UMH, Vatiyye Hava Üssü saldırısının intikamını almak isterken, LUO, Libya'nın doğusunda ‘Türkiye'nin askeri varlığına’ karşı savaş sözü verdi

Dün Bingazi'deki Libya Ulusal Ordusu (LUO) Genel Komutanlığı’nda yapılan bir toplantının ardından çekilen hatıra fotoğrafı (LUO)
Dün Bingazi'deki Libya Ulusal Ordusu (LUO) Genel Komutanlığı’nda yapılan bir toplantının ardından çekilen hatıra fotoğrafı (LUO)
TT

UMH, Vatiyye Hava Üssü saldırısının intikamını almak isterken, LUO, Libya'nın doğusunda ‘Türkiye'nin askeri varlığına’ karşı savaş sözü verdi

Dün Bingazi'deki Libya Ulusal Ordusu (LUO) Genel Komutanlığı’nda yapılan bir toplantının ardından çekilen hatıra fotoğrafı (LUO)
Dün Bingazi'deki Libya Ulusal Ordusu (LUO) Genel Komutanlığı’nda yapılan bir toplantının ardından çekilen hatıra fotoğrafı (LUO)

Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) güçleri, Libya'daki mevcut krize siyasi bir çözüm bulmayı amaçlayan uluslararası müzakereleri tehdit eden karşılıklı bir askeri gerilimin ortasında, başkent Trablus'un 140 kilometre güneybatısında yer alan Vatiyye Hava Üssü’nü hedef alan bombardımanlara sert tepki gösterirken üsse yönelik saldırıyı, Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu (LUO) üstlendi. Ukbe Bin Nafi olarak da bilinen stratejik üsse yönelik bombardımanda Türkiye’nin konuşlandırdığı hava savunma sisteminin ve radarların tahrip edilmesinden bir gün sonra Hafter, dün (Libya’nın doğusundaki) Bingazi şehrinde LUO liderleri, bölüm şefleri ve askeri operasyon odalarının yöneticileriyle bir toplantı yaptı.
Toplantının ardından çekilen hatıra fotoğrafında Hafter'in elinde tuttuğu kırmızı kalem, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'nin  ‘Libya'daki Sirte ve Cufra şehirlerinin ülkesinin kırmızıçizgisi’ olduğu şeklindeki açıklamalarına açıkça yapılmış bir gönderme olarak yorumlandı. Hafter’in ofisinden yapılan açıklamaya göre toplantıda bir sonraki aşama için gerekli düzenlemelerin ve planların yanı sıra LUO’nun görevleri ile ilgili her türlü önemli dosya ele alındı.
Dün LUO tarafından yayınlanan ve iki gün öncesine ait olduğu belirtilen bir video kaydında Hafter LUO güçlerine hitaben, “Umarım yakında Libya hava sahasını bozan ve rahatsız etmeye çalışan tüm unsurların varlığını sona erdireceksiniz. Böylece halkımızı dilediği mutluluk, istikrar ve güvenliğe ulaştıracaksınız” ifadelerini kullandı.
Öte yandan Mısır Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan resmi bir açıklamada, Cumhurbaşkanı Sisi’nin dün Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin Mısır'ın batısını ve Libya ile ortak sınırları güvence altına alma planlarını ve çabalarını tartıştığını duyurması dikkat çekti.

UMH: Yanıtımızı bekleyin
Diğer yandan UMH Başkanı Fayiz es-Serrac, Vatiyye Hava Üssü’ne düzenlenen bombardımanın üzerinden iki gün geçmesine rağmen saldırıyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmazken, UMH’den yapılan kısa açıklamada, Serrac’ın Malta’ya resmi bir ziyarette bulunacağı ve Malta Başbakanı ile karşılıklı kaygılarla ilgili görüşmeler yapacağı belirtildi.
Serrac, Avrupa ülkelerini arayarak ziyaret talebinde bulunmuştu. Alman Die Welt gazetesi tarafından yayınlanan ve Hafter'e karşı verilen savaşta daha fazla destek arayan makalesinde Serrac,  uluslararası toplumun, UMH güçlerine verdiği askeri destek için Türkiye'ye tekrar teşekkür etmeden önce Hafter’in saldırılarını durdurmaya yardımcı olması gerektiğine inandığını söyledi. Serrac makalesinde, “Hükümetimiz asla teslim olmayacak ve Libya'nın yeniden diktatörlükle yönetilmesine izin vermeyecektir” ifadelerini kullandı.
UMH'ye bağlı askeri birliklerin sözcüsü Albay Muhammed Kanunu yaptığı açıklamada, “Vatiyye Hava Üssü’ne düzenlenen hain hava saldırısı, Hafter'i destekleyen yabancı bir uçak tarafından gerçekleştirildi” dedi. Albay Kanunu pazar akşamı yaptığı açıklamada, “Bombardımanın amacı, (Hafter yanlısı milisler ve paralı askerlerin) morali yükseltmek ve destekçilerine hala güçlerimizin ilerlemesinin önünde durabileceklerini düşündürmeye çalışmaktı” ifadelerini kullandı. Bu saldırının,  UMH güçlerini Libya’nın tamamını kontrol etme stratejisinden vazgeçiremeyeceğini vurgulayan Albay Kanunu, kararlı bir mücadele verdiklerini belirttikten sonra saldırgan ülkeler olarak tanımladığı taraflara hitaben, “Yanıtımızı bekleyin” dedi.
Türkiye, UMH güçlerinin 18 Mayıs'ta kontrolünü ele geçirdiği Vatiyye Hava Üssü’ne düzenlenen hava saldırısını gerçekleştiren uçağın kimliğine ilişkin herhangi bir açıklama yapmazken sadece askeri kaynaklar tarafından yapılan açıklamada ‘kimliği belirlenemeyen’ bir uçak olduğu belirtildi.

LUO: Saldırı LUO ve müttefiklerinin bir ortak eylemi
Kimliğinin gizli tutulması şartıyla Şarku’l Avsat’a konuşan LUO’nun üst düzey bir askeri yetkilisi, Vatiyye’yi hedef alan hava saldırısının, LUO ve müttefiklerinin bir ortak eylemi olduğunu söyledi. Sözünü ettiği müttefiklerin kimler olduğuna değinmeyen askeri yetkili, “Bombardıman, tam koordinasyon ve işbirliği içinde gerçekleştirildi. Öncesinde istihbarat, havadan keşif ve uydu görüntüleri elde edildi” şeklinde konuştu.
Bombardımanı gerçekleştiren uçağın ve ait olduğu ülkenin kimliği belirlemekten kaçınan askeri yetkili, “Bu ilk değildi. Türkiye’nin Libya topraklarındaki askeri varlığı devam ettiği sürece de son olmayacak” ifadeleri kullandı. LUO unsurlarının son gelişmeler ve askeri değişikliklere hazırlıklı olmak için üst düzey alarm durumuna geçtiğini söyleyen askeri yetkili daha fazla detay vermekten kaçındı.
Bir diğer gelişmede ise Libya'nın doğusundaki Bingazi hükümeti, pazar günü Bingazi’de on binlerce vatandaşın sokağa döküldüğü halk hareketini desteklediğini açıkladı.
Tobruk Temsilciler Meclisi (TM) ve LUO yanlısı, Abdullah es-Sani başkanlığındaki Bingazi hükümetinden dün yapılan açıklamada meşru taleplerinde halkın arkasında durulduğu vurgulanırken uluslararası topluma, Libya'ya karşı yapılan saldırganlıkları engellemeye yönelik sorumluluklarını üstlenmesi çağrısı yapıldı. Halk hareketinin tebrik edildiği açıklamada, hareketin Türkiye’nin ‘saldırgan tutumu’ ortadan kalkıncaya kadar devam edeceği vurgulandı. Son olarak Bingazi hükümetinin halkın bir hukuk devleti ve kurumlarının kurulması talebini yerine getirmeye devam ettiği belirtildi.
Öte yandan UMH'ye bağlı güçler tarafından yürütülen Burkan al-Gadab (Öfke Volkanı) Operasyonu Basın Ofisi, mayın ve savaş kalıntılarını temizleme çalışmaları yapan yerel bir grubun iki üyesinin başkent Trablus'un güneyindeki Ayn Zara’daki yerleşim bölgelerindeki çalışmaları sırasında bir mayının patlaması sonucu hayatlarını kaybettiklerini duyurdu. Açıklamada, Rus güvenlik şirketi Wagner'e mensup paralı askerler, söz konusu mayınları döşemekle suçlandı.
Trablus’taki Libya Ulusal Petrol Şirketi (NOC) Başkanı Mustafa Sanallah, yabancı güçleri (ülkenin doğusundaki) Sidre Petrol Limanı’na girmek ve limanı askeri faaliyetler için kullanmaya çalışmakla suçladı. Pazar akşamı televizyon kanalında açıklamalarda bulunan Sanallah, 25 gün önce de Wagner paralı askerlerinin bölgeyi koruyan güçlerle işbirliği yaparak Şerara Petrol Sahası’na girdiklerini söyledi.
Başında bulunduğu NOC’un Şerara Petrol Sahası’nda Wagner paralı askerlerinin olduğuna dair kanıtlar bulduğuna dikkati çeken Sanallah, 2011 yılından bu yana Libya petrol sektöründe yaşanan kapanışlar nedeniyle toplam kaybın 231 milyar dolar olduğunu açıkladı. Sanallah ayrıca birkaç gün önce ülkenin doğusundaki el-Harika Petrol Limanı'nda yapılmak istenen akaryakıt kaçakçılığının engellendiğini sözlerine ekledi.
Yabancı güçlerin Ocak ayından bu yana ham petrol sahaları ve petrol limanlarının faaliyetlerini sürdürme çabalarını engellediklerini söyleyen Sanallah, bölgedeki bazı ülkelerin Libya petrolünün piyasadan çekilmesi için görüşmelerde bulunduklarının düşünüldüğünü ifade etti. Sanallah açıklamasında, “Şu anda Libya'yı yurt dışından kimin kontrol ettiği çok açık. Petrolle ilgili bu karar, Libya’yı kimin kontrol ettiği ile ilgili” şeklinde konuştu.



Irak, el-Hol Mülteci Kampı’ndaki DEAŞ’lıları geri alırken SDG pazarlık kozunu kaybeder mi?

Bağdat, bu yılın başlarından bu yana Suriye'den 5 binden fazla vatandaşını geri aldığı 13 nakil operasyonu gerçekleştirdi (AFP)
Bağdat, bu yılın başlarından bu yana Suriye'den 5 binden fazla vatandaşını geri aldığı 13 nakil operasyonu gerçekleştirdi (AFP)
TT

Irak, el-Hol Mülteci Kampı’ndaki DEAŞ’lıları geri alırken SDG pazarlık kozunu kaybeder mi?

Bağdat, bu yılın başlarından bu yana Suriye'den 5 binden fazla vatandaşını geri aldığı 13 nakil operasyonu gerçekleştirdi (AFP)
Bağdat, bu yılın başlarından bu yana Suriye'den 5 binden fazla vatandaşını geri aldığı 13 nakil operasyonu gerçekleştirdi (AFP)

İsmail Derviş

Irak hükümeti, Suriye'nin kuzeydoğusundaki kamplarda yaşayan Suriyeli olmayan mültecileri geri gönderme planı çerçevesinde Haseke kırsalında bulunan el-Hol Mülteci Kampı’nda yaşayan yüzlerce vatandaşını geri aldı.

Yerel kaynaklar, Irak hükümetinin pazartesi günü çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 840 kişiden oluşan 249 aileyi naklettiğini doğruladı. Kaynaklar, bu yılın başlarından bu yana Bağdat'ın Suriye makamları, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Birleşmiş Milletler (BM) ile koordineli olarak Suriye'deki 5 binden fazla vatandaşını 13 nakil işlemiyle naklettiğini açıkladı.

Çoğu ailenin Ninova ilindeki el-Cedah Mülteci Kampı’na nakledildiğini ve nakledilenlerin kampta bulunan Iraklı vatandaşların toplam sayısının yüzde 50'sini oluşturduğunu belirten kaynaklar, Suriye ve Irak'ın önümüzdeki altı ay içinde tüm Iraklı vatandaşların transferini tamamlamayı hedeflediği ve bu sayede Suriye topraklarındaki Iraklı mülteciler dosyasının kapatılacağı için önümüzdeki günlerde yeni tahliyelerin gerçekleştirileceğini doğruladılar.

Rehabilitasyon programları ve 29 tahliye operasyonu

Öte yandan Irak Göç ve Yerinden Edilmişler Bakanlığı, 2021 yılından bu yana 29 tahliye operasyonu gerçekleştirilerek el-Hol Mülteci Kampı’ndan aralarında erkeklerin, kadınların, yaşlıların, gençlerin ve çocukların da olduğu yaklaşık 19 bin kişiyi ülkesine geri gönderdiğini duyurdu. Şarku’l Avsat’ın Irak Haber Ajansı INA’dan aktardığı habere göre Bakanlık sözcüsü Ali Abbas, ‘hükümetin el-Hol Mülteci Kampı’ndan geri dönenler için 78 rehabilitasyon programı uyguladığını’ söyledi. Bu programlar, geri dönenler ile onları kabul eden bölgelerdeki yerel halk arasında gerginliklerin önlenmesinde başarılı oldu.

frg
Suriye'deki el-Hol Mülteci Kampı’nın havadan bir görüntüsü (AFP)

Irak hükümetinin vatandaşlarını acilen transfer etme kararı, Suriye ve ABD’nin kampı tahliye etme ve dünyanın çeşitli ülkelerinin mülteciler ve terör örgütü DEAŞ üyelerinin aile üyeleri olsun, vatandaşlarını geri çekme ve örgüte mensup kişileri geldikleri ülkelerdeki ulusal mahkemelerde yargılama taleplerine yanıt olarak alındı. ABD’nin talebi, 14 Mayıs'ta Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Al Suud'un katılımıyla, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara ile yaptığı görüşmede Başkan Donald Trump'ın açıkladığı gibi, DEAŞ üyesi tutuklularının bulunduğu hapishanelerin Suriye hükümeti tarafından denetlenmesini de öngörüyor.

ABD’nin koordinasyon mekanizması

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre  ABD Kongre Üyesi Marlin Stutzman, yaptığı açıklamada, Trump yönetiminin ülkelere Suriye'nin kuzeydoğusundaki gözaltı kamplarından vatandaşlarını geri göndermeleri çağrısında bulunduğunu ve tutukluların ve yerinden edilmiş kişilerin menşe ülkelerine dönüşlerinin hızlandırılması gerektiğini söyledi. ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) bu amaçla ortak bir koordinasyon mekanizması kurdu. Çeşitli ülkelerin vatandaşlarının transferinde ilerleme kaydedildiğini, ancak Suriye'de vatandaşları bulunan tüm ülkelerle iş birliğini güçlendirmek istediklerini belirten Stutzman, “Irak hükümeti çok sayıda vatandaşını geri gönderdiği için Irak'ın bu konudaki çabalarını büyük takdirle karşılıyoruz ve dünyanın geri kalanını da aynı şeyi yapmaya çağırıyoruz” diye ekledi.

SDG’nin kartları

Suriyeli gazeteci Usama Al-Ahmad ise yaptığı özel açıklamada, yabancı ailelerin Suriye'nin kuzeydoğusundan çıkarılmasının, SDG'nin Suriye devletine entegrasyon sürecini hızlandıracak adımlardan biri olacağını, zira yabancılar, özellikle terör örgütü DEAŞ üyelerinin aileleri ve tutuklu üyeleri sorununun, ABD'nin bu konudaki tutumunun Başkan Trump'ın kendisi tarafından açıkça belirtilmesine rağmen, SDG'nin tüm görüşmelerde kullandığı pazarlık kozlarından biri olduğunu söyledi. Tüm görüşmelerde SDG’nin kullandığı pazarlık kozlarından biri, çünkü Washington SDG’nin ana destekçisi olduğu için Başkan Trump’ın kendisi de belirttiği gibi ABD’nin bu konudaki tutumu açık. Bununla birlikte, Suriyeli olmayan ailelerin çıkarılması ve hükümet güçlerinin hapishaneleri denetlemesi gerektiğini vurguluyor.

Ahmed, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kampta DEAŞ ile bağlantılı kişilerin sayısının azalmasıyla birlikte, SDG'nin bu konuyu güvenlik, siyasi veya mali destek talep etmek için bir koz olarak kullanma imkanı da zayıflıyor. Çünkü binlerce kişinin ülkelerine geri dönmesi veya davaların ulusal mahkemelere sevk edilmesi SDG'nin nüfuzunu azaltıyor. Ancak kamp kartının kaybı, Kürt güçlerinin etkisinin sona ermesi anlamına gelmez, daha çok Suriye hükümeti ile müzakerelerde pazarlık güçlerinin azalması anlamına gelir. Yine de tahliye sürecini kolaylaştırmak için yaptıkları iş birliği, bu dosyayı kapatmak ve birleşik bir Suriye'ye doğru ilerlemek istediklerini gösteriyor. Yukarıda belirtildiği gibi, ABD’nin ‘tek devlet, tek bayrak ve tek halk’ şeklindeki resmi tutumu bu.”

Vatandaşlarını almayı reddeden ülkeler

Suriye’deki vatandaşlarını geri alan sadece Irak değil. Bosna Hersek, Kosova, Kuzey Makedonya, Norveç, İsveç ve Danimarka başta olmak üzere birçok ülke, kamplarda tutuklu bulunan örgüt üyelerinin aile üyeleri ve akrabaları olan vatandaşlarının yanı sıra eski DEAŞ üyelerini geri almaya ve yerel olarak yargılamaya başladı.

zxdf
Suriye'de doğan Irak'a gitmeyi bekleyen Iraklı bir kız çocuğu (AFP)

Ancak her ülke vatandaşlarını geri almayı kabul etmiyor. İsviçre Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz ağustos ayında, DEAŞ üyeliği şüphesiyle Suriye'nin kuzeydoğusundaki kamplarda gözaltına alınan vatandaşlarını geri almayı reddettiğini yineleyen bir açıklama yayınladı. Açıklamada, “İsviçre, örgüte bağlı yetişkin vatandaşların geri gönderilmesine ilişkin Mart 2019'da alınan hükümet kararını uygulamaya devam edecektir” denildi. Karar, İsviçre'nin bu kişileri geri göndermeyeceğini veya onlara pasaport vermeyeceğini ve sadece hayatlarına veya fiziksel güvenliklerine doğrudan bir tehdit olduğunda ‘mümkün olan sınırlar içinde’ konsolosluk hizmetleri sunacağını öngörüyor.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki kamplarda gözaltında tutulan İsviçre vatandaşları arasında üç erkeğin yanı sıra sekiz yaşındaki kızıyla birlikte bir kadın bulunuyor.

Bakanlık, gözaltına alınan vatandaşlar ve SDG yetkilileriyle temas halinde olduğunu ve kadının ve çocuğunun kaldığı Roj Kampı’na konsolosluk ziyareti gerçekleştirdiğini açıkladı. Annenin sadece çocuğun geri gönderilmesi teklifini reddettiği doğrulandı. Bu arada, İsviçre'de bu konu hakkında, ulusal güvenliği korumak için bu vatandaşların geri gönderilmesini reddedenler ile devletin vatandaşlarına karşı yasal ve insani yükümlülükleri doğrultusunda iadelerini isteyenler arasında hukuki bir tartışma yaşanıyor.

BM’nin verileri

BM’nin verilerine göre uluslararası alanda, DAEŞ ile bağlantılı olduğundan şüphelenilen yaklaşık 9 bin kişi, yargılanmadan gözaltında tutuluyor. Bu kişilerin 5 bin 400'ü Suriyeli, bin 600'ü Iraklı ve bin 500'ü 50 farklı ülkenin vatandaşı. Hol ve Roj kamplarında da şüphelilerin akrabaları, mülteciler, yerinden edilmiş kişiler ve kişiler olmak üzere yaklaşık 42 bin 500 kişi bulunuyor. Bu kişilerin yüzde 60'ı çocuklardan oluşurken, geri kalan yüzde 40'ın çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor.

Şam göreve hazır

Suriyeli bir diplomatik kaynak yaptığı özel açıklamada, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın Suriye'de vatandaşları bulunan birkaç ülkeyle görüştüğünü ve Şam'ın bu kişileri yargılamak veya süresiz olarak gözaltında tutmak zorunda olmadığı için vatandaşlarını tahliye etmelerini istediğini söyledi. Kaynak, “Irak dahil bazı ülkeler ABD'nin çağrısına yanıt vermiş olsa da İsviçre gibi bazı ülkeler buna karşılık vermedi. Bizim güçlerimiz ise terör örgütü üyelerinin tutulduğu hapishaneleri koruyabilecek kapasitede. ABD bizden bu hapishaneleri korumamızı birkaç kez talep etti ve biz de buna hazırız” dedi.

Sonuç olarak, birçok ülke tutuklu vatandaşlarını geri göndermeye ve örgüte üye olmakla suçlananları menşe ülkelerindeki yerel mahkemelere sevk etmeye başladı. Bu, BM’nin, dünya çapındaki ülkelere Suriye'deki vatandaşlarını geri göndermeleri ve onları rehabilite etmeleri veya yargılamaları yönünde defalarca kez yaptığı çağrılara verilen bir yanıttı. BM, ülkelerin vatandaşlarını terk ettikleri veya keyfi olarak vatandaşlıklarını iptal ettikleri konusunda endişelerini dile getirdi. Irak'ın tahliye sürecini hızlandırma girişimi, gözlemciler tarafından olumlu bir adım olarak görülüyor, ancak SDG'nin bundan ne kadar memnun olduğu belirsiz. Çünkü bu girişim SDG'nin pazarlık kozlarından birini elinden alacak ve SDG'nin uluslararası toplum nezdinde terör örgütü DEAŞ ile mücadelede ve hapishanelerin denetlenmesi ve kamplarda ailelerin gözaltında tutulmasında kilit bir ortak olarak görünmesini engelleyecek.


Lübnan... Captagon kaçakçılığı başta olmak üzere uyuşturucuyla on yıllık mücadele

Lübnan İç Güvenlik Güçleri İstihbarat Şubesi, Beyrut Limanı üzerinden Suudi Arabistan'a gönderilmek üzere olan bir sevkiyatın kaçakçılığını engelledi. (Lübnan İçişleri Bakanlığı)
Lübnan İç Güvenlik Güçleri İstihbarat Şubesi, Beyrut Limanı üzerinden Suudi Arabistan'a gönderilmek üzere olan bir sevkiyatın kaçakçılığını engelledi. (Lübnan İçişleri Bakanlığı)
TT

Lübnan... Captagon kaçakçılığı başta olmak üzere uyuşturucuyla on yıllık mücadele

Lübnan İç Güvenlik Güçleri İstihbarat Şubesi, Beyrut Limanı üzerinden Suudi Arabistan'a gönderilmek üzere olan bir sevkiyatın kaçakçılığını engelledi. (Lübnan İçişleri Bakanlığı)
Lübnan İç Güvenlik Güçleri İstihbarat Şubesi, Beyrut Limanı üzerinden Suudi Arabistan'a gönderilmek üzere olan bir sevkiyatın kaçakçılığını engelledi. (Lübnan İçişleri Bakanlığı)

2017 yılından bu yana Lübnan, uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı ağlarına karşı en karmaşık güvenlik mücadelelerinden birini sürdürüyor. İç Güvenlik Güçleri Genel Müdürlüğü ve Lübnan Ordusu İstihbarat Müdürlüğü tarafından belgelenen resmi veriler, sekiz yıl boyunca ülkenin yavaş yavaş bir geçiş rotasından üretim, depolama ve paketleme merkezine dönüştüğünü ortaya koyuyor. Captagon hapları ele geçirilen maddeler listesinin başında yer alırken, onu esrar ve kokain izliyor. Ülkedeki güvenlik operasyonları limanlara, havaalanlarına ve kara sınır geçişlerine yayılmış durumda.

Captagon başı çekiyor

2017'de 13 milyondan fazla captagon hapı ele geçirildi, bu rakam 2019'da 46 milyona yükseldi, ardından 2023'te 10 milyona düştü. 2025 yılında 50 milyon hap ele geçirildi; bu da güvenlik baskısının arttığını gösteriyor.

z
Suriye sınırına yakın bir captagon imalathanesinden (Lübnan İçişleri Bakanlığı)

Haşhaş... Takip altında tarım

Haşhaş da paralel bir tema olmaya devam etti. Ele geçirilen miktar 2017'de 2 bin 962 kilogramdan 2018'de 18 tona çıktı, ardından 2020'de bin 977 kilograma geriledi; bu rakam, bin 979 kilogramın ele geçirildiği 2023 yılındaki miktara yakın. Gözlemciler, bu dalgalanmanın yasadışı nakil hatlarını ortadan kaldırma kampanyalarıyla paralel olarak Suriye ve Irak'a doğru kaçakçılık rotalarında yaşanan değişimi yansıttığına inanıyor.

Kokain... Sessiz varlık

Captagon ve esrarla karşılaştırıldığında, ele geçirilen kokain miktarları daha düşük kaldı, ancak yine de önemli miktarlar. 2017 yılında bin 993 kilogram ele geçirilmiş, 2022 yılında 8 kilograma düşmüş, ardından 2023 yılında 24 kilograma yükselmiş. İç Güvenlik Güçleri’nin verileri, bu sevkiyatların bir kısmının Beyrut Limanı ve Refik Hariri Uluslararası Havalimanı üzerinden Avrupa ve Afrika'ya gönderildiğini ve önceden istihbarat olmadan tespitini zorlaştıran karmaşık endüstriyel ambalajlar kullanıldığını gösteriyor.

Körfez hedef tahtasında

Resmi tablolar, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin, 2017 ile 2019 yılları arasında Lübnan'dan yapılan captagon sevkiyatlarının en çok hedef aldığı yerler olduğunu gösteriyor. Meşru ticari sevkiyatlar kisvesi altında sofistike gizleme tekniklerinin kullanıldığı onlarca operasyon ortaya çıkarıldı. Sadece 2017 yılında, Suudi Arabistan'a yönelik sekiz kaçakçılık operasyonu engellendi ve Lübnan'dan kara ve hava yoluyla taşınan toplam 2 milyon 553 bin 820 captagon hapı ele geçirildi. Uyuşturucuyla Mücadele Bürosu, İstihbarat Şubesi ve Lübnan Gümrük İdaresi birimleri bu operasyonlara katıldı.

2018 yılında, ele geçirilen miktarlarda düşüş yaşandı ve sadece iki operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyonlarda, Beyrut Havalimanı'nda doğal çiçek sevkiyatları ve posta paketlerinin içine gizlenmiş 25 bin 118 captagon hapı ele geçirildi.

2019 yılında, ivme geri döndü ve hedef alınan destinasyonların coğrafi kapsamı genişledi. Lübnan ve Suriye toprakları üzerinden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Sudan'a yönelik on kaçakçılık operasyonu engellendi ve toplam 4 milyon 161 bin 227 captagon hapı ele geçirildi. Kaçakçılığın, gıda ve endüstriyel malzeme taşıyan kamyonlarda, sivil nakliye araçlarında ve sahte gül ve yapay çiçek sevkiyatlarında gerçekleştirildiği tespit edildi.

axsd
Suriye sınırına yakın bir yerde tespit edilen captagon deposu ve imalathanesi (Arşiv – Lübnan İçişleri Bakanlığı)

Bu üç yılın toplamına göre, Körfez'e kaçak olarak sokulmaya çalışılan captagon miktarı yaklaşık 6 milyon 740 bin 165 hap olarak gerçekleşti ve bu, o dönemde yurt dışına kaçırılmak üzere ele geçirilen tüm Lübnan mallarının yüzde 80'inden fazlasına denk geliyor. Güvenlik uzmanları, Körfez pazarının organize ağların ana hedefi olduğu konusunda hemfikir.

Ticari kamuflaj

Güvenlik kaynaklarına göre, bu eğilim 2019'dan sonra sahte nakliye şirketleri ve sofistike endüstriyel paketleme yöntemlerinin kullanılmasıyla daha sofistike şekillerde devam etti. Kaynaklar, ‘ticari kamuflajın’ kaçakçılık operasyonlarının baskın özelliği haline geldiğini, yasal görünümlü malzemelerin büyük miktarda uyuşturucu hap sevkiyatlarını gizlemek için kullanıldığını ve Lübnanlı kurumları, ortak kaçakçılık rotalarını izlemek için Körfez yetkilileriyle sürekli koordinasyon içinde olmaya zorladığını bildirdi.

2025... İmalathanelerin ortadan kaldırılması

2025 için ön göstergeler, Bekaa’da 50 milyon captagon hapı, bin 447 kilogram esrar ve 12 bin 375 kilogram kokain ele geçirildiğini gösteriyor. Bu yıl Bekaa'da dört uyuşturucu üretim imalathanesinin ortadan kaldırılmasıyla, güvenlik yaklaşımı, giden sevkiyatları ele geçirmekten yerel üretim tesislerini ortadan kaldırmaya ve finansman ve kaçakçılık rotalarını izlemeye doğru kaydı.


Gazze savaşının sonuçlarından yara almadan çıkamayan Batı’ya dair

İsrail'in güneyindeki Gazze sınırında, İsrail ve Hamas arasındaki ateşkesin ardından bir İsrail askeri zırhlı personel taşıyıcısının yanında duruyor, 12 Ekim (Reuters)
İsrail'in güneyindeki Gazze sınırında, İsrail ve Hamas arasındaki ateşkesin ardından bir İsrail askeri zırhlı personel taşıyıcısının yanında duruyor, 12 Ekim (Reuters)
TT

Gazze savaşının sonuçlarından yara almadan çıkamayan Batı’ya dair

İsrail'in güneyindeki Gazze sınırında, İsrail ve Hamas arasındaki ateşkesin ardından bir İsrail askeri zırhlı personel taşıyıcısının yanında duruyor, 12 Ekim (Reuters)
İsrail'in güneyindeki Gazze sınırında, İsrail ve Hamas arasındaki ateşkesin ardından bir İsrail askeri zırhlı personel taşıyıcısının yanında duruyor, 12 Ekim (Reuters)

Christopher Phillips

13 Ekim'de Şarm el-Şeyh'te düzenlenen Gazze barış zirvesi, başlangıçta Batı için büyük bir zafer gibi görünüyordu. 26 ülkenin liderleri ve beş ülkenin temsilcileri, Gazze ateşkes anlaşmasını onaylamak ve anlaşmayı sağladığı için Donald Trump'ı övmek üzere bir araya geldi. Etkinliğe Mısır ev sahipliği yapmış olsa da ABD Başkanı gösterinin yıldızıydı; Ortadoğu ve Avrupa'nın dört bir yanından başbakanlar ve devlet başkanları övgü dolu konuşmalar yapmak için sıraya girdiler.

Bu şüphesiz Trump'ın anıydı ve herkes Gazze'deki savaşın uzun zamandır beklenen sonunu memnuniyetle karşılasa da birçok Batılı lider, 7 Ekim saldırılarından iki yıl öncesine göre çatışmadan daha zayıf çıktıklarını itiraf edebilir. Trump ne kadar muzaffer görünse de gerçek şu ki, Gazze savaşı ve hem içeride hem de dışarıda yarattığı yankılar Batı'ya önemli zararlar verdi.

Sina’daki Batılı gülümsemeler

Trump, barış zirvesinde “Birçok insanın benimle aynı fikirde olmadığını biliyorum ama önemli olan tek kişi benim” dedi. Bu, ekim ayında ateşkes anlaşmasının imzalanmasını sağlamadaki başarısından sonra uluslararası arenadaki bariz hakimiyetini yansıtan bir açıklamaydı. Doğrusu kendisine duyduğu bu güvende haklı. İsrail ve Hamas'ı kalıcı bir ateşkese ikna etmek için aylarca uğraşan selefi Joe Biden'ın aksine -ki sağlamış olduğu ateşkes, mart ayında Binyamin Netanyahu tarafından bozulmasının ardından nihayetinde çöktü- Trump, her iki tarafa da yeterli baskıyı uygulayabilmiş gibi görünüyor. Birçok haberin de belirttiği gibi, Trump çabalarının kendisine gelecek yıl hak ettiği Nobel Barış Ödülü'nü kazandıracağını umuyor.

Ancak Trump'ın kişisel zaferinin ötesinde, ateşkes Batı için de görünür kazanımlar sunuyor. İlk olarak, çatışmanın sona erdirilmesi hayatlar kurtaracak, Ortadoğu'da istikrara katkıda bulunacak ve halklarının kendilerinden daha fazla eylem talep etmesinden kaynaklanan Batılı liderler üzerindeki baskıyı hafifletecek. İkinci olarak, jeopolitik açıdan bakıldığında Rusya ve Çin'in Sina zirvesinden dışlanması, Moskova ve Pekin pahasına Ortadoğu'da liderlik için yeni bir girişimin sinyali gibi görünüyordu. Dahası Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Sina zirvesiyle aynı zamana denk geldiği için planlanmış olan “Rusya ve Arap Dünyası” zirvesini iptal etmek zorunda kaldı ve bu, kendisini zor durumda bırakan bir hamleydi.

fgtr
ABD Başkanı Donald Trump ve Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah es-Sisi, İsrail ve Hamas arasında Gazze ateşkes anlaşmasının ilk aşamasının imzalanması sırasında, 13 Ekim, Mısır'ın Şarm el-Şeyh şehri (Reuters)

Buna ilaveten, ateşkes Trump'ın müttefiki İsrail için de stratejik bir zafer sayılıyor. Netanyahu, Hamas'ı yok etme hedefini gerçekleştirememiş olsa da kalan tüm rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamayı başardı. Sağcı koalisyon ortaklarının Gazze'ye yerleşme hayalleri gerçekleşmemiş olsa da İsrail'in Hamas'ı Gazze Şeridi'nden çıkarma konusundaki uzun süredir devam eden güvenlik hedefi, barış planının temel bir unsuru olmaya devam ediyor. Daha da önemlisi, Gazze'yi yönetmek üzere uluslararası bir istikrar gücünün kurulması, Gazze Şeridi'nin güvenliğinin sorumluluğunu İsrail'den dost bir dış tarafa devrediyor. Bu düzenleme, İsrail için avantajlı ve son 18 yıldaki duruma göre açık bir iyileşmeyi temsil ediyor.

Batı'nın uzun süreli endişeleri

Trump ve İsrail, Batı cephesinde en büyük kazananlar arasında yer alırken, genel tablo Batı için pek de iç açıcı değil. Trump güçlü bir konumda görünse de savaş, ABD'nin ve genel olarak Batı'nın son iki yıldır çatışmayı sona erdirme konusundaki yetersizliğini veya isteksizliğini ortaya koydu. Bu, girişimlerin yetersizliğinden kaynaklanmıyordu; Biden, kalıcı bir ateşkes sağlamak için defalarca girişimde bulundu, ancak sonuçta hepsi başarısız oldu. Keza Avrupalı ​​liderler bazı bakanlara yaptırımlar uygulayarak, silah ihracat lisanslarını kısıtlayarak ve Filistin devletini tanıyarak İsrail'e baskı yapmaya çalıştılar. Ne var ki Netanyahu'nun gerilimi azaltmayı reddetmeye devam etmesi, Batı'nın İsrail'i kontrol altına almadaki sınırlı nüfuzunu ortaya koydu. Ortadoğu ile Küresel Güney'deki birçok kişinin Batı'nın bir müttefik olarak gücünü ve güvenilirliğini sorgulamasına yol açtı.

Bu şüpheler, dünyayı Rusya'nın Ukrayna işgalini kınamaya çağırırken, İsrail'in Gazze'deki eylemleri konusunda nispeten sessiz kalan Batılı hükümetlere yönelik çifte standart suçlamalarıyla daha da arttı. Çin ve Rusya'nın Sina zirvesinden dışlanmasına rağmen, her iki ülke de uzun vadede Batı'nın küresel konumunun yeniden değerlendirilmesinden fayda görebilir ki bu süreç Gazze savaşıyla hız kazandı.

Batılı hükümetlere yönelik çifte standart suçlamalarının gölgesinde şüpheler arttı

İçeride ise savaş, Batı toplumlarında derin ve acı verici izler bırakarak, bölünmeleri derinleştirdi ve 7 Ekim'den bu yana antisemitizm ile İslamofobi'de bir artışa yol açtı. İngiltere’de Toplum Güvenliği Vakfı, antisemitik olayların 2023 ile 2024 yılları arasında iki katına çıktığını, ayrıca kendini güvende hissetmeyen İngiliz Yahudilerinin oranının da yüzde 9'dan üçte birin üzerine çıktığını belirtti. Bu arada, İslamofobiyi gözlemleyen bir kuruluş olan Tell Mama, 2023 ile 2025 yılları arasında Müslüman karşıtı olayların iki katına çıktığını kaydetti. Nefret suçlarındaki bu artış, Batı sokaklarındaki çatışmanın bölücü doğasını yansıtan, Filistin veya İsrail yanlısı büyük gösterilerde kendini gösteren keskin siyasi bölünmelerin yaşandığı bir ortamda kaydedildi.

sdf
Çocuklar, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat'ın kuzeyinde yerinden edilmiş kişiler için kurulan bir kampta, çadırdaki delikten bakıyorlar, 7 Ekim 2025 (AFP)

Bir diğer sonuç ise çatışmayla ilgili artan siyasi aktivizmin bazı Batılı hükümetleri sert baskıcı önlemler almaya yöneltmesidir. ABD’de, Columbia gibi üniversitelerde Filistin yanlısı oturma eylemleri zorla dağıtıldı ve protestolara katılan bazı öğrenciler okuldan atıldı. İngiltere’de, şiddet eylemlerine başvurmayacağını duyurmasına rağmen, Palestine Action örgütünün terör örgütü olarak tanımlanması, binlerce kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan bir sivil itaatsizlik dalgasına yol açtı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu icraatların sonuçları, yalnızca köklü bazı özgürlükleri zedelemekle kalmadı, aynı zamanda Batı'nın küresel imajını da zedeledi; özellikle de hükümetler gelişmekte olan ülkelerdeki savaşlara karşı çıkan barışçıl protestoları bastırdıklarında.

Savaş, Batı toplumlarında derin ve acı verici izler bırakarak, bölünmeleri derinleştirdi ve 7 Ekim'den bu yana antisemitizm ve İslamofobi'de bir artışa yol açtı

Bu endişeler uzun vadeli görünebilir ama bu çatışmanın sonuçlarıyla ilgili daha acil endişeler de var. Barack Obama'nın “Asya'ya yönelme” kararını duyurmasından itibaren, Amerikalı liderler, Çin ve daha sonra Rusya ile yüzleşmeye odaklanmayı tercih ederek, ABD'nin Ortadoğu'daki varlığını ve müdahalesini azaltmaya çalıştılar. Obama'ya karşı açıkça düşman olmasına rağmen Trump, özellikle Çin'in yükselişini kontrol altına almaya yönelik tekrarlanan çabalarında bu genel yaklaşımı sürdürdü.

Ancak Gazze'deki ateşkes anlaşması, Washington'u yeniden Arap-İsrail barış sürecinin garantörü konumuna döndürdü ve bu, önceki aşamalarda da oynadığı roldü. Bu süreç geçmiş deneyimlerin de gösterdiği gibi sekteye uğrarsa, ABD, uluslararası istikrar gücünü denetlemek de dahil olmak üzere barış sürecinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalabilir; bu ise kaynaklarını zorlayabilir ve odağını diğer stratejik önceliklerden uzaklaştırabilir.

Buna bir de ateşkesin çökmesi ihtimali ekleniyor. Bu ihtimal ise Washington'u bir kez daha istikrarı dayatmaktan veya olayların gidişatını etkilemekten aciz ve zayıf bir konumda bırakabilir. Nitekim Gazze savaşı, başlangıcından bu yana Batı için zorlu bir sınav oldu, uluslararası arenadaki eksikliklerini açığa çıkardı, kolektif itibarını zedeledi, iç bölünmelerin derinleşmesine ve özgürlüklerin zayıflamasına yol açtı.

Mevcut ateşkes, özellikle Trump ve İsrail açısından Batı'nın bir zaferi gibi görünse de en önemlisi Washington'un uzun zamandır çekilmeye çalıştığı bir bölgeye geri dönmesi gibi ciddi riskleri gizliyor. Bu kayıplar, Filistinlilerin ve İsraillilerin son iki yılda yaşadığı trajedilerle karşılaştırıldığında önemsiz kalsa da Batı da Gazze savaşının sonuçlarından yara almadan çıkamadı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.