler alınması çağrısında bulundu.

Ülkenin doğusunda ise Bingazi’de pazartesi ve salı günleri yapılması planlanan TM oturumunun gündemine ilişkin sessizlik hâkim. Oturumda üç ana dosyanın ele alınmasının beklendiği belirtiliyor. Bunlar arasında Yüksek Seçim Komisyonu Başkanı İmad es-Sayih’in idari atamalara ilişkin adaylıklarının onaylanması, Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) maaş çizelgesinde değişikliğe gidilmesi ve TM için yeni bir yönetim yapısının yeniden seçilmesi yer alıyor.


Naim Kasım, ‘silah taşıma münhasır hakkının’ ertelenmesini istedi

İsrail’in Lübnan'ın güneyindeki Aknit beldesinde hedef aldığı ve üç kişinin hayatını kaybettiği bir aracın yanında duran Lübnan askerleri (DPA)
İsrail’in Lübnan'ın güneyindeki Aknit beldesinde hedef aldığı ve üç kişinin hayatını kaybettiği bir aracın yanında duran Lübnan askerleri (DPA)
TT

Naim Kasım, ‘silah taşıma münhasır hakkının’ ertelenmesini istedi

İsrail’in Lübnan'ın güneyindeki Aknit beldesinde hedef aldığı ve üç kişinin hayatını kaybettiği bir aracın yanında duran Lübnan askerleri (DPA)
İsrail’in Lübnan'ın güneyindeki Aknit beldesinde hedef aldığı ve üç kişinin hayatını kaybettiği bir aracın yanında duran Lübnan askerleri (DPA)

Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, Lübnan hükümetine, silahların münhasıran devletin elinde olması gerektiğini öngören ‘silahların münhasır kontrolü’ konusunu ertelemesi çağrısında bulunarak, bunu ‘İsrail'in devam eden saldırıları ışığında mantıksız’ olarak nitelendirdi.

Kasım, Hizbullah'ın silahsızlandırılmasının, bu aşamada ‘silahların devletle sınırlandırılması’ olarak adlandırılsa da, bir Amerikan-İsrail projesi olduğunu düşündüğünü belirtti.

Hizbullah Genel Sekreteri, bu projenin ‘Lübnan'ın askeri kapasitesini sona erdirmek ve Lübnan halkının dengeli bir kesimini vurmak’ amacını taşıdığını da sözlerine ekledi. Hükümetin karşılığında hiçbir şey almadan gereksiz tavizler verdiğini, İsrail'in ise hiçbir anlaşmaya bağlı kalmadığını vurguladı.

Şeyh Kasım, Hizbullah’ın etkinliğinde yaptığı konuşmada, ülkenin tarihi bir dönüm noktasında olduğunu belirterek, ‘şu anda önerilen planların yeniden gözden geçirilmesi’ çağrısında bulundu. Direnişin anlaşmaya devletten daha fazla bağlı olduğunu vurgulayan Şeyh Kasım, İsrail'in anlaşmaları ihlal etmeye devam ettiğini belirtti.


GGK, Hadramut'ta ciddi ihlallerle suçlanıyor

GGK güçleri sivillere karşı ihlallerde bulunmakla suçlanıyor (Sosyal medya platformu X)
GGK güçleri sivillere karşı ihlallerde bulunmakla suçlanıyor (Sosyal medya platformu X)
TT

GGK, Hadramut'ta ciddi ihlallerle suçlanıyor

GGK güçleri sivillere karşı ihlallerde bulunmakla suçlanıyor (Sosyal medya platformu X)
GGK güçleri sivillere karşı ihlallerde bulunmakla suçlanıyor (Sosyal medya platformu X)

Yemen’in insan hakları örgütleri tarafından hazırlanan raporlar, Güney Geçiş Konseyi (GGK) güçlerini Hadramut vilayetinde sivillere karşı keyfi tutuklamalar, zorla kayıplar ve ev baskınları dahil olmak üzere ciddi ihlallerde bulunmakla suçladı. Bu ihlaller, GGK güçlerinin aralık ayı başından beri tek taraflı olarak işgal ettiği vilayetteki kaos ve istikrarsızlığı daha da derinleştirebilir.

Yemen Haklar ve Özgürlükler Ağı, yerleşim bölgelerini ve özel evleri etkileyen baskıcı uygulamaları kınayan sert bir açıklama yayınladı. Bu eylemlerin Yemen anayasası ve ulusal yasaların hükümlerinin yanı sıra Yemen'in uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası insani hukuk kapsamındaki uluslararası yükümlülüklerinin açık bir ihlali olduğunu vurguladı.

Sahadan tanıklıklara göre GGK güçleri sivillerin evlerine baskın düzenleyerek sivilleri keyfi olarak gözaltına alırken bazı sivilleri zorla kaybederek kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı, evin dokunulmazlığı ve adil yargılanma garantisini ihlal etti.

Yemen Haklar ve Özgürlükler Ağı, bu uygulamaları keyfi gözaltı ve zorla kaybedilmenin sistematik bir örneği olarak nitelendirirken hesap verilmeden devam etmelerinin tehlikesine karşı uyardı.

wdvrfgthy
Hadramut'taki kabile toplantısı GGK güçlerinin ihlallerini kınadı (Sosyal medya platformu X)

Yemen Haklar ve Özgürlükler Ağı ayrıca GGK'nın Wadi Herd, Halfun ve Gayl Bin Yamin dahil olmak üzere Hamum kabilelerinin yaşadığı geniş bölgelere yasadışı askeri abluka uyguladığını da belgeledi. Bu abluka, hareket özgürlüğünü kısıtladı, hastaların acil bakıma erişimini engelledi ve temel sağlık hizmetlerini aksattı. Özel mülkiyete yönelik saldırılar ve yaygın yağma ve hırsızlık olayları da rapor edildi.

Ablukanın meşru bir güvenlik önlemi olarak haklı gösterilemeyeceğinin vurgulandığı, aksine uluslararası insani hukuk tarafından yasaklanan toplu cezalandırma olarak nitelendirilen raporda, bu ablukanın, GGK projesini açıkça reddeden bu bölgelerin sakinlerine yönelik siyasi zulüm örneği olduğu, ayrımcılık yapmama ve fikir, ifade ve siyasi görüş özgürlüğü ilkelerinin açık bir ihlali olduğu ve askeri gücün siyasi baskı aracı olarak kullanıldığı belirtildi.

Sistematik ihlaller

Yemen Haklar ve Özgürlükler Ağı, siyasi görüşlere dayalı olarak yerleşim bölgelerini hedef almanın ve bölge sakinlerine toplu kısıtlamalar uygulamanın, onların yaşamlarını, onurlarını ve geçim kaynaklarını etkilediğini ve uluslararası standartlara göre bireysel cezai sorumluluk gerektiren ağır suçlar teşkil edebilecek ciddi bir suç olduğunu belirtti.

Rapor, GGK’yı askeri ve siyasi liderliğini ihlallerden tam olarak yasal olarak sorumlu tuttu ve tüm kuşatma ve toplu cezalandırma eylemlerinin derhal sona erdirilmesini, hareket özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların kaldırılmasını ve sağlık ve insani yardım hizmetlerine engelsiz erişimin sağlanmasını talep etti.

Yemen Haklar ve Özgürlükler Ağı ayrıca keyfi olarak gözaltına alınan tüm kişilerin derhal serbest bırakılmasını, zorla kaybedilenlerin akıbetinin açıklanmasını ve bu ihlallerden sorumlu olanların uluslararası adalet standartlarına göre hesap vermesi için hızlı, bağımsız ve etkili soruşturmaların başlatılmasını talep etti.

Uluslararası topluma ve Birleşmiş Milletler (BM) organlarına sivilleri korumak, uluslararası insani hukuka saygı gösterilmesini sağlamak ve faillerin cezasız kalmasını önlemek için acil önlemler almaları çağrısında bulundu.

İhlalleri tarafsız ve profesyonel bir objektiflikle izlemeye ve belgelemeye devam edeceğini belirten Yemen Haklar ve Özgürlükler Ağı, tüm Hadramut sakinlerini, mağdurları ve tanıkları, yasal belgeleme için herhangi bir ihlali bildirmeleri ve ulusal ve uluslararası hesap verebilirlik için gerekli dosyaları hazırlamaları, böylece mağdurlara adalet sağlanması ve faillerin cezasız kalmasının önlenmesi için çağrıda bulundu.

Yemen Haklar ve Özgürlükler Ağı, açıklamasında sivillerin korunmasının siyasi bir tercih değil, vazgeçilmez bir hukuki ve insani yükümlülük olduğunu ve herhangi bir sessizlik veya kayıtsızlığın koruma sorumluluğunun ağır bir ihlali olduğunu vurguladı.