Libya krizi ve meşruiyet çatışması çerçevesinde Mısır-Türkiye tırmanışı

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Libya’nın doğusunda kabile liderleriyle bir araya geldi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Libya’nın doğusunda kabile liderleriyle bir araya geldi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
TT

Libya krizi ve meşruiyet çatışması çerçevesinde Mısır-Türkiye tırmanışı

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Libya’nın doğusunda kabile liderleriyle bir araya geldi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Libya’nın doğusunda kabile liderleriyle bir araya geldi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Ziyad Akl
Geçen hafta Libya meselesine dair yaşananları, Mısır ve Türkiye arasında yapılan, askeri öneme sahip siyasi açıklamalarla özetlemek mümkün. Açıklamalarla birlikte diğer taraf karşısında bir tarafı destekleyici tavırlar görüldü. Mevcut sahnede, 2014 yılındaki bölünmenin başlangıcından bu yana var olan çatışmaya doğrudan müdahale eden altı ana taraf var ve nihayetinde Türk müdahalesinin ardından siyasi ve askeri gelişmeler yaşandı.
Libya’nın doğusuna bakarsak, Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi liderliğindeki Mısır’a, Akile Salih başkanlığında Libya halkı tarafından seçilen Temsilciler Meclisi’ne ve Mareşal Halife Hafter önderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’na (LUO) tanık oluyoruz. Libya’nın iç kesimleri ise, çözüm için siyasi çabalar ya da Mısır silahlı kuvvetlerinin askeri müdahale olasılığı başta olmak üzere Mısır’ın açık desteğine tanık oldu.
Öte yandan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğindeki Türkiye’nin açık siyasi ve askeri müdahalesi, ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) tarafından sağlanan Suheyrat anlaşmasının meşruiyetine bağlı kalan Fayiz es-Serrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve son olarak da Batı’da İslami akımın kararlarına egemen olan, Halid el-Mişri başkanlığında Trablus’taki Devlet Konseyi’nin müdahaleleri mevcut. Söz konusu 6 taraf, Temmuz 2020’nin ikinci haftasında meşruiyete karşı bir anlaşmazlık durumuna tanık oldu. Bu durumun ise iç, bölgesel ve uluslararası düzeylerde Libya çatışması bağlamında birçok anlamı bulunuyor.

Fayiz es-Serrac ve Mareşal Halife Hafter (AFP)
Mısır’ın tavrı

Libya’nın doğusundaki Libya kabile liderleriyle gerçekleştirilen görüşme sırasında Mısır Cumhurbaşkanının konuşmasında, geçen haftaki tartışmaların başlangıç noktalarına bakmak mümkün. Libya’nın batısında ve Trablus’un sahil kesimlerindeki Türk hareketliliğine karşı bir tepki olarak, tırmanışı artıran bir açıklama yapıldı. Örneğin “Mısır, bölgede son derece güçlü bir orduya sahip. Sirte ve Cufra hattı, Mısır ulusal güvenliğinin kırmızı çizgisidir” ifadelerini kullanan Mısır Cumhurbaşkanı, Mısır’ın askeri müdahale konusunda uluslararası meşruiyete sahip olduğunu, Mısır askeri müdahalesinin Libya halkının talebi üzerine ve Libya’dan çıkışında da Libya halkının emriyle olacağını belirtti. Bu ifadeler, Türkiye’ye ‘Mısır’ın bölgede askeri bir güç olarak var olduğuna dair’ güçlü bir mesaj veriyordu. Aynı şekilde Sirte ve Cufra çizgisinin aşılması halinde, Libya müdahalesinin kaçınılmaz olduğu belirtiliyordu.
Libya kabilelerinin temsilcilerinin Mısır Cumhurbaşkanının açıklamasına yönelik tepkisi ise, söylenenleri destekleyici şekildeydi. Çok sayıda kabile büyüğü, Mısır ordusuna müdahale izni veriyordu. Ancak bu sahnenin siyasi olarak analiz edilmesi gereken birtakım boyutları var. İlk olarak Mısır, kabile liderleri karşısında başarı ya da hezimet konusunda bahse giriyor mu? İkinci olarak kabileler ve Libya halkını temsil etme yetenekleri ne düzeyde güçlü? Üçüncü olarak Libya’daki siyasi ve askeri elitlerin tutumlarını etkiliyor mu? Ama özellikle bu sorulara cevap bulma faaliyetlerini engelleyen birçok politik faktör de mevcut.
Mısır’ın askeri müdahalesini destekleyen Libya kabileleri üzerindeki bahis, Mısır’ın Türk müdahalesine yanıt vermek için siyasi olarak kullandığı toplumsal araçlardan biri. Libya toplumunun öncelikle kabilelerden oluştuğu yadsınamaz. Ancak 2011 yılından bu yana kabilelerin ve liderlerinin doğu, batı veya güneydeki siyasi etkilerinde önemli bir azalma yaşandı.
Muammer Kaddafi rejiminin Libya’da kabileci nüfuza katkıda bulunduğunu belirtmek gerekiyor. Çad savaşından sonra silahlı kuvvetlere alternatif olarak Kaddafi Tugaylarını kurmanın ana hedefi olan, muhtemel bir askeri çatışmadan kaçınılıyor. Ancak Muammer Kaddafi’nin merkezciliği çöktüğünde, kabilelerin devletteki rolü ve siyasi kararları da azaldı. Mısır, bugün uluslararası toplumu ‘gerçekleşmesi halinde’ askeri müdahalesine ikna etmek için bir meşruiyet şemsiyesine ihtiyaç duyuyor. Müdahale gerçekleşirse de Mısır’ın talebiyle değil, Libya halkının isteği üzerine olacak. Ama Mısır, Libya vatandaşları arasında silahların yayılmasından ve milislerin yayılmacı faaliyetinden sonra şu anda Libya’nın iç sahasında aktif olmayan bir grubu seçti. Nitekim kabileler, artık eski ağırlıklarına sahip değil. Bu nedenle özellikle de doğudakiler olmak üzere Libya’daki kabile liderlerinin meşruiyeti üzerine bahse girmek, Mısır’a uluslararası toplumun karşısında bir meşruiyet örtüsü vermiyor. Fakat Mısır uzun zamandır kabile rolüne bahis oynarken, Kahire de farklı kabileler arasında birden fazla toplantıya ev sahipliği yaptı. Sorun devam ederken, özellikle 2014 yılında bölünmenin başlamasından bu yana Libya’daki toplumsal kabile rolü de azaldı. Dolayısıyla Mısır, çıkarlarına hizmet edemeyecek bir araca başvurmuş olabilir.

UMH destekçisi unsurlar (AFP)
Türkiye’ye dolaylı mesaj

Mısır’ın Libya konusundaki tavrını değiştirmediğine dikkat etmek önemli. Zira Libya, Mısır ulusal güvenliği ile doğrudan ilgili bir mesele olmaya devam ediyor. Sonuç olarak Mısır, bölgedeki askeri yeteneklerini açığa sermeye yöneldi. Bununla birlikte Mısır’ın Libya’daki askeri müdahalesine yönelik kabile temsilcilerinin ve Temsilciler Meclisi’nin taleplerine ve LUO Sözcüsü Ahmed el-Mismari’nin UMH’yi destekleyen Türk müdahalesine karşı Mısır askeri müdahalesi talebine rağmen, Akdeniz sahilindeki siyasi açıklamalar ve askeri eylem arasındaki bağlantı, Mısır’ın hala Türkiye’ye dolaylı mesaj gönderme aşamasında olduğuna işaret ediyor.

Türkiye’nin tavrı
Elbette Türkiye, Libya’daki doğu kabilelerle gerçekleştirdiği görüşme sırasında Mısır Cumhurbaşkanının yapmış olduğu açıklamalara yanıt verdi. Tepki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Libya’nın batısındaki bazı politikacılar aracılığıyla ortaya koyuldu. İlk olarak Mısır’ın meşruiyete bağlı olmadığı ve Hafter’in halefi olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından desteklendiği belirtildi. Öte yandan Türkiye hükümetinin UMH ile Türkiye’nin Libya’daki varlığına ilişkin yeni bir anlaşma imzalamaya çalışacağı aktarılırken, bu anlaşmanın da BM himayesinde olacağı ifade edildi. Bu durum ise Türkiye’nin pozisyonuna dair bir takım soru işaretlerini gündeme getiriyor.
Türkiye, hala Libya’ya askeri tedarikini sürdürüyor. Bu durum, bazı soru işaretlerine neden olurken, BM’nin, Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) silahlanma yasağına saygı göstermeyen bir ülkeyle imzalanan anlaşmayı kabul edip etmediği sorusu ortaya çıkıyor. Erdoğan tarafından açıklanan bu Türk girişiminin içeriğine dair herhangi bir işaret mevcut değil. Ama Libya’ya müdahalesi sonrasında Türkiye, Libya hususunda ilgili uluslararası ve bölgesel güçlerden (Fransa, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan) gelen birtakım zorluklarla karşı karşıya. Bu çerçevede NATO arenasında da bazı anlaşmazlıklar görülmeye başlandı.
Görünüşe göre Türkiye’nin hedefi, UMH’ye uluslararası açıdan meşruiyet kazandıran ve BM tarafından kabul edilmiş Suheyrat Anlaşması’nın meşruiyetini kullanarak, uluslararası topluma başvurmaktır. Ancak gerçekte, Aralık 2015’te Fas’ın Suheyrat kentinde imzalanan ve Libya Temsilciler Meclisi tarafından UMH’yi kabul etme gereğini açıkça ifade eden anlaşma açık şekilde uygulanmadı. Bu durum ise bizi doğu ile batı arasındaki Libya krizi bağlamında meşruiyet mücadelesi sorununa getiriyor.

Suheyrat Anlaşması imzalandıktan sonra (AFP)
Meşruiyet çatışması

Çatışma zamanları, ‘çatışma, 2015 yılında Suheyrat anlaşmasının imzalanmasından bu yana Libya’daki koşullar gibi siyasi ve askeri bölünmelere tanık oluyorsa’, kırılgan ve güvenilir olmayan bir meşruiyete de tanıklık ediyor demektir. Libya’da olası bir siyasi anlaşmayı engelleyen gerçek kriz, çatışma taraflarının her birinin sahip olduğu kırılgan meşruiyetten kaynaklanıyor. Libya’nın doğusu, BM ve uluslararası toplum tarafından Suheyrat anlaşması aracılığıyla bir yasama organı olarak tanınan Temsilciler Meclisi seçimlerinin meşruiyetine bağlı. Mareşal Halife Hafter, Suheyrat anlaşmasının öldüğünü ilan ettiğinde, Temsilciler Meclisi de seçimlerin meşruiyetini onayladı. Bu meşruiyet, aslen düzensiz askeri gruplardan oluşan ‘el-Kerame Operasyonunun’, Mısır, BAE ve Fransa’nın tanıdığı bir meşruiyet olarak Libya Ulusal Ordusu’na dönüşmesine katkı sağladı.
Libya’nın batısındaki durum da pek farklı değil. Zira orada da kırılgan bir meşruiyet mevcut ve bu meşruiyet, doğudaki durumdan daha da kırılgan bir pozisyonda. Bu pozisyon ise, Trablus’taki Yüksek Mahkeme’nin parlamento seçimlerinin geçersiz olduğunu ilan etmesi sonrasında Temsilciler Meclisi ve Ulusal Konferans gibi çeşitli yasama organlarını oluşturan parlamento seçimlerine dair 2014 yılında meydana gelen anlaşmazlıktan bağımsız bir konumda.
Suheyrat Anlaşması uyarınca bir yanda Fayiz es-Serrac başkanlığındaki UMH kurulurken, diğer yanda da Ulusal Kongre, Devlet Konseyi’ne dönüştürüldü. Suheyrat Anlaşması’ndan doğan bu meşruiyet, Türkiye’nin uluslararası açıdan tanınan UMH ile anlaşmalar yaparak, Libya’ya müdahalesine dönüştü.
İster doğuda isterse de batıda olsun bir tarafın daha meşru olduğuna yönelik güven, aynı zamanda son derece dikenli. Durum, sadece Libya bağlamında değil, aynı zamanda iç çatışmaların karşılaştırmalı tarihinde de var olan bir durum. Sonuç olarak bir tarafa karşı diğer tarafın meşruiyetinin tanınması hususunda Libya işleri ile ilgili ülkeler tarafından kullanılan diyalektik bir süreç var olmaya devam edecek. Bu durum, siyasi müzakere sürecini canlandırmadan ve Libya’daki siyasi ve askeri kurumların meşruiyeti için yeni temeller üzerine uzlaşı sağlanmadan çözüme ulaşılmanın mümkün olmadığı bir noktadır. Durum, askeri çözümün şu anda Libya için yeni bir şey sunmayacağı anlamına geliyor.

Askeri siyasi uzlaşı
Libya çatışmasının mevcut aşaması, çatışma tarafları arasındaki askeri-siyasi koordinasyonla şekillenen ve daha önce çatışma bağlamında var olmayan bir duruma tanıklık ediyor. Siyasi taraflar, ister doğudaki Temsilciler Meclisi ve Ulusal Kongre, isterse de batıdaki Devlet Konseyi olsun, siyasi taraflar ve onlara bağlı askeri kolları arasında koordinasyondan memnun değil. Siyasi heyetler, Palermo veya Berlin konferansı gibi siyasi bir çözüme ulaşmak için uluslararası konferanslara yöneldiler ve siyasi olarak müzakere ettiler. Aynı zamanda her iki tarafın askeri kolları ise askeri tırmanışı artırmayı sürdürdü. Bu yöntem, bir dizi bölgesel güç ve tabi ki Libya için bir tehdit oluşturan Türk müdahalesinden sonra bozuldu.
Siyasi ve askeri güçler, nihayetinde doğuda veya batıda olsun bir yol haritası üzerinde uzlaşı sağladı. Durum, bir yandan Libya’daki çatışma tarafları ve çatışma sırasında farklı tarafları destekleyen ülkeler arasında askeri tehditlerin artmasıyla ortaya çıkan bir gerçeklik oldu. Bu askeri siyasi uzlaşı, bir sonraki aşamada Mısır ve Türkiye arasında tırmanış yaşanması durumunda faydalar ortaya koyabilir. Ancak bu durum ise tüm tarafların bir diğerini dışlamadan ya da reddetmeden siyasi müzakere masasına oturmasını gerekli kılıyor.

Libya ordu güçlerinin unsurları (AFP)
Beklenen uluslararası seferberlik

Libya çatışmasında bir tarafın diğerinden üstün olduğuna dair herhangi bir işaretin yokluğu ortasında, uluslararası açıdan atılan adımlar ise henüz net değil. Mısır, hala Kahire Bildirgesi hükümleri hususunda kararlı bir tavır sergilerken, bildirgenin gelecek aşamada Libya çatışmasına dair bir kriter olması için çabalıyor. Öte yandan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin UMH ile BM himayesinde yeni bir siyasi anlaşma yapmaya hazırlandığını belirtti. Bu noktada ise cevaplanmamış bir soru var; BM, ‘BMGK’nın Libya’ya silah ambargosunu ihlal etmesi sonrasında’ Türkiye ile işbirliği yapacak mı? İlan edilen bu anlaşmanın maddeleri hala belirsiz. Açıklama, Türkiye’nin takip ettiği siyasi stratejiden ziyade Mısır’a tepki olarak, gözdağı vermeyi amaçlıyor. Türkiye ve UMH arasında yeni bir anlaşma imzalanırsa bu anlaşma, özellikle de güney Akdeniz veya Libya karasularının kıyılarında siyasi ve askeri avantajlarla Türkiye’nin Libya’ya girmesini destekleyen bir anlaşma olacak. Bu durum ise, ister kuzeyde isterse de güneyde olsun, Akdeniz havzası ülkeleri tarafından kabul edilmeyecek.

Askeri seçenek
Mısır ve Türkiye arasında Libya meselesi hususunda dolaylı siyasi açıklamalar aracılığıyla karşılıklı tehditler söz konusu. Ancak durum, askeri müdahale seçeneğinin her iki ülke için de ilk seçenek olduğu anlamına gelmiyor. İki ülke de Akdeniz bölgesindeki en güçlü ordulara sahip ve bu nedenle doğrudan bir çatışma masada mevcut değil. Ancak bir tarafın diğeri karşısında çıkarını korumak için askeri hareketlerle desteklenen bir politika gündemde. Bu yüzden de Libya sahnesi son derece karmaşık olmaya devam edecek ve yakın ya da uzak geleceğini tahmin etmek mümkün olmayacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Trablus, sınırların güvenliğini sağlama ve eğitim konusunda Türkiye’nin uzmanlığından yararlanmayı düşünüyor

UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)
UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)
TT

Trablus, sınırların güvenliğini sağlama ve eğitim konusunda Türkiye’nin uzmanlığından yararlanmayı düşünüyor

UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)
UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)

Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile iki ülke arasındaki güvenlik iş birliğini güçlendirmenin yollarını görüştü.

Libya İçişleri Bakanlığı tarafından dün yapılan açıklamada, başkent Trablus'ta düzenlenen ve çok sayıda güvenlik yetkilisinin katıldığı toplantıda ‘karşılıklı çıkar alanlarında ortak koordinasyonun yönlerinin’ ele alındığını belirtildi. Açıklamada ayrıca toplantı sırasında ‘hedefli eğitim ve yeterlilik programları ile Libya İçişleri Bakanlığı personelinin yeteneklerinin geliştirilmesinin’ yanı sıra ‘düzensiz göçle mücadele, sınırların güvenliği ve Türkiye'nin uzmanlığından yararlanma ile ilgili konulara’ değinildiği belirtildi.

fvg
Dün başkent Trablus'ta Libya ve Türkiye heyetleri arasında yapılan toplantı (İçişleri Bakanlığı)

İçişleri Bakanı Yerlikaya’nın Trablus ziyareti, General Halife Hafter'in oğlu ve Libya Ulusal Ordusu (LUO) Genel Komutan Yardımcısı Orgeneral Saddam Hafter’in geçtiğimiz hafta sonu Türkiye'nin başkenti Ankara'da siyasi ve askeri düzeyde gerçekleştirdiği toplantıların ardından geldi.

Libya İçişleri Bakanı Trablusi, bakanlığının ‘ülkenin son yıllarda karşılaştığı zorluklara ve bunların güvenlik durumuna etkisine rağmen büyük çaba sarf ettiğini’ söyledi.

Gidişatı iyileştirmek için çalışmaların sürdüğünü ve bir dizi olumlu sonucun elde edildiğini vurgulayan Trablusi, bakanlığın, Avrupa Birliği (AB) ve Afrika ülkeleriyle doğrudan iletişim kanalları aracılığıyla yasadışı göç konusuna ‘özel önem’ verdiğini kaydetti.

Trablusi, Libya İçişleri Bakanlığı’nın güvenlik planının, sınırların güvenliğini sağlamaktan başlayarak, ardından çöl ve şehirlerin, son olarak da kıyıların güvenliğini sağlamayı içeren aşamalı bir yaklaşım benimsediğini, ayrıca göçmenler için gönüllü geri dönüş programını uyguladığını ve insan kaçakçılığına karışan organize suç çetelerini takip ettiğini de sözlerine ekledi.

Libya İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Bakan Yerlikaya’nın Libya İçişleri Bakanlığı’nın çabalarını övdüğünü ve Türkiye’nin düzensiz göçle mücadeledeki deneyimini ve son yıllarda elde ettiği olumlu sonuçları paylaştığını aktardı. İçişleri Bakanlığı, bu toplantının, istikrarı artırmak ve güvenlik alanındaki kurumsal çalışmaların konsolidasyonunu desteklemek amacıyla dost ülkelerle etkili iş birliği olanakları oluşturma yönündeki devam eden çabaları çerçevesinde gerçekleştirildiğini belirtti.

Saddam Hafter, birkaç gün önce Ankara'da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Savunma Bakanı Yaşar Güler ile bir araya geldi.

LUO Genel Komutanlığı tarafından yapılan açıklamada, Ankara’daki görüşmelerde uluslararası sahnedeki son gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunulduğu belirtilirken, “Savunma Bakanı Güler ile iki ülke arasındaki askeri iş birliğini güçlendirerek bölgedeki güvenlik sorunlarının çözümüne katkıda bulunacak ve güvenlik ve istikrar çabalarını destekleyecek yollar tartışıldı” denildi.

Öte yandan UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe ile İngiltere'nin Libya’daki yeni Büyükelçisi Martin Reynolds arasında yapılan toplantıda düzensiz göç konusu başlıca gündem maddesi oldu.

İngiltere’nin Libya (Trablus) Büyükelçiliği tarafından sosyal medya platformu X üzerinden görüşmeye ilişkin yapılan kısa açıklamada, Büyükelçi Reynolds'un Libya'daki diplomatik görevinde ilk kez görüşmesini Dibeybe ile gerçekleştirdiği ve ‘yapıcı bir toplantı’ olduğu belirtildi. Açıklamada ayrıca toplantıda düzensiz göç, güvenlik ve ekonomik büyüme alanlarında ortak önceliklerin ele alındığı belirtildi.


HDK, Sudan'da tek taraflı olarak üç aylık insani ateşkes ilan etti

Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)
Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)
TT

HDK, Sudan'da tek taraflı olarak üç aylık insani ateşkes ilan etti

Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)
Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, Sudan Ordusu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan'ın uluslararası taraflarca sunulan ateşkes önerisini reddettiğini açıklamasının ardından, üç ay sürecek tek taraflı bir insani ateşkes ilan etti.

HDK Komutanı Muhammed Hamdan Dagalu, ses kaydı olarak yayınlanan konuşmasında şunları söyledi:

“Ulusal sorumluluğumuz ve başta ABD Başkanı Donald Trump'ın girişimi ve Uluslararası Dörtlü ülkelerinin (Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve ABD) çabaları olmak üzere uluslararası çabalar doğrultusunda üç aylık bir süre için saldırıların durdurulmasını ve uluslararası bir izleme mekanizmasının oluşturulmasını içeren insani bir ateşkes ilan ediyoruz.”

Dagalu konuşmasına şöyle devam etti:

“Radikal İslamcı terörist hareket Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ve Ulusal Kongre Partisi dışında herkesin katıldığı bir siyasi sürece bağlıyız. Zira bu gruplar halkımızın son otuz yılda çektiği tüm acılardan sorumlu.”

Sudan iç savaşının her iki tarafı da son iki yıl içinde, tüm ateşkes anlaşmalarını ihlal ederek müzakere çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Orgeneral Burhan daha önce geçiş dönemi veya Sudan'ın geleceği ile ilgili herhangi bir anlaşma yoluyla HDK'yı muhafaza edecek veya iktidar ortaklığına geri getirecek herhangi bir çözümü reddettiğini vurgulamıştı. Orgeneral Burhan, ABD'nin Afrika Kıdemli Danışmanı Massad Boulos'u HDK lehine önyargılı olduğu gerekçesiyle sert bir şekilde eleştirdi. Ayrıca, savaşı durdurmak için kendilerine sunulan ‘en kötü kart’ olarak gördüğü Uluslararası Dörtlü’nün girişimine olan güvensizliğini dile getiren Orgeneral Burhan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Uluslararası Dörtlü’ye katılımını eleştirerek HDK'yı desteklemekle suçlarken, Suudi Arabistan'ın rolünü ve ABD Başkanı Donald Trump'ın girişimini övdü.

Orgeneral Burhan'ın açıklamaları, 12 Eylül'de açıklanan ve ABD, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır'ın yer aldığı Uluslararası Dörtlü ülkelerinin girişimi etrafındaki tartışmaları yatıştırdı. En önemli özelliği üç aylık bir insani ateşkes olan girişim, Sudan'daki krizi çözmek için bir yol haritası içeriyor. Bunu, kalıcı bir ateşkes ve sivil bir hükümete giden kısa bir geçiş dönemi izliyor. Girişimde, askeri bir çözümün olmadığına ve savaş sonrası dönemde İslamcıların siyasi sahneden uzaklaştırılacağı vurgulanıyor.

Şiddet devam ediyor

HDK, 7 Kasım'da insani ateşkes önerisini kabul ettiğini açıkladı, ancak ertesi gün ordunun kontrolü altındaki Hartum ve Atbara'yı bombaladı. Bunu HDK üyelerinin ‘büyük kalabalıklar’ halinde Batı Kordofan'daki Babnusa şehrine ulaşarak oradaki ordu karargahını ele geçirmeye çalıştığı, ancak Güney Kordofan'daki Kadugli ve Dilling şehirlerini kuşatmaya devam ettiği yönünde bir açıklama izledi.

HDK kasım ayı ortalarında Sudan'ın kuzeyindeki Merowe Barajı'nı birkaç kez insansız hava araçları (İHA) ile hedef aldı ve şehirdeki ordu karargahını bombaladı.

Sudan ordusu 26 Ekim'de Sudan'ın batısını tamamen kontrol altına alan HDK’nın uzun süren kuşatmasının ardından Faşir’i kaybetti.

Çatışmalar Darfur bölgesinden, başkent Hartum’u batı Sudan'a bağlayan petrol zengini komşu eyalet Kordofan’a sıçradı.

Faşir'in HDK’nın kontrolüne geçmesinden bu yana, toplu katliamlar, etnik şiddet, kaçırma ve cinsel saldırıların yaşandığına dair haberler gelirken, insan hakları örgütleri HDK'nın kontrolündeki bölgelerde etnik katliamlar yaşandığını bildirdi.

Uluslararası Göç Örgütü'ne (IOM) göre geçtiğimiz ayın sonundan bu yana, Kuzey Kordofan'dan yaklaşık 40 bin yerinden edilmiş kişinin yanı sıra 100 binden fazla sivil Faşir'den komşu şehirlere kaçtı. ABD Başkanı Donald Trump geçtiğimiz hafta, Washington'da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile yaptığı görüşmede, Veliaht Prensin talebi üzerine Sudan'daki ‘zulmü’ sona erdirme niyetini açıkladı.

HDK ve BAE, Trump’ın açıklamasını memnuniyetle karşıladı ve Burhan, savaşı sona erdirmek için Washington ve Riyad ile iş birliği yapmaya hazır olduğunu teyit etti.

İki yıldan fazla süredir devam eden Sudan savaşında on binlerce kişi hayatını kaybetti ve yaklaşık 12 milyon kişi yerinden edildi, bu durum milyonlarca sivili tehdit eden ciddi bir açlık krizine yol açtı.


Irak'taki Sünniler siyasi olarak birleşiyor

Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)
Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)
TT

Irak'taki Sünniler siyasi olarak birleşiyor

Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)
Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)

Irak’ta 11 Kasım’da yapılan parlamento seçimlerinde 65'ten fazla sandalye kazanan başlıca Sünni güçler ve partiler, ‘siyasi ve sosyal istikrarı korumak, anayasal hakları güvence altına almak ve devlet kurumlarında temsiliyeti güçlendirmek için çabaları birleştirmek ve ortak bir vizyonla çalışmak’ amacıyla ‘Ulusal Siyasi Konsey’in kurulduğunu duyurdu.

Konseyde eski Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi, milletvekili Musenna es-Samarrai liderliğindeki Azim Partisi, Hamis el-Hancer liderliğindeki Egemenlik İttifakı, mevcut Savunma Bakanı Sabit el-Abbasi liderliğindeki Ulusal Hasim İttifakı ve mahkeme kararıyla parlamento seçimlerine katılmaktan men edilen eski milletvekili Ahmed el-Cuburi'nin liderliğindeki Ulusal Cemahir Partisi yer alıyor.

Bazıları bu adımı memnuniyetle karşılarken, Şarku’l Avsat’a konuşan bir kaynak, sorunun Sünni partilerin ve isimlerin Türkiye, Ürdün, bazı Körfez ülkeleri ve İran dahil olmak üzere çok sayıda bölgesel destekçisinin bulunması ve buna karşın Şii tarafındaki herkesin (Koordinasyon Çerçevesi) Tahran ile ittifak halinde olmasından kaynaklandığını söyledi.