Lübnan'da neler yaşanıyor?

Ekonomik çöküş, güvenlik sorunları ve mezhepçilik ülkedeki krizin başlıca nedenleri

Fotoğraf ( Reuters)
Fotoğraf ( Reuters)
TT

Lübnan'da neler yaşanıyor?

Fotoğraf ( Reuters)
Fotoğraf ( Reuters)

Muhammed Bedreddin Zayid
Son yıllarda Lübnan'da olup bitenlerle ve son yaşanan felaketle ilgili yazı ve makaleleri okuyanların, meseleyi anlamakta güçlük çekmesi doğaldır, zira birçok çelişkili teoriyle karşılaşıyor olmalılar. Gerek ülke içinden gerekse dışarıdan yapılan yorumlar karşısında hayrete kapılmamak mümkün değil, sanki ülkenin bu hale gelmesinin sorumluluğunu paylaşmıyorlarmış gibi, herkes suçu bir başkasına atarak kaygısız cümleler kurabiliyor.

Limanda gerçekleşen korkunç patlamanın niteliği ve tam olarak nasıl meydana geldiği üzerine keskin yargılarda bulunmanın oldukça zor olduğunun farkındayım. Kasıtlı bir eylem miydi? yoksa kaza ile mi gerçekleşti? bunu kestirmek son derece güç. Öte yandan, sanırım doğru olan yaklaşım, ülkenin içinde bulunduğu krizin boyutlarını ve muhtemel sebeplerini duygusallıktan uzak bir şekilde tahlil etmekten geçiyor. Nitekim bugünlerde hem Lübnan kamuoyunda hem de uluslararası mecralarda Lübnan'ın gidişatına dair derin bir kaygı söz konusu, nitekim Lübnan, hem bölgede hem de uluslararası çevrelerde fazlasıyla önemsenen bir ülke.
Öncelikle Beyrut limanındaki patlamayı ele alalım, bu olayın kasıtlı bir eylem sonucu gerçekleşmediğini farz edecek olsak dahi, (ki şu ana kadar herhangi bir şey kanıtlanabilmiş değil) olayın Lübnan devleti  tarafından aydınlatılacağına dair ufukta bir ışık yok. Her ne kadar sosyal medyada iddialar, komplo teorileri ve suçlamalar alıp başını gitmiş olsa da, tüm bu şüphelerin bağımsız bir uluslarararası soruşturma olmadan herhangi bir anlamı bulunmuyor. Üzülerek ifade etmeliyim ki;  Lübnan'daki siyasi ve idari karar alma modeli, 'kaza' koşullarını çevreleyen bu gizemi dağıtma noktasında pek de etkili olmayacaktır. Nitekim politikacılar ve karar vericiler iç çatışmalara o kadar odaklanmış durumdadır ki; üst düzey yetkililerin kişisel çıkarlarını bir kenara bırakıp bu olaya odaklanmasını beklemek hayalperestlik olarak yorumlanabilir. Özellikle son yıllarda, acil çözüm bekleyen o kadar mesele makul olmayan bir zaman dilimine yayılmış ve çözümsüz kalmıştır ki, bu olayın istisna olacağını düşünmek saflık olur. Üstelik istikrarsız hükümetler ve mezhep kotalı sistem nedeniyle, halihazırda sorumlu addedilen bürokratlar da işlerini istelerse de doğru bir şekilde yapabilecek durumda değildirler. 

Bu arka plana, çok daha büyük bir sorunu ekleyebiliriz. Hizbullah uzun yıllardır ülkenin giriş ve çıkış noktalarında kontrol sağlama eğilimi gösteriyor. Dolayısıyla zahirde havaalanı, liman gibi bölgelerin kontrolü devlet kurumlarında olsa da, bu kurumların güvenilirliğinden söz edemeyiz. Bu kurumlarda yönetici olanlarda liyakat değil de sadakatin öncelendiği bilinmektedir. Yani eğer patlamada kasıt olmasa ve ihmalden kaynaklanmış olsa dahi, bu olay yine de ülkedeki siyasi sistemin başarısızlığını gösterir. En iyi ihtimalle burada söz konusu olan, korkunç bürokratik yozlaşma ve ülkeyi tep tip bir eğilimle yönetme girişiminin sakıncasıdır. 

İkinci boyut ise, ülkedeki siyasi sisteminin kronik krizidir ve bu krizin Lübnan iç savaşıyla başladığını düşünmek yanlıştır.  Lübnan devletinin ilk kuruluş yıllarında döndüğümüzde, mezhepsel kota üzerinden kurgulanmış sorunlu bir yapılanmanın varlığına şahit oluruz, yani temel yanlış oluşturulmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı Macron bugünlerde, Fransa'nın sorumluluğundan ve rolünden bahsetmektedir, ancak öncesinde yüzleşmesi gereken Fransa'nın tarihi rolüdür. İnsanların etnik kökenlerinden, din ve mezheplerinden bağımsız bir demokratik katılımcı sistem inşa etmek yerine, bu mezhepçi sistemin oluşmasında Fransa'nın katkıları elbette yadsınamaz. Şimdi burada ülkedeki siyasi yapı üzerindeki dış rollerin ve etkilerinin ayrıntısına girme istencinde değiliz. Şu bir gerçek ki; mezhep kotalı siyasi sistem ve ulusal bağlılığın zayıflığı, başta Lübnan halkının sorumluluğudur. Bu zihniyet, Lübnan'ı tarih boyunca başka ülkelerin ve dış güçlerin müdahalesine maruz bırakmıştır. Arap-İsrail çatışmaları ve ülkedeki Filistinli nüfusu da, 'Lübnan İç Savaşını' tetikleyen etkenlerdendir. Nihayetinde Lübnanlılar iç savaş sürecinde çok acı bir bedel ödemiş ve Taif Anlaşmasının altına imza atmıştır, Taif Anlaşmasının olumlu tarafları olduğu gibi olumsuz yönleri de azımsanamayacak kadar çoktur. Sonuçta bu anlaşma, Lübnan'daki krizleri sona erdirebilmiş değildir. Hatta denilebilir ki Taif Anlaşması 'mezhep kotalı' sistemi daha da karmaşık hale getirmiştir. Bu süreçte Suriye devletinin uygulamaları ve İran'ı sahaya davet etmesi de meseleyi iyice içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.   
Hizbullah'ın ülke genelinde, siyasi, askeri ve güvenlik etkisinin artmasıyla birlikte, işler daha önce görülmemiş bir şekilde karmaşık hale gelmiştir. Bu çarpıklık, ülkedeki en büyük Maruni Hristiyan cepheyle, (Özgür Yurtsever Hareketi (ÖYH) kurduğu ittifak sonucunda daha da artmıştır. ÖYH iktidara ulaşabilmek için Hizbullah'ın dayattığı şartları kabullenmiş, Hizbullah'ın devlet içinde etkisini arttırmasına, havaalanı ve liman gibi giriş çıkışları ele geçirmesine sessiz kalmıştır. Ülkedeki mezhep kotalı sistemin sakıncaları da eklenince, kriz gün geçtikçe büyümüştür. Ayrıca mezhep siyasi parti liderleri ve kanaat önderlerinin, gün geçtikçe daha az 'bilgece' yaklaşım sergilediğini de ifade etmekte fayda var. Siyasi krizin boyutlarına, mevcut ekonomik durumu ele aldıktan sonra döneceğiz.
Son aylarda ve hatta son yıllarda Lübnan'da artış gösteren protesto gösterilerine ve sokak hareketlerine şahit oluyoruz. Bu eylemler büyük ölçüde, yozlaşmış erkin sebep olduğu ekonomik krize bir itiraz olarak değerlendiriliyor. Doğrusu şu ki; ülkedeki ekonomik krizin, siyasi erkin yozlaşması ve yolsuzlukları da aşan kronik nedenleri var. Öncelikle Lübnan ekonomisi uzun zamandır ne sanayi ne de tarımsal üretimde dışarısıyla rekabet edebilecek düzeyde değildir, bu müzmin bir sorundur. Devlet dışarıdan gelen ürünlere yüksek vergiler uygulayarak rekabet gücünü korumaya çalışmış olsa da başarısız olmuştur. Süreç içinde geleneksel el sanatları üretimi de son bulmuş, iç göç artmış, Beyrut'ta yığılma olmuş, ülke içindeki iş kollarında değişim gerçekleşmiş, ekonomi büyük ölçüde, bankacılık, turizm ve hizmet sektörüne itimat eder olmuştur. Güvenlik sorunları ve Hizbullah'ın artan etkisi ise, son yıllarda özellike Körfez ülkelerinden gelen turistlerin bu ülkeyi tercih etmemesine neden olmuştur. Bankacılık sektörünün de krize girmesi ülke ekonomisine büyük bir darbe vurulmuştur. Tüm bunların üzerine 'mezhepçilik kisvesi' altında gerçekleşen yolsuzluklar da eklenince, refaha alışmış olan toplum,  gelecek kaygısına ve kasvetli bir havaya sürüklenmiştir. Bu refah daha önceleri Lübnan diasporasının döviz aktarımı, ülkeye gelen büyük yatırımlar, bankacılık ve turizm sektörleri sayesinde oluşmuştu, refahı yitiren toplum ise; 'yolsuzluk, mezhepçilik, işsizlik' sloganları ile sokağa çıkmak zorunda kaldı. Gerçekçi olursak, ülkedeki ekonomik krizin tek sorumlusu yolsuzluk yapan bürokratlar ya da yozlaşmış siyasi yapı değildir. Tüm Lübnan halkı da sorumludur, sanayi ve tarım üretimini iyileştirmek ve sürdürmek yerine, her kesim, kendi mezhebini destekleyen dış güçlerin mali ve manevi himayesine girmeyi tercih etmiştir.
Lübnan'daki ekonomik ve siyasi krizin örtüşen boyutları, ülkedeki kaotik çarpıklığın nedenlerinin yalnızca mezhepçilikle teşhis edilmesinin doğru olmadığını gösteriyor. Tabi ki mezhepçilik ülkenin durumunu daha da karmaşıklaştırmış, yapısal sorunlarla yüzleşmeyi de son derece güçleştirmiştir. Yolsuzluk, kadroların değişmesiyle azalmamaktadır, toplumdaki hemen her kesim ve her mezhep kendi içinden yolsuzluğa bulaşacak bireyleri kesintisiz bir şekilde çıkarmaya devam etmektedir.
Bu çarpık resime, ne yazık ki hemen herkes bir şekilde dahil olmaktadır, yolsuzlukla mücadele edenlerin dahi ciddi bir kısmı, yolsuzluğu hedef alınan kişi kendi mezhebinden olması durumunda yelkenleri suya indirebiliyor. Tıpkı bölgesel ya da uluslararası güçlerin, kendilerine yakın buldukları kesimleri gerçeklikten ve adaletten bağımsız olarak desteklemeleri gibi. Tabi burada Lübnan halkına mezhebinden ya da etnik kökeninden bağımsız olarak eşit davranma eğilimi gösteren bazı dış güçlerin var olduğunu da hatırlatalım.
Özetlemek gerekirse; mezhepçi kurgulanmış sistem, ülkedeki siyasi ve ekonomik ufku karartmış durumdadır ve sistem tıkanmıştır. Halihazırda ülkedeki erk büyük ölçüde Hizbullah ve ittifak kurduğu Şii ve Maruni elitlerin elindedir. Bu tıkanmışlığın tek olmasa da başlıca sorumlusu da bu kesimlerdir.
Binlerce Lübnanlının sokaklara çıkıp, mezhepçiliğe itiraz etmesi, başarısızlığın temelinde mezhepçi yaklaşımın olduğunu hissetmeleriyle ve görmeleriyle ilgili olmalı. Bu 'halk hareketi' az daha başarısızlığa uğrayacaktı, çünkü her mezhep özellikle kendisinin hedef alındığından çekindiği için, protesto gösterilerine karşıt bir tutum sergilemişti. Bazı iyimserlerin aksine, bu durumdan yakın vadede herhangi bir çıkış yolu göremediğimi belirtmek isterim. Siyasi ve ekonomik krizden çıkış için tek ihtimalin, halk hareketi sözcülerinin, değişimin zorunlu olduğunun bilincinde olan aklı başında mezhep liderleri ile ittifak geliştirmesi olduğunu düşünüyorum.
Şüphesiz Lübnanlıların sağlıklı bir ortak yaşamı sürdürebilmeleri için birçok koşula ihtiyaç var. Bunlardan ilki ve en önemlisi, Şiiler de dahil olmak üzere tüm mezheplerin ülkeyi bu silahlı örgütün elinden kurtarmasıdır. Şüphe yok ki mezkur örgüt, kazanımlarını korumak için silahlı çatışmayı ve Lübnan'ın parçalanmasını dahi göze alabilir.
Lübnan, çoğulculuğu ve farklılıkların bir arada yaşamasını sembolize eden bir ülkeydi. Bunun önemini ve anlamını kavrayan Lübnanın çocukları, bu güzel ülkeyi kurtarmak için, şiddete başvurmaksızın, aşamalı olarak ve medeni bir şekilde bu mücadeleyi vermek zorundadır. 
*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevirilmiştir.



İsrail Savunma Bakanı Katz: Suriye’deki silahlı gruplar Golan Tepeleri’ni ele geçirmeyi düşünüyor

Golan Tepeleri (Reuters)
Golan Tepeleri (Reuters)
TT

İsrail Savunma Bakanı Katz: Suriye’deki silahlı gruplar Golan Tepeleri’ni ele geçirmeyi düşünüyor

Golan Tepeleri (Reuters)
Golan Tepeleri (Reuters)

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Knesset Dışişleri ve Savunma Komitesi toplantısında yaptığı açıklamada, Suriye’deki bazı silahlı grupların Golan Tepeleri’ni ele geçirmeyi düşündüğünü söyledi. Şarku’l Avsat’ın Times of Israel’den aktardığına göre Katz, İsrail’in Şam ile güvenlik anlaşması ya da normalleşme yolunda olmadığını belirterek, Suriye ordusu ya da ülkedeki farklı milislerin İsrail yerleşimlerine saldırma veya Suriye’deki Dürzi toplumunu yeniden tehdit etme ihtimaline karşı hazırlık yapıldığını ifade etti.

Katz, Husilerin de Golan Tepeleri’ne yönelik olası bir kara harekâtını değerlendirdiğini söyledi.

Öte yandan, İsrail güçleri Aralık 2024’te Beşşar Esad rejiminin çöküşünün ardından Suriye’nin güneyinde dokuz noktada konuşlandı. Bu noktaların büyük bölümü, iki ülke arasındaki sınırda Birleşmiş Milletler tarafından izlenen tampon bölgede yer alırken, konuşlanma alanları arasında Cebel Hermon’un (Şeyh Dağı) Suriye tarafındaki iki nokta da bulunuyor.

İsrail, bu birliklerin İsrail yerleşimlerini korumak ve düşman unsurların eline geçtiğinde tehdit oluşturabilecek silahları güvence altına almak amacıyla Suriye topraklarında yaklaşık 15 kilometre derinliğe kadar faaliyet yürüttüğünü açıkladı. Bu potansiyel tehdit unsurları arasında Lübnan Hizbullahı ile İran destekli diğer milis gruplar da yer alıyor.

Suriye’nin güneybatısında bulunan Golan Tepeleri, başkent Şam’ın yaklaşık 60 kilometre batısında yer alıyor ve toplamda 1.860 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. İsrail, Haziran 1967 Savaşı sırasında bölgenin yaklaşık 1.250 kilometrekarelik kısmını işgal etmiş, 1981’de ise fiilen ilhak etmişti. Ancak bu ilhak, bölgeyi hâlen işgal altındaki Suriye toprağı olarak kabul eden Birleşmiş Milletler tarafından tanınmıyor.


BM: İsrail–Hizbullah ateşkesi kırılgan, belirsizlik devam ediyor

İsrail askerleri, Güney Lübnan'daki Mays el-Cebel köyünde yıkılmış evler arasında hareket ediyor (EPA)
İsrail askerleri, Güney Lübnan'daki Mays el-Cebel köyünde yıkılmış evler arasında hareket ediyor (EPA)
TT

BM: İsrail–Hizbullah ateşkesi kırılgan, belirsizlik devam ediyor

İsrail askerleri, Güney Lübnan'daki Mays el-Cebel köyünde yıkılmış evler arasında hareket ediyor (EPA)
İsrail askerleri, Güney Lübnan'daki Mays el-Cebel köyünde yıkılmış evler arasında hareket ediyor (EPA)

Birleşmiş Milletler’in Lübnan Özel Koordinatörü Jeanine Hennis-Plasschaert, Perşembe günü yaptığı açıklamada, hükümetin aldığı önemli kararlar ve Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin güçlendirilmiş varlığına rağmen ülkenin güneyindeki belirsizlik ortamının devam ettiğini belirtti. Hennis-Plasschaert, bu iki unsurun “normalleşme yolunda temel bir zemin oluşturduğunu” söyledi.

Hennis-Plasschaert, “Birçok Lübnanlı için çatışma düşük yoğunlukla da olsa sürüyor. Mevcut durum devam ettiği sürece, düşmanlıkların yeniden tırmanma ihtimali ortadan kalkmış değil” ifadelerini kullandı.

BM yetkilisi, mevcut fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Diyalog ve müzakereler tüm sorunları çözemeyebilir; ancak taraflar arasında karşılıklı anlayışın oluşmasına katkı sağlar ve en önemlisi, istenen güvenlik ve istikrara giden yolu açar” dedi.

İsrail ile Hizbullah arasında geçen yıl Kasım ayında, Gazze’deki savaşın yol açtığı bir yılı aşkın karşılıklı bombardımanın ardından ABD arabuluculuğunda ateşkes sağlanmıştı. Ancak İsrail, anlaşmaya rağmen Güney Lübnan’daki bazı noktalarda varlığını sürdürürken, ülkenin güneyi ve doğusuna yönelik saldırılarına devam ediyor.


Irak’ta Koordinasyon Çerçevesi güçleri, başbakanlık için dokuz aday arasından hem yurtiçi hem de yurtdışından kabul gören kişiyi seçeceklerini açıkladı

Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderleri kendilerini ‘en büyük blok’ ilan ettiler (Facebook)
Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderleri kendilerini ‘en büyük blok’ ilan ettiler (Facebook)
TT

Irak’ta Koordinasyon Çerçevesi güçleri, başbakanlık için dokuz aday arasından hem yurtiçi hem de yurtdışından kabul gören kişiyi seçeceklerini açıkladı

Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderleri kendilerini ‘en büyük blok’ ilan ettiler (Facebook)
Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderleri kendilerini ‘en büyük blok’ ilan ettiler (Facebook)

Irak parlamentosunda şu anda ‘en büyük blok’ konumundaki (Şii) Koordinasyon Çerçevesi güçleri, dokuz aday arasından yeni bir başbakan seçmeye hazırlanıyor.

Şii ittifakının genel sekreteri Abbas Radi dün yaptığı açıklamada, adayın Irak’ta kabul görmesi, uluslararası gerekliliklerle başa çıkma becerisine sahip olması ve devlet kaynaklarını partizan amaçlarla kullanmayacağına dair taahhütte bulunması gerektiğini vurguladı. Radi, güvenlik ve ekonomi alanlarında başbakanın görevlerine ilişkin ayrıntılı bir programın, gelecek hükümetin bir parçası olabilecek bir ekip tarafından hazırlanmasının ardından, en olası adayın özelliklerini belirleyecek bir toplantının yapılacağını da sözlerine ekledi.

Koordinasyon Çerçevesi, siyasi normlara uygun olarak cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı makamlarına getirilecek isimlere karar vermek için Kürt ve Sünni güçlerle müzakereler yürütürken, adayları değerlendiren önde gelen siyasi şahsiyetlerden oluşan bir komisyon aracılığıyla faaliyet gösteriyor.

Radi, rekabetin tanınmış önde gelen isimler arasında yaşandığını söyledi.

Radi, Şarku’l Avsat’ın Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin yeni gündeminin bir parçası olarak milis grupların silahları sorununu ele almayı düşünüp düşünmediğine ilişkin sorusuna verdiği yanıtta, “Hükümet programı, yeni başbakan tarafından uygulanacak güvenlik reformlarını içerecek” ifadelerini kullandı.