Sudan’da sivil-asker ihtilafı derinleşiyor

Ordunun Sudan ekonomisini etkilemedeki rolü oldukça az. Çünkü kendisine bağlı tüm şirketlerin geliri, gayri safi milli hasılanın (GSMH) yüzde 1'ini aşmıyor (Hasan Hamid)
Ordunun Sudan ekonomisini etkilemedeki rolü oldukça az. Çünkü kendisine bağlı tüm şirketlerin geliri, gayri safi milli hasılanın (GSMH) yüzde 1'ini aşmıyor (Hasan Hamid)
TT

Sudan’da sivil-asker ihtilafı derinleşiyor

Ordunun Sudan ekonomisini etkilemedeki rolü oldukça az. Çünkü kendisine bağlı tüm şirketlerin geliri, gayri safi milli hasılanın (GSMH) yüzde 1'ini aşmıyor (Hasan Hamid)
Ordunun Sudan ekonomisini etkilemedeki rolü oldukça az. Çünkü kendisine bağlı tüm şirketlerin geliri, gayri safi milli hasılanın (GSMH) yüzde 1'ini aşmıyor (Hasan Hamid)

Mina Abdulfettah
Sudan’da iktidardaki Egemenlik Konseyi’nin sivil ve askeri kanatları arasındaki gerginlik, başta ekonomik kriz olmak üzere ülkedeki krizlerin yönetimindeki başarısızlığın karşı tarafın üzerine atılmasıyla ve karşılıklı suçlamalar yapılmasıyla başladı.
Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan’ın Başbakan Abdullah Hamduk hükümetine yaptığı eleştirilerin öne çıkan başlığı, Hamduk’un ele almaya çalıştıklarını söylediği orduya ait yatırımlar ve şirketler oldu.
İktidar’ın iki ortağı arasındaki anlaşmazlığın çıkmaza girdiği diğer konular göz önüne alındığında, aslında ordunun Sudan ekonomisi üzerindeki etkisi asgari düzeyde kaldığı ve orduya bağlı tüm şirketlerin toplam gelirinin gayri safi milli hasılanın (GSMH) yüzde birini geçmediği söyleniyor.
Bu durum, hükümetteki askeri varlıktan duyulan rahatsızlığı ortaya koyarken bunun, silahlı kuvvetlerin lağvedilmesi için başlatılan bir kampanyanın kanıtı olduğu ileri sürülüyor. Söz konusu kampanyanın yanı sıra iktidardaki askerler ve siviller arasında eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir davası ve ülkeyi saran krizlerin çözümüyle ilgili anlaşmazlıklar da yaşanıyor.

Siyasi kotalar
İktidarın sivil kanadını temsil eden Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG), açık bir vizyon üzerinde uzlaşamayan çeşitli tarafların oluşturduğu askeri yapı ile siyasi yapı arasındaki varoluş ikilemini, siyasi güçlerin gündemini devreye sokma konusundaki ısrarıyla birlikte yönetiyor. Taraflar bir yandan yeni isimlerle geçiş sürecini hızlandırmak isterken diğer yandan zayıflamaları ve halkın kendilerine verdiği desteğin azalması nedeniyle seçimlerin yakın bir tarihte yapılmasını istemiyorlar. Bu yüzden içinde bulunulan bu süreçten duydukları memnuniyeti, uluslararası toplumun demokratik geçişin önündeki engellerin aşılması gerektiğine dair açıklamalarını görmezden gelen homurdanmalarla gizliyorlar.
Demokratik geçişin nasıl sonuçlanacağına dair yaratılan olumsuz bir atmosferde Burhan ve Hamduk, sınırlı bir manevra alanında istikrar ve reform arayışı sürdürmekte ısrar edilmesi nedeniyle ortaya çıkan bir dizi gerginlik yüzünden giderek uçurumun kenarına yaklaşıyorlar.
Büyük manevra alanı ise diğer siyasi ve askeri güçler tarafından işgal edilmiş durumda. Bu bağlamda, geçiş sürecinde ordunun lağvedilmesi veya yeniden yapılandırılması talebi artık gizlenmiyor. Sudanlı Meslek Odaları Birliği (SPA) ve Abdulaziz el-Hilu tarafından yönetilen Kuzey Sudan Kurtuluşu Halk Hareketi (SPLM) arasında bir anlaşma imzalanırken SPLM-N’nin geçiş döneminin başından beri silahlı kuvvetlerin yeniden yapılandırılmasını talep ettiği biliniyor.
Bu durum Hilu’nun, Askeri Geçiş Konseyi Başkan Yardımcısı Muhammed Hamdan Daklu Hamideti’nin heyetini Güney Sudan’ın başkenti Cuba’da devam etmekte olan barış görüşmelerine götürmeyi reddetmesini de açıklıyor. Hamideti’nin heyeti, bu durumu protesto etmek için 20 Ağustos'ta görüşmelerden çekilmişti.

Beşir’in davası
İktidardaki askeri ve sivil unsurlar arasındaki bir diğer anlaşmazlık, Sudan eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in Darfur'da savaş suçları işlemekle suçlandığı Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) teslim edilmesi davası nedeniyle yaşanıyor. ÖDBG, Beşir'in teslim edilmesini istediğini açıklarken, Askeri Konsey, ‘Beşir'in davasının Sudan yargı sisteminin buna yetkin olması nedeniyle ülke içinde görülmesi gerektiğini’ vurgulayarak, bunu reddettiğini duyurdu. Ancak birçok kişi bu anlaşmazlığın, davanın UCM’ye taşınmasına engel olamayacağını savunuyor.
Beşir’in davasının UCM’ye taşınmasına ilişkin bu anlaşmazlık ve tereddüt, devrimden ve rejimin çöküşünden önce de vardı. Öyle ki muhalefet güçleri, Ümmet Partisi Genel Başkanı Sadık el-Mehdi’den, Beşir'e sorunsuz bir şekilde iktidardan ayrılması ve davasının UCM’ye taşınması gerektiği konusunda tavsiyede bulunmasını talep etmişti. Ancak bu taleplerle birlikte Mehdi'nin bundan elde edeceği siyasi kazanç ve oğlu Tümgeneral Abdurrahman'ın eski Devlet Başkanı Beşir'in yardımcısı konumunda olması nedeniyle bir takım tereddütleri ortaya çıkardı. Bu da rejimin devrilmesine yol açan halk ayaklanmasının gerçekleşmesini sağlayan istifa talebini zorlu bir seçim haline getirdi.
Zaman içinde Mehdi, Beşir’in UCM’de yargılanması konusunda çelişkili ifadeler kullandı. Sadık el-Mehdi, Haziran 2015'te Johannesburg'da düzenlenen 25. Afrika Birliği (AfB) zirvesine katılırken UCM’nin Beşir'in tutuklanması emri çıkarmasını kınadıktan sonra, UCM’nin bağımsızlığını savunmaya başladı. Bununla birlikte Mehdi, Güney Afrikalı yetkilileri, Beşir'i saklamayı ve bir gün yeniden Sudan'a dönmek üzere ülkeden kaçışını kolaylaştırmak için plan yapmakla suçladı.

Asalak projeler
Sudan'nın ekonomik gücü, 1956 yılında bağımsızlığın ilan edilmesinden sonra milli hükümetin elde ettiği siyasi etkiye dayanan sömürgecilik mirasına dayanırken buna Ümmet Partisi ve Demokratik Birlik Partisi gibi mezhepçi partilerin liderleri tarafından yönetilen feodal ekonomi ekleniyor.
Eski Cumhurbaşkanı Cafer Muhammed el-Numeyri döneminde şirketler kamulaştırıldı. Beşir dönemindeki gibi iktidar süreci yolsuzluklarla anılmıyor olsa da devlet öncülüğünde kalkınma projeleri için özel kurumlara öncelik verdi. Bu durum silahlı kuvvetlerin marjinalleştirilmesine yol açtı. Numeyri, özel sektör şirketlerini devlet kontrolündeki mülklere dönüştürmek için kamulaştırıp birleştirirken, şirketler arasındaki rekabeti de sona erdirdi. Beşir dönemine gelindiğinde bu şirketler yeniden özelleştirildi. Ancak şirketler ya orduya ya da rejim içinde yer alan isimlere aitti.
Beşir döneminde, özellikle Güney bölgesi ve Darfur’daki çatışmalar nedeniyle askeri harcamaların artması nedeniyle rejim, ABD yaptırımları ile azaltılmış olan savunma sanayinde reform yaparken yeni şirketler kurmak ve ekonomik yatırımlar yapmak için kapsamlı bir program uyguladı. Beşir rejimi, daha fazla odaklanması gereken Darfur savaşı ve Afrika'daki çatışma bölgelerine uygulanan uluslararası silah ambargosu sebebiyle söz konusu projeler için İran ve Çin'e bağımlı hale geldi. Ekonomik kriz, yolsuzluğa ve devletin ordunun haklarından elini çekmek zorunda kalmasının yanı sıra silahlı kuvvetlere kaynak sağlamak için asalak projelerin ortaya atılmasına yol açtı.
Beşir, siyasi güç tarafından desteklenen ekonomiye hakim büyük şirketler kurdu. Askerî kurumlar, Beşir rejimi döneminde özel sektörü doldururken gerek özel sektörden rekabet dışı projeler için araziler edinerek gerekse ürün ve teçhizat ithalatı için vergi ve gümrük tariflerinden muaf tutularak birçok ayrıcalık elde ettiler. Bu ayrıcalıklarla egemen bir varlığa dönüşen ordu, hiçbir beyan ve vergi bildirimi yapılmayan ve denetlemeden geçmeyen projeler yürüttü.

Olumsuz bir tablo
Beşir rejimi, 90’lı yılların başlarında petrol sektörünü keşfederken ve petrol sektörüne müdahale etme girişimleri çerçevesinde kurulan şirketlerin ve çalışmaların idaresi için silahlı kuvvetlere bir dizi yatırım yaptı. Ancak askeri şirketler ile İslamcıların yönettiği şirketlerin temsilcileri arasındaki anlaşmazlık, petrol imtiyazının Concorp Petroleum Şirketi’ne devredilmesine neden oldu. Ancak şirket, hükümet lehine yapılan baskılardan sonra geri çekildi.
Ordu, kâr elde etme amacıyla ekonomik faaliyetlerinde ileriye gitti, ancak rejimin Çin ile işbirliği yaparak ABD'nin Sudan'a uyguladığı yaptırımları atlatma çalışmaları, bu ilerleyişin önünde büyük bir engel oluşturdu. Beşir rejimi dönemindeki petrol yatırımları, yabancı şirketlerle komisyonculuk anlaşmalarının ortaya çıkmasının yanı sıra özel sektörün yerini bıraktığı rejime ait şirketler arasında rekabetin olmaması nedeniyle yatırımcıların önüne çıkan engeller, yerli ve yabancı yatırıcıların karşısında olumsuz bir tablo çizmesine neden oldu.
Beşir rejimi döneminde ordu bir dizi üretici, ticari ve turizm şirketini yönetti. Ancak elde ettiği yüksek kârlara rağmen bu gelirler devlet hazinesine girmediler ve ordu içinde mali yolsuzluk vakalarının ortaya çıkmasına katkıda bulundular. Ordunun her zaman siyasi istikrarsızlığa ve ekonominin bozulmasına yol açan siyasete ve ekonomiye yönelik müdahalesinin nedeni de, çoğu ülkede yaygın olan yolsuzluktur. Aslında bu olumsuz tablonun ortaya çıkmasına neden olan birden fazla taraf var. Buradaki asıl sorun, İran ve Çin'in de desteğiyle faaliyet gösteren silah ve mühimmat fabrikaları değil, fabrikalar, ticari ve hizmet sektörü şirketleri gibi kurumları barındıran sivil ekonomiye yönelik müdahaledir. Ayrıca sivil ekonomi, genel bütçenin kalemlerinden biri olan askeri harcamaları da içermiyor.

Askerler arasında fikir birliği
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre ordu, bu şirketlerden bazılarını müzakere etmeye istekli gibi görünse de faaliyetlerini kısıtlamak oldukça zor olacaktır. Sudan ve silahlı kuvvetlerin içinden geçtiği mevcut koşulları, milli söylemleri ve ticari kazançları hesaba katarsak, ordunun kendi kurumlarını daha güçlü savunması bekleniyor. Çünkü hayatta kalması bu şirketlere bağlı. İktidardaki siviller ve askerler arasındaki karşılıklı suçlamalar henüz daha tehlikeli bir aşamaya ulaşmadı. Ancak her an bu aşamaya varılabileceği uyarısı yapılabilir.
ÖDBG’nin neden olduğu öne sürülen anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması için ordu içerisinde özellikle Hızlı Destek Kuvvetleri ile geriye kalan askeri güçler arasında bir uzlaşıya varılması ve uyum sağlanması bekleniyor. Silahlı Kuvvetlerin dikkatini Hızlı Destek Kuvvetleri’nin güçlendirilmesine çekerek ortamı hareketlendirme girişimleri başarısızlıkla sonuçlandığından şimdiye kadar Burhan ile Hamideti’nin rolleri arasında uyumlu ve amaç birliğine bağlı bir havanın hakim olduğu görülüyor.



Yaser Ebu Şebab İsrail ordusuyla iş birliği yaptığını açıkladı

Ebu Şebab ve bir grup silahlı kişi, Refah'ın doğusunda görüldü (Yaser Ebu Şebab adlı Facebook hesabı)
Ebu Şebab ve bir grup silahlı kişi, Refah'ın doğusunda görüldü (Yaser Ebu Şebab adlı Facebook hesabı)
TT

Yaser Ebu Şebab İsrail ordusuyla iş birliği yaptığını açıkladı

Ebu Şebab ve bir grup silahlı kişi, Refah'ın doğusunda görüldü (Yaser Ebu Şebab adlı Facebook hesabı)
Ebu Şebab ve bir grup silahlı kişi, Refah'ın doğusunda görüldü (Yaser Ebu Şebab adlı Facebook hesabı)

Gazze'de Hamas hareketine karşı çıkan Halk Güçleri’nin lideri Yaser Ebu Şebab, İsrail'in Arapça yayın yapan resmi radyo kanalı Makan'a verdiği röportajda, İsrail ordusuyla Gazze'nin güneyinde iş birliği yaptığını teyit etti.

Halk Güçleri’nin İsrail ordusunun kontrolündeki bölgelerde rahatlıkla hareket ettiğini belirten Ebu Şebab, iki taraf arasında koordinasyon olduğunu vurguladı.

Halk Güçleri’nin İsrail ordusuna, tek başına gerçekleştirdiği askeri faaliyetleri bildirdiğini açıklayan Ebu Şebab, herhangi bir ayrıntıya girmeden ‘dışarıdan destek aldıklarını’ belirtti. Ebu Şebab, bazı konuların açıkça konuşulamayacağını ifade etti.

İsrailli yetkililer, geçtiğimiz haziran ayında Hamas'a muhalif bir Filistinli grubu desteklediğini ve silahlandırdığını kabul etmiş, ancak bu grubun Ebu Şebab liderliğindeki Halk Güçleri olduğunu açıklamamıştı.

İsrail Ordu Sözcüsü Effie Defrin, konuyla ilgili bir soruya “Hamas yönetimi karşısında farklı yöntemler kullandığımızı söyleyebilirim” yanıtını verdi, ancak ayrıntılara girmedi.

Bir araştırma merkezi olan Avrupa Dış İlişkiler Konseyi, Ebu Şebab’ı ‘Refah bölgesinde faaliyet gösteren ve yardım tırlarını yağmalamakla suçlanan bir suç çetesinin lideri’ olarak tanımladı.

Röportajda, Halk Güçleri’nin herhangi bir ideoloji veya siyasi örgüte bağlı olmadığını belirten Ebu Şebab, lideri olduğu grubun 2007 yılında Gazze'de iktidara gelen Hamas'a atıfla ‘adaletsizlik ve yolsuzlukla mücadele ettiğini’ vurguladı. Şarku’l Avsat’ın Independnet Arabia’dan aktardığı habere göre Halk Güçleri’nin ne kadar büyük fedakarlıklar yaparsa yapsın mücadelesine devam edeceğini vurgulayan Ebu Şebab, Hamas’ın şu anda iç çatışmalar yaşadığını ve sonunun yaklaştığını bildiğini söyledi.

Hamas'ın askeri yargı organı geçtiğimiz çarşamba günü, Ebu Şebab’a silahlı çete kurmak ve İsrail ile iş birliği yapmakla suçlandığı gerekçesiyle 10 gün içinde teslim olması için süre tanıdığını açıkladı.

Filistinli birçok grubu bir araya getiren ‘Filistinli Gruplar Ortak Odası’ pazar günü, Halk Güçleri'ni ‘işgalci İsrail’in maşası olmakla’ suçladı. Filistinli Gruplar Ortak Odası tarafından yapılan açıklamada, “Ebu Şebab ve onunla birlikte olanlar ulusal kimliklerinden mahrumdurlar, Filistin ulusal saflarının dışındadırlar ve direniş gruplarının oybirliği ile kanları dökülmüştür” denildi.

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta yaşayan 1990 doğumlu Yaser Ebu Şebab, İsrail ordusunun kontrolü altındaki Refah'ın güneydoğu bölgesinde faaliyet gösteren Halk Güçleri adında bir silahlı grup kurdu.

Ebu Şebab liderliğindeki Halk Güçleri’nin silahlı üyeleri geçtiğimiz haftalarda, Refah'taki bir yardım merkezinin yakınlarında hafif makineli tüfeklerle görüldüler.