Filistin’de ön cepheden canlı yayın yapan mobil basın

Filistinli gazeteciler birçok zorluk ve tehlike ile karşı karşıya kalıyor. (Getty)
Filistinli gazeteciler birçok zorluk ve tehlike ile karşı karşıya kalıyor. (Getty)
TT

Filistin’de ön cepheden canlı yayın yapan mobil basın

Filistinli gazeteciler birçok zorluk ve tehlike ile karşı karşıya kalıyor. (Getty)
Filistinli gazeteciler birçok zorluk ve tehlike ile karşı karşıya kalıyor. (Getty)

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinin doğusunda yaşayan gazeteci Hasan Eslayeh, iş hayatında gece ve gündüz arasındaki farkı bilmiyor. İsrail'in saldırıları veya ulusal eğlence ve toplumsal faaliyetler gibi çeşitli etkinlik yerlerine gitmeye 24 saat boyunca hazır olan Hasan, cep telefonunu aracılığıyla gittiği bölgelerden ses kaydediyor, fotoğraf ve videolar çekerek bunları düzenliyor. Ayrıca telefonundan yazdığı haberleri çalıştığı medya kurumlarına göndererek daha sonra haberlerini aktif olduğu Telegram, Instagram ve Facebook gibi çeşitli sosyal medya platformlarında, kendisini acil haberlerin "ilk kaynağı" olarak gören on binlerce takipçisiyle paylaşıyor. 
Hasan Eslayeh Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda yaşadığı deneyimle ilgili şu ifadeleri kullandı:
“Cep telefonu çalışmamı çok daha kolay hale getirdi. Yaklaşık 6 yıl önce gazeteciliğim için tek bir araç olarak kullanmaya başladım. 2014’te Gazze'deki son savaşı, 2018'de başlayan geri dönüş yürüyüşlerini, şehitlerin cenazelerini, mahkumların faaliyetlerini, çeşitli toplumsal faaliyetleri ve Gazze Şeridi boyunca koronavirüs krizinin etkilerini telefonumla kaydediyorum.”
Eslayeh, geniş bir gazeteci ve vatandaş kitlesinin telefonuyla çalışmasının önemini kavradığını ve ona sahada çalışmak için iyi bir alan sağladığını belirterek cep telefonuyla onlar için hazırladığı hikayeleri ve klipleri gördükten sonra mutluluklarını dile getirdiklerini ifade etti.
30’lu yaşlarındaki gazeteci Hasan Eslayeh, çalışması boyunca bazıları sosyal medya platformlarında milyonlarca etkileşime ulaşan ve birçok uluslararası medya kuruluşu tarafından paylaşılan binlerce fotoğraf ve video yayınladı. Bu sayede birçok uluslararası haber ajansının önünde tecrübesinden bahsetme fırsatı bularak akıllı telefonun bir gazetecilik aracı olarak kullanılmasının gerekli olduğunu, "mobil gazetecinin" ağır ekipmana ihtiyaç duymadığını ve malzemelerinin gönderilmesi için uzun süre beklemek zorunda olmadığını ifade etti. Aynı zamanda bu araçlar olmadan daha rahat hareket edileceğine dikkat çeken Eslayeh, en büyük sıkıntısının her bölgede bir internet ağı olmamasından kaynaklandığını ifade etti. Ayrıca, Filistin hakkındaki içeriklerle mücadele eden elektronik uygulamalara sahip şirketler tarafından hesaplarının sürekli kapatıldığına dikkat çekti.
Gazeteci Eslayeh’in telefonla olan ilişkisi bölgedeki tek örnek değil. Filistin'de, büyük miktarda para ve çaba gerektiren çeşitli geleneksel basın araçlarına alternatif olarak cep telefonunu hikayeler ve filmler hazırlamak için sahada kullanan birçok gazeteci var. Filistin gerçekliği ve mobil basın arasındaki ilişkiyi ele alan bazı araştırma çalışmalarına göre gazetecilerin daha fazla telefon kullandığı zamanlar İsrail krizleri ve ihlalleri sırasında gerçekleşiyor.
Bu araştırmalar arasında, 2016 yılında Gazze İslam Üniversitesi'nden Said Rıdvan tarafından “Filistinli Gençlerin Kriz Zamanlarında Mobil Gazeteciliğe Bağımlılığı” başlıklı yüksek lisans tezi yer alıyor. Rıdvan’ın söz konusu çalışmasına göre kriz zamanlarında Filistinli gençlerin mobil gazeteciliği kullanma oranı yüzde 79,4. Gençler mobil gazetecilerden aldıkları haberlere basındakilere göre yaklaşık yüzde 72 daha fazla güveniyor. Çalışma, sosyal medya platformlarının gençlerin bilgiye erişmek için kullandıkları en önemli araç olduğunu ve ikinci sırada “mobil tarayıcılar” ve ardından haber uygulamaları, ses ve video platformlarının geldiğini kaydetti.
Gazze'nin içinden yazılı ve görsel insan hikayeleri hazırlamada uzmanlaşmış bir gazeteci olan Hani Ebu Rızk, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, güzel fotoğraf çekebilme yeteneğini farkettiğini ve geleceği için tartışmasız çok yararı olduğunu bildiği için cep telefonunu birkaç yıl önce iş başında kullanmaya başladığını söyledi. Birden fazla eğitim kursuna katılan Hani, telefonunu basında kullanmak için gerekli becerileri sağlama konusunda uzmanlaştığını, tüm meslektaşlarını telefonlarını sahada kullanmaya teşvik ettiğini ve onları bazı temel beceriler kazandıran rehberlere yönlendirdiğini belirtti.
Mobil ve geleneksel gazetecilik etrafındaki tartışmalara dikkat çeken Ebu Rızk açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“Günümüzde akıllı telefonlar, televizyon kanalları tarafından kullanılan yayın cihazlarının sağladıklarını aşabilecek yüksek kalitede video yayınlayabiliyor. Bir gazetecinin sahip olduğu telefonun kalitesi çalışmalarında onu kullanma tutkusunu gösteriyor. Daha fazla özellik ve kalite söz konusu olduğunda performans da güçlü, hızlı ve etkili olacaktır. Geleneksel kameraları destekleyen tüm araçlar artık daha küçük boyutta ve daha düşük bir fiyatla akıllı telefonlarda mevcut.”
Gazetecilerin yeteneklerini geliştirmekle ilgilenen birçok Filistinli kurum, son beş yılda mobil gazetecilik alanında özel kurslar düzenledi ve telefonlarını ve bazı destek araçlarını kullanarak birçok film ve hikaye üreten yüzlerce gazeteci, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde iki şubesi olan Filistinli Kadınlar Vakfı da dahil olmak üzere onlardan yararlandı. Filistinli Kadınlar Vakfı, Media Club programı ve Avrupa tarafından finanse edilen bazı projeler aracılığıyla kadın ve erkek gazetecilerin yeteneklerini geliştirmek için çalışıyor. Vakfın Gazze’deki Koordinatörü Mine Hadar yaptığı açıklamada, "Mobil gazeteciliğe odaklanmamız, yeni küresel medyaya ayak uydurma ve gelişmelere katılma çerçevesinde geliyor. Filistin basınında çalışanların sayısını artırmak ve işlerini kolaylaştırmak için çalışıyoruz” dedi.
Batı Şeria’nın kuzey ve güney bölgelerinde ‘Canlı Yayın Gazetecisi’ olarak adlandırılan Mu’tasım Sekaf el-Hayt, neredeyse her gün Facebook sayfasında takipçileri için canlı yayın yapıyor. Yayın süresince İsrail'in vatandaşlara yönelik saldırılarını ve tüm protestoları aktaran Hayt, cep telefonuyla olan deneyiminin, yaşam tarzını tamamen değiştirdiğini ve birçok yerel ve Arap medya ve televizyonu ile çalışmak için önünün açıldığını ifade etti. Hayt “herkesin ondan işini "mobil" yapmasını istediğini, çünkü tüm mesajları ve görüntüleri iletmek için yeterli olduğunu çok iyi bildiklerini” söyledi.
Yakın gelecekte akıllı telefonların geleneksel kamera ve stüdyo araçlarının yerini tamamen alabileceğini düşünen Hayt, “200 dolar ile bir gazeteci artık profesyonel ve entegre bir şekilde işini tamamlamasını sağlayan bir akıllı telefona sahip olabilir” dedi.
Serbest gazeteci Emel Berikeh ise, kısa süre önce sadece mobil cihaz kullanarak bir dizi film ve görsel hikaye üretmeye başladı. Bu sayede toplumsal konulara ve çeşitli zorlu öykülere değindi ve bunları çeşitli yollarla yayınladı. En sonuncusu Temmuz 2019'da Gazze'deki Kadın İşleri Merkezi tarafından düzenlenen "Kadınlar Mobil Film Festivali" olmak üzere mobil filmlere özel bir dizi festivale katıldı. 15 filmin gösterildiği Festival’de filmlerin tamamı birkaç gün boyunca yoğun eğitim gören kadın gazeteciler tarafından akıllı telefonlarla çekildi.
Arap Araştırma ve Çalışmalar Merkezi’nin web sitesinde yayınlanan bir makalede Dr. Şerif el-Laban, akıllı telefonların entegre bir medya aracına dönüştüğünü, özellikle "akıllı telefonların sürekli olarak yeni teknolojilerin ve uygulamaların geliştirilmesi sayesinde mobil gazeteciliğin bir büyüme aşamasında olduğunu kaydetti. Çağdaş ve modern çağdaki konumu sayesinde akıllı telefonların kademeli olarak medya çalışması alanına girdiğini belirten Laban “yıllar önce acil mesajlaşma hizmetleriyle başlayıp gelişen mobil haber endüstrisi için tam bir kurum haline geldiğini” ifade etti.



Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
TT

Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçişin yakın olduğunu öngörmesine rağmen, bunu Hamas'ın iktidarının sona ermesine bağladı.

Netanyahu, dün İsrail'de Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile düzenlediği basın toplantısında, "Kimse Trump'ın rehineleri serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmasını beklemiyordu ama başardık. Şimdi ikinci aşama, Hamas'ı ve Gazze'yi silahsızlandırmak" ifadelerini kullandı.

Merz'in İsrail ziyareti, Netanyahu'nun Gazze Savaşı'nın ardından yaşadığı göreceli Avrupa izolasyonuna son verdi. Merz, Tel Aviv'in yanında durmanın "Almanya politikasının ayrılmaz ve temel bir parçası olduğunu ve öyle kalacağını" belirtti, ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de işlendiği iddia edilen savaş suçları nedeniyle çıkardığı tutuklama emrine atıfta bulunarak, Netanyahu'ya Berlin'i ziyaret daveti göndermeyi reddetti.


Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
TT

Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)

Tony Bouloss

Lübnan, ekranlarımızda gördüğümüz bakanlar, başkanlar ve milletvekilleri tarafından yönetilmiyor. Lübnan, Taif Anlaşması'ndan bu yana ülkeyi kontrol eden, ekonomik, ailevi ve feodal çıkarlara sahip, köklü ve iç içe geçmiş bir siyasi sınıftan oluşan derin bir devlet tarafından yönetiliyor. Bu sınıf dün savaştı ve bugün de yönetim oyununu oynuyor, ne var ki gizlenme, manipülasyon, belirsizlik ve siyasi suikast, başarılı oldukları için değil, içeriden reform edilmesi imkânsız bir sistem kurdukları için iktidardan hiç ayrılmamış partiler gibi savaş taktiklerini devletin merkezinde tutmayı sürdürdü. Bahsi geçen sistem de krizlerden beslenen ve meşruiyetini kaostan alan bir sistem.

Karşımızda bir “akıllı görünme” cumhuriyeti var ve bu hesaplı belirsizlikler, sistematik yalanlar, çok yüzlü oyunlar ve yönetim politikası olarak zaman kazanma cumhuriyetidir.

Bu cumhuriyette, kimse çıkıp Lübnan halkına açıkça bir şey söylemiyor. Her dosya, her müzakere ve her anlaşma iki yüzle yönetiliyor; halka güven verici bir yüz ve muğlak bir diplomatik yüz. Üçüncü bir yüz ise, kirli anlaşmaların yapıldığı kapalı kapılar ardında ortaya çıkıyor.

Yetkililer halkın önünde egemenlikten bahsederken, diplomatlara farklı bir anlatı sunuyorlar. Uluslararası kurumlara asla tutmayacakları sözler veriyorlar ve kapalı kapılar ardında siyasi güçler karşılıklı yalanlar söyleyip, gizli anlaşmalar yapıyorlar. Siyasi yalancılık Lübnan'da bir anormallik değil; yönetim sisteminin özü. Bu sistem, istikrarının gerçeğe değil aldatmacaya; tek bir net karara değil, çelişkili yorumlara dayandığını onlarca yıl önce keşfetti.

Her şey ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğu için Lübnan'da gerçek bir çözüm yok, hiçbir krizden kesin bir çıkış yolu yok; çünkü gerçeğin itirafı, iktidar yapısı için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu sınıf, açık diyalogla değil, karşılıklı yalanlarla yönetiyor. Net kararlar değil, belirsizlikle yönetiyor. Bu nedenle her dosya hiçbir şeyle sonuçlanmıyor.

Yüzü olmayan bir devlet

Kağıt üzerinde, Lübnan devleti, güçler ayrılığı, denetim kurumları ve net anayasasıyla ideal bir devlet. Ancak bu kağıdın ardında, gerçek karar alma süreçlerinin dizginlerini elinde tutan bir gölge güç yatıyor. 40 yılı aşkın süredir her hükümette yer alan güçler, Lübnan'dan geçen her gücün elinde birer araç olarak hareket etmeyi başardı. Bunlar önce Filistin Kurtuluş Örgütü’nün müttefikiydiler, sonra Suriye vesayetinin başlıca ortağı oldular, bugün de Hizbullah tarafından kurulan İran nüfuz ağının bir parçası konumundalar.

Bu güçler, özlerini veya araçlarını değiştirmeden, söylemlerini ve dillerini siyasi ihtiyaçlarına göre değiştiriyorlar. Lübnan çıkmazının özü, yüzleşmenin ve faillerin isimlerinin açıklanmasının engellemesidir. Gerçeğe yaklaştığınız her an, komiteler, medyatik tiyatrolar ve çelişkili yorumlar ile sabote ediliyor.

Bu sınıf, yalnızca bir partiler topluluğu değil, çelişkiler ile kendisini gizleyen bir sistem. Gündüzleri reform bayrağını taşıyor, geceleri ise fiili güçlerle veya yabancı taraflarla anlaşmalar yapıyor. Halka bir şey söylerken, diplomatlara tam aksini söylüyor. Bu davranış kendiliğinden ortaya çıkan bir davranış değil, aksine etkili bir yönetim aracı.

İkiyüzlülük belirsizlik üretiyor ve belirsizlik de otoriteyi koruyor. Böylece “siyasi yalan”, yalnızca söylemde bir sapma değil, kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadığı ve hesap sormaya kapıyı kapattığı için denklem içinde dengeyi koruyan stratejik bir yapı haline geliyor.

Bu bağlamda, yönetici sınıf metinleri siyasi olarak yorumlamada ustalaştı. Onun için anayasa bir referans noktası değil, yorumlama malzemesidir. 1559'dan 1701 ve 1680'e kadar BM kararları, metinlerine göre değil, siyasi heveslere göre yorumlanır. Taif Anlaşması bile herkes tarafından istediği gibi yorumlandığından, “egemenlik” esnek bir terim, “silahsızlandırma” ertelenebilir bir hedef ve “geçiş aşaması” kalıcı bir aşama haline gelir. Böylece metinler hukuki ilkelere değil, siyasi araçlara dönüşür.

Lübnan'da çözüm tek bir yüzün olmasını gerektiriyor. Ancak yönetimin on yüzü var. Her yüzün bir anlatısı ve her anlatının bir dinleyicisi bulunuyor. Yetkililer, savaştan ziyade, gerçeklerin kendisinden korkarlar, çünkü gerçek belirleyicidir ve kararlılık belirsizliği ortadan kaldırır. Oysa Lübnan'da belirsizlik bir kusur değil, sistemi korumayı, hesap sormayı engellemeyi ve meseleleri çözümsüz bırakmayı amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir.

Gerçeksiz bir patlama

 Beyrut Limanı’ndaki patlama sadece bir felaket değildi; sistemin özü için bir sınavdı. Normal bir ülkede, bu büyüklükte bir patlamanın ardından mahkemeler toplanır ve hükümet istifa ederdi. Lübnan'da medya aktif, ancak gerçek gizli kalıyor.

Binlerce belge, yüzlerce celp, değiştirilen yargıçlar, engellenen soruşturmalar ve tek bir sonuç; hiçbir şey. Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sistem sarsılır. Bu nedenle dava gri bir alanda tutulmaya devam ediliyor; ne resmen kapatılıyor ne de resmen tamamlanıyor. İnsanlar yorulana ve gerçek kaybolana kadar askıda bırakılıyor.

Burada sistemin en belirgin özelliklerinden birini görüyoruz, o da cezadan kurtulma kültürü. Lübnan'da siyasi suikastlar medyatik bir hadiseye dönüşüyor ve ardından hukuken unutuluyor. Refik Hariri suikastından Lokman Selim, Joe Bejjani ve diğer suikastlara, herkes içten içe kimin bundan çıkar sağladığını bilse bile, katil her zaman meçhul.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre bankacılık krizi yalnızca finansal bir olay değil, tamamen politik bir olay. Ortadan kaybolan para boşa gitmedi; bizzat yönetimdeki ağların cebine girdi. Siyasi liderlere, seçim finansmanına, finansal mühendislik planlarına, kaçakçılık ağlarına, partizan çıkarlara ve yabancı kuruluşlarla yapılan anlaşmalara gitti. Bu nedenle, gerçek bir yargılamaya şahit olmamız imkânsız, çünkü bu bir tür kolektif siyasi intihar olurdu.

Böylece, bir kaos ekonomisi yerleşti. Rejim, gerçek bir finansal düzenlemeden vazgeçerek kaçakçılığın tamamen entegre bir ulusal ağ haline gelmesine, bankacılık sisteminin dışında bir nakit ekonomisinin gelişmesine, gerçek sahipleri bilinmeyen paravan şirketlerin türemesine, nakitin günlük hayatın fiili para birimi haline gelmesine izin verdi. Hiçbir kural, hiçbir yasa, hiçbir şeffaflık yok; sadece çöküşten nasıl kâr elde edeceğini bilenlerin çıkarlarına hizmet eden üretken bir kaos var.

Burada iki yüzlülük son derece etkili bir şekilde işliyor:

Yetkililer halkın önünde “mevduatların geri alınmasından” bahsediyorlar.

Diplomatların önünde “gerçekçi çözümlerden” bahsediyorlar.

Ancak kapalı kapılar ardında kayıplar paylaşılıyor ve asıl yararlananlar korunuyor.

İşte siyasi yalanın anlamı budur; biri halka özel, biri uluslararası topluma özel, üçüncüsü ise arka planda gizlice yürütülen anlaşmalara özel bir söylem.

Açıklaması olmayan bir anlaşma

İsrail ile yapılan ateşkes anlaşmasında bile aynı senaryo tekrarlanıyor; yetkililer bir şey duyuruyor, başka bir şey uyguluyor ve üçüncü bir şeyi gizliyor. Hizbullah taahhütlerinin sadece Litani Nehri'nin güneyini kapsadığını iddia ederken, devlet kontrolü dışında hiçbir silahın olmayacağını söylüyor. Ordu, mevzilerin yüzde 90'ının, sonra yüzde 80'inin, sonra da yüzde 85'inin dağıtıldığından bahsediyor; sanki rakamlar bir şans oyunuymuş gibi.

Kimse çıkıp açıklamıyor çünkü açıklama kararlı bir duruş gerektiriyor ve kararlı bir duruş da sorumluluk almak anlamına geliyor ve Lübnan'da sorumluluk büyük bir siyasi suç.

Burada sistemin bir başka yönü ortaya çıkıyor; otoritenin manipülatif dili. “Mekanizma”, “yol haritası”, “teknik açıklama”, “ortak komite” ve “istisnai durumlar” gibi terimler herhangi bir özden yoksun, içi boş terimler. Tek bir şeyi, yani karar almamayı maskeleyen güzel sözler. Hayır demek yerine, “bir mekanizmaya ihtiyacımız var” diyorlar. Evet demek yerine, “teknik bir açıklama bekliyoruz” diyorlar. Bu, boşluğu güzelleştirmek için kullanılan bir dil.

Lübnan'daki sistem çöküşe rağmen yönetmiyor; çöküş aracılığıyla yönetiyor. Her çöküş yeni sadakatler doğuruyor ve halkın gerçeği talep etme gücünü zayıflatıyor. Elektrik sektörünün çöküşü jeneratörler için aracılar, liranın çöküşü karaborsalar ve yargının çöküşü de güçlünün iktidarını doğuruyor. Lübnan'da çöküş bir hata veya başarısızlık değil, bir yönetim aracı.

Lübnan, belirsizliği yönetim doktrini, yalanı hayatta kalma aracı ve ikiyüzlülüğü resmi dil haline getirmiş bir siyasi sistem altında yaşıyor. Hiçbir kriz çözülmüyor, sadece yönetiliyor. Hiçbir gerçek konuşulmuyor, sadece gizleniyor. Hiçbir sorumluluk üstlenilmiyor, sadece erteleniyor.

Lübnan'ın normal bir devlet olmasını engelleyen şey çözümlerin yokluğu değil, belirsizliğe karşı netliği seçme iradesinin yokluğudur. Siyasi sınıf iki yüzlülük sanatında usta olduğu sürece, her konu yeni bir krize, her kriz de geleceği inşa etmek yerine zaman kazanma fırsatına dönüşecektir.

Yetkililer gerçekle tek bir yüzle yüzleşip halka açıkça “neler olduğunu”, “kimin yaptığını” ve “nasıl düzelteceğimizi” söyleyene kadar Lübnan yeniden ayağa kalkamayacak. O zamana kadar, Lübnanlılara karşı dürüst olmayı reddeden bu “akıllı görünme” cumhuriyeti, krizleri çözmek yerine yönetmeye, çatışmayı önlemek yerine ertelemeye ve devlet kurmak yerine kaosa yatırım yapmaya devam edecektir.


Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
TT

Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında Güney Kordofan ve Kuzey Kordofan eyaletlerindeki çatışmalar yeniden şiddetlendi. Çatışan taraflar, yardım konvoylarına ve bir anaokuluna saldırılar düzenlerken, Birleşmiş Milletler (BM) Sudan'ın yeni bir zulüm dalgasıyla karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu.

Basında yer alan haberlere göre HDK'ya ait bir insansız hava aracı (İHA) Güney Kordofan eyaletinin Kalogi beldesindeki bir anaokulunu vurdu ve 20'si çocuk olmak üzere 114 kişi öldü, onlarca kişi ise yaralandı.

HDK, orduya ait bir İHA’nın Kuzey Kordofan eyaletinde Dünya Gıda Programı'nın (WFP) insani yardım konvoyunu bombaladığını belirterek, konvoyun ‘gıda güvensizliğiyle boğuşan yerinden edilmiş ailelere acil gıda yardımı taşıyan’ 39 kamyondan oluştuğunu açıkladı.

Bunu insani yardım konvoylarını ‘sistematik olarak hedef alınmaya’ devam etmesinin, temel yardımların ulaştırılmasını engellemeye yönelik tehlikeli bir yaklaşım ve bölgede çalışan uluslararası kuruluşlara yönelik tekrarlanan saldırılar olarak değerlendiren HDK, bunun insani krizi daha da kötüleştirdiğini ve sivillerin çektiği acıları artırdığını belirtti.