Polonya'da her yıl 500'e yakın kadın aile içi şiddet sonucu yaşamını yitiriyor

Polonya'da her yıl 500'e yakın kadın aile içi şiddet sonucu yaşamını yitiriyor
TT

Polonya'da her yıl 500'e yakın kadın aile içi şiddet sonucu yaşamını yitiriyor

Polonya'da her yıl 500'e yakın kadın aile içi şiddet sonucu yaşamını yitiriyor

Kadına yönelik şiddetin önlenmesini içeren İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini duyuran Polonya’da her yıl 500’e yakın kadın aile içi şiddet nedeniyle yaşamını yitiriyor. Ülkede yılda 65 bin kadın şiddete uğrarken, komşu ülkeler Çekya’da kadınların yüzde 34’ü, Slovakya’da ise yüzde 36’sı fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kalıyor.
Polonya hükümetinin kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olarak bilinen İstanbul Sözleşmesi'nden çekileceğini açıklamasının ardından gözler bir kez daha bu ülkedeki kadınların durumuna çevirdi. Açıklamanın ardından çeşitli kentlerde protesto gösterisi düzenleyen kadın örgütlerinden biri olan Kadın Hakları Merkezi'nden (Centrum Praw Kobiet) Joanna Gzyra-Iskandar, ülkede her yıl 500'e yakın kadının aile içi şiddet sonucu hayatını kaybettiğini belirtirken, Polonya'daki mağdurları koruma sisteminin delik deşik ve etkisiz olduğunu dile getiriyor. “Şiddet karşıtı İstanbul Sözleşmesi bizlere mağdurlara gerçek manada yardım sağlayabilmek ve failleri adil şekilde cezalandırmak için Polonya yasalarının hangi yönde evrilmesi gerektiğini gösteriyor” diyen Gzyra-Iskandar ülkesinin kadınları şiddetten koruyan, onlara temel güvenlik ve onur duygusu temin eden İstanbul Sözleşmesi'nden çekilecek olmasına karşı olduklarını söyledi.

Polonya'da kadınların yüzde 20'si tecavüz kurbanı
Helsinki İnsan Hakları Vakfı'ndan Zuzanna Warso ise devletin temin etmesi gereken yardımı alamamaları neticesiyle maruz kaldıkları şiddetten kendilerini korumak isterken katil olan 200'e yakın kadının da bugün cezaevlerinde bulunduğu Polonya'da kadınların pek çok alanda ayrımcılığa uğradığını ifade etti. Warso “Polonya yasaları kadın ve erkeğin eşitliğini garanti altına alıyor ancak pratikte kadınlar toplumsal yaşamın pek çok alanında ayrımcılığa uğruyor. İnsan haklarının alanlarından biri olan aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet konusunda Polonyalı kadınlar devlet tarafından gerekli desteği görememekte” şeklinde konuştu.
Ülkede kadına yönelik şiddetin kitleselliğine ilişkin en somut veriyi ise Polonya Emniyet Müdürlüğü'nün rakamları oluşturuyor. Buna göre 2019 yılında 65 bin 195 kadın aile içinde şiddete uğradıkları gerekçesiyle kolluk güçlerine başvururken, Eşitlik ve Özgürlük Vakfı STER ise Polonyalı kadınların yüzde 20'sinin tecavüz kurbanı olduğuna dikkat çekiyor.

Çekya'da kadınların yüzde 34'ü şiddete maruz kalıyor
Kadına yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet Polonya'ya komşu Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde de yakıcı sorun olmaya devam ediyor. Yapılan araştırmalara göre Çekya'da kadınların yüzde 34'ünün cinsel, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kaldıkları saptanırken, Slovakyalı kadınlarda ise bu oran yüzde 36'ya çıkıyor. 2 milyon 800 bin nüfusa sahip bir diğer komşu ülke Litvanya'da yılda 30 bin kadın şiddete maruz kaldıkları gerekçesiyle kolluk kuvvetlerine başvururken, Belarus'ta ise araştırmalar kadınların yüzde 77'sinin hayatlarında en az bir kez şiddete uğradıklarını ortaya koyuyor. Öte yandan her 6 Belaruslu kadından birinin cinsel şiddete maruz kaldığı, her evli 3 kadından birinin eşleri tarafından sistematik olarak şiddete maruz bırakıldığı da elde edilen diğer sonuçlar arasında bulunuyor.
Romanya'da 2018 yılında 18 bin kadın aile içi şiddet mağduru
Bir diğer Doğu Avrupa ülkesi Romanya'daki Ulusal Sağlık Değerlendirme ve Tanıtım Merkezi'nin polis kaynaklarından derlediği verilere göre, ülkede 2018 yılında 18 bin kadın, 2017 yılında ise 20 bin 531 aile içi şiddete maruz kaldı. Söz konusu aile içi şiddet vak'alarında saldırganların yüzde 92'sini mevcut ya da eski eş olmak kaydıyla erkekler oluştururken, mağdurların yüzde 76'sı kadınlardan, yüzde 4'ü de çocuklardan oluşmakta.

Fransa'da 3 günde bir kadın cinayeti
Fransa'da ortalama her 3 günde bir kadın cinayeti yaşanıyor. Kadın cinayetlerinin arttığı Fransa'da 2019 yılında 149 kadının eşi veya sevgilisi tarafından öldürüldüğü, 2020 yılında bugüne kadar 54 kadının öldürüldüğü öğrenildi.
Fransa'da 2019 yılında 149 sayısına ulaşırken, 2020 yılında cinayet sayısının düştüğü bildirildi. Kadın hakları derneklerinin verilerine göre, 2018 yılında 120 kadın cinayeti işlenirken bu sayı 2019 yılında 149'a yükseldi. Fransa'da 2019 yılı kadın cinayetlerini kara yılı olurken 2020 yılının Temmuz ayına kadar ise 54 kadın hayatını kaybetti.
Geçtiğimiz yıl hükümetin halkın tepkisine cevaben kadın cinayetlerine karşı birçok toplantı düzenlemesi, kadınlar için özel şiddet hattı açması ve polislerin kadına şiddet konusunda bilinçlendirilmesi gibi uygulamaları yürürlüğe koyduğu 2019 yılından sonra kadına şiddet olayları azalmış görünüyor.

Şiddet olaylarında sokağa çıkma yasağına ihlal izni
Korona virüs salgını nedeniyle sokağa çıkma yasağının uygulamasının henüz kadın cinayetleri üzerinde etkisi bilinmezken hanelerde şiddet olaylarının arttığı fark edilmişti. Agresif ve şiddet gösteren eş ve sevgilileri ile aynı evde kalan kadınlara devlet çağrıda bulunmuş ve herhangi bir şiddet olduğunda sokağa çıkma yasağını delerek karakola gelmelerine izin verilmişti.
Ortalama her 3 günde 1 kadın cinayeti yaşanan Fransa'da mağdurların yaşlarının 15 ile 92 arasında olduğu ve mağdur kadınların hemen hemen her sosyal kesimden geldiği öğrenildi. Cinayetlerden sonra katil olan eşlerin yüzde 32,8'inin intihar ettiği açıklanırken, kurbanların yüzde 49,1'inin daha önce şiddet gördüğüne yönelik herhangi bir makama başvuruda bulunmadığı öğrenildi.
Öte yandan, Fransa 2019 yılında kadın cinayetleri konusunda İspanya ve İtalya'yı geçmiş ve bu konuda Avrupa'da ilk sıralarda yer alan Almanya'ya yaklaşmıştı.

Almanya'da korkunç gerçek: her gün kadın cinayeti teşebbüsü
Almanya'da istatistiki bilgilere göre her gün bir erkek eşini öldürmeye teşebbüs ediyor. Her 3 günde bir kadın eşi-eski eşi veya erkek arkadaşı tarafından öldürülüyor. Her 4 kadından biri ise hayatında en az bir kez ev içi şiddete uğruyor.
Kadına yönelik şiddetin artırdığı Almanya'da Aile Bakanlığının açıkladığı verilere göre, 2018 yılında şiddete uğrayan 114 bin 393 kadının 324'ü eşi-eski eşi veya erkek arkadaşı tarafından öldürülmeye teşebbüs edilirken, 122'si ise öldürüldü. 2019 yılında partneri tarafından öldürülen kadın sayısı 135. Aynı yıl 15 çocuk aile içi şiddet kurbanı olarak hayatını kaybetti. 63 kadın ise ağır yaralı olarak ölüm tehlikesini atlattı.

Polise yardım isteyenlerin sayısında artış
Münih Teknik Üniversitesinde Profesörlük yapan Janina Steinert'in Mayıs ayında 18 ile 65 yaşları arasında 3 bin 800 kadın ile yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, kadınların yüzde 3.6'sı partnerleri tarafından tecavüze uğramış. Başkent Berlin'de evde yaşanan şiddet nedeniyle polisten yardım isteyenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 54 arttı. 2019 yılında 215 kişi polisten yardım isterken 2020 yılının Nisan ayında bu sayı 332'ye yükseldi. Fakat şikayette bulunanların sayısı artış göstermedi.
Mecklenburg-Vorpommern Eyalet hükümetinin verilerine göre ise, ev içi şiddet vakası bu yılın Nisan ayında bir önceki yıla göre iki kat artmış bulunuyor.
Uzmanlar Almanya'da bulunan 350 kadın sığınma evinin yeterli olmadığını bunların çoğunun dolu olduğunu açıklıyor.

Belçika'da 2020'nin ilk altı ayında 12 kadın cinayeti
Avrupa'nın küçük ülkelerinden Belçika'da kadın cinayetleri yılın ilk yarısında geçen yılın yarısına ulaştı. Kadın cinayetlerine karşı farkındalığı arttırmak amacıyla faaliyet gösteren STK'lar tarafından oluşturulan verilere göre, 2020 yılının ilk yarısında şimdiye kadar 12 kadın cinayete kurban gitti. Bu cinayetlerin altısı Flaman kesiminde, 5'i Valon bölgesinde 1'i de Başkent Brüksel'de kaydedildi. Belçika'da 2019 yılında 24 kadın cinayeti yaşanmıştı.
2020'nin ilk 6 ayında yaşanan kadın cinayetlerinde her yaş grubundan kadının mağdur olduğu gözlendi. Mağdurlardan en gencinin 21 yaşında olduğu Belçika'da 60, 77 ve 83 yaşında üç yaşlı kadının da kadın cinayetlerine kurban gittiği açıklandı. Yılın ilk kadın cinayeti mağduru ülkenin Flaman kesimindeki Beersel şehrinde 28 Ocak'ta evinde çıkan yangında hayatını kaybeden 39 yaşındaki bir kadın oldu. Savcılığın yaptığı araştırma sonucunda yangının bir aile dramı olarak kayıtlara geçtiği bildirildi. Bunlardan en yaşlısı olan 83 yaşındaki bir kadın yine 83 yaşında olan kocası tarafından av tüfeğiyle vurularak öldürüldü.
Ülkenin Valon kesiminde de kadın cinayetlerinin yaşandığı ülkede 22 yaşında bir kadın tecavüz edilmek istenirken aldığı bıçak darbeleri nedeniyle hayatını kaybetti. Başkent Brüksel'de yaşanan cinayette ise sevgilisi tarafından bıçaklanan 37 yaşındaki bir kadın hayatını kaybetti. Olay sonrası kadının çocuklarının polis tarafından aile büyüklerine teslim edildiği bildirildi.

2020'de 32 çocuk annesini kaybetti
Belçika'da yaşanan kadın cinayetlerinde 2020 yılının ilk 6 ayında 32 çocuk annesini kaybetti. Bu çocuklardan 4'ü cinayet sırasında hayatını kaybederken, 3'ü de bizzat anne karnında yaşama veda etti.
Belçika'da kadın ve cinayet kelimelerinden türetilen özel bir kelime olan ‘'Feminicide” kavramıyla tanımlanan kadın cinayetleri konusu karanlık bir alan olarak eleştirilere konu olmaya devam ediyor. Zira Belçika'da kadın cinayetleri özel bir cinayet türü olarak istatistiklerde yer almıyor. Ancak 2016 yılında kabul edilen İstanbul Sözleşmesi'ne göre devletin bu alanda atması gereken adımları atmadığı eleştirileri yapan Sivil toplum kuruluşları ülkede gerekli yasal çerçevenin oluşturulmasını istiyor.



Kuantum interneti teknolojisinde büyük bir adım atıldı

Bilim insanları, kuantum verilerin iletimi için özel bir düzenek hazırladı (Imperial College London)
Bilim insanları, kuantum verilerin iletimi için özel bir düzenek hazırladı (Imperial College London)
TT

Kuantum interneti teknolojisinde büyük bir adım atıldı

Bilim insanları, kuantum verilerin iletimi için özel bir düzenek hazırladı (Imperial College London)
Bilim insanları, kuantum verilerin iletimi için özel bir düzenek hazırladı (Imperial College London)

Bilim insanları, kuantum interneti teknolojisinde büyük bir adım atarak ilk kez kuantum verisi depolamayı başardı. 

Birleşik Krallık'taki Imperial College London ve Southampton Üniversitesi'yle Almanya'daki Stuttgart ve Wurzburg Üniversitesi'nden araştırmacılar, ilk kez bir kuantum verisini farklı bir cihaza ileterek depoladı. 

İnternet ve telefon gibi klasik iletişim sistemlerinde veriler uzun mesafede kaybolabiliyor. Bunun önlenmesi içinse belirli aralıklarla yerleştirilen sinyal tekrarlayıcılar kullanılıyor. Bunlar sinyalleri okuyarak tekrar güçlendirip bir sonraki alıcıya gönderiyor.

Ancak kuantum bilgisayarlarında bilgi, tek bir atomun karşılık geldiği “kübit” (kuantum bit) üzerinden işliyor. Bu işlem, kuantum fiziğindeki "süperpozisyon" ilkesine dayanıyor. Söz konusu ilke bir atomun aynı anda iki veya daha fazla durumda var olabileceğini öngörüyor. 

Fakat bu özellik bir müdahale sorunu da yaratıyor. Atomaltı dünyada bir elektrona bağlı şekilde var olan bilgi, herhangi bir dış müdahalede bozulabiliyor. Dolayısıyla klasik telekomünikasyondaki sinyal tekrarlayıcıların kullanılması imkansız hale geliyor.

Bilimsel dergi Science Advances'da 12 Nisan'da yayımlanan çalışmada, kuantum internetinden iletilen veriler bir foton olarak tasarlandı. 

Araştırmacılar, kuantum verileri üreten cihazları birer arayüz haline getirmek için her iki makinenin de aynı dalga boyunu kullandığı bir sistem hazırladı.

Daha sonra oluşturulan bir kuantum noktası üzerinden dolaşık olmayan fotonlar üretildi. Bunlar da fotonları bir rubidyum atomu bulutu içinde depolayan bir kuantum bellek sistemine aktarıldı. Özel bir lazer sistemi, bu bellekte "aç-kapa" işlemi görerek fotonların depolanmasını ve isteğe göre karşı tarafa gönderilmesini sağladı. 

Araştırmada, bu iki cihazın dalga boyu günümüzde kullanılan telekomünikasyon ağlarıyla aynı dalga boyunda olacak şekilde geliştirildi. Dolayısıyla veriler, internet bağlantılarında kullanılan normal fiber optik kablolarla iletilebildi. 

Çalışmanın ortak başyazarlarından Sarah Thomas, araştırmaya dair şunları söyledi: 

İki önemli cihazı birbirine bağlamak kuantum ağını mümkün kılmak açısından çok önemli bir adım. Bunu gösterebilen ilk ekip olduğumuz için gerçekten heyecanlıyız.

Independent Türkçe, Science Daily, Phys.org


Hayvanlar sayı sayabiliyor mu?

Yiyecek bulmak için pek çok hayvan sayıları kullanıyor (Pexels)
Yiyecek bulmak için pek çok hayvan sayıları kullanıyor (Pexels)
TT

Hayvanlar sayı sayabiliyor mu?

Yiyecek bulmak için pek çok hayvan sayıları kullanıyor (Pexels)
Yiyecek bulmak için pek çok hayvan sayıları kullanıyor (Pexels)

Sıçanlarda sayı algısı olduğu doğrulandı. Bilim insanları yeni bulgunun insanlardaki sayısal becerinin sinirsel temelini araştırmada kritik önemde bir model sunduğunu söylüyor.

Pek çok hayvan türünün doğada hayatta kalabilmek için sayı sayması gerektiği önceki çalışmalarda ortaya konmuştu. Örneğin bazı kurbağaların yiyeceklerini seçerken 3 ve 4 parça içeren iki grup arasında ayrım gözetmezken 3 ve 6 parça içeren gruplar arasında hep fazla olanı seçtiği gözlemlenmişti. Bal arılarının da kovanlarından çiçek tarlasına giderken eve dönüş yollarını bulabilmek için yer işaretlerinin sayısını hatırladığı kaydedilmişti. 

Hong Kong Şehir Üniversitesi ve Hong Kong Çin Üniversitesi'nden nörologların yürüttüğü araştırmada, sıçanların sayı sayıp sayamadığına ilişkin soru işaretini gidermek adına sayısal öğrenme görevi, beyin manipülasyon teknikleri ve yapay zeka modellemesi kullanıldı.

Sayı algısı, sayısal nicelikleri karşılaştırma ve hesaplama becerisini ifade ederken büyüklük, nesnelerin kapladığı alan veya ses atımlarının süresi gibi süreklilik gösteren boyutlara karşılık geliyor. 

Science Advances adlı bilimsel dergide yayımlanan araştırmada bilim insanları sayısal testlerde bu süreklilik gösteren büyüklüklerin etkisini en aza indirdi. Ekip, hayvanların sadece sayılara odaklanmasını sağlayarak diğer dikkat dağıtıcı faktörleri en aza indiren uyaranlar üreten bir algoritma geliştirdi. 

Araştırmacılar daha önce sayılar hakkında herhangi bir bilgisi olmayan sıçanların, iki veya üç sayıya karşılık gelen seslerle eğitildiğinde sayı algısı geliştirebildiğini gözlemledi. Süreklilik gösteren büyüklüklerin etkisine rağmen sıçanlar, ödül yiyeceklerini seçerken her zaman seslerin sayısına odaklandı.

Nörologlar sıçanların beyninde sayılara ayrılmış bir alan olduğunu da tespit etti. Sıçanların beyinin posterior parietal korteks adlı bölümü kapatıldığında, hayvanların sayıları anlama becerileri etkilenirken büyüklük algılarının etkilenmediği gözlemlendi. Araştırmanın yazarlarından Yung Wing-ho "Bu da beynin sayılarla ilgilnenen özel bir bölgesi olduğunu gösteriyor" diyor.

Aslında bilim insanları ilk kez sıçanların basit bir nicelik karşılaştırmasının ötesine geçerek tek bir testte üç farklı sayıyı ayırt etme ve sınıflandırma yeteneğine sahip olduğunu gösterdi.

Araştırmacılar sinir ağı modellemesinden elde edilen bulguların yapay zeka alanında kullanılabileceğini düşünüyor. Ayrıca bilim insanları sayıların nasıl işlendiğini daha iyi anlamanın, bu alanda sıkıntı yaşayan insanlara yardım edecek yolların bulunmasını da sağlayabileceğini belirtiyor.

Independent Türkçe, MedicalXpress, Science Daily, National Geographic, Science Advances


Ciddi gebelik komplikasyonları yıllar sonra bile erken ölüm riskini artırıyor

Araştırmacılar kadınların yaklaşık yüzde 30'unun üreme çağında olumsuz gebelik sonuçlarından birini yaşadığını kaydetti (Pexels)
Araştırmacılar kadınların yaklaşık yüzde 30'unun üreme çağında olumsuz gebelik sonuçlarından birini yaşadığını kaydetti (Pexels)
TT

Ciddi gebelik komplikasyonları yıllar sonra bile erken ölüm riskini artırıyor

Araştırmacılar kadınların yaklaşık yüzde 30'unun üreme çağında olumsuz gebelik sonuçlarından birini yaşadığını kaydetti (Pexels)
Araştırmacılar kadınların yaklaşık yüzde 30'unun üreme çağında olumsuz gebelik sonuçlarından birini yaşadığını kaydetti (Pexels)

İki milyondan fazla kişinin verisinin incelendiği yeni bir araştırmada ciddi gebelik komplikasyonlarının, onlarca yıl sonra bile annenin erken ölüm riskinin artmasıyla bağlantılı olduğu bulundu.

Hamilelik sırasında ortaya çıkan yüksek tansiyon rahatsızlığı olan gebelik zehirlenmesi (preeklampsi) gibi hamilelik komplikasyonları yaşayan kadınların çocuklarının, doğum sırasında veya sonrasında ölme ihtimalinin arttığı daha önceki çalışmalarda ortaya konmuştu. Fakat bu sıkıntıların annelerin hayatında uzun vadede nasıl bir etki yarattığı bilinmiyordu. 

ABD'deki Teksas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Merkezi ve İsveç'teki Lund Üniversitesi'nin işibirliğiyle yapılan yeni araştırmada 1973'le 2015 arasında İsveç'te doğum yapan 2,2 milyon kadının sağlık verileri incelendi. Veritabanına kadınların doğumdan sonraki yıllara ait sağlık verileri de dahil edildi.

Araştırmacılar ciddi gebelik komplikasyonları yaşayan kadınların erken ölüm riskinin 1,5 kata kadar arttığını ve bu riskin 46 yıl sonra bile devam edebildiğini buldu. Komplikasyonların 5 ana gruba ayrılarak değerlendirildiği çalışmada bunların birden fazlasını yaşayan annelerde bu riskin daha da arttığı kaydedildi.

JAMA Internal Medicine adlı bilimsel dergide yayımlanan araştırmada gebelik diyabetinin yüzde 52, erken doğumun yüzde 41, düşük doğum ağırlıklı bebek dünyaya getirmenin yüzde 30, gebelik zehirlenmesinin yüzde 13 ve gebelik zehirlenmesi dışındaki yüksek tansiyon bozukluklarının yüzde 27 oranında ölüm riskinin artmasıyla ilişkili olduğu görüldü.

Çalışmanın yazarlarından Dr. Casey Crump bu bulgular hakkında CNN'e yaptığı açıklamada "Ölüm oranının artmasının kalp hastalığı, diyabet, solunum bozuklukları ve kanser gibi çeşitli ölüm nedenlerine bağlanabildiğini tespit ettik" dedi. 

Araştırmacılar, doktorların gebelik komplikasyonlarını dikkate alması gerektiğini belirtiyor. Dr. Crump "Hamilelik, yüksek risk altındaki kadınları saptamak ve diğer sağlık sorunları ortaya çıkmadan önce, yaşamın erken dönemlerinde müdahalelere başlamak için kilit önemde bir fırsat sunuyor" diyor:

Olumsuz gebelik sonuçları yaşayan kadınlardaki bu risklerin azaltılmasını ve sağlıklarının uzun vadede korunmasını sağlamak adına doğumdan hemen sonra başlayarak birinci basamak doktorları tarafından yakın takibe alınmaları ve düzenli şekilde önleyici tedavi görmeleri gerekiyor.

Araştırmacılar ciddi gebelik komplikasyonları geçiren kadınların ölüm riskinin neden arttığını belirlemek için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini de kaydetti.

Independent Türkçe, MedicalXpress, CNN, JAMA Internal Medicine


Fransa büyüklüğündeki buz kütlesinin her gün sıçradığı ortaya çıktı

Ross Buz Sahanlığı'nın kalınlığı, 100 metreden 700 metreye kadar değişiyor (Michael Van Woert/ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi)
Ross Buz Sahanlığı'nın kalınlığı, 100 metreden 700 metreye kadar değişiyor (Michael Van Woert/ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi)
TT

Fransa büyüklüğündeki buz kütlesinin her gün sıçradığı ortaya çıktı

Ross Buz Sahanlığı'nın kalınlığı, 100 metreden 700 metreye kadar değişiyor (Michael Van Woert/ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi)
Ross Buz Sahanlığı'nın kalınlığı, 100 metreden 700 metreye kadar değişiyor (Michael Van Woert/ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi)

Antarktika'daki en büyük buz sahanlığının günde bir veya iki kez sıçradığı ortaya çıktı. Neredeyse Fransa büyüklüğündeki bu buz kütlesinin hareketleri, iklim kriziyle mücadele açısından önem arz ediyor.

Okyanusta yüzen kalın buz kütleleri olan buz sahanlıkları, karadaki buzulların önünde doğal bariyer görevi görerek erime hızını yavaşlatıyor ve buz birikimini artırıyor. Bu oluşumlar Güneş ışınlarını yansıtıp atmosfere geri göndererek de iklimin düzenlenmesinde önemli bir rol oynuyor.

Araştırmacılar yaklaşık 487 bin kilometre kare büyüklüğündeki Ross Buz Sahanlığı'nın şaşırtıcı hareketlerinin arkasında Whillans Buz Akıntısı'nın olduğunu düşünüyor. Buz akıntıları, çevrelerindeki diğer şeylerden daha hızlı hareket eden buz kitlelerini ifade ediyor. 

Geophysical Research Letters adlı bilimsel dergide yayımlanan araştırmanın yazarlarından Doug Wiens, "Buz sahanlığına akan bir buz akıntısındaki kaymanın tetiklemesiyle, tüm sahanlığın günde bir veya iki kez aniden yaklaşık 6 ila 8 santimetre hareket ettiğini bulduk" diyor. 

Bu ani hareketler buz sahanlığında buz depremleri ve çatlakların tetiklenmesinde rol oynama potansiyeline sahip.

Araştırmacılar bu durumun buz akıntısının dengesiz hareketlerinden kaynaklandığını söylüyor. Buz akıntısının büyük bir kısmı sabit kalırken, bir kısmı aniden koparak birkaç dakika içinde 40 santimetreye kadar ilerliyor. Günde bir veya iki kez meydana gelen bu hareketler Ross Buz Sahanlığı'nın sarsılarak hareket etmesine neden oluyor.

Bu sarsıntılar, depremlerden önce fay hatlarında meydana gelen hareketlere benziyor: Buzun akıntı boyunca farklı hızlarda hareket etmesiyle oluşan basınç daha sonra serbest kalıyor.

ABD'nin Missouri eyaletindeki Washington Üniversitesi'nde jeofizikçi olan Wiens "Hareket hissedilerek tespit edilemiyor. Birkaç dakikalık bir zaman diliminde gerçekleştiği için aletler olmadan algılanamıyor" diyor.

Bu yüzden hareket şimdiye kadar tespit edilemedi.

Bilim insanları buz akıntılarının hızının neden değiştiğini yıllardır anlamaya çalışıyor. Bunun muhtemelen insan kaynaklı küresel ısınmanın doğrudan etkisi olmadığını düşünen araştırmacılar, buz kitlesinin altındaki suyun azalmasıyla hareketin zorlaşıp ani sıçramalara yol açabileceğini tahmin ediyor.

Ross gibi buz sahanlıkları, karadan denize doğru buz akışını engelleyerek deniz seviyesindeki yükselmeyi kontrol altında tutuyor. Bu nedenle buz sahanlıklarının çökmesi, deniz seviyesinin yükselmesine yol açabilir.

Buz depremleri ve çatlakların buz sahanlığının normal yaşamının parçası haline geldiğini söyleyen Wiens şöyle ekliyor:

Daha küçük ve daha ince buz sahanlıkları parçalandığı için Ross Buz Sahanlığı'nın bir gün parçalanacağından endişeleniliyor.

Independent Türkçe, Science Alert, Earth, Geophysical Research Letters


DSÖ: Kuş gribinin insanlara bulaşması muazzam bir endişe kaynağı

H5N1'in yüksek derecede bulaşıcı varyantının milyonlarca kuşun ölümüne yol açtığı düşünülüyor (Reuters)
H5N1'in yüksek derecede bulaşıcı varyantının milyonlarca kuşun ölümüne yol açtığı düşünülüyor (Reuters)
TT

DSÖ: Kuş gribinin insanlara bulaşması muazzam bir endişe kaynağı

H5N1'in yüksek derecede bulaşıcı varyantının milyonlarca kuşun ölümüne yol açtığı düşünülüyor (Reuters)
H5N1'in yüksek derecede bulaşıcı varyantının milyonlarca kuşun ölümüne yol açtığı düşünülüyor (Reuters)

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kuş gribinin farklı türlere ve insanlara bulaşacağına dair endişenin "muazzam" seviyede olduğunu açıkladı.

2020'de başlayan salgın onbinlerce kümes hayvanının ölümüne yol açarken virüs, yabani kuşlara ve memelilere de bulaşmıştı. Bu ayın başlarındaysa ABD'nin Teksas eyaletinde ineklerle yakın teması olan bir insana A(H5N1) varyantının bulaşmasıyla endişeler artmıştı.

Birleşmiş Milletler'in sağlık ajansının baş bilim insanı Jeremy Farrar, Cenevre'deki muhabirlere dün yaptığı açıklamada "Bu muazzam bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor" dedi.

Elbette en büyük endişe ördeklere, tavuklara ve giderek daha fazla memeliye bulaşan bu virüsün evrim geçirerek insanlara bulaşma ve daha sonra da insandan insana geçme becerisi geliştirmesi.

Virüsün insandan insana bulaştığına dair bir kanıt henüz yok. Öte yandan Farrar, insanların hayvanlarla temas yoluyla virüsü kaptığı yüzlerce vakada "ölüm oranının olağanüstü derecede yüksek" olduğunu söyledi.

9 Nisan'da DSÖ, 2003'ten 1 Nisan 2024'e kadar 23 ülkedeki 889 insan vakasında 463 ölüm kaydedildiğini ve ölüm oranının yüzde 52 olduğunu açıklamıştı.

Farrar ayrıca A(H5N1) varyantının "küresel bir zoonotik hayvan pandemisi" haline geldiğini de ifade etti. Geçen ay virüsün inek ve keçilere sıçraması, bu hayvanların virüsten etkilenmediğini düşünen bilim insanlarını şoke etmişti. 

Teksas'taki vakaysa virüsün bir memeliden insana bulaştığı bilinen ilk örnek. Kuş gribinin memelilere bulaşmasının insanlara yönelik riski artırdığını belirten Farrar virüsün yeni konaklar aradığını söyledi.

Takip çalışmalarının artırılması çağrısı yapan bilim insanı, "Ne kadar insanın enfekte olduğunu anlamak çok önemli... Çünkü [virüsün] adaptasyonu orada gerçekleşecek" diye uyardı.

"Bunu söylemek trajik geliyor ama eğer H5N1 bana bulaşırsa ve ölürsem, bu işin sonu olur" diyen Farrar şöyle ekledi:

Eğer toplum içinde dolaşarak virüsü başka birine bulaştırırsam, o zaman döngü başlar.

H5N1 için aşı ve tedavilerin geliştirilmesine yönelik çabaların sürdüğünü belirten Farrar, dünyanın dört bir yanındaki sağlık yetkililerinin virüsü teşhis etme kapasitesine sahip olması gerektiğini vurguladı.

Farrar, virüsün insandan insana bulaşması halinde dünyanın "derhal müdahale edebilecek bir konumda" olması gerktiğinin altını çizdi.

Independent Türkçe, Science Alert, Guardian


Göz kırpmanın daha önce bilinmeyen bir işlevi saptandı

İnsanlar, uyanık geçirdiği vaktin ortalama yüzde 3 ila 8'ininde göz kırpıyor (Unsplash)
İnsanlar, uyanık geçirdiği vaktin ortalama yüzde 3 ila 8'ininde göz kırpıyor (Unsplash)
TT

Göz kırpmanın daha önce bilinmeyen bir işlevi saptandı

İnsanlar, uyanık geçirdiği vaktin ortalama yüzde 3 ila 8'ininde göz kırpıyor (Unsplash)
İnsanlar, uyanık geçirdiği vaktin ortalama yüzde 3 ila 8'ininde göz kırpıyor (Unsplash)

Göz kırpmanın nemlendirme işlevinin ötesinde beynin görsel bilgiyi işlemesinde kilit bir rol oynadığı ortaya çıktı. 

Bu sıradan hareketin gözün yüzeyini nemli tutma ve toz gibi maddeleri uzaklaştırma amacıyla yapıldığı önceki araştırmalarda ortaya konmuştu. Bazı çalışmalardaysa göz kırpmanın, beynin dikkatini kaybetmemesini sağladığı belirtilirken, başka araştırmacılar göz kapandığı sırada beynin görsel bilgiyi daha yavaş işlemeye başladığını öne sürmüştü.

ABD'deki Rochester Üniversitesi Bilişsel ve Beyin Bilimleri Departmanı'ndan araştırmacılar göz kırpmanın, görüş keskinliğini korumada oynadığı rolü saptadı. 12 genç yetişkinin yer aldığı bir testte farklı kontrastlardaki görsellere bakan katılımcıların gözlerindeki değişimler takip edildi.

İnsanların farklı uyaran türlerini ne kadar hassasiyetle algıladığını ölçen araştırmacılar göz kırpmanın, büyük ve yavaş yavaş değişen desenlerin daha iyi fark edilmesini sağladığını buldu. 

Ekip, isteyerek ve istemeden yapılan her göz kırpmanın retinaya çarpan ışığın yoğunluğunu düzenleyerek görsel sinyalin gücünü artırdığını kaydetti. Bu da gözlerin açık ve belirli bir noktaya odaklanmış haline kıyasla beynimiz için farklı türde bir görsel sinyal oluşturuyor.

Proceedings of the National Academy of Sciences adlı akademik dergide yayımlanan araştırmada göz kırpmanın sinyal gücünü artırıp keskinliğin korunmasını ve beynin sürekli gelen görsel bilgi akışını işlemesini sağlayarak görüşteki anlık kayıpları telafi ettiği belirtiliyor.

Araştırmanın başyazarı Bin Yang şöyle diyor:

Yaygın varsayımın aksine göz kırpmak, görsel işlemeyi kesintiye uğratmak yerine iyileştiriyor ve uyarıcıya maruz kalmanın yol açtığı kaybı fazlasıyla telafi ediyor

Independent Türkçe, MedicalXpress, Futurity, Proceedings of the National Academy of Sciences


New York'ta sıçan idrarı krizi: Vaka sayısı rekor seviyede

Temmuz 2000'de New York'taki bir çöp konteynerinin yanındaki çöp torbasının etrafına üşüşen sıçanlar (AP)
Temmuz 2000'de New York'taki bir çöp konteynerinin yanındaki çöp torbasının etrafına üşüşen sıçanlar (AP)
TT

New York'ta sıçan idrarı krizi: Vaka sayısı rekor seviyede

Temmuz 2000'de New York'taki bir çöp konteynerinin yanındaki çöp torbasının etrafına üşüşen sıçanlar (AP)
Temmuz 2000'de New York'taki bir çöp konteynerinin yanındaki çöp torbasının etrafına üşüşen sıçanlar (AP)

New York Belediye Başkanı Eric Adams'a göre şehirde grip benzeri hastalıkların artmasına sıçan idrarı neden oluyor.

Leptospiroz, enfekte hayvanların idrarına veya idrarla kirletilmiş su, toprak ve yiyeceklere temas yoluyla bulaşabilen potansiyel olarak ölümcül bir bakteriyel enfeksiyon.

Bu hastalığa yakalanabilen hayvanlar arasında köpek, sığır, domuz ve atlar bulunuyor. Hastalığın insanlara bulaşması halinde ateş, baş ağrısı, titreme, kas ağrıları, kusma, ishal, öksürük, konjonktival sufüzyon, sarılık ve döküntü gibi semptomlar görülebiliyor. 

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri'ne göre, hastalık tedavi edilmezse böbrek hasarı, menenjit, karaciğer yetmezliği, solunum sıkıntısı ve hatta ölüme bile neden olabiliyor. Yıllar boyunca New York şehrinde her daim var olan sıçan popülasyonu nedeniyle sürekli olarak bu hastalıktan kaynaklı vakalar görülmüştü.

Ancak New York Sağlık Müdürlüğü'ne göre, son zamanlarda teşhis edilen vaka sayısı artış gösterdi; sadece 2023'te 24 vaka bildirildi ki bu yıllık bazda en yüksek sayı. Bu yıl şimdiye kadar 6 leptospiroz vakası bildirildi. 

Karşılaştırma yapmak gerekirse, şehirde 2001'den 2020'ye kadar yılda üç vaka görülüyordu. Yetkililer, artışın nedenlerinden birinin kent sakinlerinin plastik çöp torbalarını sokağa bırakması olduğunu belirtiyor.

Perşembe günü Albany'de düzenlenen basın toplantısında konuyla ilgili bir soru üzerine Adams, "Bu gerçek bir sorun" dedi.

Sokaklarımızda çok fazla plastik torba var.

Adams, Kathleen Corradi'yi kentin ilk "Sıçan Şefi" olarak atadı ve bu kararla ekibinin kemirgenlere karşı mücadelede bir adım öne geçtiğini söyledi. Torba yerine çöp konteynırlarının kullanılması gibi devam eden çalışmaların "sıçanları şehirden kovduğunu" belirtti. 
 

Adams, "Halk bağlantıyı kurmalı. Plastik torbalar kemirgenler demek. Plastik torbaları sokaklarımızdan kaldırırsak, sıçanları azaltmaya yönelik sorunda büyük bir adım atmış oluruz" dedi.

Aynı basın toplantısında konuşan Belediye Başkan Yardımcısı Meera Joshi de New Yorkluların her gün 19 milyon kilo çöp attığını söyledi. Apartman görevlileri gibi çöp toplama işinde çalışan herkesin hastalığa yakalanmaktan  için eldiven giymeleri gerektiğini belirtti.

Adams'ın ofisi, semtte görülen sıçan sayısını azaltmaya yönelik bir girişim olan Harlem Sıçan Azaltma Bölgesi'ni başlatmak için 3,5 milyon dolar yatırım yaptı. Yetkililer, çalışmaların başlamasından bu yana acil olmayan sıçan çağrılarında yüzde 20'lik bir azalma olduğunu belirtti.

Independent Türkçe


Tesadüfen keşfedildi: Bir hafta boyunca sualtında yaşayabiliyorlar

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Tesadüfen keşfedildi: Bir hafta boyunca sualtında yaşayabiliyorlar

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Bilim insanları, arıların sualtında bir hafta boyunca hayatta kalabildiğini şoke edici bir keşifle ortaya koydu. Bunu öğrenmelerinin tek sebebi de araştırmacıların arılardan birini yanlışlıkla günlerce sualtında tutmasıydı.

Kanada'daki Guelph Üniversitesi'nden araştırmacıların "şaşırtıcı" diye nitelediği bu keşifte bombus impatiens cinsi bir kraliçe arı, tutulduğu kaba yanlışlıkla su girdikten sonra 7 gün hayatta kaldı.

Ekip daha sonra 143 böcek üzerinde çalışma yürüttü ve sualtında tutulanların hayatta kalma oranları suda olmayanlarınkine benzerlik gösterdi.

Çalışmanın yazarı Nigel Raine, CNN'e "Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Bunlar karasal organizmalar, aslında sualtında yaşamak için tasarlanmamışlar. Yaşam öykülerindeki bu kritik evre hakkında çok fazla bilgimiz yok" diye konuştu.

Dr. Raine, bulguların böceklerin adaptasyonlarına ve sele karşı dayanıklılıklarına yeni bir ışık tuttuğunu söyledi. Bir teoriye göre türler diyapoza (oksijen alımının azalmasıyla büyümenin askıya alınması) girebiliyor.

Araştırmacılar, diyapoz sırasında stigma diye bilinen solunum açıklıklarının uzun süre kapalı kalıp suyun vücuda girmesini engelleyebileceğini ve suya batmış bombus kraliçe arılarının da derileri yoluyla nefes alıyor olabileceğini söyledi.

"Bu arılar bilfiil enerji tasarrufu modunda" diyen Dr. Raine, aktif olsalardı büyük olasılıkla sualtında hayatta kalamayacaklarını da sözlerine ekledi.

Birleşik Devletler'in Ulusal Vahşi Yaşam Federasyonu'na (National Wildlife Federation) göre bombus impatiens, çiçeklerin ve domates, yaban mersini ve salatalık dahil çok sayıda meyve ve sebze mahsulünün tozlayıcısı.

Bu arılar koloniler halinde yaşayan sosyal böcekler. Yeni çiftleşmiş kraliçe arılar kış boyunca kış uykusuna yatar, ardından ilkbaharın başlarında ortaya çıkar ve bir yuva yeri aramaya başlar.

Bu böcekler ABD'de Maine'den Florida'ya kadar doğu kıyısı boyunca ve Ohio'ya kadar batıda bulunabilir. Ormanlık alanlara ve açık arazilere yuva yaparlar.

Bilim insanları martta, bombus arılarının tek başlarına öğrenemeyecekleri karmaşık bulmacaları çözmeyi birbirlerine öğretmek için "kovan zihinlerini" kullanabildiğini keşfetmişti.

Araştırmacılar "gösterici" arıları, ilk adımda geçici bir ödülle görevi tamamlamaları için eğitti. Eğitimsiz arılar, ilk adımdan sonra bir ödüle ihtiyaç duymadan iki adımlı kutuyu açmayı göstericilerden öğrendi.

Ancak, nasıl yapıldığını gösterecek göstericiler olmadığında, arılar deneme yanılma yoluyla bulmacayı bağımsız olarak çözmeyi başaramadı.

Independent Türkçe


Türkiye nüfusunun yüzde 26'sı çocuk

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Türkiye nüfusunun yüzde 26'sı çocuk

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Türkiye'nin, geçen yıl sonu itibarıyla 22 milyon 206 bin 34 olarak belirlenen çocuk nüfusu, ülke nüfusunun yüzde 26'sını oluşturdu.
Türkiye İstatistik Kurumu, 2023 yılına ilişkin çocuk istatistiklerini açıkladı.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre, 2023 yıl sonu itibarıyla Türkiye nüfusu 85 milyon 372 bin 377 kişi iken bunun 22 milyon 206 bin 34'ü çocuk olarak kayıtlara geçti.

Çocuk nüfusun yüzde 51,3'ünü erkek, yüzde 48,7'sini kız çocuklar oluşturdu.

Birleşmiş Milletler tanımına göre, 0-17 yaş grubunu içeren çocuk nüfus, 1970 yılında toplam nüfusun yüzde 48,5'ini oluştururken bu oran 1990'da yüzde 41,8 ve 2023'te yüzde 26 oldu.

Nüfus projeksiyonlarına göre, çocuk nüfus oranının 2030'da yüzde 25,6, 2040'ta yüzde 23,3, 2060'ta yüzde 20,4, 2080'de yüzde 19 olacağı öngörüldü.

Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin çocuk nüfus oranları incelendiğinde, 2023'te çocuk nüfus oranının AB ortalaması yüzde 18 oldu.

AB üye ülkeleri içinde en fazla çocuk nüfus oranına sahip ülkeler sırasıyla yüzde 23,4 ile İrlanda, yüzde 21,1 ile Fransa ve yüzde 20,9 ile İsveç olarak kaydedildi.

Çocuk nüfus oranının en düşük olduğu ülkeler ise sırasıyla yüzde 15,1 ile Malta, yüzde 15,4 ile İtalya, yüzde 15,9 ile Portekiz olarak belirlendi.

Türkiye'nin çocuk nüfus oranının AB'ye üye ülkelerden daha yüksek olduğu görüldü.

En yüksek çocuk nüfus oranına sahip il Şanlıurfa
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre, geçen yıl en yüksek çocuk nüfus oranına sahip iller, yüzde 44,4 ile Şanlıurfa, yüzde 40,5 ile Şırnak, yüzde 38,2 ile Ağrı ve Muş oldu.

Çocuk nüfus oranının en düşük olduğu iller ise yüzde 16,5 ile Tunceli, yüzde 17,5 ile Edirne ve yüzde 18,3 ile Kırklareli olarak sıralandı.

Geçen yıl toplam hane halkı sayısı 26 milyon 309 bin 332 olarak belirlendi. Hanelerin yüzde 43,6'sında 0-17 yaş grubunda en az 1 çocuk bulunduğu görüldü. Bu hanelerin illere göre dağılımı incelendiğinde, 0-17 yaş grubunda en az bir çocuk bulunan hane halkı oranının en yüksek olduğu ilin yüzde 69 ile Şanlıurfa, en düşük olduğu ilin yüzde 29,1 ile Tunceli ve Sinop olduğu tespit edildi.

Toplam hanelerin yüzde 18,9'unda 0-17 yaş grubunda 1 çocuk, yüzde 15'inde 2 çocuk, yüzde 6,3'ünde 3 çocuk, yüzde 2,1'inde 4 çocuk, yüzde 1,2'sinde 5 ve daha fazla çocuk bulunduğu kayıtlara geçti.

Çocuk nüfusun 2018'de yüzde 28,3'ü 0-4 yaş grubunda, yüzde 27,7'si 5-9 yaş grubunda, yüzde 27,7'si 10-14 yaş grubunda ve yüzde 16,3'ü 15-17 yaş grubunda yer aldı. Geçen yıl ise yüzde 24,1'inin 0-4 yaş grubunda, yüzde 29,6'sının 5-9 yaş grubunda, yüzde 28,8'inin 10-14 yaş grubunda ve yüzde 17,5'inin 15-17 yaş grubunda yer aldığı görüldü.

En popüler bebek isimleri Alparslan ve Asel
Doğum istatistiklerine göre, 2022'de canlı doğan bebek sayısının 1 milyon 35 bin 795 olduğu belirlendi. Yeni doğan bebeklerin 531 bin 946'sının erkek, 503 bin 849'unun ise kız olduğu hesaplandı. Canlı doğan bebeklerin yüzde 96,8'ini tekil, yüzde 3,1'ini ikiz, yüzde 0,1'ini üçüz ve daha fazla çoğul doğumlar oluşturdu.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, hastanede gerçekleşen doğumların oranı, 2010'da yüzde 91,6 iken 2022'de yüzde 97,3'e çıktı. Beşli karma aşı (DPT+IPV+Hib) 3 doz ile aşılama oranı 2021'de yüzde 95 iken 2022'de yüzde 99,5 oldu.

"Hayat Tabloları, 2020-2022" sonuçlarına göre doğuşta beklenen yaşam süresi, Türkiye geneli için 77,5 yıl, erkekler için 74,8 yıl ve kadınlar için 80,3 yıl olarak tespit edildi. Türkiye'de 7 yaşına ulaşan bir çocuğun kalan yaşam süresinin ortalama 71,4 yıl, erkek çocuklar için 68,7 yıl ve kız çocuklar için 74,1 yıl olduğu görüldü.

Çalışma çağının başlangıcı olan 15 yaştaki çocuklar için bu süre 63,5 yıl oldu. Söz konusu süre, erkek çocuklar için 60,8 yıl iken kız çocuklar için 66,2 yıl olarak belirlendi. Bu yaş için kız ve erkek çocuklar arasındaki beklenen yaşam süresi farkının 5,4 yıl olduğu tespit edildi.

Bebeklere konulan en popüler erkek isimleri geçen yıl Alparslan, Yusuf ve Göktuğ, en popüler kız isimleri Asel, Zeynep ve Defne oldu. Erkek bebeklerin 8 bin 957'sine Alparslan, 5 bin 538'ine Yusuf, 5 bin 361'ine Göktuğ, kız bebeklerin 8 bin 114'üne Asel, 7 bin 614'üne Zeynep, 6 bin 895'ine ise Defne ismi verildi.

Türkiye'de geçen yıl 0-17 yaş grubundaki çocuklarda en çok kullanılan erkek isimlerinin Yusuf, Mustafa ve Mehmet, kız isimlerinin ise Zeynep, Elif ve Yağmur olduğu görüldü.

Toplam yaş bağımlılık oranı 2023'te yüzde 46,3 oldu. Yaş grubu 15-64 olan her 100 kişi başına düşen 0-14 yaş grubundaki çocuk sayısını ifade eden çocuk bağımlılık oranı ise yüzde 31,4 olarak hesaplandı.

İlkokul tamamlama oranı yüzde 98,5
Milli Eğitim Bakanlığı örgün eğitim istatistiklerine göre 2021/22 öğretim yılında yüzde 81,6 olan okul öncesi eğitim seviyesinde 5 yaş net okullaşma oranının 2022/23 öğretim yılında yüzde 85 olduğu görüldü.

5 yaş net okullaşma oranı cinsiyete göre incelendiğinde, bu oran erkek çocuklar için yüzde 85,2, kız çocuklar için yüzde 84,7 olarak kaydedildi. İlkokul seviyesinde net okullaşma oranı 2022/23 öğretim yılında yüzde 93,8, ortaokul seviyesinde yüzde 91,2 ve ortaöğretim seviyesinde yüzde 91,7 oldu.

Eğitim kademesi ve cinsiyete göre okul tamamlama oranlarına bakıldığında yıllara göre artış gözlendi. İlkokul tamamlama oranı 2017/18 eğitim öğretim döneminde yüzde 98,4 iken 2022/23 eğitim öğretim döneminde yüzde 98,5 olarak hesaplandı.

Ortaokul tamamlama oranı 2017/18 eğitim ve öğretim döneminde yüzde 90,2 iken 2022/23 eğitim ve öğretim döneminde yüzde 96,3'e yükseldi. Ortaöğretim tamamlama oranı ise yüzde 65,1'den yüzde 80,3'e çıktı.

Ortaöğretim okul tamamlama oranı cinsiyete göre incelendiğinde, 2022/23 eğitim ve öğretim döneminde erkek çocuklar için yüzde 78,8, kız çocuklar için yüzde 81,8 olduğu görüldü.

Örgün eğitime devam eden öğrenci sayısı 19,9 milyon
Milli Eğitim Bakanlığı örgün eğitim istatistiklerine göre Türkiye genelinde 2022/23 eğitim ve öğretim döneminde örgün eğitime devam eden öğrenci sayısı 19 milyon 904 bin 679 oldu. Bu öğrencilerin yüzde 51,6'sını erkek, yüzde 48,4'ünü ise kızlar oluşturdu.

Özel eğitim gerektiren bireylere (işitme, görme, ortopedik ve hafif düzeyde zihinsel engelli) hizmet veren, özel olarak yetiştirilmiş personelin bulunduğu, geliştirilmiş eğitim programlarının uygulandığı özel öğretim kurumlarında örgün eğitime devam eden öğrenci sayısı 507 bin 804 olarak hesaplandı.

Özel eğitim alan öğrenciler örgün eğitimdeki öğrencilerin yüzde 2,6'sını oluşturdu. Özel örgün eğitime devam eden öğrencilerin yüzde 63,3'ünü erkek, yüzde 36,7'sini ise kız öğrencilerin oluşturduğu tespit edildi.

"Türkiye Sağlık Araştırması 2022" sonuçlarına göre ailelerin beyanları doğrultusunda, 2-14 yaş grubundaki çocukların yüzde 1,5 ile en fazla öğrenmede ve yürümede zorluk çektiği görüldü. Aynı yaş grubundaki çocukların yüzde 1'inin konuşmada, yüzde 0,8'inin görmede, yüzde 0,4'ünün ise duymada zorluk çektiği belirlendi.

Aynı dönemde çocuklarda son 6 ay içinde görülen hastalık türleri incelendiğinde, 0-6 yaş grubunda yüzde 31,3 ile en çok üst solunum yolu enfeksiyonu görüldü. Bunu yüzde 29,4 ile ishal, yüzde 6,9 ile alt solunum yolu enfeksiyonu, yüzde 6,7 ile kansızlık izledi.

Yaş grubu 7-14 olan çocuklarda da yüzde 27,1 ile üst solunum yolu enfeksiyonu ilk sırada yer aldı. Bunu yüzde 19,8 ile ishal, yüzde 11,2 ile ağız ve diş sağlığı sorunları, yüzde 8,8 ile gözle ilgili sorunlar takip etti.

Çocuk yaşta evlenme oranları geriledi
"Hane Halkı İşgücü Araştırması 2023" sonuçlarına göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılma oranı yüzde 22,1 olarak belirlendi. İş gücüne katılma oranı cinsiyete göre incelendiğinde, bunun erkek çocuklar için yüzde 32,2, kız çocuklar için yüzde 11,5 olduğu hesaplandı.

Evlenme istatistiklerine göre, 16-17 yaş grubundaki kız çocuklarının resmi evlenmelerinin toplam resmi evlenmeler içindeki oranı 2002'de yüzde 7,3 iken 2023'te yüzde 1,9'a geriledi.

Diğer taraftan, aynı yaş grubunda olan erkek çocukların resmi evlenmelerinin toplam resmi evlenmeler içindeki oranı 2002'de yüzde 0,5 iken 2023'te yüzde 0,1 oldu.

Geçen yıl 22 milyon 206 bin 34 olan çocuk nüfusun içinde babası vefat etmişlerin sayısının 263 bin 757, annesi vefat etmişlerin sayısının 82 bin 291, hem annesi hem babası vefat etmişlerin sayısının ise 5 bin 461 olduğu görüldü.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre, 2023'te Türkiye genelinde kuruluş bakımı altında bulunan çocuk sayısının 14 bin 435 olduğu belirlendi. Mevcut koruyucu aile sayısı 8 bin 164, koruyucu aile yanında bakımı sağlanan çocuk sayısı ise 9 bin 806 oldu. Evlat edindirilen çocuk sayısı 637 olarak kayıtlara geçti.

Boşanma istatistiklerine göre, 2023'te boşanan çiftlerin sayısı 171 bin 881 olarak kaydedildi. Kesinleşen boşanma davaları sonucu 171 bin 213 çocuk velayete verildi. Çocukların velayetinin yüzde 74,9'unun anneye, yüzde 25,1'inin ise babaya verildiği tespit edildi.

En fazla çocuk ölümleri dışsal yaralanma ve zehirlenmelerden
Ölüm ve ölüm nedeni istatistiklerine göre, 2022 yılında 1-17 yaş grubunda en fazla çocuk ölümlerinin dışsal yaralanma ve zehirlenmeler nedeniyle gerçekleştiği görüldü. Söz konusu nedenle hayatını kaybeden 1-17 yaş grubundaki çocukların sayısı 2022 yılında 1275 olarak kayıtlara geçti. Sinir sistemi ve duyu organları hastalıkları nedeniyle 866, iyi huylu ve kötü huylu tümörler nedeniyle 635, dolaşım sistemi hastalıkları nedeniyle 385 çocuğun hayatını kaybettiği belirlendi.

2009'da bebek ölüm hızı binde 13,9 iken 2022'de binde 9,2'ye düştü. Bebek ölüm hızı cinsiyete göre incelendiğinde, 2009-2022 yıllarında erkek bebekler için binde 14,6'dan binde 9,9'a, kız bebekler için binde 13,1'den binde 8,4'e düştüğü görüldü.

Doğumdan sonraki 5 yıl içinde ölme olasılığını ifade eden 5 yaş altı ölüm hızı, 2009'da binde 17,7 iken 2022'de binde 11,2'ye geriledi. 5 yaş altı ölüm hızı cinsiyete göre incelendiğinde, 2009-2022 yıllarında erkek çocuklar için binde 18,5'ten binde 12,1'e, kız çocuklar için binde 16,8'den binde 10,2'ye düştüğü belirlendi.


Bilim insanları Afrika'daki ölümcül sıcak hava dalgasının insan etkisiyle olduğunu açıkladı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Bilim insanları Afrika'daki ölümcül sıcak hava dalgasının insan etkisiyle olduğunu açıkladı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Bilim insanları Batı Afrika ve Sahel bölgesinde yaşanan ölümcül sıcak hava dalgasını, insanların neden olduğu iklim değişikliğine bağladı.

BBC’nin haberine göre, araştırmacılar fosil yakıtların yakılması gibi insan faaliyetlerinin sıcaklıkları normalden 1,4 derece artırdığını belirterek, bölgedeki ölümcül hava sıcaklıklarının insan etkisi olmadan yaşanmasının "imkansız"lığına işaret etti.

World Weather Attribution'dan bilim insanlarının yaptığı yeni bir çalışma, uzun süreli kömür, petrol ve gaz kullanımının yanı sıra ormansızlaşma gibi diğer faaliyetlerin gerçekleşmemesi durumunda gündüz ve gece sıcaklıklarının bu kadar yüksek seyretmesinin mümkün olamayacağını ortaya koydu.

Araştırmayla, iklim değişikliği nedeniyle Mali ve Burkina Faso'da sıcaklıkların ortalamadan 1,5 derece; geceleri ise 2 derece daha sıcak olduğu belirlendi.

Sahel bölgesindeki ve Batı Afrika'daki bazı ülkelerdeki mart sonunda başlayıp nisan başına kadar süren sıcak hava dalgasının en çok Mali ve Burkino Faso’nun güney bölgelerinde hissedildiğini ifade eden araştırmacılar, küresel iklim değişikliğinin söz konusu dönemde sıcak hava dalgasında önemli bir rolü olduğunu kaydetti.

Güney Afrika'daki kuraklık üzerine yapılan ayrı bir çalışma ise sıcaklıklara iklim değişikliğinden ziyade El Nino hava olaylarının sebep olduğunu ortaya koydu.

Araştırmacılar kuraklığın nedenlerini belirlemek için sıcaklık ve yağış verilerini inceledi.

İklim değişikliğinin Aralık-Şubat döneminde bölgedeki düşük yağış miktarı üzerinde önemli bir etkisi olmadığını tespit eden araştırmacılar El Nino’nun Güney Afrika'da yağışları çok azalttığını aktardı.