Türkiye'nin Ege Denizi’ndeki keşif faaliyetlerini askıya almasının dört nedeni

Oruç Reis gemisi, sismik araştırma faaliyetlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla askıya aldı (AP)
Oruç Reis gemisi, sismik araştırma faaliyetlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla askıya aldı (AP)
TT

Türkiye'nin Ege Denizi’ndeki keşif faaliyetlerini askıya almasının dört nedeni

Oruç Reis gemisi, sismik araştırma faaliyetlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla askıya aldı (AP)
Oruç Reis gemisi, sismik araştırma faaliyetlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla askıya aldı (AP)

Türkiye’nin, kıyılarına yakın olan ve Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki karasularında bulunan Meis (Kastelorizo) adası açıklarında doğalgaz ve petrol aramak için sondaj yapmaya başlama planını askıya almasının dört ana nedeni bulunuyor. Ankara geçtiğimiz salı günü, kıta sahanlığının bir uzantısı olarak gördüğü noktada 2 Ağustos’a kadar sismik araştırma faaliyetlerine başlayacağını duyurdu. Bu duyuru çerçevesinde Türkiye, Oruş Reis sismik araştırma gemisini bölgeye yönlendirdi. Ancak Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından yapılan açıklamaya göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geminin faaliyetlerini ‘bir süreliğine askıya alma’ talimatı verdi.
Ankara, ülkesi bu yılın sonuna kadar Avrupa Birliği'ne (AB) başkanlık edecek olan Almanya Başbakanı Angela Merkel'in isteği üzerine Yunanistan ile ‘müzakerelerin’ sonucunu bekleme kararı aldı. Ankara bu kararı ayrıca ‘önkoşulsuz’ ve ‘kapsamlı’ olmasını istediği müzakereleri kolaylaştırmak için ‘yapıcı bir adım’ olarak verdi. Atina ise bu adıma, Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın salı günü yaptığı “Baskı veya tehdit olmadan Türkiye ile diyaloga hazırız” açıklamasıyla karşılık verdi.
Peki, ne oldu da Ankara, Yunanistan ile neredeyse askeri çatışmanın eşiğine geldiği faaliyetleri askıya aldı?  Neden Akdeniz sularına yeni bir gerçekliği dayatmadan önce müzakerelere ve arabuluculuğa başvurmadı?
Mevcut durumu yakından takip eden Avrupalı diplomatik kaynaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geri adım atmasının ana nedeninin, geçtiğimiz hafta gerçekleştirdikleri bir telefon görüşmesi sırasında Almanya Başbakanı Merkel tarafından kendisine iletilen AB’nin Ankara karşısında sıkı bir tutum sergilemesiydi. Alman kaynakların sızdırdığı bilgilere göre yukarıda bahsi geçen telefon görüşmesinde Merkel, Erdoğan'a Avrupa saflarında bölünmeler üzerine bahis oynamanın ‘yeri olmadığını’ ve 27 Avrupa ülkesinin tamamının Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) yanında olduğunu ve böyle bir adım atılması halinde geçtiğimiz yıl Kasım ayında ‘deniz arama ve keşif faaliyetlerini yürüten iki Türk şirketinin yetkililerine uygulanan’ yaptırımlar gibi Avrupa tarafından yeni yaptırımların uygulanmasına neden olabileceğini söyledi.
Merkel'in sözlerinin Ankara'da etkili olduğu kimse için bir sır değil. Söz konusu kaynaklar, Türkiye’nin 2015 yılında mültecilerin ve göçmenlerin Avrupa ülkelerine gitmeleri için sınırlarını açmasının ardından yüz binlerce insanın Almanya’ya akın etmesi sonrası Avrupa’ya geçişler ve 6 milyar euroluk fon sağlamak karşılığında göçmenlerin Avrupa’ya akışını durdurmak için Erdoğan ile anlaşma imzalayanın da Merkel olduğunu ifade etti.
Öte yandan AB, Erdoğan'ın geçtiğimiz Kasım ayında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı kınayan ve bu muhtıranın AB’nin deniz yasaklarına aykırı olduğunu, Yunanistan ve GKRY’nin ise deniz haklarını ihlal ettiğini bildiren birkaç açıklama yaptı.
Avrupalı kaynaklara göre Türkiye’nin geri çekilmesinin ikinci nedeni, ABD yönetimi ve NATO'nun Ankara üzerindeki baskısı. Teyit edilen bilgilere göre Beyaz Saray, Türkiye ile Yunanistan arasında askeri bir çatışmayı tetikleyebileceği düşünülen Türkiye’nin deniz faaliyetlerinin askıya alınmasında ‘önemli bir rol’ oynadı.
Türk Donanması’nın sondaj gemisine eşlik edeceği konusunda detaylar basında yer almaya başladığında Oruç Reis’in faaliyet gösterdiği bölgenin Yunanistan’ın karasuları içinde olduğunu düşündüğü için Atina, Türk savaş gemilerinin Yunanistan sularına girişine müdahale etmeye ‘hazırlıklı’ olunması talimatı verdi. ABD Başkanı Donald Trump’ın hem müttefikleri hem de Amerikan silahlarına sahip iki NATO üyesi arasında askeri bir çatışmanın yaşanmasını istemeyeceğine şüphe yok. Ayrıca, bu tür bir gelişme, Başkan’ın müttefiklerini etkileme yeteneğinin çöküşü anlamına gelecektir.
Başka bir deyişle, son derece hassas bir bölgede yaşanan böyle bir çatışma, ABD’nin ‘liderliğinin’ yıpranmasına ve hatta daha geniş çaplı çatışmaların kapısının aralanmasına neden olacaktır.
UMH Başkanı Fayiz es-Serrac ile yapılan anlaşmanın ardından genişleyen Akdeniz sularındaki iddialı planlarında Türkiye kendisini hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde ‘dışlanmış halde’ buldu. Kaynaklara göre bu dışlanma, Türkiye’yi hesaplarını gözden geçirmeye ve ‘Almanya ve Avrupa’nın müzakere masasına geri dönme tavsiyesini’ kabul etmeye itti. AB Sözcüsü yaptığı açıklamada, Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkilerine saygı duyması ve BM’nin anlaşmazlıkları çözme mekanizması çerçevesinde münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesi için iyi niyetle Yunanistan ve GKRY ile diyalog ve müzakerelere yönelmesi gerektiğini söyledi.
Ne var ki Türkiye düne kadar beklenenden farklı bir tutum sergiledi. Esasen Ankara'nın dış politikası ‘Cumhurbaşkanı’nın kamuoyunu, milli, İslami ve Osmanlı duygularını harekete geçirmeye çalışan içsel durumlarının bir yansımasıdır’. Suriye’de, Libya'da ve şimdi de Akdeniz sularında ortaya konan durum da budur.
Avrupalı kaynaklar, her halükarda bu krizin ‘sihirli bir değneğin değmesiyle sona ermeyeceğini’ düşünüyorlar.
Deniz faaliyetlerinin askıya alınmasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa ve dünyadaki imajına ve genel olarak politikasına yansıyan dördüncü bir nedeni daha var. Türkiye ‘sıfır sorun’ politikasını kabul ettikten sonra bugün, Suriye, Irak, Libya, Akdeniz, Avrupa ve NATO ile ilgili politikalarına bakıldığında sorunların ve anlaşmazlıkların üreticisi haline geldiği görülüyor.  Türkiye’nin Ayasofya'yı müzeye çevrilmesinden 86 yıl sonra yeniden camiye dönüştürme hamlesi, Rusya ve elbette Yunanistan başta olmak üzere Batı kamuoyunu harekete geçirdi. Türkiye ve Erdoğan’ın şahsına yönelik oldukça olumsuz veriler çerçevesinde Avrupalılar, Ege Denizi’ndeki keşif faaliyetlerini Yunanlar ve Amerikalıların kabul edilemez olarak gördüğü gerilimin başlangıcı görecekti. Bu yüzden Ankara'nın, önümüzdeki günlerde olacaklara göre yeniden bir gözden geçirme yapması için söz konusu faaliyetleri askıya almaktan başka seçeneği yoktu.



Avrupalıların yarısından fazlası Rusya ile savaş ihtimalini yüksek görüyor

Rus tankları ve askeri araçları (Reuters)
Rus tankları ve askeri araçları (Reuters)
TT

Avrupalıların yarısından fazlası Rusya ile savaş ihtimalini yüksek görüyor

Rus tankları ve askeri araçları (Reuters)
Rus tankları ve askeri araçları (Reuters)

Avrupa’da yaşayan çok sayıda kişi, Rusya ile savaş çıkma riskinin yüksek olduğuna inanıyor. Bu sonuç, Fransız Le Grand Continent dergisinin bugün yayımladığı bir anketle ortaya çıktı.

Ankete, Avrupa Birliği’nin (AB) 9 ülkesinden toplam 9 bin 553 kişi katıldı. Katılımcıların yarısından fazlası (yüzde 51), önümüzdeki yıllarda ülkeleri ile Rusya arasında savaş çıkma olasılığını ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ olarak değerlendiriyor.

Anketin yapıldığı ülkeler arasında Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Polonya, Portekiz, Hırvatistan, Belçika ve Hollanda bulunuyor. Her ülkede binin üzerinde kişiyle görüşülerek kapsamlı bir örneklem oluşturuldu.

Kasım ayı sonunda Cluster 17 platformu, Fransız Le Grand Continent dergisi için vatandaşlara şu soruyu yöneltti: “Sizce önümüzdeki yıllarda Rusya, ülkenizle savaşabilir mi?”

Anket sonuçları, açık bir çatışma riskine dair algının ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini ortaya koydu.

Rusya ve müttefiki Belarus’a komşu olan Polonya’da katılımcıların yüzde 77’si bu riski ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ olarak değerlendirdi. Fransa’da bu oran yüzde 54, Almanya’da ise yüzde 51 oldu. Buna karşılık, İtalya’da ankete katılanların yüzde 65’i riski ‘düşük’ veya ‘hiç yok’ olarak gördü.

Aynı ankete göre, katılımcıların büyük çoğunluğu (yüzde 81) önümüzdeki yıllarda Çin ile savaş çıkacağına inanmadıklarını belirtti.

Anket ayrıca, katılımcıların ülkelerinin Moskova’ya karşı askeri kapasitesine dair şüphelerini de ortaya koydu. Katılımcıların üçte ikisinden fazlası (yüzde 69), ülkelerinin Rus saldırısına karşı ‘hiçbir şekilde’ veya ‘büyük ölçüde’ savunma yapamayacağını düşündüğünü söyledi.

Fransa, listede nükleer silahlara sahip tek ülke olarak öne çıkarken, Fransız katılımcıların yüzde 44’ü ülkenin ‘bir dereceye kadar’ veya ‘makul ölçüde’ kendini savunabileceğini belirtti. Buna karşılık Belçika, İtalya ve Portekiz’de katılımcıların ezici çoğunluğu (sırasıyla yüzde 87, yüzde 85 ve yüzde 85) ülkelerinin savunma kapasitesine sahip olmadığını ifade etti.


Tahran, bölgeye Türkiye kapısından mı dönüyor?

Tahran, Türkiye'nin kendisiyle koordinasyona geri dönmesinden faydalanmaya çalışıyor (Reuters)
Tahran, Türkiye'nin kendisiyle koordinasyona geri dönmesinden faydalanmaya çalışıyor (Reuters)
TT

Tahran, bölgeye Türkiye kapısından mı dönüyor?

Tahran, Türkiye'nin kendisiyle koordinasyona geri dönmesinden faydalanmaya çalışıyor (Reuters)
Tahran, Türkiye'nin kendisiyle koordinasyona geri dönmesinden faydalanmaya çalışıyor (Reuters)

Hasan Fahs

İran liderliği ve yetkililerinin bugünlerde öncelikli işi, İran Silahlı Kuvvetleri’nin toparlandığının, kendilerine karşı başlatılabilecek herhangi bir saldırı veya savaşa karşı tamamen hazır olduğunun, savunma ve saldırı kabiliyetlerinin haziran ayındaki İsrail-Amerikan saldırısından önceki seviyeleri aştığının altını çizmek gibi görünüyor. Ayrıca, herhangi bir yeni saldırıya karşılık olarak hızlı ve kararlı saldırılar düzenlemekten çekinmeyeceğini de belirtiyorlar.

 

Bu açıklamalara ve tutumlara rağmen, liderliği ve yetkilileriyle birlikte Tahran, bu saldırının olası iç yansımaları konusunda beslediği derin korku ve endişeleri gideremedi. Zira bu yansımalar, iç huzursuzluk ve iç savaş senaryoları anılarını canlandırabilir. Bu durum, güvenlik güçleri ile askeri kuvvetlerin, ister güneydoğu İran'daki Sistan-Belucistan, ister batıdaki Kürdistan veya kuzeydeki Azerbaycan olsun, bu tür olaylara sahne olma ihtimali yüksek görülen sınır bölgelerinde uyguladığı proaktif güvenlik önlemlerini açıklıyor.

Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Dışişleri Bakanı ve Meclis Başkanı Muhammed Bagır Galibaf'ın ziyaretlerinin ardından, Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Laricani'nin Pakistan'ın başkenti İslamabad'a yaptığı ziyaret, açıklandığı gibi ikili ilişkileri, ticari ve ekonomik iş birliğini güçlendirme hedefleriyle sınırlı tutulamaz. Zira Tahran, herhangi bir huzursuzluk veya İsrail ya da Amerikan askeri saldırısı durumunda, Pakistan topraklarından faaliyet gösteren Beluç grupların Pakistan ile ortak sınır bölgelerinde bu kez farklı faaliyetlerde bulunmalarından endişe ediyor. Bilhassa İslamabad ve Washington'daki askeri liderler arasındaki artan iş birliği ve koordinasyon göz önüne alındığında, İran’ın bu tür sonuçları önlemek için Pakistan ile çok yönlü tarihi bağlarına güvenmesi, bu ziyaretlerin en üst düzeyde tekrarlanmasının temel nedeni.

Öte yandan, Tahran'ın son günlerde, Kürdistan Bölgesi sınırına yakın Batı İran'da gerçekleştirdiği, yeni ve gelişmiş füze ve savunma sistemlerini kullandığı kara tatbikatları ile tatbikatlar sırasında İran'ın bu mevzilere yönelik füze saldırılarının hem yalanlanmasının hem de doğrulanmasının yarattığı belirsizlik, Tahran'ın stratejik derinliğine yönelik tarihsel olarak kendisi için bir endişe kaynağı olan gerçek, kalıcı bir tehditten korktuğunu gösteriyor. Zira bu tatbikatlar, İran sınırına yakın Süleymaniye şehri içinde Komala Partisi ve PJAK örgütüne bağlı İranlı Kürt muhalif grupların yanı sıra ABD ordusuna bağlı paraşütçülerin varlığına, İsrail’in istihbarat örgütü Mossad’ın bölgenin başkenti Erbil'de aktif olarak faaliyet göstermeye geri döndüğüne dair sızıntılar ile aynı zamana denk geldi. İran açısından bu, daha önce Bağdat hükümetiyle imzaladığı ve sınır bölgesinin bu gruplardan temizlenmesi anlaşmasının açıkça ihlali anlamına geliyor.

Bu gelişmeler sırasında, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Suud bin Muhammed es-Sati ile Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Tahran’ı ziyaret etti ve İranlı yetkililerle kapsamlı görüşmeler gerçekleşti. Her iki tarafın da temasları, İran ile Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'den Kafkasya ve Orta Asya'ya uzanan bölgede örtüşen çıkarlarla ilgili konulara odaklandı.

Bölgenin en önemli iki oyuncusunun bu ziyaretleri aracılığıyla Tahran, Lübnan'da Hizbullah'ın aldığı darbe ve Suriye rejiminin devrilmesinin ardından kaybettiği bölgesel nüfuzunu yeniden inşa etmeyi hedefliyor. Görüşmelerin ikili, ekonomik ve ticari ilişkilerin güçlendirilmesini ele aldığına yönelik açıklamalara rağmen, Suudi ve Türk ziyaretçilerin gerçekleştirdiği temasların, İran Dışişleri Bakanı'nın Suriye ve Lübnan dosyaları özel temsilcisi Muhammed Rıza Şeybani'nin katılımı ve Arakçi ile görüşmesinin devamında Suudi ziyaretçiyle özel bir görüşme yapmasından da anlaşılacağı üzere, açıkça bölgesel bir boyutu da vardı. Bu arada, Fidan'a eşlik eden heyet ise Türkiye Dışişleri Bakanlığı ile diğer ilgili birimlerde Suriye dosyasından sorumlu yetkilileri de içeriyordu.

İranlı çevrelere göre, Türkiye'nin bu aşamada Tahran'a yönelik açılımı, Ankara ile Tel Aviv arasında çıkar çekişmesi ve bir çatışma tehdidi oluşturan artan gerilimin sonucu gibi görünüyor.  Ankara, Tel Aviv'in Suriye sahasında kendi nüfuzunun devam etmesini kabul etmeyeceği gerçeğiyle karşı karşıya bulunuyor. Tel Aviv ayrıca, Türkiye'nin, Başkan Trump tarafından açıklanan barış anlaşmasının ikinci aşamasında Gazze Şeridi'ni yönetecek uluslararası güce katılmasının da önünü kesmeye çalışıyor. Bu, Ankara'nın daha önce Aksa Tufanı çatışmasının patlak vermesinin ardından daha ilk ayda önerdiği bir projeydi. Dolayısıyla Türkiye, Ortadoğu'daki rolünü giderek daha fazla tehdit eden İsrail emellerine karşı bir denge unsuru olarak, Tahran ile Şam'daki yeni rejim arasındaki uçurumu kapatmada rol oynamayı düşünüyor olabilir.

Buna karşılık Tahran, Türkiye ile yenilenen koordinasyonu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın beklenen ziyaretini ekonomik bağları güçlendirmek ve ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkarmak için kullanmaya çalışıyor. Bu, ekonomik yaptırımların etkisini azaltmaya yardımcı olacak bir koridor sağlayacaktır. Dahası İran iki ülke arasında yeni bir kara koridoru açma konusunda anlaşarak Türkiye ile jeo-ekonomik bir atılım da gerçekleştirdi. Bu koridor, İran ile Kafkasya ve Kuzey Avrupa arasında bağlantı görevi görecek ve Azerbaycan'ın şu anda yeni olan Trump Koridoru'nun bir parçası olarak açacağı, Ermenistan topraklarından da geçecek Zengezur Koridorunun gelecekte alternatifi olma potansiyeline de sahip.

Öte yandan İran, Ankara'ya, Türkiye'nin bölgesel nüfuzunu sınırlamadaki olumsuz rolünü ve Suriye'de yaşadığı ve gücünü zayıflatıp azaltan kayıpları unutmadığı yönünde açık ve doğrudan bir mesaj da gönderiyor. Bu nedenle Türkiye, bu dönemde İran'ın olası iş birliğine ister Tel Aviv ile Azerbaycan iş birliğini ister Kürt muhalif PJAK örgütüne sağladığı desteği kısıtlayarak, İran'ın ulusal güvenlik çıkarlarına hizmet eden pratik adımlarla karşılık vermeli. Bu durum, PKK’nin desteklemekle suçlanan Tahran'ın, Türk hükümeti ile PKK arasındaki uzlaşmayı teşvik edip memnuniyetle karşıladığı göz önüne alındığında özellikle önemli.

Türkiye'nin bölgede karşı karşıya olduğu siyasi engellemeler ve jeopolitik baskılar, Tahran ile yakınlaşmayı ve geride kalan nüfuzundan faydalanma girişimlerini stratejik bir zorunluluk haline getiriyor. Aynı durum, bölgesel rolünü yeniden kazanmaya ve nüfuzunu yeniden tesis ederek Amerikan baskısına, kendisine ve müttefiklerine yönelik İsrail saldırılarına karşı konumunu güçlendirmeye çalışan Tahran için de geçerli.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Etiyopya, Mısır'ı Afrika Boynuzu'nda ‘istikrarsızlaştırma kampanyası’ yürütmekle suçluyor

Rönesans Barajı (Reuters)
Rönesans Barajı (Reuters)
TT

Etiyopya, Mısır'ı Afrika Boynuzu'nda ‘istikrarsızlaştırma kampanyası’ yürütmekle suçluyor

Rönesans Barajı (Reuters)
Rönesans Barajı (Reuters)

Etiyopya Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Mısır’ı Afrika Boynuzu bölgesinde ‘Etiyopya’yı hedef alan bir istikrarsızlaştırma kampanyası yürütmekle’ ve ‘gerilimi artırmaya zemin hazırlamakla’ suçladı.

İki ülke arasında Mavi Nil üzerindeki Rönesans Barajı konusunda süren anlaşmazlığa atıfta bulunan bakanlık, açıklamasında Mısır’ın ‘Afrika Boynuzu’nda Etiyopya’yı merkeze alan, ancak onunla sınırlı olmayan bir istikrarsızlaştırma kampanyası yürüttüğünü’ savundu.

Bakanlık, Mısır’ın ‘diyaloğu reddettiğini ve gerilimi artırma niyetini açıkça ortaya koyan düşmanca söylemini yoğunlaştırdığını’ iddia etti.

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ise dün yaptığı açıklamada, ülkesinin Etiyopya’nın Rönesans Barajı’na ilişkin tek taraflı adımlarını reddettiğini yineleyerek, “Etiyopya’nın uygulamaları tüm Afrika kıtasının istikrarını tehdit eden ciddi bir tehlike oluşturuyor” dedi.

Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanlığı da geçen ay yaptığı açıklamada, Etiyopya’nın baraj yönetiminde ‘tek taraflı ve kontrolsüz uygulamalarını’ sürdürdüğünü, bunun ‘havza ülkelerinin hak ve çıkarlarını tehdit eden ciddi riskler barındırdığını’ vurguladı.

Etiyopya, milyarlarca dolara mâl olan dev Rönesans Barajı’nın inşasına Nil Nehri üzerinde 2011 yılında başladı. Mısır ise projeyi, Afrika’nın en uzun nehrindeki tarihi su haklarını tehdit eden bir girişim olarak görüyor.

Afrika Birliği (AfB) arabuluculuğunda Mısır ile Etiyopya arasında yürütülen müzakereler Nisan 2021’de sonuçsuz kalmış; bunun üzerine Kahire, Addis Ababa’ya baskı uygulanması için konuyu Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne taşımıştı.