ABD'li petrol şirketiyle SDG petrol anlaşması imzaladı, Washington SDG'yi siyasi olarak tanıdı mı?

Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol kuyusu yakınında bir ABD askeri aracı (AFP)
Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol kuyusu yakınında bir ABD askeri aracı (AFP)
TT

ABD'li petrol şirketiyle SDG petrol anlaşması imzaladı, Washington SDG'yi siyasi olarak tanıdı mı?

Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol kuyusu yakınında bir ABD askeri aracı (AFP)
Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol kuyusu yakınında bir ABD askeri aracı (AFP)

Suriyeli Kürt bir yönetici, Trump yönetiminin, ABD’li bir şirket ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Kobani arasında Fırat’ın doğusundaki petrolün işletimiyle ilgili bir anlaşma imzalanmasına onay vermesini ‘Kürt Özerk Yönetimini siyasi olarak tanıma ve ABD ordusunun kalmaya devam etmesinin garantisi’ olarak değerlendirdi. Yönetici, bu adımın Kamışlı’nın Şam’dan daha çok uzaklaşmasına ve petrolün hükümetin kontrolündeki Banyas ve Humus’a transferinde arabulucu rol üstlenen ‘savaş zenginleriyle’ bağını kesmeye katkı sağladığını belirtti.
Trump’a yakınlığıyla bilinen Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, Perşembe akşamı ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da katıldığı Kongre toplantısında, Kobani ile görüştüğünü ve Kobani’nin kendisine ABD’li bir şirketle petrolün işletilmesi konusunda bir anlaşma imzaladıklarını bildirdiğini söyledi. Graham, “Bu, bölgedeki herkese yardım etmek için en iyi yol” dedi.
Pompeo da ABD yönetiminin bu yönelimi desteklediğini belirterek, “Anlaşma beklenenden daha fazla zaman aldı. Biz, şu an anlaşmayı uygulama aşamasındayız” ifadesini kullandı.
Anlaşmanın imzalanması ABD Dışişleri ve Hazine bakanlıklarının onayını gerektiriyor. Nitekim Suriye rejiminin kontrolündeki petrol sektörü ve birçok kuruluş geçen ay yürürlüğe konulan Ceaser Yasası kapsamında yaptırım listesine alındı.

Petrolün korunması
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Kobani, ABD’li Delta Crescent Energy ile anlaşma imzaladıklarını Perşembe günü Graham’a bildirerek, bu bilgiyi Trump’a iletmesini istedi. Graham, geçen yıl ABD askerlerinin Fırat’ın doğusunda kalmaya devam etmesi hususunda Trump’ı ikna etmişti. Bu ikna eyleminden önce Trump, Türkiye sınırındaki ABD askerlerini çekeceğini ilan etmişti. Trump’ın çekilme açıklaması, Türkiye ile desteklediği muhalif grupların Suriye sahasında ilerleyerek Fırat’ın doğusundaki Tel Abyad ve Rasulayn arasında ‘Barış Pınarı’ bölgesini kurmalarına kapı aralamıştı.
ABD’nin müttefikleri ile Graham’ın müdahalesi sonucu Trump 6 Ekim’de ‘az sayıda Amerikan askerinin Suriye’de kalacağını ve petrol bölgelerini koruyacağını’ açıkladı. Trump, o dönemki konuşmasında, “Petrolü koruyacağız ve gelecekte ne yapacağımıza bakacağız” demişti. Hatta Trump bizzat ABD’nin Suriye petrolünden faydalanması için ‘büyük petrol gruplarından birini bu bölgeye göndermeyi’ önermişti. ABD Savunma Bakanı Mark Esper, bu açıklamaların ardından, “DEAŞ’ın petrol kuyularına ulaşmasını önlemek için Deyri Zor’daki konumumuzu güçlendirecek önlemler alıyoruz” ifadesini kullanmıştı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) petrol kuyularının güvenliğini sağlamak için Fırat’ın doğusuna yaklaşık 500 asker, El-Tenef Üssü’ne de yaklaşık 100 asker takviye yapıldığını duyurmuştu.

Savaş zenginleri
Edinilen bilgilere göre, Özerk Yönetim ile ABD’li Delta Crescent Energy arasında imzalanan anlaşmada, Fırat'ın doğusunda iki mobil petrol rafinerisi kurulması öngörülüyor. Bu bölgedeki petrol üretimi günlük yaklaşık 20 bin varil. İki taraf arasında imzalanan anlaşmanın Özerk Yönetimin savaş zenginlerine bağımlılığını azaltmaya katkı sağlayacak. Suriye’deki petrol zenginlerinin başında, SDG denetimindeki bölgelerden rejim kontrolündeki bölgelere belli bir ücret karşılığında petrol transferi yapan Katırcı Group geliyor. Katırcı Group’un sahibi Husam Katırcı, ABD’nin yaptırım listesinde bulunuyor.
Suriye’de 2011 yılından önce günlük petrol üretimi 380 bin varilken, iç savaş nedeniyle şu anda günlük 60 bin varil petrol üretilebiliyor. Suriye petrolünün yüzde 90’ı ve doğalgaz rezervlerinin yarısı ABD’nin müttefiklerinin denetiminde bulunuyor. Bu petrolün bir bölümü yereldeki ihtiyaçlar için kullanılırken, en büyük bölümü Suriye hükümetinin denetimindeki bölgelere transfer ediliyor. Petrolün bir kısmı ise Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) üzerinden Türkiye’ye kaçak yollardan sokuluyor.

Müzakere kozu
Trump yönetiminin, Şam ve Moskova’nın 6 şartı kabul etmesi için baskı unsuru olarak kullandığı diğer kozların (yaptırımlar, rejimin dış dünyadan izole edilmesi, İsrail hava saldırıları, İdlib) yanı sıra Suriye petrol gelirlerini de müzakere kozu olarak kullanmaya çalıştığı yönünde yaygın bir kanaat var.

6 şart
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve yardımcısı Joel Rayburn, 2018’in başlarında Başkan Donald Trump’a ‘Suriye hükümetiyle normalleşme’ adımlarının atılabilmesi için 6 maddelik bir liste sundu. Bu liste Trump’ın onayıyla kabul edildi. Buna göre Jeffrey ve yardımcısının sunduğu 6 şart şöyle:
1- Terörizme verilen desteğin sonlandırılması
2- İran ve milisleriyle askeri ilişkilerin kesilmesi
3- Komşu ülkelere yönelik düşmanca eylemlere son verilmesi
4- Kitlesel imha silahları ve kimyasal silah programından, denetlemeye izin verecek şekilde vazgeçilmesi
5- Suriye hükümetinin, göçmen ve mültecilere gönüllük esası üzerine dönüşlerine izin vermesi yani BMGK’nın 2254 sayılı kararının hayata geçirilmesi
6- Savaş suçlularının yargılanması
Jeffrey’in yardımcısı Joel Rayburn, geçtiğimiz ay katıldığı bir panelde, ilk 4 maddenin 2011 protestoları öncesine dönüş talebini ifade ettiğini söyledi.
Rayburn, “Bu talep her Suriye hükümeti için geçerlidir. Kişiler gelip geçicidir. Her Suriye hükümeti bu şartlara uymalıdır çünkü bunlar ABD ulusal güvenliğine zarar veriyor” dedi.
Jeffrey, yaptığı bir konuşma sırasında, “Suriye rejimi gibi kendi bölgesine ve ABD’nin dünyanın olması gereken şekliyle ilgili fikrine bundan daha büyük bir tehdit oluşturan başka bir rejim görmedim” demişti.
Bu 6 şart aynı zamanda ABD Kongresi’nin kabul ettiği ve Haziran ortasında hayata geçirilen Ceaser Yasası’nın ana çerçevesini oluşturuyor.
Washington, Suriye petrolünü işletme ve elde edilecek gelirleri bir fonda toplayarak çatışma sonrasında Suriye’nin imarında kullanmayı teklif etti. Fakat Ruslar ‘bu fikri beğenmedi’. ABD’li yetkililer, Suriye’nin doğal kaynaklarına yakın konuşlanarak ‘basit askeri yatırımlarla stratejik kazanımlar’ elde ettiklerini düşünüyor. ABD, Moskova ve Şam’ı petrolden mahrum bırakma konusunda kararlılık gösterdi. ABD ordusu 2018’in başlarında petrol bölgesine yaklaşmaya çalışan Rus paralı askerlere darbe indirdi. Pompeo, Kongre’deki konuşması sırasında bu olaya işaret ederek, “Suriye'de ABD'yi tehdit etmiş ve artık bu dünyadan göçmüş 300 Rus'un bu konuda anlaşılır bir mesaj olduğu konusunda sizi temin edebilirim” ifadelerini kullandı.

Siyasi olarak tanıma
Özerk Yönetim ile ABD’li Delta Crescent Energy arasında yapılan anlaşma, Suriye hükümetinin onayından geçmeden doğrudan Özerk Yönetim ve ABD’li şirket arasında imzalanması yönüyle siyasi bir boyut taşıyor. Kürt yetkililer, “anlaşmanın siyasi anlamının büyük ve önemli olduğunu ayrıca Özerk Yönetimi tanımayla eşdeğer’ anlama geldiğini söylüyorlar. Söz konusu yetkililer, anlaşmanın ayrıca ‘ABD güçlerinin sürpriz bir şekilde Fırat’ın doğusundan çekilme ihtimalinden kaynaklanan endişeyi hafiflettiğini’ belirtiyorlar.
Özerk Yönetim’in Washington’da bir bürosu bulunuyor. Daha önce Demokratik Suriye Meclisi yetkililerinden büroyu ziyaret edenler oldu. Ancak daha önce Ankara’nın müdahalesi sonucu Kobani’nin Washington ziyareti gerçekleşmemişti. Ankara, Kobani’yi, terör örgütü olarak sınıflandırdığı PKK’nın bir üyesi olarak tanımlamaktadır.  Özerk Yönetim ve ABD arasında siyasi ve askeri ilişkiler bulunuyor. Zira ABD’nin Uluslararası Koalisyon Temsilcisi William Robak, Fırat’ın doğusunda ikamet ediyor.
Washington’un attığı bu adımın, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt yapılanmasından duyduğu endişeyi dile getiren Ankara’nın öfkelenmesine neden olması bekleniyor. Nitekim Ankara, Fırat Nehri’nin iki yakasında kurulması muhtemel bu yapının uzuvlarını kesmek için Moskova ile bir dizi anlaşma imzaladı. Türkiye tarafı Rusya ve İran ile yürüttüğü Suriye konulu Astana toplantılarında ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine’ bağlı kaldığını beyan ederek, Moskova ve Tahran’ı toplantıların sonuç bildirgelerinde ‘Özerk Yönetim’e’ ve ‘ayrılıkçı ajandalara’ karşı açık ve resmi tutum almaları konusunda ikna etmek için çabalıyor.
Öte yandan Suriye rejimine yakın bir kaynak, rejimin ‘müzakerelerde Kürt tarafının elini güçlendireceği’ fikrinden hareketle söz konusu anlaşmayı tepkiyle karşılaması beklediğini söyledi. Şam yönetimi, Özerk Yönetim’i geçen yıl Ekim ayında imzaladığı anlaşmanın maddelerine (askeri işbirlik ve Fırat’ın doğusunda yeniden devlet kurumlarının faaliyete geçmesi) uymamakla suçlarken, Kürt yetkililer ise Şam yönetiminin adem-i merkeziyetçi bir devlet yapısının inşasını ve Kamışlı-Şam ilişkileriyle ilgili uzlaşı yapılmasını hedefleyen siyasi müzakerelerde ciddiyetsiz davrandığını belirtiyorlar.



Rusya, Ukrayna'nın doğusundaki stratejik şehir Kupiansk'ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu

(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)
(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)
TT

Rusya, Ukrayna'nın doğusundaki stratejik şehir Kupiansk'ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu

(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)
(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)

Rusya bugün yaptığı açıklamada, kuzeydoğu Ukrayna’daki stratejik şehir Kupiansk’ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu. Bu açıklama, Ukrayna güçlerinin son dönemde şehrin bazı mahallelerini geri aldığını açıklamasının ardından geldi.

Rusya’nın resmi haber ajansı TASS, bölgedeki Rus Zapad askeri grubunun sözcüsünün “Kupiansk şehri beşinci Rus ordusunun kontrolü altında” ifadesini aktardı.

Rusya, geçtiğimiz kasım ayında Kupiansk’ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurmuş, ancak AFP’ye göre Ukrayna daha sonra şehrin bazı mahallelerini yeniden kontrol altına aldığını açıklamıştı.

Bu arada Ukrayna ordusu bugün yaptığı açıklamada, 24 Şubat 2022’de başlayan savaşın başından bu yana öldürülen ve yaralanan Rus askeri personel sayısının, son 24 saatte öldürülen veya yaralanan bin 150 kişi dahil olmak üzere yaklaşık 1 milyon 190 bin 620’ye yükseldiğini duyurdu.


Tom Barrack'ın Netanyahu'nun masasındaki kırmızı çizgileri

Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)
Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)
TT

Tom Barrack'ın Netanyahu'nun masasındaki kırmızı çizgileri

Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)
Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)

Emel Şehade

ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın İsrail ziyareti, sadece Binyamin Netanyahu ile Başkan Donald Trump arasında beklenen ve Suriye ile güvenlik anlaşması konusunda ilerleme sağlamayı umduğu görüşmeden önce gerçekleşmesi nedeniyle değil, aynı zamanda Washington ve Tel Aviv arasında, özellikle Suriye ve Gazze dosyaları konusunda artan anlaşmazlıkların ortasında gerçekleşmesi nedeniyle de önceki ziyaretlerden farklıydı.

Barrack, İsrail üzerindeki sürekli ABD baskısı altında Netanyahu ile görüştü. Bu baskı, özellikle Lübnan dosyasıyla ilgili olarak, iki kurum arasında anlaşmazlıklara yol açtı. Siyasi kurum Washington'un diplomatik yolu destekleme talebine tamamen uyarken, askeri kurum Lübnan'a yönelik saldırıyı genişletmeyi ve Hizbullah'ın gücünü yeniden kazanmaya devam etmesini engellemeyi gerekli görüyor.

Ancak, görüşmelerin seyri ve Washington'un Tom Barrack’ın taşıdığı mesajları hakkında bilgili kaynaklara göre Netanyahu için sürpriz olan, Amerikalı konuğun İsrail'in Suriye'ye karşı operasyonları için kırmızı çizgiler belirlemesiydi: “Washington, Ahmed eş-Şara rejimini korumak istiyor ve onu istikrarsızlaştırmaya katkıda bulunan her türlü eylemi reddediyor.” Amerikan mesajında ​​ayrıca, Trump yönetiminin İsrail'in sınır ötesi saldırılarının, Washington'un Şam hükümetini istikrarı sağlama konusunda destekleme çabalarını baltaladığına, Suriye ile İsrail arasında yeni bir güvenlik anlaşmasına varma çabalarını zayıflattığına inandığı, Trump yönetiminin bunu reddettiği ve tekrarlanmaması konusunda uyardığı da yer alıyordu.

İkinci aşama öncelikler arasında

Barrack'ın ziyareti, Gazze meselesinde eyleme geçmeyi desteklemek ve Başkan Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirme, yeni bir yönetim sistemine geçiş, uluslararası gücün konuşlandırılması planının tamamlanmasını sağlamak amacıyla Amerikalı yetkililerin İsrail'e yaptığı bir dizi ziyaretin parçası olarak önceden planlanmıştı.

İsraillilere sunulan ve Washington tarafından desteklenen model, ABD liderliğinde uluslararası bir istikrar gücünün kurulmasını ve bunun da Hamas'ın kademeli olarak silahsızlandırılmasına ve alternatif bir yönetim otoritesinin oluşturulmasına olanak tanımasını öngörüyor. Bu noktada, Türkiye'nin katılımı konusunda Washington ve Tel Aviv arasında önemli görüş ayrılıkları mevcut.

İsrailliler Türkiye'nin katılımına karşı çıkmaya devam ederken, Tom Barrack, Ankara'nın askeri gücü ve Gazze'deki nüfuz kanalları göz önüne alındığında istikrar gücünün bir parçası olacağını savunan Amerikan görüşünü dile getirdi. Bir güvenlik yetkilisi, “Türkiye'nin katılımı İsrail için kırmızı çizgidir” diyerek, bu konudaki anlaşmazlığın planın ikinci aşamasına yönelik herhangi bir ilerlemeyi engelleyebileceğini ifade etti. Yetkili ayrıca, “Hem siyasi hem de güvenlik açısından, Hamas ile ilişkilerini sürdüren bir taraf istikrar gücü olarak kabul edilemez. Dahası, bunu uluslararası çerçeveye dahil etmek, bir bütün olarak girişimin özünü baltalayabilir” değerlendirmesinde bulundu.

Tom Barrack, Ankara'nın önemli askeri kapasiteye ve bölgesel etkiye sahip olduğu ve durumun istikrara kavuşmasına katkıda bulunabileceği varsayımına dayanarak, Türkiye'nin istikrar gücüne entegre edilmesini destekliyor. İsrail ise buna şiddetle karşı çıkıyor. Siyasi kaynaklar, iki ülke arasındaki gergin ilişkiler ve savaşın başlamasından bu yana Türk hükümetinin İsrail'e yönelik aleni tutumları göz önüne alındığında, Gazze'de Türk varlığının Tel Aviv için kırmızı çizgi oluşturduğunu belirtiyor.

İsrail'in bu muhalefeti, uluslararası gücün oluşturulmasındaki daha geniş zorluklara ekleniyor. Zira birçok ülke, Hamas'ın askeri gücünün tasfiye edilmesi, izleme mekanizmalarının ve sınır kapıları ile kaçakçılık yollarının kontrolü konusu netleşene kadar asker göndermekte tereddüt ediyor. İsrailli kaynaklar, gelecekteki herhangi bir çözüm planının İsrail'in güvenlik ihtiyaçlarına net bir yanıt içermesi ve Gazze'den yeni bir tehdidin ortaya çıkmayacağına dair garanti içermesi gerektiğini vurguluyor.

Raid Saad suikastı bir İsrail ihlaliydi

Hamas askeri lideri Raid Saad suikastı da Netanyahu-Barrack görüşmesinde ele alındı. Sızan bilgilere göre, Washington, İsrail Başbakanı'na Saad suikastının ateşkes anlaşmasının ihlali olduğunu belirten sert bir mesaj iletti.

İsrailli Kanal 12 televizyonu, Amerikalı yetkililerin Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Başkan Donald Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve danışmanı Jared Kushner'in Netanyahu'nun eylemlerinden dolayı hayal kırıklığına uğradığını söylediğini aktardı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre son ikisi, İsrail hükümetinin Saad suikastı hakkında ABD'yi önceden bilgilendirmediğini ve suikastı gerçekleştirmeden önce onlarla istişare etmediğini vurguladı.

Televizyonun haberinde, bir İsrailli yetkilinin Washington'un operasyondan memnun olmadığını doğruladığı, ancak Amerikan mesajının daha az sert olduğunu iddia ettiği belirtildi.

Yetkili, İsrail hükümetinin Trump yönetimine Hamas'ın İsrail askerlerine saldırarak ve silah kaçakçılığına yeniden başlayarak anlaşmayı ihlal ettiğini bildirdiğini söyledi. İsrailli yetkili “Raid Saad suikastı bu ihlallere karşılık olarak gerçekleştirildi ve ateşkesin devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu” dedi.

Lübnan'da fırsat penceresi

Barrack'ın ziyaretinden önce bir güvenlik yetkilisi, ABD'nin Lübnan'da yeni bir çatışma turunu veto etmeye devam ettiğini söyledi. Yetkili, “İsrail kuzeyde büyük ölçekli bir operasyon düşünüyor, ancak Amerikalılar şu anda bunu engelliyor. Çatışma, bu aşamada sınırlı ve nokta operasyonlarla yönetiliyor ama İsrail bunların Hizbullah'ın İran desteğiyle kendisini yeniden inşa etmesini durdurmadığının farkında” diye ekledi.

Yetkili, İsrail'in karmaşık bir stratejik ikilemle karşı karşıya olduğunu belirtti: Hizbullah tehdidini sınırdan uzaklaştırmak için Lübnan'da büyük ölçekli bir askeri operasyon başlatmalı mı, yoksa en azından bu aşamada başka bir cephenin alev almasını istemeyen uluslararası ve özellikle de ABD'nin baskısı altında nokta saldırılar politikasını sürdürmeli mi?

Bir İsrail raporu, güvenlik birimlerinin Lübnan'da büyük ölçekli bir operasyon için baskı yaptığını ve hava kuvvetlerinin tam teyakkuzda olduğunu belirtti. Raporda ayrıca, “Hizbullah'ın yeniden güçlenmesini, özellikle füze, roket ve insansız hava araçları alanlarında askeri kapasitesini yeniden inşa etmesini engellemek için özel ve önemli bir fırsat penceresinin açıldığı hissi var” denildi.

Güvenlik birimlerinin değerlendirmelerine göre, “Rıdvan Gücü'ne ait eğitim kampları ve altyapıların hedef alınması ile komutanlarına yönelik suikastlar dahil olmak üzere bugüne kadar gerçekleştirilen nokta saldırılar, Hizbullah'ı önemli ölçüde zayıflattı, ancak kuzeydeki beldelere ve ötesine yönelik roket saldırıları tehdidini ve Lübnan'dan İsrail'e silahlı sızma tehlikesini tamamen ortadan kaldırmadı.”

İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Tom Barrack'ın gelişinden önce Lübnan sınırına giderek 91. Tümen ile Hanuka mumunu yakma törenine katıldı. Orada, Hizbullah'ın silahsızlandırılması konusundaki İsrail'in kararlı duruşunu açıkladı ve hatta büyük ölçekli bir saldırı olasılığına işaret etti.

Kuzey Komutanlığı ile yaptığı değerlendirme toplantısında, “Ordu kısa sürede Hizbullah'ın kilit isimlerini ortadan kaldırdı” diyerek, “Düşmanın yeniden güçlenmesine izin vermeyeceğiz ve anlaşmaya yönelik her ihlale karşılık vereceğiz. Ayrıca İran destekli örgütlerin sınırlarımızda varlık göstermesine izin vermeyeceğiz ve önleyici operasyonlarla onları engelleyeceğiz” tehdidinde bulundu.

Lübnan sınırındaki incelemelerinin ardından, “İsrail ordusunun bakış açısından, mevcut strateji sınırlı nokta operasyonlara, hava saldırılarına ve gizli baskınlara odaklanıyor. Bu icraatlar Hizbullah'ı zayıflatmaya devam ediyor, ancak özellikle kuzey sakinlerinin karşı karşıya kaldığı zor durum göz önüne alındığında, tehdide kapsamlı ve kalıcı bir çözüm sağlamıyor” dedi.

Lübnan konusundaki Amerikan tutumu hakkında bilgili bir İsrailli yetkili, “İstenen sonuçlar elde edilemezse ve Hizbullah'ın yeniden yapılanması durdurulmadan veya İsrail-Lübnan sınırından etkili bir şekilde uzaklaştırılmadan süre dolarsa, Amerikan vetosu kalkabilir ve İsrail'in kaçınılmaz bir savaşa başvurmaktan başka seçeneği kalmaz” dedi.

Eski Kuzey Komutanlığı komutanı yedek General Eyal Ben-Reuven ise aceleci adımlara karşı uyararak, İsrail'in Lübnan'a karşı siyasi zekâ ve önemli bir güçle hareket etmesi gerektiğini söyledi. Sözlerini şöyle tamamladı: “Bugün Hizbullah'ın zayıflığı nedeniyle durumu değiştirme fırsatımız var ve bu nedenle eş zamanlı olarak hareket etmeliyiz; Lübnan içinde aynı zamanda hem diplomatik hem askeri olarak hareket etmeliyiz. Uluslararası alanda da Hizbullah’a karşı hareket etmeliyiz. En önemlisi, ABD ile tam iş birliği içinde, atılım gerçekleştirmeye istekli bir Amerikan Başkanımız var, bu yüzden onu destekleyelim. Ve eğer askeri olarak hareket etmeye ihtiyaç varsa, böyle hareket edelim.”

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Yeni video ortaya çıktı: Sydney saldırısında silahsız direnen çift hayatını kaybetti

Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)
Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)
TT

Yeni video ortaya çıktı: Sydney saldırısında silahsız direnen çift hayatını kaybetti

Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)
Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)

Sydney’de Hanuka Bayramı kutlamalarını hedef alan kanlı saldırıya ilişkin yeni görüntüler yayımlandı. Kısa süre önce paylaşılan video, bir çiftin saldırganlardan biriyle silahsız şekilde boğuştuğunu ve silahını kısa süreliğine ele geçirmeyi başardığını ortaya koydu. Ancak saldırganın silahın kontrolünü yeniden sağlaması üzerine çift vurularak öldürüldü.

Bu yeni video, saldırganlardan biriyle yüzleşen kahraman Ahmed Elhamad'ın eyleminin ardından geldi.

İsrail güvenlik yetkilileri, dünya çapındaki çeşitli istihbarat teşkilatlarına uyarıda bulunduklarını, Yahudi mekanlarını hedef alan potansiyel terör saldırıları konusunda uyardıklarını ve uluslararası yetkilileri daha yüksek güvenlik önlemleri almaya çağırdıklarını söyledi.

Avustralya Yayın Kurumu (ABC) tarafından yayınlanan yeni görüntülerde, çiftin silahsız bir teröristle karşı karşıya geldiği görülüyor. Videoda, teröristle boğuşup onu silahsızlandırmaya çalıştıkları ve kısa süreliğine de olsa başarılı oldukları görülüyor.

Şarku'l Avsat'ın Daily Mail'den aktardığı habere göre terörist daha sonra silahının kontrolünü yeniden ele geçirdi ve ölümcül saldırısına devam etti. Çift, terör saldırısında hayatını kaybeden kurbanlar arasındaydı.

Sajid Akram ve oğlu Naveed, Yahudi Hanuka kutlamasını hedef alan toplu bir silahlı saldırıda 15 kişiyi öldürdü. Yetkililer saldırıyı Yahudi karşıtı bir terör eylemi olarak nitelendirdi, ancak saldırganın daha derin motifleri hakkında şimdiye kadar çok az ayrıntı verdi.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese dün yaptığı açıklamada, saldırının "DEAŞ ideolojisinden kaynaklanmış gibi göründüğünü" söyledi.

Avustralya polisi ise dün yaptığı açıklamada, Bondi Plajı'ndaki saldırıyı gerçekleştirdiği şüphesiyle suçlanan baba ve oğulun kullandığı araçta iki DEAŞ bayrağı ve bomba bulunduğunu belirtti.

Yeni Güney Galler Polis Komiseri Mal Lanyon, gazetecilere yaptığı açıklamada, Sidney sahili yakınlarında bulunan aracın oğlunun adına kayıtlı olduğunu ve içinde "iki adet el yapımı DEAŞ bayrağı" ile birlikte patlayıcı düzenekler bulunduğunu söyledi.