Trump’a göre posta ile oy kullanmak ‘darbe girişimi’

ABD Başkanı dün halka açık parkların finansmanıyla ilgili bir yasa imzaladıktan sonra (AP)
ABD Başkanı dün halka açık parkların finansmanıyla ilgili bir yasa imzaladıktan sonra (AP)
TT

Trump’a göre posta ile oy kullanmak ‘darbe girişimi’

ABD Başkanı dün halka açık parkların finansmanıyla ilgili bir yasa imzaladıktan sonra (AP)
ABD Başkanı dün halka açık parkların finansmanıyla ilgili bir yasa imzaladıktan sonra (AP)

ABD Başkanı Donald Trump, başkanlık seçimlerinde eyaletler tarafından yapılan posta üzerinden oy kullanılmasını artırma teklifini engelleyebileceğini vurguladı. Trump, Beyaz Saray'daki günlük basın toplantısında bu konuda gerekirse yürütme emri verebileceğini söyledi. Bunu yapma yetkisine sahip olduğunu vurgulayan Trump, “Henüz bu aşamaya gelmedik, ama ne olacağını göreceğiz” dedi.
Posta üzerinden oylama işlemini eleştirmek için neredeyse günlük bir kampanya başlatan Trump, Demokrat valisi tarafından tüm seçmenlerin posta yoluyla oy kullanmasına izin verilen bir yasanın imzalandığı Nevada eyaletine dava açma tehdidinde bulundu. Konuyla ilgili Twitter hesabından bir açıklama yapan Trump, “Nevada Valisi, yasa dışı bir gece yarısı darbesiyle Cumhuriyetçilerin eyalette seçimleri kazanmasını imkansız hale getirdi. Postanelerde gerekli hazırlıklar yapılmadan, posta yoluyla gelecek oy trafiğiyle asla başa çıkamaz. Eyaleti çalmak için Kovid-19 salgınını kullanıyorlar. Mahkemede görüşürüz!” ifadelerini kullandı.
ABD Başkanı, ABD Anayasası’nın eyaletlere içinde yer alan seçim yasalarını belirleme konusunda geniş yetkiler vermesine rağmen, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yayılmasını önlemek için seçmenleri posta yoluyla oy kullanmaya yönlendirmek isteyen eyaletlere karşı koymak için gerekli yetkilere sahip olduğu konusunda ısrar etti. Ancak Trump'ın tehditleri, seçimlerde haksızlığa yol açacağını söylediği posta üzerinde oy kullanılmasını işlemlerini sınırlamak için daha fazla ısrar edeceğine işaret ediyor.
Trump, yaklaşan seçimlerin ‘tarihin en büyük seçim felaketine’ tanıklık edeceğini söyleyerek destekçilerini kendi görüşüne ikna etmek amacıyla gözdağı verme politikasına güveniyor. Özellikle oy haklarını savunan grupların mahkemede Trump’la yüzleşme sözü vermesi nedeniyle seçim dosyalarının ön plana çıktığı bir davada Trump’ın girişimlerinin Amerikan mahkemelerinde büyük bir çatışmaya yol açacağına şüphe yok.
Bununla birlikte ABD Posta Servisi (USPS), Başkanı’nın tutumuna resmi olarak karşı çıkarken seçmenlerden oy postası almaya hazır olduğunu açıkladı. Trump'ın açıklamasının ardından USPS’den yapılan açıklamada, “Posta Servisi, Kovid-19’la mücadele çabaları da dahil olmak üzere, seçmenlerin oy postalarının hacmini karşılayacak yeterli kapasiteye sahiptir” denildi.
Ancak, tüm göstergeler, Trump’ın posta oylama sürecine karşı tutumundan geri adım atmayacağına işaret ediyor. Bir süre önce bu konuda şüphe tohumları eker gibi görünen Trump, yakın zamanda bu oylama yöntemini benimsemenin seçim sonuçlarının yayınlanmasında büyük bir gecikmeye yol açacağını söyleyerek bu karşıt tutumunu iyice belli etmişti.
Başkan Trump, Axios internet sitesine verdiği bir röportajda, posta yoluyla oy kullanmanın büyük bir sahtekarlığa yol açacağı yönündeki iddialarını yineleyerek, “Bugün, Çin virüsü nedeniyle evlerimizde kalmalı ve milyonlarca seçmen kartı göndermeliyiz. Milyonlarca. Bu durum, seçim sonucunun 3 Kasım gecesi değil, iki ay veya daha uzun bir süre sonra açıklanmasına neden olabilir. Böylece adaylar arasındaki oy farkı asgari düzeyde kalabilir. Birçok şey olabilir” şeklinde konuştu.
ABD Başkanı’nın açıklamaları, bir süre önce Demokratlar arasında başlayan, Trump’ın seçimlerin sonuçlarını sorgulayarak istifa etmeyi reddedebileceği yönündeki korkularını haklı çıkarmaya başlarken seçimleri ertelemek için yaptığı, ancak Cumhuriyetçilerin bu fikre karşı çıkmasının ardından geri attığı açıklamaları da eleştirdiler.
Trump'ın posta yoluyla oy kullanma işlemine yönelik eleştirisi sadece Demokratları değil, Cumhuriyetçileri de endişelendiriyor. Özellikle ABD’nin 42 eyaletinde seçmenlerin Kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimlerinde posta yoluyla oy kullanmasına izin verilmesi nedeniyle Cumhuriyetçi Parti de destekçilerini Florida gibi Kovid-19 salgınından büyük ölçüde etkilenen eyaletlerde posta yoluyla oy kullanmaya çağırdı.
Öte yandan, Michigan, Kansas, Arizona, Missouri ve Washington’da dün Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin Kongre adaylarının yarıştığı ön seçimler yapılmaya başladı. Özellikle Michigan ve Kansas eyaletlerinde büyük bir çekişmenin yaşanması bekleniyor. Michigan’dan Temsilciler Meclisi üyesi adayı Demokrat Partili Rashida Tliab, Demokrat Parti'nin ilerici üyelerinin etkisinin bir göstergesi olacak bir yarışta yine Demokrat Parti’den rakibi Brenda Jones ile yarışıyor. Tliab, ABD Kongresi'nde ‘ekip’ olarak tanınan Alexandria Ocasio-Cortez ve Ilhan Omar gibi ilerici kadın temsilcilerin oluşturduğu grupta yer alıyor.
Kansas’ta Cumhuriyetçi Partili Roger Marshall ve yine Cumhuriyetçi Partili Kris Kobach, emekli olan Senatör Pat Roberts’ın koltuğu için yarışıyorlar. Cumhuriyetçiler, sert tutumlarıyla tanınan ve Başkan Donald Trump yanlısı olan Kobach'a kıyasla ılımlı bir isim olan Marshall’ın zaferini tercih ediyorlar.  Cumhuriyetçi Parti, Kobach’ın zafer kazanması halinde partinin Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde Kansas eyaletinin Senato’daki koltuğunu kaybetmesine yol açacağından korkuyorlar.
Arizona eyaletinde ise Demokrat Parti’nin senatörlük koltuğu için dikkat çeken adaylardan biri de 2011 yılında suikasta uğrayan eski milletvekili Gabe Giffords'un astronot kocası Mark Kelly oldu. Eşi Gifford'un uğradığı suikast sonucu başından vurularak ağır yaralanması Kelly’nin siyaset arenasına girmesine neden olurken silah lobisine karşı çıkmaya ve ABD'nin silah bulundurma yasasında reform yapma sözü verdi. Kelly'nin kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor.



Bilim insanlarını hedef alan suikastlar İran'ın nükleer programının sonunu getirir mi?

İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)
İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)
TT

Bilim insanlarını hedef alan suikastlar İran'ın nükleer programının sonunu getirir mi?

İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)
İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)

İnci Mecdi

İsrail, İran'ın nükleer programını ve Tahran'ın askeri kapasitesini yok etmek ya da zayıflatmak amacıyla 13 Haziran'da başlattığı Yükselen Aslan Operasyonu kapsamında yaklaşık 11 nükleer bilim adamını öldürdü. Bilim insanları,  İran'ın bilgi birikimini tahrip etmek ve nükleer deneyimlerinin sürekliliğini kesmek amacıyla kasıtlı olarak yapıldı. Öldürülenler arasında fizikçi ve İslam Azad Üniversitesi Rektörü Muhammed Mehdi Tahrançi ile İran Atom Enerjisi Kurumu'nun eski başkanı nükleer mühendis Feridun Abbasi Davani de bulunuyor.

İsrail'in nükleer bilim adamlarını bu şekilde hedef alması, 15 yıldan fazla bir süredir yürütülen gizli suikast operasyonlarının doruk noktasıdır. 2007 ile 2012 yılları arasında, İran'ın nükleer programının en önemli unsurlarından birini ortadan kaldırmak amacıyla, gizli nükleer proje ya da diğer adıyla Amad Projesi kapsamında beş nükleer bilim adamı suikasta kurban gitmiştir. İsrail’in İran’a gerçekleştirdiği son hava saldırıları, 2020 yılında Muhsin Fahrizade'nin uzaktan kumandalı bir silahla suikasta kurban gitmesinden bu yana İranlı nükleer bilim adamlarını hedef alan ilk saldırılar oldu.

ABD ve İsrail, İran'ın başlıca nükleer tesislerine verilen hasarın boyutunu değerlendirirken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bilim adamlarına yönelik suikastların İran'ın nükleer programını yıllarca geriye götürdüğünü söyledi. Şarku’l Avsat’ın Associated Press’ten aktardığı röportaja göre  İsrail'in Paris Büyükelçisi Joshua Zarka daha da ileri giderek bilim adamlarına yönelik suikastların, İran'ın geriye kalan nükleer altyapısını ve İsrail tarafından yaklaşık iki hafta boyunca düzenlenen hava saldırılarından ve ABD’nin hayalet bombardıman uçaklarının attığı sığınak delici bombalardan kurtulmuş olabilecek malzemeleri kullanarak nükleer silah üretmesini ‘neredeyse imkansız’ hale getireceğini belirtti. Büyükelçi Zarka, “Tüm bunların ortadan yok olması, (İran’ın) nükleer programın yıllar, hatta çok uzun yıllar geriye gittiği anlamına geliyor” dedi.

İsrail’in suikastlara ilişkin yorumları, ABD istihbaratının ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) İsrail’in savaşının İran'ın nükleer programına sınırlı etkisi olduğuna dair raporlarıyla birleştiğinde, nükleer programın bilim adamlarının suikastlarından ne ölçüde etkilendiği ve askeri faaliyetlerde bulunan siviller olarak suikastların meşruiyeti konusunda soruları gündeme getirdi.

Bilgi transferi

Nükleer enerji yetkilileri ve uzmanları, İran'ın öldürülen bilim adamlarının yerini alabilecek başka bilim adamlarına sahip olduğunu söylüyor. Ayrıca, nükleer enerji alanında onlarca yıldır süren çalışmalar, İran'ın herhangi bir çalışmayı sürdürebilecek bilgi birikimine ve bilim adamları yetiştirmesine olanak sağladı. Diğerleri ise, İran'ın nükleer programını geriletmiş, ancak durdurmamış olan 2020 yılındaki Fahrizade suikastını örnek gösteriyor.

Avrupa hükümetleri, askeri güç kullanmanın tek başına İran'ın sahip olduğu nükleer bilgiyi ortadan kaldıramayacağını vurguluyor ve bu nedenle İran'ın nükleer programıyla ilgili endişeleri gidermek için müzakere yoluyla bir çözüm arıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy geçtiğimiz hafta İngiliz Avam Kamarası üyelerine verdiği brifingde “Askeri saldırılar, İran'ın on yıllar boyunca edindiği bilgiyi ve herhangi bir rejimin bu bilgiyi nükleer silah üretiminde kullanma isteğini ortadan kaldıramaz” dedi.

ABD’li nükleer silahların yayılmasını önleme uzmanı ve eski diplomat Mark Fitzpatrick, ayrıntılı planların halen mevcut olduğunu ve gelecek nesil doktora öğrencilerinin bunları anlayabileceğini söyledi. Nükleer tesislerin bombalanması veya ilgili kişilerin öldürülmesinin bu süreci bir süre geciktireceğini belirten Fitzpatrick, her ikisini birden yapmanın süreci daha da geciktireceğini, ancak nihayetinde bu çalışmaların devam edeceğini sözlerine ekledi.

İran'ın nükleer gücüne bir darbe

Bununla birlikte, diğerleri, 11'den fazla nükleer bilim adamının aynı anda öldürülmesinin, savaşın sona ermesinden sonra İran'ın nükleer bomba üretimini hızlandırma imkanlarına ağır bir darbe indirdiğine inanıyor. Öldürülenlerin çoğu, patlatma sistemleri, yüksek patlayıcılar ve zincirleme reaksiyonu gerçekleştiren nötron kaynakları gibi savaş başlıklarının bileşenlerini test etme ve inşa etme konusunda pratik deneyime sahipti. ABD gazetesi Wall Street Journal (WSJ) ABD’nin eski Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Ulusal Güvenlik Direktörü Eric Brewer'ın, özellikle fiilen bomba yapmaya çalışılmıyorsa bu deneyimin zamanla yavaş yavaş kaybolmasının doğal olduğunu, çünkü bunu telafi etmek için zamanın olduğunu, ancak şu anda bir bomba yapmaya çalışılıyorsa veya bu yakın vadede bir seçenek olarak görülüyorsa bu uzmanlığın kaybedilmesinin daha büyük bir etki yaratacağını söylediğini aktardı.

İran askeri nükleer programı olduğunu inkar etse de UAEA, İran'ın 2003 yılına kadar ‘Amad Projesi’ olarak bilinen nükleer silahlarla ilgili bir programa sahip olduğunu açıkladı. İsrailli ve Batılı yetkililer, İran'ın bu alandaki çalışmalarının daha sonra parçalı bir şekilde devam ettiğini ve bu sayede bir bomba üretme kapasitesine sadece birkaç ay uzaklıkta olduğunu, ancak bu çalışmaların çoğunun, geleneksel bir askeri projenin parçası gibi görünmesi için özenle tasarlanmış araştırmalar ve bilgisayar modelleriyle sınırlı olduğunu belirtiyor.

Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı’ndan (FDD) Andrea Stryker, İsrail'in gerçekleştirdiği suikastların İran’ın nükleer beyinlerini hedef aldığını söyledi. Bu suikastlar, İran’ın nükleer silahların belirli bileşenlerini üretme konusunda geçmişte ve muhtemelen halen deneyime sahip kişileri kullanma kabiliyetine darbe vurdu.

Nükleer arşiv

Diğerleri İran'ın silahlarla ilgili nükleer deneyimlerini korumak ve geliştirmek için gelişmiş bir sistem geliştirdiğini belirtiyor. Bu sistem, İran'ın nükleer programının en önde gelen bilim adamlarının öldürülmesine rağmen ilerlemesine olanak sağladı. İran, 2003 yılından önce gerçekleştirdiği tüm çalışmaları ve Tahran'ın gelecek planlarını içeren bir nükleer arşive sahip. Keşfedilen bu arşiv, 2018 yılında İsrail komandoları tarafından ele geçirildi. İran, silah programıyla ilgili eski nükleer ekipmanları, zenginleştirilmiş uranyum da dahil olmak üzere, arşivin yakınlarındaki bir yerde sakladı, ancak bu ekipmanlar 2018 yılında dağıtıldı. UAEA, o tarihten bu yana İran'dan bu ekipmanların nereye gönderildiğini açıklamasını talep ediyor.

WSJ, İsrailli güvenlik analisti Ronen Solomon'un, İran'ın son yirmi yıldır nükleer silahlarla ilgili uzmanlığını korumak için Şehit Behişti, Şerif Teknoloji Üniversitesi ve Malik Aştar Teknoloji Üniversitesi gibi üniversiteleri kullandığını söylediğini aktardı. İran bahsi geçen bu üniversitelerde nükleer bilim adamları ile daha genç öğrencileri deney ve araştırmalarda bir araya getiriyor. İsrail’in 13 Haziran'da İran’a düzenlediği hava saldırılarında öldürülen bilim insanları Ahmed Rıza Zülfikari ve Abdulhamid Menuçehr, geçtiğimiz yıl haziran ayında ‘Annals of Nuclear Energy’ adlı bilim dergisinde bir makale yayınlamışlardı. Bu makalede, ileri bilgisayar modelleri kullanarak, zincirleme reaksiyonda nötron kaynaklarının nasıl davrandığını açıklamışlardı.

Bu bilgiler, nükleer reaktör inşa etmek gibi sivil amaçlarla veya nükleer silah içinde zincirleme reaksiyonu başlatmak için kullanılabilir. Solomon, “Profesörler var. Onlar genç bilim insanlarını yetiştiriyorlar ve İran'ın nükleer programının kalbine girmeleri için eğitim veriyorlar” dedi.

Bilim insanlarını öldürmenin meşruiyeti

İran'ın bu alandaki deneyiminin çoğunu elinde tutması ve yeni nesil bilim insanlarına aktarması, İsrail'in bilim insanlarını öldürme stratejisini sürdürüp sürdürmeyeceği konusunda bir zorluk yaratıyor. Ancak Cenevre'de yaşayan ve Rus nükleer silahları konusunda uzman olan analist Pavel Podvig bilim insanlarını öldürmenin amacının insanları korkutup bu programlarda çalışmaları konusunda onlara gözdağı vermek olabileceğini düşünüyor. Podvig Daha önceki basın yorumlarında “Bu suikastlar nerede durur? Örneğin fizik okuyan öğrencileri öldürmeye kadar varır mı? Bu son derece kaygan bir zemin” ifadelerini kullandı. İsrail’in Fransa Büyükelçisi ise İran'da gelecekte herhangi bir askeri nükleer programa katılmaları istenecek kişilerin bunu kabul etmeden önce iki kez düşüneceklerini düşündüğünü söyledi.

Georgia Teknoloji Enstitüsü'de uluslararası ilişkiler profesörü olan Gina Jordan ve Rachel Whitlark, dış politikada ülkelerin başka bir ülkenin nükleer silah sahibi olmasını engellemek için bilim insanlarını hedef almak, yaptırımlar, diplomasi, siber saldırılar ve askeri güç kullanmak gibi birçok araca sahip olduğunu belirttiler. Jordan ve Whitlark’a göre bilim insanlarının öldürülmesi, kritik öneme sahip bilimsel uzmanlığı ortadan kaldırabilir ve nükleer silah geliştirme sürecini zorlaştıran ek maliyetler getirebilir.

Bu yaklaşımı destekleyenler, bilim insanlarını hedef almanın ilgili ülkenin çabalarını baltalayabileceğini ve nükleer programı geliştirmeye devam etmekten vazgeçirebileceğini söylüyorlar. Aynı zamanda, nükleer silahların yayılmasını desteklemenin tehlikeleri konusunda diğerlerine caydırıcı bir mesaj göndereceğine inanıyorlar. Ancak Jordan ve Whitlark, bu operasyonların genellikle sivil kişiler olarak görülen bilim insanlarını hedef alması nedeniyle yasal, etik ve insani endişeler uyandırdığını söylediler.

Bilim adamlarını hedef almak aynı zamanda riskli bir seçenek. Çünkü düşmanın nükleer programını durdurmada başarısız olabilir ve bunun yanında özellikle de öldürülen bilim adamları ‘şehit’ olarak gösterilirse halkın öfkesini ve intikam taleplerini tetikleyebilir, bu da iktidardaki rejimin halk tarafından desteklenmesine yol açar.