Suriye Baas Partisi, parlamento seçimlerinde ‘savaş meclisi’ oluşturulmasına öncelik ediyor

Dün Suriye'nin kuzeyinde, Halep kırsalındaki ez-Zehra bölgesinde moloz yığınları arasında çalışan iki işçi. (AFP)
Dün Suriye'nin kuzeyinde, Halep kırsalındaki ez-Zehra bölgesinde moloz yığınları arasında çalışan iki işçi. (AFP)
TT

Suriye Baas Partisi, parlamento seçimlerinde ‘savaş meclisi’ oluşturulmasına öncelik ediyor

Dün Suriye'nin kuzeyinde, Halep kırsalındaki ez-Zehra bölgesinde moloz yığınları arasında çalışan iki işçi. (AFP)
Dün Suriye'nin kuzeyinde, Halep kırsalındaki ez-Zehra bölgesinde moloz yığınları arasında çalışan iki işçi. (AFP)

Suriye’de iktidardaki Baas Partisi yönetiminin bu ayın 19’unda seçimlerin yapılması planlanan Halk Meclisi’ndeki (parlamento) partisi Ulusal İlerici Cephe (NPF) ve adaylarıyla ilgili verdiği kararları ortaya çıktı. Buna göre Haseke, İdlib ve Rakka gibi hükümetin - kısmen veya tamamen - kontrolü dışındaki vilayetlerden aday olanlarla ilgili üç yönlü bir strateji öngörülüyor. Bunlardan birincisi, Baas yönetiminin devlet kurumlarına dönme ve yaptırımlara karşı bir ‘Savaş Meclisi’ oluşturma arzusu. İkincisi, yeni işadamlarının veya Suriye ordusunun yanında savaşan grupların liderlerinin rolünü arttırma isteği. Üçüncüsü ise ülkeye zarar veren ekonomik krizin ortasında siyasi sermayenin önemi.
Şam, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yönetilen barış sürecinde, 2015 yılı sonlarında BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) kabul edilen 2254 sayılı kararın uygulanıp uygulanmadığına ve parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine BM gözetiminde hazırlanmak için gerekli anayasal reform önlemlerinin alınıp alınmadığına bakmıyor. 2012-2016 yıllarında parlamento seçimleri veya 2014'teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi aynı yöntemle seçimler düzenlemeyi planlıyor gibi görünüyor.
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir O. Pedersen, geçen yıl ekim ayı başlarında Suriye muhalefeti, hükümeti ve sivil toplum tarafından çalışma prosedürleri ve katılımcı listesinin kabul edilmesinin ardından Anayasa Komitesi görüşmeleri için bir toplantı düzenlemeyi başardı. Ancak ağustos ayında yapılması planlanan görüşmeler kısa sürede başarısız oldu.
Suriye seçimlerinin sonuçlarını tanımayan Batılı ülkeler, BMGK’nın 2254 sayılı kararının uygulanması için barış sürecini destekliyorlar.  Fakat Şam, 2015 yılı ortalarında rejimin ülkenin yüzde 15’ini kontrol ederken şu an yaklaşık yüzde 65’ini kontrol ediyor olmasına bakmaksızın yoluna devam etti. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed geçen ay Başbakan İmad Hamis’i görevden aldı ve yerine yeni tip koronavirüs (Kovid-19) nedeniyle iki kez ertelenen parlamento seçimlerine kadar Su Kaynakları Bakanı Hüseyin Arnus’u atadı. Bu arada önümüzdeki seçimlerde başbakanlık görevine en yakın adayın Humus'un eski valisi Talal Barazi'nin olduğuna inanılıyor.

Alıştırma süreci
Suriye Anayasa'nın 8’inci maddesinde 2012 yılında yapılan değişikliğin ardından iktidar partisi olmaması gereken Baas, iktidarı yine garanti altına aldı. Baas bu kez aralarında işadamları ve diğer alanlardan isimlerin bulunduğu 65’i bağımsız 250 milletvekilinin olduğu Halk Meclisi seçimlerine adaylar seçerek üyelerine daha geniş bir hareket alanı verebilmek için bir ‘alıştırma süreci’ deneyimliyor. Bu adım, 2011 yılındaki halk protestolarının ardından çok sayıda ismin partiden ayrılması ve parti liderliğine Baas’ın toplumsal kucaklaşma darbesinin ardından parti içinden partinin geçmiş yıllardaki performansına yönelik eleştirilerin artması sonrası atıldı.
Esed, birkaç gün önce parti yönetimindeki bir toplantıda şunları söyledi:
“Son alıştırma deneyiminin, mevcut seçim süreci bağlamında ortaya çıkan artıları, eksileri ve taşıdığı sonuçlar yalnızca Baas Partisi düzeyinde değil, aynı zamanda ulusal düzeyde de önemlidir.”
Baas ve Şam'daki diğer milliyetçi, Nasırcı ve komünist partileri içeren NFC listeleri ilan edildikten sonra seçim kampanyaları başladı. Rejime bağlı işadamları özellikle büyük şehirlerde seçim kampanyalarını sürdürüyorlar.
Listelere bakıldığında özellikle Muhammed Hemşo, Samir Debs ve Husam Katırcı gibi nüfuz sahibi işadamlarının yanı sıra ‘meşrulaştırılmak’ istenen Şam yanlısı grupların liderlerinin parlamentoya girişi konusunda bir önceki oturumda ortaya çıkan eğilimin daha da ileri bir boyuta taşınmış olduğu görülüyor. Söz konusu Şam yanlısı grupların liderleri arasında Hama kırsalında faaliyet gösteren gruplardan biri olan Fazıl Verde ile yine Hama’dan aday gösterilirken Baas Tugayları lideri Basil Sudan Lazkiye’den aday gösterildi.
Diğer yandan Halk Meclisi’ndeki 250 sandalye için 15 seçim bölgesinden yarışacak aday sayısı 8 bin 735 kişiye ulaştı. Baas tarafından ilan edilen NFC listesinde 166 ‘Baasçı’ aday yer alırken diğer partilerden de 17 aday bulunuyor.
Şam'daki tüccarlar ve iş adamlarından oluşan el-Yasemin, Dımeşk ve Şam adlı 3 liste yarışıyor. Batılı ülkelerin yaptırımlar listesinde yer alan Muhammed Hemşo, Şam Listesi’ne liderlik ediyor. Listede Hemşo dışında 7 aday yer alıyor. Bununla birlikte Dımeşk Listesi’ne Hamam Mesuti ve Samir Debs liderlik ederken el-Yasemin Listesi’ne ise Hasan Özkul önderlik ediyor.

Üstü örtülü kotalar
Avrupa Üniversitesi Enstitüsü (EUI) araştırmacıları Ziad Awad ve Agnes Favier kaleme aldıkları ortak çalışmada şu ifadelere yer verdiler:
“(Suriye’de) 2011 yılındaki ayaklanmalar, Arap dünyasında diğer birçok ülkede olduğu gibi otoriter rejime karşı derin bir meydan okumaydı. Savaş zamanı parlamento seçimlerinin analiz edilmesi, çatışmanın ilk yıllarında küçüleceği varsayılan rejimin sosyal tabanını nasıl yenilemeye çalıştığını anlamak için oldukça önemlidir.”
 Derin bir bölünme yaşanan ülkede son olarak 2016 yılında seçimler yapıldı. O sıra rejim güçleri halen zayıftı ve rejim ülkenin yüzde 40'ından daha azını kontrol ediyordu. Çalışmada, çatışmaların yol açtığı derin çalkantıya rağmen, Suriyeli yetkililerin seçimleri savaş öncesi sürece benzer şekilde organize ettikleri vurgulanırken Baas Partisi'nin 2012 anayasasında toplum ve devlet içindeki lider rolünü kaybetmesine rağmen, adayların ön seçiminde hayati bir rol oynadığı belirtildi.
Seçim sonucunda Baas, parlamentodaki sandalyelerin yüzde 67'sinden fazlasını kazandı. Baas, çalışmalarına izin verilen diğer partilerin ve 1990'dan bu yana sahip oldukları sandalye sayısı bu seviyelere gerilemeyen bağımsızlar karşısında sandalye sayısını bir miktar artırdı.
Diğer yandan sandalyelerin mezhebe, etnik kökene ve dini gruplara göre dağılımı Halk Meclisi’nde daha önce görülen bir temsil biçimi olmama da savaştan önceki yıllarda azınlıklar için daha önce uygulanmış olan ‘üstü örtülü kotalar’ büyük ölçüde değişmeden kaldı.
Awad ve Favier çalışmalarında şu ifadelere yer verdiler:
“Milletvekillerinin genel imajı, savaştan önce Halk Meclisi’nde temsil edilen ve Baas Partisi'nin ya da onunla ilişkili halkçı ve sendikacı gruplardan, seçkinlerden, aşiret liderlerinden, işadamlarından, din adamlarından ve halkın önde gelen isimlerinden olan aktif üyelerini içeren geleneksel gruplarda yaşanan büyük değişiklikleri ortaya koyuyor. 2016 seçimlerinde ‘Baasçılar’ hariç genellikle ‘bağımsız’ olarak seçilen çok sayıda işadamı, din adamı ve aşiret lideri gibi çıkar gruplarının temsilcilerinde büyük değişiklikler oldu. Ölen silahlı grup liderlerinin ve ordu komutanlarının aileleri gibi yeni sosyal gruplar ortaya çıktı."

Savaş Meclisi
Baas yönetiminin rejimin kontrolünde olmayan ve halen Türkiye ve Rusya tarafından ilan edilen ateşkesin sürdüğü İdlib’ten seçim adaylarının olduğu doğru, fakat seçimler Hama’da yapılacak. Hama, Washington’ın müttefiki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolü altındaki Rakka’dan aday olanlara da ev sahipliği yapacak. Her ne kadar kırsal bölgeleri SDG ve Uluslararası Koalisyon güçlerinin kontrolünde olsa da Haseke ve Kamışlı’da rejim için halen ‘güvenli bir alan’ olduğu gerçeği çerçevesinde Haseke’de seçimler kısmi olarak düzenlenecek.
Aynı durum diğer vilayetler için de geçerli olurken önümüzdeki seçimlere aday olan yeni isimlerin ortak noktası, rejimi desteklemelerinin yanı sıra savaştaki eylemlerinde de ona katılıyor olmalarıdır. Bu durum büyük askeri, siyasi veya demografik dönüşümler yaşayan (Halep, Dera, Şam kırsalı, Deyrizor ve Rakka) vilayetlerde ya da Şam, Lazkiye ve Tartus gibi rejim güçlerinin saldırılarından etkilenmeyen vilayetlerde veya erken dönemlerde yeniden rejimin kontrolüne geçen (Humus) vilayetlerde gerçekleşen değişikliklerin en net resmini ortaya koydu.
Awad ve Favier çalışmasına göre Halk Meclisi 2016-2020 yılları arasındaki silahlı çatışmanın en hassas dönemlerinden birinde rejimin 3 önceliğini yansıttığı için tıpkı bir ‘Savaş Meclisi’ne benziyordu.
Çalışmada söz konusu bu üç öncelik ise şöyle sıralandı:
1 - Rejimin, başlıca hedefinin askeri olarak savaşı kazanmak olduğu bir dönemde ülkenin çeşitli bölgelerinde en aktif destekçilerini (askeri operasyonlara ve propaganda faaliyetlerine katılanlar) tanıtması gerekiyordu ve bunu yaptı.
2 - Geleneksel Baasçıların yoğun varlığı, ayaklanmanın ilk yıllarında yaşanan parti içi kriz ve dönüşümlerden sonra devlet kurumlarını canlı tutma konusunda partinin merkezi rolünü geri getirme kararı alındığını ortaya koydu.
3 - Yeni adayların (ölen grup liderleri veya ordu komutanlarının aile üyeleri gibi kesimlerden) seçilmesi, rejimin özellikle azınlıklar arasındaki sosyal tabanını korumaya ihtiyacı olduğunun bir göstergesiydi.

Hayatta kalmak
2020 seçimleri, ekonomik yaptırımların derinleşmesi, Batı ülkelerinin uyguladığı yaptırımların artması, Suriye lirasının büyük değer kaybetmesi, ABD’nin ‘Caesar Yasası’nı yürürlüğe koyması, Arap ve Batı ülkelerinin desteğiyle yeniden yapılanma sürecine başlama sözlerinin askıya alınması ve rejim güçlerinin ülkede daha fazla bölgeyi kontrol altına alması gibi farklı koşullarda gerçekleşiyor.
Bu yüzden aday listelerinde yer alan isimlere bakıldığında ‘siyasi sermaye’ rolünün büyüdüğü görülüyor.
Bununla birlikte Suriye Devlet Başkanı’nın kuzeni Rami Mahluf'a karşı alınan tedbirler, onun desteklediği veya Mahluf’un rolünün zayıflamasıyla ön plana çıkan işadamlarının ve politikacıların rolünün arttığı Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi’nin iki kanadından birine bağlı olanları ötekileştirerek seçimlerde olumsuz etkiledi.
 



Doha’daki toplantı, Gazze Şeridi ve savaş sonrası güvenlik mühendisliği

İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)
İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)
TT

Doha’daki toplantı, Gazze Şeridi ve savaş sonrası güvenlik mühendisliği

İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)
İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)

Omar Harkous

Katar'ın başkenti Doha’da 16 Aralık Salı, yani bugün ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) daveti üzerine 25'ten fazla ülkenin temsilcilerinin bir araya geleceği bir toplantı düzenlenecek. Toplantıda, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze'deki çatışmayı sona erdirme planının ‘ikinci aşamasının’ kaderini belirlemek üzere Uluslararası İstikrar Gücü’nün (UİG) ana hatları çizilecek.

Plan, geçtiğimiz ekim ayında varılan ateşkesi sürdürülebilir güvenlik ve siyasi düzenlemelere dönüştürmeyi amaçlıyor.

Toplantı, sahada ve siyaset sahnesinde karmaşıklığın hâkim olduğu bir atmosferde gerçekleşiyor. İlk aşama, büyük çaplı çatışmaları durdurmayı ve rehineler ile tutukluların takasını sağlamayı başardıysa da Gazze, Şeridin kuzeyini, doğusunu ve güneyini batıdan ayıran İsrail’in ‘sarı çizgisi’ ile fiilen bölünmüş durumda.

Washington, Hamas’ın silahsızlandırılması, Türkiye'nin rolü ve Trump'ın bizzat başkanlık edeceği ‘barış konseyinin’ yapısı konusunda tartışmalar sürerken, güvenlik boşluğunu doldurmak için uluslararası bir gücün konuşlandırılmasını istiyor.

Doha toplantısı, ‘teorik diplomasiden operasyonel planlamaya’ geçişin bir dönüm noktası. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 17 Kasım 2025’te ‘Trump planına’ uluslararası meşruiyet kazandıran 2803 sayılı kararı kabul etmesinin ardından, ABD artık somut bir uygulama mekanizması sunmakla yükümlüdür. Operasyon odasına dönüşen toplantı, dosyanın dışişleri bakanlıklarının koridorlarından generallerin haritalarına taşınmasıyla birlikte bir sonraki aşamanın askeri ve güvenlik niteliğini yansıtıyor.

Operasyon odası

Toplantı, Uluslararası İstikrar Gücü için operasyon konseptine odaklanırken, ABD katılımcı ülkelerden sağlanacak asker sayısı, silahlanma angajman kuralları ve finansman konusunda somut taahhütler talep ediyor.

Toplantının yeri olarak Doha'nın seçilmesi ise bazı anlamlar taşıyor. Bunların başında Hamas ile önemli bir arabulucu rolü oynayan Katar’ın, Gazze’yi yönetmek üzere Hamas'ın yerini alması beklenen gücün askeri planlamasına ev sahipliği yapması geliyor ve Doha'nın siyasi etkisi ile Washington ile olan stratejik ilişkisi arasındaki dengeyi yansıtıyor.

Toplantıya, tarafların çatışan çıkarlarının mozaiğini temsil eden ve ‘heterojen’ olarak tanımlanan bir listede 25’ten fazla ülke katılıyor. Bu ülkelerin başında da katılımcı ülkelerden asker sayısı, silahlanma, angajman kuralları ve finansman konusunda somut taahhütler almaya çalışan ABD geliyor. Toplantıya katılan Arap ülkeleri arasında ise Katar, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yer alıyor, ancak farklı gündemler de mevcut.

Sahadaki ana garantör olmak isteyen Türkiye, İsrail'in güçlü muhalefetine rağmen toplantıya katılıyor. En önde gelen katılımcı olarak tanımlanan Endonezya, barış gücü olarak 20 bin asker göndermeyi teklif ediyor. Avrupa Birliği (AB) de yeniden yapılanma için ayrılan fonlarının yeni bir çatışma dalgasına gitmemesini sağlamak için ‘finansör ve gözlemci’ olarak toplantıya katılıyor.

Dört çelişki

Doha'daki toplantıda tartışılacak en önemli konular, ertelenemeyecek dört temel çelişki söz konusu.

Bunların ilki, (Endonezya ve Pakistan gibi) İsrail'i tanımayan Müslüman ülkeler ordularının, İsrail ordusu ile yakın güvenlik koordinasyonu gerekliliklerini nasıl yerine getireceğini ele alacak bir komuta ve kontrol yapısı. ABD’nin buna ortak gücün komutasını ABD’li bir generale verme önerisinde bulundu. ABD, bu generalin ‘emniyet valfi’ görevi görmesini ve tüm taraflarca kabul edilebilir bir figür olmasını sağlamayı planlıyor.

İkincisi, İsrail için en tartışmalı konu olan angajman kuralları. Reuters'a konuşan ABD'li yetkililer, UİG’nin Hamas ile savaşmayacağını, bunun Lübnan'ın güneyinde Birlemiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü (UNIFIL) tarafından oynanan role benzer olduğunu söyledi.

Üçüncüsü, coğrafi konuşlanma konusu, yani UİG’nin ilk olarak hangi bölgeleri ele geçireceğinin belirlenmesi. Veriler, gücün, tampon ve deneme bölgesi olarak hizmet etmek üzere, İsrail ordusunun ‘sarı hattın’ doğusundan çekildiği bölgelerden başlayacağını gösteriyor.

Dördüncü ise lojistik finansmanı. Katılımcılar, yüzde 83'ü tahrip olmuş bir bölgede uluslararası askeri bir güç için askeri üslerin inşası ve askeri saha operasyonlarının maliyetlerini hangi ülkelerin karşılayacağını tartışıyor.

Toplantıya, tarafların çatışan çıkarlarının mozaiğini temsil eden ve ‘heterojen’ olarak tanımlanan bir listede 25’ten fazla ülke katılıyor.

Askeri analiz

Trump yönetimi ‘Önce Amerika’ sloganını öne sürerek dış taahhütlerini azaltmak istese de, Gazze'deki gerçekler farklı bir denklem dayatıyor. Washington’ın istikrar gücü komutanlığına bir Amerikan general atama planı, farklı sonuçlar doğuruyor. Bunlardan ilki, İsrail'e tüneller ve kaçakçılıkla ilgili istihbarat bilgilerinin ciddiye alınacağına dair güvence vermek ve katılımcı ülkelere İsrail’in değil ABD’nin himayesi altında faaliyet gösterebilmeleri için siyasi destek sağlıyor.

fgthy
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan Netzarim Koridoru’nu kullanarak Gazze şehrine giden Filistinliler, 11 Ekim 2025 (AFP)

ABD’li yetkililer, sahada ABD askeri bulunmayacağını ısrarla söylüyorlar. Bu da ABD'nin rolünün komuta, kontrol, iletişim ve istihbaratla sınırlı olacağı, devriye görevleri, doğrudan çatışmalar ve sahadaki risklerin ise ortak ülkelerin omuzlarına bineceği anlamına geliyor.

Türkiye... iki adım geriden

NATO üyesi Türkiye, UİG’de vazgeçilmez bir ortak olarak kendini gösteriyor, ancak İsrail Türkiye’nin katılımına karşı çıkıyor.

Anlaşmazlık ideolojik ve operasyonel nitelikte. Zira İsrail, AK Parti iktidarındaki Türkiye'yi Hamas'ın destekçisi olarak görüyor ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Gazze'deki varlığının kalıcı bir etkiye dönüşmesinden korkuyor.

Öte yandan Washington, Türkiye'yi NATO yeteneklerine sahip güçlü bir lojistik ortak olarak görüyor ve İsrail ordusuyla doğrudan sürtüşmeyi azaltmak için Türkiye'yi operasyonların deniz veya hava unsurlarına entegre etmeye çalışabilir.

Trump'ın planı ve yönetim yapısı

Mevcut hamleler, Trump’ın ‘Barış ve Refah Bildirgesi’ne dayanıyor. Bu bildiri, Rusya ve Çin'in çekimser kalmasıyla BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilmiş ve Gazze'yi kökten yeniden şekillendirmeyi amaçlayan 20 maddeden oluşuyor.

gthyj
ABD Başkanı Donald Trump, Gazze savaşını sona erdirmek için Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde düzenlenen zirveye katılımı sırasına, 13 Ekim 2025 (Reuters)

Doha’daki zirveden sonra yürürlüğe giren planın ikinci aşaması, Hamas'ın askeri altyapısının yok edilmesi ve yeniden silahlanmasının önlenmesi, İsrail ordusunun işgal ettiği bölgelerden kademeli olarak çekilmesi ve sivil idarenin uluslararası denetim altında çalışan apolitik (teknik) bir Filistin komitesine devredilmesini öngörüyor. Ayrıca, Hamas'ın fonlardan yararlanmamasını sağlamak için yeniden yapılanma ‘Gazze Barış Kurulu’ tarafından denetlenecek. Planın en tartışmalı yeniliklerinden biri, Donald Trump’ın bizzat başkanlık edeceği ve geçiş döneminde Gazze’yi denetleyecek en yüksek otorite olarak tasarlanan Gazze Barış Kurulu. Dikkatler, Barış Kurulu ile birlikte çalışacak ve Jared Kushner ve Steve Witkoff gibi Trump'a yakın isimlerin yanı sıra bağışçı ülkelerin temsilcilerini de içerecek bir Uluslararası Yürütme Konseyi’nin kurulmasına çekildi. Bu değişiklik, Trump yönetiminin konuyu ‘gayrimenkul anlaşması’ ve yatırım geliştirme zihniyetiyle yönetme arzusunu yansıtıyor.

Planın en tartışmalı yeniliklerinden biri, Donald Trump'ın bizzat başkanlık edeceği Gazze Barış Kurulu.

Sarı Hat ve aşiretler

Uluslararası istikrara yönelik zorluklar, Gazze'nin mevcut haritasına bakmadan anlaşılamaz. Sarı Hat sadece hayali bir çizgi değil, yaşam koşulları ve güvenlik açısından tamamen farklı iki bölgeyi ayıran bir ateş duvarıdır. Yeşil bölge (İsrail kontrolü altında), Gazze Şeridi’nin yüzölçümünün yüzde 53 ila 58'ini oluşturuyor.

Bu bölge, doğudaki tarım arazilerini, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya şehirlerini, Gazze şehrindeki Şucaiyye ve ez-Zeytun mahallelerinin büyük bir bölümünü kapsamakta ve güneyde Philadelphi (Selahaddin) Koridoru’na kadar uzanıyor. Bu bölgeler neredeyse tamamen nüfussuz ve yıkılmış durumdadır ve İsrail bunları ‘güvenlik tampon bölgesi’ olarak görüyor. Kırmızı bölge (Hamas/aşiretlerin kontrolü altında), hizmetlerin çöktüğü ve Hamas'ın silahlı klanlarla nüfuz mücadelesi verdiği, yaklaşık iki milyon Filistinlinin yaşadığı bir bölgedir.

frgt
Gazze şehrinin ed-Derec Mahallesi’nde İsrail'in hava saldırısında yıkılan binaların enkazı arasında kurtarılabilir eşyaları arayan Filistinliler, 16 Temmuz 2025 (AFP)

İsrail, Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki kontrolünün zayıflaması ve Filistin Yönetimi'nin yokluğunun yarattığı güvenlik boşluğunda yardımların dağıtımını ve yerel güvenliğin sağlanmasını üstlenmeleri için Gazze’nin ileri gelen ailelerinin liderleriyle ‘aşiretleri harekete geçirme’ stratejisine yöneldi. Ancak bu strateji kanlı sonuçlara yol açtı. Refah'taki Halk Güçleri lideri Yasir Ebu Şebab'a düzenlenen suikast ve İsrail ile iş birliği yapılmasını önlemekle görevli Hamas İç Güvenlik Teşkilatı’nın üst düzey yetkilisi Ahmed Zemzem'e düzenlenen suikast buna örnek olarak gösterilebilir. Zemzem suikastını, Hamas karşıtı bir milis grup olan Halk Güçleri üstlendi.

Sonuç olarak, UİG sadece Hamas ve İsrail ile karşı karşıya kalmayacak, aynı zamanda kendini aşiretler arası kan davaları ve değişen sadakatlerin oluşturduğu bir ‘mayın tarlasının ortasında bulacak ve bu da ‘Gazze Şeridi’nde istikrarı sağlama’ görevini zorlaştıracak.

Silahlar depolara mı kaldırılacak imha mı edilecek?

Dikkat çekici bir gelişme olarak Hamas, uzun vadeli bir ateşkesin çerçevesinde silahlarını üçüncü bir tarafın denetimi altındaki depolara kaldırma konusunu görüşmeye hazır olduğunu açıkladı. Bunun karşılığında, liderlerinin hedef alınmayacağı ve İsrail'in geri çekileceği garantisi verilmesi şartıyla, silahları kullanmayacağına dair taahhütte bulundu. Bu hamle, Hamas’ın gelecekte askeri yapısını ‘dondurmak’ ve silahlarını teslim etmekten kaçınmak için yaptığı bir girişimdi.

v
New York’ta BMGK’nın, İsrail'in Gazze Şeridi'nde yürüttüğü savaşı sona erdirme önerisini görüştüğü toplantıdan bir kare, 17 Kasım 2025 (AFP)

Ancak İsrail, silahların depolara kaldırılması önerisini reddediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Trump’ın planının amacının silahsızlanma olduğunu, silahların depolara kaldırılması olmadığını savunuyor.

İsrail, uluslararası güçler ayrıldıktan veya koşullar değiştiğinde depolanan silahların kolaylıkla geri alınabileceğinden endişe ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD, Trump'ın planıyla İsrail'in tutumunu destekliyor ve ‘askeri altyapının imha edilmesini’ istiyor. Bu da Doha’daki toplantının karşı karşıya olduğu bir ikilem. UİG, Hamas'la savaşmayacaksa, onu silahlarını teslim edip imha etmeye nasıl zorlayacak? Bu çelişki, ikinci aşamadaki en büyük boşluk olarak karşımıza çıkıyor.

Gelecek senaryolar

Doha’daki toplantı sadece geçici bir durak değil, aynı zamanda Washington’ın bu bölgede bir güvenlik sistemi kurma yeteneğini test edeceği bir an. UİG’nin kurulmasında başarılı olunursa, Gazze'de nispeten bir istikrar sağlanabilir. Ancak Haması’ı silahsızlandırma görevi ile ona karşı savaşmama kuralı arasındaki çelişki, Sarı Hat ile nüfus patlamasının gerçekliği arasındaki uçurum ve İsrail'in Türkiye'nin rolünü reddetmesi gibi çok büyük zorluklar söz konusu.

Senaryolar farklı görünse de Gazze Şeridi’nin tamamına veya sadece İsrail’in kontrolündeki bölgeye uluslararası bir güç konuşlandırılması ve yardımların yoğun bir şekilde Gazze Şeridi’ne girmesine izin verilmesi veya İsrail ordusunun her bir zerreyi kontrol etmesi gibi zorlu gerçeklerle çelişiyor.

Öte yandan Ateşkesin çökmesi ve askeri saldırıların yeniden başlaması, Gazze'yi kaos ve yoksulluğa sürüklemesi, UİG’nin iki devletli çözümle başlayan barışa yönelik net bir adımın aksine, gerçek bir yetkisi olmayan sembolik bir uluslararası yapı olarak kalması korkusu tüm varlığıyla kendisini hissettirmeye devam ediyor.


Gazze: Trump'ın planı, ikinci aşamaya geçişin aksaması nedeniyle tehlikede

Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
TT

Gazze: Trump'ın planı, ikinci aşamaya geçişin aksaması nedeniyle tehlikede

Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)

Gün geçtikçe, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’ye ilişkin planının, Hamas ve İsrail’in tutumları nedeniyle karşılaştığı zorluklar karşısında ayakta kalıp kalamayacağına dair şüpheler artıyor.

Yirmi maddeden oluşan planın birinci aşaması, Gazze’deki silahlı grupların, İsrailli rehine cesetlerinin sonuncusunu teslim etmemesi nedeniyle henüz tamamlanamadı. İsrail, bunu ileri sürerek planın birinci aşamasındaki bazı yükümlülüklerinden kaçınıyor ve söz konusu cesedi teslim alana kadar ikinci aşamaya geçmeyi reddediyor.

Trump planına göre, birinci aşamanın yükümlülüklerinin imzadan sonraki 72 saat içinde tamamlanması öngörülüyordu. Ancak Filistinli gruplar, zayıf arama imkânları ve bölgede mevcut durumun zorluğu nedeniyle cesetlerin bulunmasında güçlük yaşadıklarını belirtti. Öte yandan, ellerindeki tüm canlı rehineleri ve ulaşabildikleri cesetleri teslim etmiş durumdalar.

Buna karşılık İsrail, Gazze’de neredeyse her gün hava ve kara operasyonları düzenlemeye, Hamas kadrolarına yönelik suikastlar gerçekleştirmeye devam ediyor. İki taraf da birbirini 10 Ekim’de uluslararası arabuluculuk ve ABD himayesinde varılan ateşkes anlaşmasını ihlal etmekle suçluyor.

Hamas silahsızlanma taahhüdünden geri adım atmayı düşünüyor

Birinci aşamadan ikinci aşamaya geçişe dair herhangi bir işaretin olmamasıyla birlikte, Hamas’ın bazı liderleri son dönemde bu aşamanın merkezinde yer alan ve örgütün silahsızlanmasını öngören taahhütten geri adım atabileceklerini ima eden açıklamalar yapmaya başladı. Bu durum, özellikle İsrailli rehine tesliminin ardından, Hamas’ın pozisyonu ve elindeki kozlar açısından birçok soru işareti doğuruyor ve anlaşmanın bütünü üzerinde ciddi bir risk oluşturuyor.

Diğer yandan Tel Aviv bu açıklamaları hemen değerlendirmeye alarak, anlaşmanın kalan aşamalarının uygulanmasında ilerleme kaydedilememesinin sorumluluğunu tamamen Hamas’a yüklemeye çalışıyor ve zaman zaman savaşı yeniden başlatma tehdidinde bulunuyor.

İsrail’in tutumu, Avrupa’nın Hamas’a yönelik eleştirileriyle de uyumlu. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Hamas’ın silah bırakmayı reddetmesinin ‘Gazze’de gerçek anlamda istikrar sağlanmasının önündeki en büyük engel’ olduğunu belirtti.

Kallas, Gazze’de herhangi bir ciddi barış sürecinin, silah konusunu ele almadan başarılı olamayacağını ve bunun uzun vadeli istikrar için temel bir şart olduğunu vurguladı.

ABD'nin anlaşmayı koruma yönündeki baskısı

İsrail’in i24NEWS televizyonu, planın uygulanmasında yer alan bir Batılı yetkilinin Hamas’ın silahlarını bırakıp bırakmayacağı konusunda ciddi şüpheler taşıdığını aktardı.

Hamas’ın bu tutumu karşısında planın neden terk edilmediğine dair soruya yanıt veren yetkili, “Birçok ülkenin durumu sorunlu bulmasına rağmen planı desteklediğini, çünkü başka bir seçenek görmediklerini” söyledi. Yetkili, “Biz ve diğer Batılı ülkeler geri çekilmeyi tercih etmiyoruz; çünkü İsrail’in Gazze’de yeniden savaşa dönmesini görmek istemiyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

Belirsizlik ortamının hâkim olduğu süreçte, ABD de anlaşmayı desteklemek ve çöküşünü önlemek amacıyla baskılarını sürdürüyor.

Tel Aviv ve Washington arasında karşılıklı suçlamalar

Bu bağlamda Axios internet sitesi, iki Amerikalı yetkiliye dayandırdığı haberinde, Beyaz Saray’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya sert bir mesaj gönderdiğini aktardı. Mesajda, Hamas’ın üst düzey askeri lideri Raid Saad’ın bu hafta başında öldürülmesinin ateşkes anlaşmasının ihlali olduğu vurgulandı.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığı habere göre Beyaz Saray’dan gelen bu ‘öfke dolu’ mesaj, Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında, anlaşmanın ikinci aşaması ve İsrail’in bölgesel politikası (özellikle Lübnan ve Suriye’ye yaklaşımı) konusundaki gerilimin arttığı bir dönemde iletildi.

fergthy
Gazze'de tutulan rehinelerin teslim edildiği gün bölgeyi koruyan silahlı kişiler (Reuters)

Üst düzey bir Amerikalı yetkili, Beyaz Saray’ın Netanyahu’ya mesajını şöyle aktardı: “Eğer itibarını zedelemek ve anlaşmalara uymadığını göstermek istiyorsan, buyur. Ama biz, Trump’ın Gazze anlaşmasının sağlanmasında arabuluculuk yaptığı itibarını zedelemene izin vermeyeceğiz.”

Buna karşılık İsrailli kaynaklar, Tel Aviv yönetiminin Trump yönetimine, anlaşmayı Hamas’ın ihlal ettiğini, askerleri hedef alıp silah kaçakçılığını yeniden başlattığını ilettiğini bildirdi.

Axios’a konuşan bir İsrailli yetkili, “Raid Saad’ın öldürülmesi, bu ihlallere yanıt olarak gerçekleştirildi ve ateşkesin devamını güvence altına almayı amaçladı” ifadesini kullandı.

Gazze'ye uluslararası istikrar gücünün konuşlandırılması için hazırlıklar sürüyor

Hamas ile İsrail arasındaki karşılıklı suçlamalardan uzaklaşmak amacıyla, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) bugün Katar’da bir konferans düzenliyor. Toplantıya 40 ülkeden temsilciler katılıyor; bunların çoğu askerî yetkililerden oluşuyor. İsrail Yayın Kurumu’na göre konferansın amacı, Trump planının ikinci aşaması kapsamında Gazze’de konuşlandırılması planlanan uluslararası istikrar gücüne katılacak ülkelerin listesini netleştirmek.

fe
Gazze şehrinde enkaz yığınları ve yıkılmış binaların arasında yürüyen Filistinli kadınlar (Reuters)

Detaylara göre, konferansta Gazze’ye asker göndermeye hazır olduklarını açıklayan ülkelerle birlikte, bu adımı atmakta tereddüt eden ülkeler ve başta İtalya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri de yer alacak.

Toplantıda, gücün görev tanımları ve hangi bölgelerde faaliyet göstereceği de ele alınacak. Tartışılacak konular arasında, gücün Hamas kontrolündeki bölgelerde mi yoksa İsrail kontrolündeki alanlarda mı faaliyet göstereceği bulunuyor.

Büyük önem taşıyan bu konferansın oturumları, İsrail’in doğrudan katılımı olmadan gerçekleştiriliyor; yaklaşık iki ay sonra konuyla ilgili ikinci bir konferansın yapılması planlanıyor.

Trump planının uygulanmasına dair net bir perspektif bulunmaması, risklerle dolu bir süreçte spekülasyonları artırıyor. Bu durum, barış çabalarını zayıflatabilecek ve bölgeyi yeniden şiddet sarmalına sürükleyebilecek bir ortam yaratıyor.


Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
TT

Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Lübnan Ordu Komutanlığı, siyasi otoritenin kararı doğrultusunda ordunun Litani Nehri’nin güneyindeki bölgede uygulamaya koyduğu planın birinci aşamasını ve ülke genelindeki görevlerini yerinde göstermek amacıyla, çok sayıda büyükelçi, maslahatgüzar ve askerî ataşenin katılımıyla bir saha turu düzenledi.

Pazar günü yaşanan İsrail kaynaklı gerilimin ardından dün sınır hattında büyükelçilerin ziyareti sırasında sakinlik hâkim oldu. Büyükelçilere eşlik eden Ordu Komutanı Rudolf Heykel, ordunun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı.

dcfg
Büyükelçiler ve maslahatgüzarlar, Ordu Komutanı Rudolf Heykel'in silahların devletin elinde toplanmasına yönelik plana dair açıklamasını dinliyorlar. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Güney Litani Bölge Komutanlığı’ndaki toplantı, Lübnan milli marşının okunması ve ordu mensuplarından hayatını kaybedenler için yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından Ordu Komutanı Rudolf Heykel bir konuşma yaparak katılımcıları selamladı ve temsil ettikleri kardeş ve dost ülkelerin Lübnan’a gösterdiği ilgiden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Heykel, İsrail’in Lübnan topraklarındaki işgalinin ve süregelen saldırılarının devam ettiğine dikkat çekerek, askerî kurumun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı. Turun amacının ise sınırlı imkânlara rağmen ordunun 1701 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararı ve çatışmaların durdurulmasına ilişkin anlaşmayı uygulama konusundaki kararlılığını ve kendisine verilen görevleri yerine getirdiğini göstermek olduğunu ifade etti.

Heykel ayrıca, Lübnan toplumunun tüm kesimleri gibi bölge halkının da orduya güvendiğini belirtti.

Lübnan Ordu Komutanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre toplantı kapsamında, ordunun Lübnan’ın farklı bölgelerindeki görevlerine, Güney Litani’deki genel duruma, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) ile yürütülen iş birliğine ve ateşkesin denetlenmesine ilişkin mekanizma ile koordinasyon içinde ordunun planının birinci aşamasının uygulanmasına dair bir bilgilendirme sunumu yapıldı.

Açıklamada, katılımcıların ordunun görevini yerine getirirken sergilediği profesyonellik ve disipline övgüde bulunduğu, görev uğruna canlarını ortaya koyan askerlerin fedakârlıklarını takdir ettiği belirtildi. Toplantının ardından heyet, bazı subayların eşliğinde, ordunun planı kapsamında yer alan kimi merkez ve mevzileri kapsayan bir saha turu gerçekleştirdi.

Bu tur, ordunun kısa süre önce medya mensupları için düzenlediği benzer bir ziyaretin ardından gerçekleştirildi. Söz konusu medya turunun, hükümetin silahların tek elde toplanmasına ilişkin kararı doğrultusunda yürütülen tüm faaliyetleri kamuoyuna göstermek amacı taşıdığı, özellikle ordunun güvenlik kontrolünü devralma ve durumu yönetme kapasitesini sorgulayan eleştiriler ve şüpheci yaklaşımlar karşısında bu adımın atıldığı belirtildi.

Turun, Paris’in 18 Aralık’ta Lübnan ordusuna destek amacıyla bir hazırlık konferansına ev sahipliği yapmasından üç gün önce gelmesi dikkat çekti. Konferansa, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Lübnan Özel Temsilcisi Jean-Yves Le Drian, Macron’un siyasi danışmanı Anne-Claire Legendre, Lübnan Ordu Komutanı Rudolf Heykel ile ateşkes denetim mekanizmasına ABD adına katılan Morgan Ortagus’un katılması bekleniyor.