Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türkiye bu suni rüzgarlarla eğilip bükülebilecek bir ülke değildir

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (İHA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (İHA)
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türkiye bu suni rüzgarlarla eğilip bükülebilecek bir ülke değildir

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (İHA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (İHA)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye ne zaman küresel gündemlere ilişkin bir irade ortaya koysa, ne zaman bölgesel hakları ile ilgili adımlar atsa ekonomi üzerinden bir hesaplaşmanın devreye sokulduğunu görüyoruz. Türkiye ekonomide, bu suni rüzgarlarla eğilip bükülebilecek bir ülke değildir” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı sonrasında kameraların karşısına çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beyrut'ta yaşanan patlama ve Akdeniz ile Ege'de yaşanan olaylara değinirken, konuşmasının büyük bölümünü ekonomik gelişmelere ayırdı.
Beyrut'ta yaşanan patlama sonrası yaşanan gelişmelere değinen Erdoğan, Ege ve Akdeniz'de Türkiye'nin haklarını ve hukukunu yok saymaya yönelik girişimlere verilen cevapları anlattı. Erdoğan, “Bölgedeki sismik araştırma faaliyetlerimizi Almanya Şansölyesi Merkel'in ricası üzerine iyi niyet nişanesi olarak bir süreliğine ertelemiştik. Ancak Yunan tarafı hüsnüniyet ile hareket etmediğini bir kez daha göstermiş ve Mısır ile hiçbir hukuki temeli olmayan bir anlaşmaya yönelmiştir. Buradan bir kez daha altını çizerek ifade etmek istiyorum. Türkiye'nin hiç kimsenin hakkında, hukukunda, toprağında, denizinde, meşru çıkarlarında gözü yoktur. Bizim tek talebimiz bize de aynı anlayışla yaklaşılmasıdır. Türkiye gibi 780 bin kilometrekarelik dev bir toprak parçasını görmezden gelip birkaç kilometre karelik adalar üzerinden bizi sahillerimize hapsetme girişimine rıza gösteremeyeceğiz. Dünyada hiçbir ülke böyle saçma ve temelsiz talebe boyun eğmez. Biz diyoruz ki, gelin Akdeniz'deki tüm ülkeler bir araya gelelim, herkes için kabul edilebilir, herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım. Ülkemizin bu çağrısına kulaklarını kapatanlar güçlerinin yetmeyeceği, boylarını aşan bir takım girişimlerle kendi geleceklerini kendi elleri ile karartıyorlar. Salgın ve onunla bağlantılı siyasi, ekonomik, sosyal sorunların bir kabus gibi üzerine çöktüğü güçlere güvenenler hüsrana uğramaya mahkumdurlar. Türkiye'nin bu konudaki kararlılığını hala kavramamış olanları bir an önce gerçekleri görmeye ve çözümü masada aramaya davet ediyoruz. Anlaşmazlıkların diyalog yoluyla ve hakkaniyet temelinde çözümü için biz her zaman varız. Bu konuda sağduyu hakim olana kadar Türkiye olarak sahada ve diplomasi alanında kendi planlarımızı uygulamaya devam edeceğiz. Nitekim Oruç Reis Sismik Araştırma Gemimiz dün saat 20.00'de Antalya açıklarından demir alarak görev bölgesine doğru hareket etti. 10 saat süren seyirden sonra bu sabah saat 08.00 itibariyle çalışmalarına başladı. Ekonomide olduğu gibi enerjide de ülkemizin bağımsızlığı için mücadele etmeyi sürdüreceğiz” diye konuştu.
“Türkiye ekonomide, bu suni rüzgarlarla eğilip bükülebilecek bir ülke değildir”
Türkiye'nin 2002 yılında 236 milyar dolar olan milli gelirini 2019 yılında 754 milyar dolara yükselttiklerinin altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomik verileri açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kişi başı milli geliri 3 bin 500 dolardan 2013 yılında 12 bin 500 dolara kadar çıkartmıştık, ancak Gezi olayları ile başlayan ve bugüne kadar kesintisiz devam eden saldırılar sebebiyle bu rakam 2019 yılında 9 bin 127 dolar olarak gerçekleşti. Türkiye ekonomisi satın alma kalitesi gücü paritesine göre dünyada 2002 yılında 17. sıradayken 13. sıraya yükseldi. Böylece ülkemizi kişi başına gelirde dünya sıralamasında üst orta gelir grubuna yükselttik. Ülkemiz insani gelişmişlik endeksinde de dünyadaki konumunu iyileştirmeye devam etti. 2019 yılı insani gelişme raporunda Türkiye bir önceki yıla göre 6 basamak ilerleyerek 58. sıraya yükseldi. Böylece ilk defa çok yüksek insani gelişme kategorisinde yer almış olduk. Rekabetçiliği artırmaya, iş ve yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik çok önemli adımlar attık. Bu sayede Dünya Bankası tarafından hazırlanan iş yapma kolaylığı endeksinde geçtiğimiz yıl 10 basamak birden tırmanarak 33. sıraya yerleştik” şeklinde konuştu.
Türkiye'nin 18 yılda nereden nereye geldiğini anlatmak için mukayeseli rakamları paylaşan Erdoğan, “Ülkemizde yıllık otomobil satışı 2002 yılında 91 bin adet iken bu rakam 2016'de 756 bine kadar çıktı, geçtiğimiz yıl da 387 bin olarak gerçekleşti. Buzdolabı satışı 18 yıl önce 1 milyon 88 bin adetten 2,5 milyona çıktı. Çamaşır makinesi satışı 824 bin adetten 2 milyonun üzerinde bir sayıya ulaştı. Bulaşık makinesi satışı 282 bin adetten 1 milyon 332 bin adede, fırın satışı 339 binden 817 bine yükseldi. Bütün bunları ülkemizdeki refah düzeyini ifade etmesi bakımından söylüyorum. Bunlar aynı zamanda vatandaşımın alım gücünün bu tür ürünlerde nereden nereye yükseldiğini göstermesi bakımından önem arz ediyor. Ülkemizde yeni açılan şirket sayısı 30 bin 842 iken geçtiğimiz yıl bu rakam 85 bin 263'ü buldu. İstihdamda 19,6 milyondan 28 milyon 80 bine çıktı. Borsa endeksi 110'dan binin üzerine ulaştı. Göreve geldiğimizde öyleydi, ama şimdi burada. Turizmde 13,2 milyon turistten geçtiğimiz yıl 52 milyon turist rakamını gördük. Şimdi korona virüs sebebiyle bir sıkıntının içindeyiz ama toparlanmaya başladık. Şimdi Almanya, Rusya, bugün itibariyle kapılarını açmış durumdalar. Geçen yılın rakamlarını yakalayamayacağız ama yine yükselmeye başladığımızı hep birlikte göreceğiz. Salgın sebebiyle turizmde yaşanan sıkıntıları çözmek için tüm imkanlarımızla gayret gösteriyoruz. Merkez Bankası döviz rezervimiz 28 milyar dolardan 90 milyar doların üzerine çıktı. Bir ara bu rakam 135 milyar dolara kadar yükselmişti. Bunun yanında IMF meselesi, IMF'ye olan borcumuz biz göreve geldiğimizde 23,5 milyar dolardı, biz bunu 2013 Mayıs'ında sıfırladık. Türkiye'nin IMF'ye borcu yok. Birileri de avucunu ovuşturuyor. Ana muhalefet partisi. IMF'ye gidecekmişiz, IMF'den bir şeyler isteyecekmişiz. Boşuna avucunuzu ovuşturmayın, biz o kapıları kapattık. IMF bizden 5 milyar dolar borç istedi, o zaman ekonomiye bakan zat, geldi bana ‘Sayın Başbakanım verelim mi bu borcu' dedi. Verin dedim. Bugün borç alan yarın talimat alır dedim. Şimdi parti kurmuş bize ekonomi dersi veriyor. Önce bunları herkesin görmesi yazım. Faiz ödemelerinin milli gelirimize oranını yüzde 14,4'den yüzde 2,3 seviyesine indirdik. En düşük memur maaşını 392 liradan 4 bin 188 liraya, asgari ücreti 184 liradan 2 bin 325 liraya, en düşük bağ-kur tarım emeklisi maaşını 66 liradan aldık bin 756 liraya, en düşük emekli sandığı emeklisi maaşını 377 liradan 2 bin 981 liraya kadar çıkarttık. Bütün bunları biz yaptık. ben felsefe yapmıyorum, rakamlarla konuşuyorum. Engelli aylığını 25 liradan 851 liraya, muhtar aylığını 97 liradan 2 bin 261 liraya yükselttik. Lisans öğrencilerine verdiğimiz kredi burs ödemelerini biz geldiğimizde 45 liracık alıyorlardı, 550 liraya çıkarttık, yüksek lisans da bin 100 lira, doktorada bin 650 lira seviyesine çıkarttık. Hatırlayın harç, öğrencilerden alınıyordu, bundan dolayı o zaman öğrencilerin sesi çok çıkıyordu, gösteriler vesaire, bu harcı kim kaldırdı, biz kaldırdık. Tam aksine biz öğrencilerimize bursları ile kredileri ile destek oluyoruz. Tarım sektörüne yaptığımız destekleme ödemelerini yıllık 1,8 milyar liradan 22 milyar liraya çıkarttık. Her alanda bu rakamları çeşitlendirmek mümkün” ifadelerini kullandı.

"Türkiye'nin bölgesel ve küresel bir güç olarak yükselen yıldızından rahatsız olanlar her seferinde daha riyakar şekilde üzerimize gelmeye başladı"
Türkiye'nin bugün geleceğine güvenle bakmasının, bölgesel ve küresel politikalarda aktif pozisyon almasının gerisinde bu güçlü alt yapının olduğunu belirten Erdoğan, “Ülkemizin 2013 yılından beri ardı ardına yaşadığı her saldırı ile birlikte hem korunma reflekslerimizi hem hedeflerimize ulaşma yöntemlerimizi geliştirdik. Allah'ın inayeti ve milletimizin desteği ile girdiğimiz her mücadeleden başarı ile çıktık. Türkiye'nin bölgesel ve küresel bir güç olarak yükselen yıldızından rahatsız olanlar her seferinde daha sinsi daha riyakar şekilde üzerimize gelmeye başladı. Başka hiçbir ülkeye uygulanmayan kriterler bize dayatıldı, başka hiçbir ülkeden talep edilmeyen şartlar bizden istendi. Başka hiç bir ülkeye yöneltilmeyen tehditler bize savruldu. Terör örgütlerinden darbecilere, finans lobilerinden tarihi hesaplaşmalara kadar her türlü araçla üzerimize yüklendiler. Hepsinin de üstesinden birer birer geldik. Bu çerçevede 2019 yılı ülkemiz için yeniden dengelenme sürecinin yaşandığı bir yıl oldu. Cari dengede ve enflasyonda önemli kazanımlar elde ettik. 2018 yılı ekim ayında yüzde 25,2 seviyesinde seyreden enflasyonu geçtiğimiz yıl yüzde 11,8 seviyesine indirdik. Ülkemiz son yıllarda uyguladığı politikalarla pazar ve ürün çeşitliliğini artırdı. 2019 yılında ticaret savaşları, bölgesel istikrarsızlıklar ve Brexit ile birlikte tırmanın küresel belirsizliklere rağmen ihracatta 180 milyar doların üzerine çıkarak yeni bir rekora imza attı. Güçlü ihracat performansımız ve turizm sektörünün desteği ile cari işlemler dengesi 2001 yılından beri ilk defa fazla verdi. Maruz kaldığımız çok yönlü saldırılara rağmen ekonomimiz attığımız kararlı adımlarla 2019 yılının son çeyreğinde yeniden güçlü büyüme politikasına döndü. Bu bizim için güçlü bir patikaydı ama şimdi biz bu patikayı caddeye dönüştüreceğiz. Onun adımlarını atıyoruz. 2019 yılının son çeyreğinde ekonomimiz yüzde 6 oranında kayda değer bir büyüme kaydetti. Kur saldırılarının etkisi ile yüzde 24'e çıkan Merkez Bankası politika faizi, yüzde 8,25 seviyesine indi. Yüzde 35'lere çıkan piyasa faizleri yüzde 8 bandına kadar geriledi. Daha da düşecek. Bütün arzumuz bu ülkede yatırımcı çok daha rahat bir şekilde yatırımlarını yapabilsin. Devletimizin borçlanma faizlerinde de önemli düşüşler sağladık. Yüzde 25'lere çıkan iç borçlanma faizini yüzde 9,72'ye ve yüzde 7,50'yi aşan dış borçlanma faizini yüzde 4,45'e kadar gerilettik. Ekonomik yükseliş 2020 yılının ilk aylarında da devam etti. Yılın ilk çeyreğinde birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin aksine ülkemiz yüzde 4,5 gibi yüksek bir büyüme performansı sergiledi. G-20 ülkeleri arasında en yüksek, OIC'de ülkeleri arasında ikinci en yüksek büyüme performansı kaydeden ülke olduk. 2018 yılı Ağustos ayında yaşadığımız saldırılar sonrasında küresel finans sisteminin bize dayatmaya çalıştığı yüksek faiz yaklaşımını asla kabul etmedik. Bir taraftan kur üzerinden yapılan saldırılarla, bir taraftan kurun enflasyona olan etkisi ile ve diğer taraftan Türkiye üzerinden yüksek faizle haksız kazanç elde etmek isteyenlerle adeta boğuştuk, mücadele ettik. Bu mücadele olmasaydı iş insanımız ayakta kalabilir miydi? Eğer kur atakları ile tüm araçlarımızla mücadele etmeseydik enflasyonu yüzde 25'lerden bugünkü seviyesine bu kadar hızlı getirebilir miydik? Türkiye ne zaman küresel gündemlere ilişkin bir irade ortaya koysa, ne zaman bölgesel hakları ile ilgili adımlar atsa ekonomi üzerinden bir hesaplaşmanın devreye sokulduğunu görüyoruz. Türkiye ekonomide, bu suni rüzgarlarla eğilip bükülebilecek bir ülke değildir” dedi.

“Ekonomimizin dayanıklılığını artırmaya yönelik adımlar sayesinde ekonomimizi hızla toparladık”
“Birileri sadece gazel okur ama biz iş üretiriz, farkımız bu” açıklamasında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bütün başarıların, 2002 yılından bu yana Türkiye ekonomisinin geçirdiği yapısal dönüşüm süreci ve sağlık alt yapısına yatırımlar sayesinde olduğunu söyledi. Erdoğan, “DSÖ verilerine göre dünya genelinde tespit edilen korona virüs vaka sayısının 20 milyona yaklaştı. Konya Şehir Hastanesi açıldı. Resmi açılışını da bizzat giderek Konya'da yapacağız. Resmi açılışını yapmadık ama şuanda hasta kabulü başladı. Diğer illerimize de şehir hastanelerini yaparak çok daha güçlü alt yapıya insanımızı hazırlayacağız. Ülkemiz milyon kişi başına düşen vaka sayısında 73., milyon kişi başına düşen ölüm oranında 57. sıradadır. Bu dönüm sona erdiğinde Türkiye dünyada salgını en az hasarla atlatan ülkelerden biri olacaktır. Salgın sadece insan hayatını tehdit etmiyor, aynı zamanda ciddi ekonomik sorunlar doğuruyor. Küresel ekonomi son bir asırdaki en büyük krizi ile karşı karşıyadır. Salgın nedeniyle küresel tedarik zincirleri ve uluslararası ticaret aksamış, birçok tesiste üretim durmuş ya da yavaşlamıştır. 2020 yılı ilk yarısında dünya genelinde büyük üretim kayıpları, işsizlik oranlarında yükseliş ve tüketim alışkanlıklarında değişiklikler ortaya çıkmıştır. Salgının sarsıcı etkisinin daha iyi anlaşılmasıyla uluslararası kuruluşlar küresel büyüme tahminlerinde revizyona gitmişlerdir. IMF 2020 yılı için daralma beklentisini yüzde 3'den yüzde 4,9'a yükseltmiştir. OIC'de ise bu yıl için daralma beklentisini yüzde 2,4'den yüzde 7,6'ya güncellemiştir. Ekonomik veriler ve beklentiler ABD, Almanya, Japonya ve İngiltere gibi büyük ekonomilerin bile salgının etkisi ile birlikte sarsıldıklarını ve çok ciddi ekonomik kayıplar verdiklerini gösteriyor. 2020 yılının ikinci çeyreğinde ABD ekonomisi yıllıklandırılmış oranlarda yüzde 32,9, Euro bölgesi ekonomisi ise yıllık yüzde 15 düzeyinde daralmalar göstermiştir. Aynı dönemde Almanya ekonomisi yüzde 11,7, İtalya ekonomisi yüzde 17,3, Fransa ekonomisi yüzde 19, İspanya ekonomisi yüzde 22,1 oranında daralmıştır. ABD'de işsizlik oranı yüzde 15 seviyesine kadar ulaşmış, tarım dışı istihdamda 20 milyonun üzerinde aylık düşüşü görülmüştür. Bu gelişmeler karşısında ülkeler hem para hem de maliye politikaları ile ekonomideki olumsuz seyre müdahale ederek ekonomik gerilemeyi azaltmaya çalışmışlardır. Tüm destekleyici politikalara rağmen ekonomik toparlanmanın zaman alması beklenmektedir. Türkiye ekonomisi de salgından kısa vadede elbette olumsuz yönde etkilenmiştir. Ancak aldığımız tedbirler, şoklara karşı mücadeledeki tecrübemiz, güçlü sağlık alt yapımız ve ekonomimizin dayanıklılığını artırmaya yönelik adımlar sayesinde ekonomimizi hızla toparladık” diye konuştu.

"Salgın sonrasında oluşan yeni dünya düzeninde Türkiye yeni bir başarı hikayesi yazacaktır"
Mayıs ayı ile birlikte ekonomik göstergelerde ve beklentilerde bekledikleri iyileşmenin başladığını, Haziran ve Temmuz aylarında bunun güçlendiğini belirten Erdoğan, “Salgının etkilerinin belirginleştiği Nisan ayından sonra Haziran ve Temmuz aylarına ait önce göstergeler ekonomide toparlanma sinyalleri veriyor. Tüketici güven endeksi Nisan ayındaki 54,9 seviyesinden Temmuz ayında 60,9 seviyesine yükselmiştir. Reel kesim güven endeksi nisan ayındaki 62,3 seviyesinde temmuz ayında 99,4 seviyesine yükselmiştir. Ekonomi güven endeksi Nisan ayındaki 51,3 seviyesinden Temmuz ayında 82,2 seviyesine yükselmiştir. Satıl alma yöneticileri endeksi Nisan ayındaki 33,4 seviyesinden temmuz ayında 56,9 seviyesine yükselerek 2011 yılının Şubat ayından bu yana en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Mevsim etkilerinden arındırılmış imalat sanayi kapasite kullanım oranı Nisan ayındaki 61,9 seviyesinden Temmuz ayında 70,7 seviyesine yükselmiştir. Mayıs ayı ile birlikte yeniden yükselişe geçen mevsim etkilerinden arındırılmış sektörel güven endeksleri de Temmuz ayında yükselmeye devam etmiştir. Otomobil üretimi Haziran ayında Mayıs ayına göre yüzde 71,7 oranında, otomobil satışları ise yüzde 127,6 oranında artış kaydetmiştir. Temmuz ayında otomobil satışlarındaki artış eğilimi devam etmiş, bir önceki aya göre artış yüzde 21,7 olmuştur. İhracat Nisan ayından sonra sürekli artış kaydetmiş ve Temmuz ayında 15 milyar dolar ile bu yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bu dönümde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 66,2'den yüzde 84,5 seviyesine yükselmiştir. İhracattaki iyileşme sürecinin önümüzdeki dönemde devam etmesini ve normalleşme sürecine özellikle ülkemize önemli sayıda turistin ziyaret etmesi ile birlikte ben inanıyorum ki bize olan bu noktadaki güven daha da artacaktır. Son dönemde sağladığımız finansmana erişim kolaylıkları ve uygun kredi imkanları sayesinde otomotiv konut satışlarında rekor düzeyde artışlar sağlandı. Kredi büyümesinde görülen hızlanmaya karşılık bankacılık sektörümüz güçlü sermaye yapısı, aktif kalitesi ve karlılık oranları ile oldukça sağlıklı bir görünüme sahiptir. Sektörün sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 19,5 ile yüzde 8 olan yasal asgari oranının oldukça üzerindedir. Yabancı para açık kaynaklı kur riski bulunmayan söktürün tahsili gecikmiş alacakları da sürdürülebilir seviyelerdedir. Türkiye ekonomisi artık tüketim yerine üretimi önceleyen, ithalata bağımlı değil ihracat odaklı yapısıyla küresel değer zincirine daha entegre olan ve daha fazla katma değer üreten bir model ile yoluna devam edecektir. Salgın sonrasında oluşan yeni dünya düzeninde Türkiye coğrafi konumu, lojistik ağ bağlantıları, üretim kapasitesi, insan kaynağı ile bilgi ve becerisini kullanarak yeni bir başarı hikayesi yazacaktır. Son 2 yıldaki oldukça zorlu şartlara rağmen güçlü ve sağlıklı bir ekonominin inşası için pek çok yeni politikayı hayata geçirdik. Küresel ekonominin önemli ölçüde daralacağı beklentilerinin olduğu bir ortamda attığımız adımlar ve hayata geçirdiğimiz uygulamalar ile ülkemizin önüne gelen yeni fırsatları özellikle değerlendirmesini sağlamakta kararlıyız” şeklinde konuştu.
 



Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
TT

Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)

Birleşik Krallık istihbaratına göre Ukrayna cephesinde bu yıl 400 binden fazla Rus asker öldürüldü ya da yaralandı.

Londra yönetiminin ekimde yayımladığı son savunma istihbarat raporuna göre, Şubat 2022'de başlayan savaştan bu yana Rus ordusunda toplamda 1 milyon 118 bin asker yaralandı ya da öldü.

Telegraph'ın aktardığına göre bu rakam, savaş öncesi Rus ordusunun toplam büyüklüğünden daha fazla.

Analizde, Rus ordusunun cephede “kıyma makinesi” diye de adlandırılan yoğun saldırı taktiklerini kullandığına, bunun da kayıpları artırdığına dikkat çekiliyor.

Economist'in bu ay yayımladığı çalışmada da Rusya'nın kayıplarının 1,35 milyona vardığı savunulmuştu. Ayrıca son üç yılda Rusya'nın Ukrayna topraklarının sadece yüzde 1,45'ini ele geçirebildiği belirtilmişti.

Rusya olası barış anlaşması çerçevesinde, Ukrayna'ya ait Herson, Zaporijya, Donetsk ve Luhansk'tan Kiev güçlerinin çekilmesini istiyor. Bu bölgelerin bir kısmı halihazırda Moskova'nın kontrolünde.

Economist'in haberinde, Rusya'nın sözkonusu bölgeleri askeri harekatla ele geçirmesinin Mayıs 2028'i bulacağı, bu süreçte ciddi kayıplar verilebileceği savunulmuştu.

Diğer yandan Ukrayna ordusu, Donetsk'teki Siversk kentinden çekildiğini dün duyurdu.

Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında, askerlerin can güvenliği ve kaynakların korunması için geri çekilme kararı alındığı bildirildi.

New York Times'ın analizinde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce yaklaşık 10 bin nüfusa sahip olan kentin, Donetsk bölgesinin savunmasında büyük rol oynadığına dikkat çekiliyor.

Şehrin kaybıyla Donetsk üzerindeki kontrolü zayıflayan Kiev'in müzakerelerde dezavantajlı konuma düşebileceği belirtiliyor.

Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerde Kiev yönetimi, Moskova'nın toprak tavizi taleplerini reddetmişti. ABD arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerde Ukrayna, herhangi bir anlaşmayı kabul etmeden önce Batılı müttefiklerden güvenlik garantileri istiyor.

Independent Türkçe, Telegraph, New York Times


İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
TT

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşı sırasında Avrupa'daki işgücünü artırdı.

İsviçreli risk sermayesi fonu Planven ve Britanya merkezli danışmanlık şirketi KPMG'nin araştırmasında, İsrailli teknoloji firmalarının Avrupa'daki faaliyetlerini genişlettiği ve daha fazla çalışan istihdam ettiği belirtiliyor.

Avrupa Birliği'ne (AB) bağlı Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü'nün İsrail'deki inovasyon merkezi IT Hub Israel de salı günü yayımlanan çalışmaya katkı sağladı.

Araştırmaya göre, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısıyla  patlak veren Gazze savaşından bu yana İsrail teknoloji şirketlerinin Avrupa'daki istihdamı ortalama yüzde 5 arttı.

Ocak 2025 itibarıyla Avrupa'da faaliyet gösteren toplam 1686 İsrailli teknoloji şirketi, çalışan sayısını 32 bin 617'ye çıkardı. Bu sayı 2024'te 30 bin 936, 2023'teyse 29 bin 317'ydi.

Avrupa'da en fazla sayıda İsrailli teknoloji şirketine ev sahipliği yapan ülke Birleşik Krallık. Ülkede 704 İsrail teknoloji şirketi, 6 bin 724 çalışanıyla faaliyet gösteriyor.

415 şirket ve 2 bin 131 çalışanla Almanya ikinci, 312 şirket ve 2 bin 598 çalışanla da Ukrayna üçüncü sırada geliyor.

Fransa'da 279 teknoloji şirketinde 1750 kişi çalışırken, Polonya'da 257 firmada 1734 kişilik istihdam var. İspanya'da 356 şirket faaliyet gösterirken, bu firmalarda 1415 kişi çalışıyor.

Avrupa'da Gazze savaşı nedeniyle İsrail karşıtı görüşlerin artmasına rağmen firmaların istihdam kapasitesini geliştirdiği görülüyor.

Planven'den Elle Taitou Spruch, araştırma bulgularına ilişkin Times of Israel'e şunları söylüyor:

Veriler savaş gibi zor zamanlarda bile, Avrupa'dan çok fazla eleştiri aldığımız halde, uzun vadeli varlıklarını geliştiren İsrailli girişimlerin sürekli büyüdüğünü ortaya koyuyor. İnsanlar hâlâ yatırımlarını artırmayı tercih ediyor.

Avrupa Komisyonu, AB ve İsrail arasında 5,8 milyar euroluk ihracatı etkileyecek karşılıklı ticaret anlaşmasının askıya alınabileceğini eylülde duyurmuştu. Brüksel henüz bu yönde bir adım atmadı.

Birleşmiş Milletler de İsrail ordusunun Gazze'de soykırım yaptığını bildiren çalışmasını eylülde kamuoyuyla paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Times of Israel, Guardian


Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
TT

Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)

ABD-İsrail ilişkileri, bugün olduğu kadar çalkantılı bir dönem yaşamamıştı. Washington’un İsrail’e yönelik güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarındaki stratejik desteğine ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya verdiği güçlü desteğe rağmen, Tel Aviv’de artan bir kaygı ve yanıtsız kalan çok sayıda soru dikkat çekiyor. Trump’ın, Netanyahu’nun yargılandığı yolsuzluk davalarının düşürülmesini talep eden tutumu dahi bu belirsizlikleri gidermiş değil.

Öne çıkan soruların başında Trump’ın kendisi geliyor: İlk başkanlık dönemindeki Trump ile bugünkü Trump aynı mı? ‘İsrail’in küçük bir devlet olduğu ve genişlemeye ihtiyaç duyduğu’ yönündeki yaklaşımlarından vazgeçti mi?

Trump yönetiminin Aralık 2025’in başında yayımladığı ve yönetimin stratejik hedeflerini ortaya koyan belgede, Filistin meselesinin yakın vadede çözülebilir olmadığı ifade edildi. Bu durum, Gazze Şeridi’nde savaşı durdurmayı ve Ortadoğu’da kapsamlı bir barış tesis etmeyi amaçlayan Trump planının rafa kaldırılabileceği anlamına mı geliyor? Eğer öyle değilse, Trump İsrail üzerinde bir uzlaşıyı dayatacak baskı uygulayabilir mi? İsrail’e verilecek desteğin sınırları nerede başlayıp nerede bitecek? Trump, görev süresi boyunca önümüzdeki on yıl için İsrail’e nasıl bir askerî ve ekonomik yardım anlaşması sunacak?

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te İsrail'i ziyareti sırasında Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'nda parmağıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu işaret ediyor. (Reuters)

Netanyahu’nun yakın çevresinde, ikili ilişkilerin sağlamlığına dair iyimser açıklamalara rağmen tablo net değil. Hatta kendisini ‘ABD meselelerinde İsrail’in en büyük uzmanı’ olarak gören Netanyahu’nun dahi Trump’ın gerçek tutumunu tam olarak kestiremediği, yeni Trump’ın kişiliğini anlamak için uzun saatler harcadığı ifade ediliyor.

Netanyahu uzun süre ABD'de yaşamıştı

Siyasi tarihe göre, bugüne kadar İsrail’i yöneten 13 başbakandan 8’i, ABD’de altı aydan uzun süre yaşamış durumda. ABD’de en uzun süre kalan başbakan 18 yıl ile Golda Meir olurken, onu 16 yıl ile Binyamin Netanyahu izliyor. Her iki lider de ABD’de uzun yıllar yaşamış olmaları sayesinde ABD’yi ‘içeriden en iyi tanıyan’ siyasetçiler olmakla övünüyordu.

Ancak İsrailli tarihçiler bu tabloyu tersinden okuyor. Gazeteci ve tarihçi Tani Goldstein, bazı çevrelerin Golda Meir ile Netanyahu’yu İsrail’in ABD ile ilişkilerinde en başarısız iki başbakan olarak gördüğünü belirtiyor. Goldstein’a göre, her iki lider de görev dönemlerinde iki ülke ilişkilerinde en fazla krize yol açan isimler olarak tarihe geçti.

Golda Meir, 1958 yılında İsrail Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, ABD’nin Lübnan’daki anayasal kriz sırasında ülkeye müdahalesi esnasında, Başbakan David Ben-Gurion ile anlaşarak İsrail istihbarat servislerini Amerikan güçlerinin hizmetine sundu. Bu adım, Tel Aviv ile Washington arasındaki ilk güvenlik iş birliğinin temelini oluşturdu. Üç yıl sonra ise bir İsrail Başbakanı ile ABD Başkanı arasında ilk resmî görüşme gerçekleşti; o dönemde Beyaz Saray’da John F. Kennedy bulunuyordu. Ancak Meir’in kendisi, İsrail Başbakanı olduktan sonra, ilişkilerde ilk büyük krizi tetikleyen isim oldu.

1970’lerin başında ABD, Dışişleri Bakanı William Rogers’ın adıyla anılan bir İsrail-Arap barış planını gündeme getirdi. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından, Enver Sedat bu girişimleri güçlü biçimde canlandırmaya çalıştı ve barışa açık bir tutum sergiledi. ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’in kendisiyle stratejik bir ortak ve müttefik olarak hareket edeceğini, İsrail’e barışı getirecek bir anlaşmaya sıcak bakacağını düşünüyordu. Ancak Meir’in bu öneriyi reddetmesi, Nixon için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

dfer
Eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Eylül 1978'de Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Menachem Begin'in Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ı kucaklamasını alkışlıyor. (AFP)

1973 Savaşı sırasında İsrail ciddi bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kaldığında ve Mısır ile Suriye ordularının ülkenin varlığını tehdit ettiğini hissettiğinde, ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’i affetti. Nixon, İsrail’e büyük çaplı silah sevkiyatları ve Amerikan Hava Kuvvetleri pilotları tarafından kullanılan savaş uçakları gönderdi; bu uçaklar Mısır ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşta fiilen yer aldı.

ABD-İsrail ilişkileri konusunda uzman tarihçi Prof. Dr. Eli Lederhendler’e göre, Golda Meir’in ‘ABD’yi içeriden tanıdığı’ yönündeki iddiaları İsrail açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Lederhendler, Meir’in kendine aşırı güvenen bir tutum sergilediğini ve ABD’ye dair bilgisinin İsrail’in çıkarlarına ters yönde işlediğini savunuyor.

Binyamin Netanyahu da ABD’yi içeriden bildiği düşüncesiyle benzer bir özgüvene sahip. Ancak birçok gözlemciye göre Netanyahu, ülke yönetiminde bulunduğu yıllar boyunca, ABD-İsrail ilişkilerinde Golda Meir’i hem kriz sayısı hem de bu krizlerin derinliği bakımından geride bıraktı. Netanyahu, 2015 yılında İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasını engellemek amacıyla ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı açık bir siyasi mücadele yürüttü.

Netanyahu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in yardımına koşan ve Gazze’de ateşkesi sağlamaya çalışan dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile de ciddi bir kriz yaşadı; Biden’ın girişimlerini boşa çıkardı. İsrail başbakanlarının çoğu, ülkenin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçilerden destek alabilmesi için iki partiyle dengeli ilişkiler kurmaya çalışırken, Netanyahu ABD iç siyasetine müdahil olarak Cumhuriyetçi adayları destekledi ve Demokratlarla sorunlar yaşadı.

asdfrt
Gazze Şeridi sınırına yakın bir noktada konuşlanmış tankın kulesinin üzerinde duran İsrail askerleri (AFP)

Washington’daki Netanyahu karşıtları, İran nükleer anlaşmasının Trump’ın ilk başkanlık döneminde iptal edilmesinde Netanyahu’nun belirleyici rol oynadığını savunuyor. Netanyahu’nun, ABD’yi savaşa sürüklemek isteyen bir lider olarak anılmaya başlandığına dikkat çekiliyor. Nitekim son bir yıl içinde bu değerlendirme kısmen doğrulandı ve ABD, kısa süreli ve sınırlı olsa da İran’la bir savaşa girdi. Netanyahu’nun bununla yetinmediği, ABD Başkanı’nı İran’a karşı yeni bir askerî harekâta ya tamamen Amerikan ya da iki ülkenin ortak yürüteceği bir savaşa ikna etmeye çalıştığı ifade ediliyor.

İlişkinin gücü

İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin stratejik ve güçlü olduğu konusunda kuşku yok; bu durum Trump döneminde de geçerliliğini koruyor. Ancak değişen bir unsur var ve bu durum İsrail’de kaygı yaratması gereken bir gelişme olarak görülüyor. Nitekim Tel Aviv’de bu endişe şimdiden hissedilmeye başlandı.

ABD ile kurulan ittifakın sağlamlığı, İsrail’in Ortadoğu’da genel olarak Batı’nın, özel olarak da ABD’nin çıkarları için ilk savunma ve saldırı hattı olmayı kabul eden tek ülke olmasından kaynaklanıyor. NATO’nun eski komutanlarından ve ABD’nin eski dışişleri bakanlarından General Alexander Haig, İsrail’i ‘Amerikan askerleri sahaya inmeden savaş yürüten Ortadoğu’daki Amerikan uçak gemisi’ olarak tanımlamıştı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de İsrail’in ‘Batı adına kirli işler yaptığını’ ifade etmişti.

İsrail’in bu denli güçlü destek görmesinin temelinde bu yaklaşım yatıyor. Geçtiğimiz on yıllarda ABD’nin İsrail’e sağladığı askerî yardımlar önemli ölçüde arttı. 1998 yılında yıllık yaklaşık 1,8 milyar dolar olan yardım miktarının, 2028 itibarıyla yıllık 3,8 milyar dolara ulaşması öngörülüyor.

tyu
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordu karargahında yaptıkları bir toplantı sırasında (İsrail hükümeti)

İsrail, önümüzdeki dönemde bu desteğin daha da artırılmasını talep ediyor. Bu rakamlara, Gazze savaşı sırasında ABD’nin sağladığı ve 22 milyar doları aşan destek dâhil değil. Haaretz gazetesinin 18 Aralık 2025 tarihli haberine göre, ABD son iki yılda savaş nedeniyle İsrail’e toplamda yaklaşık 32 milyar dolarlık yardımda bulundu. Gazete, Kongre Araştırma Servisi ve Washington’daki Brown Üniversitesi’ne dayandırdığı haberinde, Yemen ve İran’daki ABD askerî operasyonları gibi doğrudan maliyetlerin yanı sıra, Washington’un son iki yılda İsrail güvenlik kurumlarına 21,7 milyar dolar aktardığını yazdı. Buna ek olarak, ABD Temsilciler Meclisi 2025’in başında 26 milyar dolarlık özel bir askerî yardım paketini onayladı; bu paketin yaklaşık 4 milyar doları füze savunma sistemi kapsamında önleyici füzeler için, 1,2 milyar doları ise yeni lazer savunma sistemi Or Eitan için ayrıldı.

ABD-İsrail stratejik ittifakı, uzun yıllar boyunca iki ülkenin ‘ortak değerleri’ ve örtüşen çıkarları üzerine inşa edildi. Ancak Gazze savaşı, bu temellerde ciddi bir sarsıntıya yol açtı. Bu sarsıntı, Ortadoğu’da ‘gözde müttefikini’ sahiplenen bir süper gücün dayandığı dengeleri de derinden etkiledi.

Trump öngörülemez biri

Netanyahu, İsrail’in ABD’ye sunduğu stratejik hizmetin gücünün farkında ve bunu özellikle Obama ve Biden yönetimleri döneminde sert biçimde kullandı. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, denklemi Netanyahu ve hükümeti açısından sarsacak ölçüde değiştirdi ve onları temkinli adımlar atmaya zorladı. ABD’nin değişmekte olduğu gerçeği, Trump yönetiminin ilk yılında belirgin biçimde ortaya çıktı.

ABD Başkanı Donald Trump, alışılmışın dışında ve kararları öngörülemez bir lider olarak görülüyor. Bu durum, onunla muhatap olanların önceki başkanlara kıyasla daha fazla dikkatli davranmasını gerektiriyor. İsrail basınına göre bu yaklaşım, Başbakan Binyamin Netanyahu’da da kaygı yaratıyor. Netanyahu’nun, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin maruz kaldığı türden aleni eleştirilerle karşı karşıya kalmaktan çekindiği ifade ediliyor. Trump, İsrail’in stratejik öneminin farkında olsa da, değerlendirmeler onun hesaplarının yalnızca bu unsurla sınırlı olmadığını gösteriyor.

Trump, İsrail’in çıkarlarını İsraillilerden ve liderlerinden daha iyi bildiğine inanan liderler arasında yer alıyor. İsrail’in yürüttüğü ve bedelini İsraillilerin hayatlarıyla ödediği, ABD’ye ise tek bir asker kaybı yaşatmayan savaşları yüksek takdirle karşılıyor.

İsrail’de yapılan kamuoyu yoklamalarını yakından takip eden Trump’ın, 21 Aralık 2025’te Yahudi Halkı Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan ve İsraillilerin yüzde 60’ının Trump’ın İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir vizyonla hareket ettiğine inandığını ortaya koyan araştırmayı da dikkate aldığı belirtiliyor.

ABD kamuoyunda ise İsrail’e yönelik desteğin keskin biçimde azaldığına dikkat çekiliyor. Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) bir çalışmasında, ‘İsrail’in ABD’deki konumunda ciddi bir kriz yaşandığı ve bunun stratejik bir tehdide dönüşme riskinin bulunduğu’ değerlendirmesine yer verildi.

Aralık 2025’in başında yayımlanan ve Eldad Shavit ile Ted Sasson tarafından hazırlanan çalışmada, “İsrail’in ABD’deki konumu benzeri görülmemiş bir krize girmiş durumda. Geleneksel destek, Demokratlar arasında ve hatta Cumhuriyetçilerin bir bölümünde gözle görülür biçimde aşındı” değerlendirmesi yer aldı.

Anketler, İsrail’e yönelik kamuoyu tutumunun, savaş sırasındaki İsrail uygulamalarından ve Gazze Şeridi’ndeki insani durumdan doğrudan olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor. Özellikle liberal çevrelerdeki Yahudi toplumu içinde desteğin gerilediği, İsrail’e yönelik eleştirilerin arttığı gözleniyor. Bu eğilimin, İsrail’in siyasi ve askerî hareket serbestisini kısıtlayabileceği ve ülkenin güvenliği açısından gerçek bir tehdit oluşturabileceği belirtiliyor.

Trump’ın, tabanını korumak istemesi ve Netanyahu’nun yönetiminin planları önünde engel oluşturduğunu düşünmesi halinde, bu değişimleri görmezden gelmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Nitekim Trump daha önce, Netanyahu döneminde İsrail’in ABD dışında neredeyse hiç dostunun kalmadığını, İsrail’i destekleyen tek ülkenin kendisi olduğunu söylemiş ve Tel Aviv’in ABD’nin çıkar ve iradesini zedeleyecek adımlardan kaçınması gerektiğini vurgulamıştı.

ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarında da önemli bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyor. Bu değişimin en belirgin göstergesi, Trump’ın bölgedeki Arap liderlerle kurduğu yeni söylem olarak öne çıkıyor. Netanyahu’nun bu ‘yeni dili’ dikkatle dinlediği ve sınırlarını anlamaya çalıştığı belirtiliyor.

ABD Başkanı’nın görevdeki bir yılının ardından, Netanyahu’ya yakın çevrelerde hâlâ yeni Trump’ın kişiliğini çözmeye çalıştığı, ABD’ye dair edindiği bilgilerin artık güncellenmiş bir anlayış gerektirdiği değerlendirmesi yapılıyor.