Sudan barışı neden tökezledi?

 Merkez ve çevre arasındaki olumsuz tarihsel birikimi beslemek, istikrar umudunu boşa çıkarıyor

Sudan Hızlı Destek Kuvvetleri  (AFP)
Sudan Hızlı Destek Kuvvetleri (AFP)
TT

Sudan barışı neden tökezledi?

Sudan Hızlı Destek Kuvvetleri  (AFP)
Sudan Hızlı Destek Kuvvetleri (AFP)

Emani et Tavil
Son dönemlerde Sudan’daki barışı sağlama meselesinde üç önemli gelişme öne çıktı. Bunlardan belki de en önemlisi, Darfur’un farklı bölgelerinde sivillere yönelik yapılan faili belirsiz saldırılar sebebiyle artan gerilim ve bununla eş zamanlı olarak Halk Hareketi Kuzey Bölgesi Abdulaziz el Halo kanadının, Sudan Meslek Odaları Birliği’nin bileşenleri ile yaptığı siyasi anlaşmadır. Diğer bir gelişme ise 2020’nın ilk yarısında beş defa ertelenen merkez ve çevre arasındaki ‘’Sudan Barışı’’ anlaşmasının imzalanmasının tekrar ertelenmesiydi. Bu gelişmeler, Sudan’ın sürdürülebilir bir barış sağlama yeteneği hakkında soru işaretlerine sebep oluyor.
Sudan’da barışı sağlama sorunu oldukça merkezi ve tarihsel geçmişi olan bir meseledir. Çünkü Sudan’da barışın sağlanamaması, son yirmi yılda bölünme senaryolarının ve devletin istikrarsızlaşmasının temel sebebidir. Bu yüzden devrim hükumeti bu meseleye oldukça önem atfetmektedir. Özellikle Başbakan Abdullah Hamduk, 2019’un Eylül ayında hükumet kurulur kurulmaz bu meseleyi siyasi gündeminin ilk maddesi haline getirdi.
Bu bağlamda Sudan hükumeti silahlı örgütlerin ana iskeletini etkisiz hale getirirken, bazı silahlı örgütlerle iletişim kurmayı da başardı. Bu konuyla ilgili, her ne kadar barış ile ilgili çabaların kapsamlı bir anlaşmaya dönüşeceğine dair bir umut olsa da Sudan hükumetinin barışı sağlama çabalarının kısmi bir çaba olduğunu söyleyebiliriz.
Şu anda Sudan hükumeti ile barış anlaşmasına varmak için görüşmeler gerçekleştiren silahlı örgütler, bazı Darfurlu hareketlerin oluşturduğu Devrim Cephesi İttifakı çatısı altında toplanmaktadır. Bu hareketlere karşılık Abdulvahid Nur ve Abdulaziz el Hulu liderliğindeki Güney Kordofan ve Darfur’da faaliyet gösteren ana örgütler de vardır. Özellikle on farklı örgütü çatısı altında toplayan ve barış görüşmelerine katılan Malik Agar liderliğindeki kuzeydeki Halk Hareketi, Cebril İbrahim liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi ve Mona Arko Minavi liderliğindeki Sudan Kurtuluş Ordusu Hareketi ile varılan anlaşma oldukça önemlidir.
Bu anlaşmada yer alan silahlı hareketlere, Egemenlik Konseyinde 3, hükumette 5 bakan ve Geçiş Dönemi Yasama Konseyinde ise 75 sandalye verildiğinden, hali hazırda devam eden barış görüşmelerine katılmayanlar için bu durum olumlu işaretler vermektedir. Ayrıca Darfur barış görüşmelerine katılan hareketler bölge yönetiminde yüzde 40 oranında bir pay elde etmiştir. Bununla beraber söz konusu hareketler devrim hükumetinde de temsiliyet kazanırken bölgedeki diğer çıkar sahiplerine ise yüzde 20 oranında pay verildi. Öte yandan silahlı hareketler de barış sürecinin taraflarına Beyaz Nil, El Cezire, Sinar, Nil Nehri ve Kuzeyde yüzde 10’luk bir yönetim payı verdi.
Bu bağlamda anlaşma, 1973 Anayasası ve 1974 Medeni Ceza Kanundaki anayasaya referans vererek yasa çıkarma hakkına istinaden Mavi Nil bölgesine ve  Güney ve Batı Kordofan eyaletlerine  özerklik vermektedir.
Ayrıca taraflar, Hükumetin Darfur Barış Anlaşmasının uygulanması için 10 yıl içinde 7 buçuk milyar dolar ödemesi hususunda anlaştı. Hükumetin mali açığı kapatma çabalarını baltalamaması koşuluyla yerlerinden edilmiş kişilerin ve mültecilerin dönüşünü sağlaması ve temel altyapı için fon ayırması da anlaşmaya varılan bir diğer konular arasındadır. Bununla beraber taraflar, ülkedeki savaş ve çatışma bölgelerinin kalkınma dengesizliğinin giderilmesi için finansör ülkeler konferansı yapılması hususunda da anlaştı.

Sendelemenin nedenleri
Afrika’daki barış süreçlerinin genelinde karşılaşılan en yaygın sorun güvenlik meselesidir. Bölgedeki güvenlik güçlerinin birleştirilmesi ve bu güçlerin konumlanacağı ve hakim olacağı bölgeler meselesi her zaman tartışma konusu olup anlaşmazlıklara sebep olmuştur.
Genelde bir bölgenin milis gücünü savaştığı silahlı kuvvetlerle birleştirmek çok zor olmuştur.  Sudan’ın geçmişinde milis grupların orduyla birleştirilmesine ilişkin çeşitli girişimler olmuştur ancak bu girişimler söz konusu milis grupların sayısız direnişiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu da ordunun hafızasında önemli bir yer edinmiştir. Dolayısıyla söz konusu Sudan olduğunda meselenin zorluğu katlanmaktadır.
Yukarıda bahsi geçen milis direnişlerinin belki de en ünlüsü 1983 yılında John Garange’ın öncülük ettiği direniştir. Garange, 1972 senesindeki Adis Ababa barış anlaşmasıyla birlikte orduya katılmıştı. Böylece direnişçi Ananiya Güçleri de 20 yıl boyunca Hartum’a bağlı kuvvetler içinde yer almıştır.
Orduya katılan milislerin hakimiyet alanları söz konusu olduğunda milisler her zaman kendi eski hakimiyet alanlarını tercih etmiştir. Bu durum ulusal ordunun güçleri konumlandırma stratejisiyle tezat tekil ediyor. Milis grupların bu tavrının ana sebeplerinden biri kendi bölgelerinin halkına karşı duydukları aidiyet ve yakın kabile ilişkileridir. Buda başlı başına ulusal bir projeksiyona sahip olan orduyla ters düşmeye ve hatta direnişe sebep olmuştur.
Halihazırdaki gelişmeler ışığında güvenlik başlığı Sudan’daki kısmi barış anlaşmasının ertelenmesinin ana sebebini oluşturuyor. Zira güvenlik ve konumlanma meselelerindeki coğrafi sorunları tartışan taraflar arasında müzmin bir anlaşmazlık çıkmazı söz konusudur.
Siyasi açıdan bakıldığında ise karşımıza barış görüşmelerini baltalayan iki konu çıkıyor;
Birincisi bu anlaşmayla Darfurluların meclisin yüzde 40’ına sahip olmalarıdır ki bu da doğal olarak yadsınamaz ağırlığı olan fakat dışarıda bırakılan ve temsil hakkı verilmeyen diğer tarafların itirazıyla karşılaşıyor. Bu bir de halkın geri kalanı arasındaki rahatsızlık da eklenince barış anlaşması imkansızlaşıyor.
Bu kapsamda Abdulaziz el-Hulu’nun merkezde siyasi denkleme müdahil olması ve Sudan Meslek Odaları Birliği üzerinden süreç üzerinde baskı kurması, 80 yıllar boyunca ülkenin parçalanmasına karşı çıkan gruplar ile John Garage arasındaki ittifaka benzer bir adım olmuştur. Bu ittifak başta tarafların devlette mutlak laiklik vurgusu yapan maddeler ilan etmesiyle birlikte yeni zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Bu durum da muhalefeti Ümmet Partisine muhtaç edebilir.

Sudan barışının sürekliliğini sağlamanın fırsatları
Yakın geçmişe baktığımızda Sudan barış anlaşmalarında başarı ve istikrar görememekteyiz. Belkide bu anlaşmaların en etkini ve uzun ömürlüsü 11 yıl süren Addis Ababa barış anlaşmasıdır. Onun dışındaki bir çok çaba ulusal değil etnik ve kabilesel projeksona sahip olduğu için başarısızlığa mahkumdu. Aslında bu etnik mezhepsel ayrımcı diretmenin arkasında bu anlaşmaların engellenmesine bölgesel bağlamda çaba harcayan Etiyopya var. Uluslararası çevrelerden destek alan bu mezhepsel parçalayıcı tezler, Sudan’ı geri kalan Güney Doğu Afrika ülkeleri gibi Arap kimliğinden uzaklaştıran ve zayıflatan bir yere sürüklüyor.
Elbette bu çabalar, Barış Anlaşmasına sadakat göstermek suretiyle Sudan Hükumetinin etkin tavrı ve tarafların hoşgörü ve uzlaşmacı desteği olmadan başarıya ulaşması mümkün değildir. Çatışma içindeki tarafların arasında işbirliği programlarının oluşturulmasının yanı sıra çatışmanın nedenlerini zayıflatacak şekilde dengeli bir kalkınma planının yürürlüğe konulması gereklidir. Ancak durum bunun aksini göstermektedir; Sudan’daki merkezi siyasi denklemin tarafları, siyasi çekişmeler içerisinde neredeyse düşmanın yardımına başvurmanın eşiğine gelmişti.
Sudan tarihi üzerine konuşurken en külfetli mesele Darfur meselesi olabilir. 2003 yılında bölgedeki iç savaş içinden çıkılmaz hale gelirken, Hasan Turabi ve Ömer el-Beşir arasında süren siyasi çekişmeyle farklı bir boyuta ulaşmıştı. El-Beşir, rejiminin o dönem Darfur'da işlediği savaş suçlarının büyüklüğü yüzünden Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından yargılanmaya başlamıştı.
Öyle görülüyor ki Sudan'daki barış görüşmelerinin zorluklarla karşılaşmasının tarihsel sebepleri, hala Niriti ve Darfur'un başka kentlerinde yaşanan protestolar ve güvenlik güçlerinin bu protestolara yaklaşımı üzerinde etkisini sürdürüyor. Bütün bu refleksler, merkez ve çevre arasındaki toplumsal hafızayı kaşıyor. Bununla beraber Sudan'daki barış sürecinin önünde pek çok zorluklar bulunuyor. Sudan'daki devrim hükümetinin güçlü irade göstermemesi halinde bu engellerin aşılması ise çok fazla olası gözükmüyor.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

TT

Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

Amerikan yönetimi Sudan’daki çatışmanın taraflarına ülkedeki savaşı durdurmaya yönelik bir yol haritasını kabul ettirmeye çalışırken, ABD ve Sudanlı kaynaklar, Port Sudan yönetiminin Rusya’dan silah desteği almak için Moskova ile temas kurduğunu bildirdi. Kaynaklara göre Port Sudan, gelişmiş silahlar karşılığında Rusya’ya Kızıldeniz kıyısında deniz üssü kurma imkânı ve maden ile altın yatırımları teklif etti. Bu durum, Sudan’daki savaşın, küresel ölçekte kritik öneme sahip deniz geçişlerinden birinde, ABD baskıları ile Rusya’nın cazip teklifleri arasında daha geniş bir güç mücadelesine dönüşmesi riskini artırıyor.

Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak, ABD’nin Sudan’da ateşkes için hazırladığı yeni öneriye ilişkin daha fazla ayrıntı ortaya çıktı. Teklifin, İslamcı akım ve Müslüman Kardeşler’i dışarıda bırakan, askeri, insani ve siyasi alanları kapsayan üç paralel yol haritası içerdiği belirtildi.

Rusya için deniz üssü ve altın

ABD’nin yoğun diplomatik girişimleri sürerken, Wall Street Journal dün yayımladığı haberinde, geçici başkent olarak Port Sudan’ı kullanan hükümetin Rusya’ya Kızıldeniz kıyısında deniz üssü kurma ve maden ile altın alanlarında yatırım yapma teklifinde bulunduğunu aktardı. Habere göre bu teklif, Sudan ordusunun Rusya’dan gelişmiş silahlarla yeniden donatılması karşılığında yapıldı.

fvbg
Kızıldeniz'deki Port Sudan limanı (Getty Images)

Gazetenin adını vermediği Sudanlı yetkililere dayandırdığı habere göre, Sudan’ın Rusya’ya ilettiği teklif, 25 yıllık bir anlaşmayı kapsıyor. Buna göre Rusya, Port Sudan Limanı’nda veya Kızıldeniz kıyısındaki başka bir deniz tesisinde, aralarında nükleer güçle çalışan savaş gemilerinin de bulunduğu dört deniz unsurunu ve en fazla 300 askeri konuşlandırabilecek.

Amerikan gazetesi, böyle bir üssün Rusya’ya Süveyş Kanalı üzerinden geçen ve küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12’sini oluşturan deniz hattını izleme imkânı vereceğine dikkat çekti.

ABD uyarısı

Gazete ayrıca, üst düzey bir ABD yetkilisinin, Port Sudan ya da Libya’da kurulacak bir Rus askeri üssünün Moskova’nın güç kullanma kapasitesini artırabileceği ve daha az kısıtlamayla hareket etmesine yol açabileceği uyarısında bulunduğunu aktardı. Emekli Tümgeneral Mark Hicks’in değerlendirmesine göre ise böyle bir deniz üssü, Rusya’nın uluslararası konumunu güçlendirecek ve bölgedeki nüfuz alanını genişletecek.

fv
Sudan Ordusu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Bu gelişme, Port Sudan’daki askeri yönetimin yeni silah kaynakları arayışını sürdürdüğü bir dönemde ortaya çıktı. Gazetenin adını açıklamadığı bir Sudanlı yetkili, ülkenin gelişmiş silah sistemlerine ve hava savunma kapasitesine ihtiyaç duyduğunu, ancak bu tür bir anlaşmanın ABD ve Avrupa Birliği (AB) ile sorun yaratabileceğini belirtti.

Gazetenin değerlendirmesine göre Washington, savaşı durduracak ve sivil yönetime geçiş sürecini başlatacak bir yol haritasına odaklanırken, Port Sudan yönetimi ise Rusya ile yakınlaşmanın getireceği askeri ve ekonomik kazanımları önceliklendiriyor.

Ateşkes ve uluslararası mekanizma

Bu çerçevede, ABD’nin Sudan’da ateşkese yönelik yeni önerisine ilişkin ayrıntılar da ortaya çıkmaya devam ediyor. Al Arabiya’ya konuşan kaynaklar, teklifin askeri, insani ve siyasi başlıklardan oluşan üç paralel süreci kapsadığını ve İslamcı akım ile Müslüman Kardeşler’in bu süreç dışında tutulduğunu aktardı.

Mısır kaynaklarına dayandırılan habere göre, askeri başlık, ülke genelinde kapsamlı bir ateşkesi öngörüyor. Buna göre ateşkesten sonra geniş ölçekli bir insani operasyon başlatılacak, yardım kuruluşlarının erişimi sağlanacak ve temel hizmetler yeniden tesis edilecek. Ayrıca ateşkesi denetlemek üzere, sahada gözetim mekanizmalarına sahip bir uluslararası komite kurulması planlanıyor. Bu komite, insani koridorların güvenliğini sağlamak, sivilleri korumak ve olası ihlalleri takip etmekle görevlendirilecek.

cdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump’ın Arap ve Afrika İşlerinden Sorumlu Başdanışmanı Massad Boulos (AFP)

İnsani sürecin başarısı, ateşkesin kalıcılığına ve yardımın ülke geneline etkin biçimde ulaşmasına bağlanıyor. Buna göre sağlam bir ateşkes, insani operasyonların başlaması için temel koşul olacak; bu da yardım ekiplerinin erişimini kolaylaştırarak yerinden edilmiş kişiler ile mültecilerin güvenli dönüşü için gerekli ortamın hazırlanmasına katkı sağlayacak.

Siyasi sürece ilişkin öneri ise eski rejim mensupları ve İslamcılar hariç, sivil güçlerin öncülüğünde bir geçiş süreci öngörüyor. Bu süreç, ordunun ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ateşkese onay vermesiyle eş zamanlı olarak başlayacak ve savaşın sonlandırılmasına giden yolun ilk adımını oluşturacak.

Askeri alanda kapsamlı reform

Yol haritası ayrıca kapsamlı bir askeri reform sürecini de içeriyor. Buna göre Sudan İslami Hareketi ve Müslüman Kardeşler çizgisine yakın isimlerin ordu ve güvenlik kurumlarından çıkarılması, silahlı grupların entegrasyonu ve iki tarafla birlikte savaşan milis yapılanmalarının tasfiyesi planlanıyor. Amaç, sivil otoriteye tabi, birleşik ve profesyonel bir ordu ile yeniden yapılandırılmış güvenlik kurumları oluşturmak. Bu süreçte karar merciinin ordu veya HDK olmayacağı özellikle vurgulanıyor.

Öte yandan, eylül ayında ABD’li arabulucu Massad Boulos tarafından sunulan planın, Sudan hükümeti ile HDK temsilcilerine ateşkes ve kapsamlı bir insani süreç önerdiği biliniyor. Ancak Boulos 25 Kasım’da her iki tarafın da plana henüz onay vermediğini açıklamıştı.

Boulos o dönemde yaptığı açıklamada, tarafların ateşkesi ‘ön koşul olmadan’ kabul etmesinin önemine dikkat çekmiş; bunun can kayıplarını azaltmak, siyasi sürecin yeniden başlamasını sağlamak ve ülkenin sivil yönetime geçişi için gerekli koşulları oluşturmak açısından kritik olduğunu ifade etmişti.


Netanyahu, ABD elçisiyle Lübnan'daki durumu görüştü

Beyrut'un güney banliyölerinde son İsrail saldırısının gerçekleştiği yer (Şarku'l Avsat)
Beyrut'un güney banliyölerinde son İsrail saldırısının gerçekleştiği yer (Şarku'l Avsat)
TT

Netanyahu, ABD elçisiyle Lübnan'daki durumu görüştü

Beyrut'un güney banliyölerinde son İsrail saldırısının gerçekleştiği yer (Şarku'l Avsat)
Beyrut'un güney banliyölerinde son İsrail saldırısının gerçekleştiği yer (Şarku'l Avsat)

Papa 14. Leo'nun uçağı Beyrut'tan ayrılır ayrılmaz İsrail'e ait insansız hava araçlarının (İHA) yeniden şehrin semalarında uçmaya başlaması, ziyarete eşlik eden sakinliğin hesaplanmış, geçici ve ziyaretle ilgili kaygılarla dayatılan bir durum olduğunu gösteriyor.

İsrail Yayın Kurumu, Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz'ın, Lübnan'a yönelik İsrail tehditleri arasında, ABD elçisi Morgan Ortagus'la, Lübnan'ın başkenti Lübnan'a yapacağı ziyaret öncesinde bir araya geldiğini bildirdi.

Ayrıca İsrail ordusu sözcüsü Avichay Adraee, "X" hesabından paylaştığı videoda, "Hizbullah"ın 121. Birimi'nin, 2020'deki Beyrut limanı patlamasıyla ilgili ipuçlarını ortaya çıkarmak üzere oldukları için Joseph Skaff, Munir Ebu Racili, Joe Bejjani ve Lokman Slim olmak üzere dört önemli Lübnanlı ismin öldürülmesinin arkasında olduğunu söyledi.

Papa Leo, liman patlamasının yaşandığı yeri ziyaret ederek, patlamada hayatını kaybedenlerin ruhları için sessizce dua etti ve kendisini gözyaşlarıyla karşılayan, ellerinde sevdiklerinin fotoğrafları olan çok sayıda vatandaşla tokalaştı.


İsrail: Hizbullah, Beyrut limanındaki patlamayla bağlantılı olarak 4 Lübnanlıyı öldürdü

Beyrut limanındaki tahrip olmuş tahıl silosu sütunlarından bazıları, büyük patlamadan üç yıl sonra görülebiliyor (DPA)
Beyrut limanındaki tahrip olmuş tahıl silosu sütunlarından bazıları, büyük patlamadan üç yıl sonra görülebiliyor (DPA)
TT

İsrail: Hizbullah, Beyrut limanındaki patlamayla bağlantılı olarak 4 Lübnanlıyı öldürdü

Beyrut limanındaki tahrip olmuş tahıl silosu sütunlarından bazıları, büyük patlamadan üç yıl sonra görülebiliyor (DPA)
Beyrut limanındaki tahrip olmuş tahıl silosu sütunlarından bazıları, büyük patlamadan üç yıl sonra görülebiliyor (DPA)

İsrail, Lübnanlı Hizbullah örgütünü, 2020 yılında Beyrut limanında meydana gelen ölümcül patlamada örgütün rolünü ifşa edebilecekleri gerekçesiyle çok sayıda Lübnan vatandaşını öldürmekle suçladı.

İsrail ordusunun dün yaptığı açıklamaya göre dört kurban, patlamanın Hizbullah'ın yüksek patlayıcı amonyum nitrat depolamasından kaynaklandığını ortaya koymuş olabilir.

İsrail ordusu, ölen kişilerin Hizbullah ile patlama arasında bir bağlantı olduğunu ileri süren gümrük memurları ve gazeteciler olduğunu iddia etti.

Bilgiler bağımsız kaynaklarca doğrulanamadı. Hizbullah daha önce patlamanın sorumluluğunu reddetmişti.

Ağustos 2020'de Beyrut limanında meydana gelen patlamada 200'den fazla kişi hayatını kaybetmiş, 6 bin kişi yaralanmış ve mahalleler yerle bir olmuştu.

Patlamaya, güvenlik önlemleri alınmadan yıllarca depolanmış yüzlerce ton yüksek patlayıcı amonyum nitrat neden oldu. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre bu, dünyanın en büyük nükleer olmayan patlamalarından biriydi.

Patlamadan bugüne kadar kimse sorumlu tutulmadı.

Soruşturma, öncelikle siyasi nüfuz, yargısal engeller ve yaygın yolsuzluk nedeniyle tıkandı.

Yetkililer soruşturmadan kaçıyor ve hâkimler engelleniyor.

Hükümet, yılın başında soruşturmayı yeniden başlatacağını duyurdu. Bu girişim, siyasi açıdan güçlü Hizbullah'ın İsrail'le savaş nedeniyle zayıflaması ve soruşturmaların yıllardır ilerlemesinin engellenmesiyle de desteklendi.