Lübnan Başbakanı Hassan Diyab günah keçisi olmamak için istifa etti

Hassan Diyab, hükümetinin istifa kararını Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a teslim etti (Reuters)
Hassan Diyab, hükümetinin istifa kararını Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a teslim etti (Reuters)
TT

Lübnan Başbakanı Hassan Diyab günah keçisi olmamak için istifa etti

Hassan Diyab, hükümetinin istifa kararını Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a teslim etti (Reuters)
Hassan Diyab, hükümetinin istifa kararını Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a teslim etti (Reuters)

Lübnan Başbakanı Hassan Diyab, bazıları istifa eden, bazıları ise hükümetin bağımsız olmaması durumunda istifa edeceğini açıklayan birçok bakanın yürüttüğü baskı sonrasında istifa etti. Diyab böylelikle Hükümetinin görevden alınmasının da önüne geçmiş oldu.
Diyab’ın Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a teslim ettiği istifa mektubu ülke siyasetinde teknokratlar hükümeti beklentisini arttırdı.
Diyab'ın son ana kadar hükümetine bağlılığını koruduğunu söyleyen Lübnanlı kaynaklar, ancak istifa eden ve istifa tehdidinde bulunan bakan sayısının yediye çıkmasının bakanların üçte birini kaybetmesi dolayısıyla hükümeti yasal olarak düşüreceğini belirtti. Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri'nin Beyrut’ta yaşanan patlamaya ilişkin hükümete hesap verebilirlik oturumu düzenlenmesi konusundaki ısrarı ise Diyab'ı parlamento huzuruna ‘suçlular’ olarak çıkmayı reddeden bakanlar önünde utanç verici bir konuma getirmişti.
Kamu Güvenliği Genel Müdürü Binbaşı General Abbas İbrahim’in yönettiği iletişimleri takip eden kaynakların ifade ettiğine göre, Diyab kararını nihayete erdirmek için General İbrahim’in Ayn et-Tina’dan (Berri’nin karargahı) dönmesini beklemişti. Ancak Berri’nin söz konusu oturum hakkındaki ısrarı ve bakanların bunu reddetmesi, istifanın verilmesine neden oldu.
İstifa konuşmasında, topa tuttuğu eleştirmenleri gerçekleri çarpıtan birer borazan olarak niteleyen Diyab, patlamanın ülkedeki yaygın yolsuzluğun bir sonucu olduğunu vurguladı. Patlamanın sorumluluğunu ve kamu borcunu üstüne atmaya çalıştıkları hükümetin elinden geleni yaptığını söyleyen Diyab, “Devlete üstün gelen yolsuzluk sisteminden kurtulamayız. Yolsuzluğun örneklerinden biri de Beyrut’ta gerçekleşen patlamadır” diyerek sözlerine şu şekilde devam etti:
“Yönetimdeki kronik yolsuzluk hastalığı sonucunda Lübnan'ı vuran ve Lübnanlılara acı çektiren trajedinin dehşetini hala derinlerde hissediyoruz. Zirâ bu trajedinin ölçeği tarif edilemeyecek derecede. Ancak bazıları sanki başka bir zamanda yaşıyor, bazıları ise sadece seçimlerde popülarite toplamakla ilgileniyor. Bu kimseler, kendilerine karşı patlak veren 17 Ekim Devrimini iyi okumamış, Lübnan'ın değişim taleplerini sulandırabileceklerini zannederek hesaplarına devam etmiş olanlardır. Bizim ilgilendiğimiz konu ise ülkeyi içine girdiği durumdan kurtarmak oldu. Bu minvalde pek çok şeye katlandık ve çalışmak istedik. Borazanlar ise gerçekleri çarpıtmaktan asla vazgeçmedi. Lübnanlılar değişim istiyor. Ancak değişim ile aramızda devleti kontrol etmek için tüm kirli yöntemlerle direnen bir sınıf tarafından taşınan oldukça kalın bir duvar var. Eşitliğin olmadığı bir savaşta ısrarla ve onurla savaştık. Onlar ise ellerindeki tüm silahları kullandı; insanlara yalan söyleyip gerçekleri çarpıttılar. Zirâ hükümetin kendilerine karşı bir tehdit teşkil ettiğini biliyorlardı. Bugün ise tüm insani, toplumsal ve ulusal yansımalarıyla ülkeyi sarsan bu depremin yaşandığı noktadayız. Öncelikli kaygımız, bu yansımaları ele alarak etkili bir soruşturma gerçekleştirmektir. Biz bugün, bu felaketin sorumlularının hesaba tutulmasını talep eden insanlara bağlıyız.”
Hükümetin bir yol haritası çıkarmak için çaba gösterdiğini vurgulayan Diyab, “Gerçekleri çarpıtanlar, fitneden beslenenler, insanların kanı ile ticaret yapanlar var” dedi.
Diyab’ın söz konusu konuşması, hükümetinin son oturumuna başkanlık ettikten yaklaşık iki saat sonra geldi. Sağlık Bakanı Hamad Hasan, hükümetin istifa kararı aldığını açıklamış; Kamu İşleri ve Ulaştırma Bakanı Mişel Neccar ise Beyrut limanında bulunan patlayıcı malzemeler konusundan patlamanın yalnızca 24 saat öncesinde haberdar olduğunu söylemişti. Soruşturmanın idari olduğunu ve henüz sona ermediğini, bu nedenle Bakanlar Kurulu’nda herhangi bir karar alınmadığını belirten Neccar, “Mesele, Lübnan'daki en yüksek yargı organı olan Adli Meclis’e sevk edilecek” demişti. Sağlık Bakanı Hasan ise şu ifadeleri kullandı:
“Hükümetin istifası, sorumluluktan kaçış değil sorumluluktur; Lübnan toplumunun, hükümetin ve meclisin yargının adil olması, her türlü kısıtlamadan muaf tutulması ve her şeyi ismiyle adlandırması yönündeki arzusunu yansıtır. Bu konuda eksik olan kim varsa, kamuoyu ve vicdanı önünde sorumluluk almalıdır. Diğer yandan hükümet, istifasından önce alınması gereken bir dizi önemli karar aldı. Bunlardan en önemlisi ise patlama olayının Adli Meclis’e sevk edilmesi ve tutuklanan birinci sınıf çalışanların durumuydu.”
Diyab, birkaç gün önce, Enformasyon Bakanı Menal Abdussamed, Çevre Bakanı Damianos Kattar ve Adalet Bakanı Marie Kloud Necm’in istifa ettiğini duyurmuştu. Dün de birçok bakan istifa edeceği tehdidinde bulunmuş; Maliye Bakanı Gazi Vazni de istifasını sunmuştu.
Lübnan Savunma Bakanı Zeina Akar, Diyab'ın hükümetin istifasını ilan etme niyetini açıklamasına rağmen, söz konusu oturumun ardından istifasını sunduğunu açıklamış ve şu ifadeleri kullanmıştı:
“Bu felaketin meydana gelmesi, tek tek bakanların değil, tümüyle hükümetin istifasını gerektiriyor. İstifayı ertelemiştim; zirâ sorumluluğu birlikte taşımamız gerekiyor. Buraya birlikte geldik birlikte çıkacağız. Beyrut limanında meydana gelen patlama olayının Adli Meclis’e sevki, patlamada hayatını kaybeden tüm kurbanların Lübnan ordusu şehidi sayılması hakkında bir karar çıkarılması, kısmen veya tam engellilerin sosyal güvence için Ulusal Sosyal Güvenlik Fonu’ndan yararlanmasının sağlanması ise bunun öncesinde gelecek.”
Gençlik ve Spor Bakanı Farmanieh Ohanian, oturum öncesinde yaptığı açıklamada toplantıda söz konusu felaketin getirdiği vaziyet nedeniyle Bakanlar Kurulundan hükümetin istifasını talep edeceğini bildirmişti.
Haberleşme Bakanı Talal Havvat “Hükümet toplu olarak istifa etmezse benim istifa edeceğim kesin” ifadelerini kullanırken Göçmen Bakanı Gada Şureym ise şöyle söylemişti:
“Teknokrasi için toplu istifadan yanayım. Sabahtan beri bu konuda baskı yapıyorum. Böyle bir şey gerçekleşmediği taktirde istifa eden ben olacağım. Altı aylık hükümetin yolsuzluk, ihmal ve yüzsüzlüğün sorumluluğunu alması yönünde sağlam senaryolar var. Sorumluluklarımızdan kaçmayacağız. Ancak yalnızca bazılarının günah keçisi ilan edilmesine izin vermeyeceğiz. Hesaba çekilecek ve tıpkı domino taşları gibi teker teker düşeceksiniz. Nitekim Lübnanlılar, canlarına kast edenleri, hayallerini ve vatanlarının zenginliğini çalanları çok iyi tanıyor.”
Lübnan İçişleri Bakanı Muhammed Fehmi, televizyonda yayınlanan bir röportajında, “Patlamanın hemen sonrasında hükümetin istifasından yanaydım. Ancak bugün, hükümetin istifası sorumluluktan kaçış ve baskı altında gelmektedir. Sorumluluktan kaçmak ise ayıptır” ifadelerinde bulunmuştu.



Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
TT

Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)

Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.

Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.


Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
TT

Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)

Bilgi sahibi bir Mısırlı kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Mısır güçlerinin Sina’daki varlığının, Mısır’ın ulusal güvenliğini korumaya yönelik olduğunu ve Kahire’nin bu konuda ne pazarlık ne de teşvik kabul edeceğini” söyledi. Kaynak, “Bu dönemde, söylentilerin aksine, herhangi bir baskı altında Sina’dan tek bir askerin bile çekilmediğini” vurguladı.

Kaynak, söz konusu meselenin ülkenin güvenliği ve iki yıldır şiddetli bir savaşa sahne olan bölgeyle olan sınırların korunmasıyla ilgili olduğunu belirtti. İsrail’in bu savaşı Mısır topraklarına doğru genişletme girişimlerine işaret eden kaynak, konunun başka dosyalarla ya da herhangi bir anlaşma ve pazarlıkla bağlantılı olmadığını ifade etti.

Kaynak ayrıca, Sina’daki Mısır askeri varlığının azaltıldığına dair İsrail basınında yer alan haberlerin, bu bölgede Mısır’ın askeri varlığının arttığından şikâyet eden ve uyarılarda bulunan raporlarla çeliştiğine dikkat çekti. Kaynak, iki ülke arasındaki barış anlaşmasında, ‘Mısır'ın ihtiyaç duyduğu zamanlarda güvenliğini korumak için bu varlığı sürdürmesine izin veren yeni hükümler olduğunu’ belirtti.

İsrail merkezli Bhol haber sitesi, Enerji Bakanı Eli Cohen’in, Mısır’la yapılan büyük doğal gaz anlaşması ile Mısır güçlerinin Sina’daki yeniden konuşlanması arasında doğrudan bir bağ bulunduğuna işaret ettiğini yazdı. Site, İsrail Ordu Radyosu’nun, anlaşmada Mısır ordusunun Sina’daki hareketlerini düzenleyen açık bir maddenin neden yer almadığını sorması üzerine Cohen’in, “Geçen hafta Mısır güçlerinin Sina Yarımadası’ndan çekildiğine dair yayımlanan haberleri okuduysanız, bunun sebepsiz olmadığını bilin” dediğini aktardı.

İsrail basınında yer alan haberlerde, Cohen’in anlaşmanın dört ay ertelenmesinin nedenlerinden birinin ‘Mısır’la barış meselesi’ olarak tanımladığı konuya bağlı olduğunu söylediği ifade edildi. Bu ifadenin, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri varlığa ilişkin Camp David Anlaşması hükümlerine bağlılığı konusundaki endişesini yansıttığı değerlendirmesi yapıldı.

Söz konusu haberler, Mısır hükümetine muhalif bazı blog yazarları tarafından dolaşıma sokularak, İsrail baskısıyla Sina’daki Mısır askerî varlığının azaltıldığı iddiaları dile getirildi. Buna karşılık, Mısır yönetimine yakın isimler ise tüm göstergelerin Sina’da askerî tahkimatın artırılmasına yönelik bir planı işaret ettiğini savundu.

frgty
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 2017 yılındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısının oturum aralarında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (Reuters)

Mısır Basın Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan, söz konusu iddialara, medyaya yaptığı açıklamalarla yanıt vererek, ‘Sina’daki Mısır güçlerinin sayısının azaltılmadığını ve gaz anlaşmasının tamamen ticari bir konu olduğunu, siyasi hiçbir boyutunun bulunmadığını’ vurguladı. Anlaşmanın hükümetler arasında değil şirketler arasında yapıldığını belirten Raşvan, “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu anlaşma hakkında konuşurken, Mısır tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu durum, Mısır’ın üzerinde herhangi bir baskı olmadığını gösteriyor. İsrail’den gelen tüm söylentiler çelişkilidir ve kamuoyuna karşı sahte bir zafer yaratmaya yönelik bir çabadır” dedi.

Geçtiğimiz eylül ayında Axios internet sitesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’tan, Mısır’a Sina’daki mevcut ‘askeri yığınağı’ azaltması için baskı yapmasını istediğini bildirmişti.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre, bu bilgilere sahip Amerikalı ve İsrailli yetkililer, Mısır’ın ‘yalnızca hafif silahların bulunduğu bölgelerde, bazıları saldırgan amaçlar için kullanılabilecek askeri altyapı inşa ettiğini’ iddia etmişti. Bu iddialar, 1979’daki barış anlaşmasına atıfta bulunarak, Mısır’ın anlaşmaya aykırı hareket ettiğini öne sürüyordu.

Mısırlı askeri strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Mısır’ın barış anlaşmasına tamamen sadık olduğunu ve herhangi bir ihlal yapmadığını, aksine İsrail’in Mısır sınırında yasa dışı varlık gösterdiğini’ belirtti. Ferec, “Mısır’ın Sina’daki askeri varlığı, ulusal güvenliği korumak ve sınırları güvence altına almak amacıyla gerçekleşiyor” dedi.

Ferec ayrıca, ‘gaz anlaşması nedeniyle Mısır’ın Sina’daki asker sayısını azaltma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu tür iddiaların Netanyahu hükümetinin, kamuoyuna karşı kendisini güvenlik sağlıyormuş gibi göstermek amacıyla yaydığı asılsız söylentiler olduğunu’ ifade etti.

Ferec, Mısır’ın henüz ABD'nin Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi arasında bir anlaşma yapılmasına yönelik taleplerine dair resmi bir açıklama yapmadığını belirtti. Mısır’ın bu talepleri kabul ettiği iddialarına da tepki göstererek, ‘görüşme talebinde bulunan tarafın Netanyahu ve ekibi olduğunu’ vurguladı. Ferec, “Mısır, gaz anlaşmasının her iki ülkenin çıkarına hizmet edeceğini biliyordu. Bu anlaşma hükümetler arasında değil şirketler arasında yapılmış bir ticari anlaşmadır” ifadelerini kullandı.

Netanyahu, geçtiğimiz çarşamba akşamı, Mısır’a doğal gaz ihracatıyla ilgili 112 milyar şekel (yaklaşık 35 milyar dolar) değerinde bir anlaşmanın resmi olarak onaylandığını duyurdu. Netanyahu, ‘İsrail enerji sektöründeki en büyük gaz anlaşması’ olarak nitelendirilen anlaşmanın ‘İsrail için büyük bir başarı’ olduğunu söyledi.

Netanyahu ayrıca, anlaşmanın onaylanmasının ardından İsrail’in güvenlik çıkarlarının korunmasını sağlamak için yoğun müzakereler yapıldığını, ancak güvenlik nedenleriyle anlaşmanın detaylarına girmeyeceğini belirterek, sadece anlaşmanın onaylandığını duyurdu.


Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
TT

Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)

Washington’daki kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper’ın, Halep’in kuzeyindeki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde dün yeniden patlak veren Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Suriye ordusu arasındaki çatışmaları yatıştırmak amacıyla temaslar yürüttüğünü bildirdi. Kaynaklar, bu girişimlerin, DEAŞ’ın ve düşman bölgesel güçlerin faydalanabileceği bir gerilimin önlenmesini hedeflediğini belirtti.

Çatışmaların, SDG keskin nişancılarının Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere ateş açmasının ardından başladığı aktarıldı. Bu durumun, iki taraf arasında imzalanmış ateşkes anlaşmasının ihlali anlamına geldiği kaydedildi. ABD destekli Kürt güçlerin, Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk yönetimi kaybetme endişesiyle Şam’daki geçiş hükümetine entegrasyon planlarına karşı çıktığı ifade edildi.

Bu çatışmaların üzerinde, yeni Suriye hükümetinin kontrolünü zayıflatmayı amaçlayan İran müdahalelerinin gölgesinin dolaştığı belirtildi. ABD istihbarat raporlarına göre İran, Suriye’ye ve bölgedeki milislerine yönelik silah akışını sürdürmek için çabalarını yoğunlaştırıyor ve Şam yönetiminin yasa dışı silah kaçakçılığı güzergâhlarını dağıtmaya yönelik aldığı önlemlere uyum sağlamaya çalışıyor.

cdfrgt
Diplomatlar, Lübnan Ordusu eşliğinde Lübnan'ın güneyinde gerçekleştirdikleri bir tur sırasında, Lübnan Ordusu tarafından güney Litani bölgesinde ele geçirilen bir Hizbullah tünelini inceledi. (Lübnan Ordusu)

Öte yandan çeşitli raporlar, SDG’nin Lübnan’daki Hizbullah ile ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etti. Bu kapsamda SDG’nin, Hizbullah adına Ammar el-Musavi başkanlığındaki temsilcilerle Beyrut’ta gizli bir toplantı gerçekleştirdiği aktarıldı. Toplantının, SDG ile Ahmed eş-Şera hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar ve iki taraf arasında yeniden başlayan askeri çatışmalar ışığında, Suriye’deki güvenlik sorunlarının değerlendirilmesi amacıyla yapıldığı kaydedildi.

Üç kaçakçılık koridoru

Savaş Araştırmaları Enstitüsü’nün (ISW) yayımladığı bir raporda, İran’ın kaçakçılık hatlarını yeniden canlandırdığı ve DEAŞ’a ülke içinde saldırılar düzenlemesi için destek verdiği belirtildi. Raporda, Suriye’nin geçiş sürecinde yaşadığı istikrarsızlık ortamında vekâlet çatışmalarının tırmanabileceği ve kaçakçılık ağlarının yayılabileceği uyarısında bulunuldu.

Raporlara göre, İran’ın Suriye’ye silah kaçakçılığı geleneksel ve yeni güzergâhların bir bileşimini içeriyor. Kara yolları ve kamyon taşımacılığı, Tahran’ın silah sevkiyatında başlıca yöntem olmaya devam ediyor. Bu kapsamda üç ana koridor öne çıkıyor: İlki Bağdat’tan er-Ramadi, Elbukemal, Deyrizor ve Tedmür üzerinden Şam’a uzanan hat; ikincisi Tahran’dan Basra ve Bağdat üzerinden et-Tanf’a, oradan da Şam’a giden güzergâh; daha az kullanılan üçüncü yol ise İran’dan Musul ve Haseke üzerinden Lazkiye’ye uzanıyor. Bu hatların, silahların daha sonra Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasını kolaylaştırdığı ifade edildi. Raporda ayrıca İran’ın, SDG’nin kontrolünde bulunan Suriye’nin kuzeydoğusuna özel önem atfettiği vurgulandı.

dfrgt
Suriye'nin doğusundaki Elbukamal'da, ülke dışına kaçırılmak üzere hazırlanan SAM-7 füzeleri ele geçirildi. (SANA)

Raporlarda, sevkiyatların el yapımı patlayıcılar, havan mermileri, tanksavar mayınları, plastik patlayıcılar, uçaksavar füzeleri, hava savunma sistemleri, el bombası fırlatıcıları ve insansız hava araçlarını (İHA) kapsadığı belirtildi. Ayrıca Irak-Suriye sınırı yakınındaki Elbukemal bölgesinde, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından 2018’den bu yana inşa edildiği tahmin edilen ve silahların Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasında kullanılan bir yer altı tünel ağının bulunduğuna dair bilgiler sızdı.

Raporlar, yeni Suriye hükümetinin ülkenin tüm topraklarında denetimi sağlayacak açık ve yeterli kapasitelere sahip olmadığını, sınırları kontrol altına alabilmesi ve toprakları üzerinden yapılan kaçakçılığı engelleyebilmesi için uzun yıllara ihtiyaç duyacağını ortaya koydu.

Engelleme girişimleri

Suriye makamları, İran kaynaklı kaçakçılık girişimlerine karşı koymak için yoğun çaba harcıyor. CENTCOM, içinde bulunduğumuz aralık ayında Şam’daki yönetimi, Hizbullah’a gönderilmek üzere olan sevkiyatları engellemesi nedeniyle övdü.

Ortadoğu uzmanı Ata Muhammed Tebriz ise İran’ın faaliyetlerine ilişkin doğrulanmış raporlar bulunmadığını, ancak farklı medya kuruluşlarının Tahran’ın Suriye’de kendisine bağlı güçleri yeniden inşa etmeye yönelik çabalarına dair haberler yayımladığını söyledi. Tebriz, İran’ın Ahmed eş-Şera hükümetine karşı olan güçlerle iş birliği yapmaya ve bu çevrelerin sesini yükseltmeye çalıştığını savunarak, İran nüfuzunun Suriye’de yeniden kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurguladı.

dfrg
DEAŞ saldırısında hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin cenazelerinin ülkelerine geri gönderilmesi töreni (AP)

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Michael Knights, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün teşvik edici bir gelişme olduğunu, ancak bunun İran’ın, Esed rejiminin eski destekçisi olarak, Suriye’yi Lübnan’daki Hizbullah’ı yeniden yapılandırmak için kullanmaktan kolayca vazgeçeceği anlamına gelmediğini söyledi.

Knights, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte ülkeye araçlar, mali kaynaklar, insani yardımlar, yeniden imar malzemeleri ve tüketim mallarından oluşan bir akışın yaşanmasının beklendiğini, bunların büyük bölümünün komşu ülkelerden kamyon taşımacılığı yoluyla ulaştırılacağını belirtti. İran’ın bu akışı, Suriye, Irak ve Lübnan’daki uzantılarını silahla beslemek için kolaylıkla kullanabileceğine dikkat çekti.

Knights ayrıca İran’ın, geçmişte El Kaide ve Taliban örneklerinde olduğu gibi, Sünni cihatçı gruplarla taktik düzenlemeler yapma konusunda herhangi bir çekince göstermediği uyarısında bulundu. Bu yaklaşımın, Suriye sahasında DEAŞ ile de benimsenebileceğini ifade etti.