BAE ve Bahreyn Beyaz Seray’da İsrail ile tarihi barış anlaşmasını imzaladı

Beyaz Saray'da İsrail-BAE-Bahreyn arasındaki anlaşmanın imzaları atıldı (Reuters)
Beyaz Saray'da İsrail-BAE-Bahreyn arasındaki anlaşmanın imzaları atıldı (Reuters)
TT

BAE ve Bahreyn Beyaz Seray’da İsrail ile tarihi barış anlaşmasını imzaladı

Beyaz Saray'da İsrail-BAE-Bahreyn arasındaki anlaşmanın imzaları atıldı (Reuters)
Beyaz Saray'da İsrail-BAE-Bahreyn arasındaki anlaşmanın imzaları atıldı (Reuters)

İsrail ve iki Arap ülkesi arasında dün Beyaz Saray’dan barış dumanı yükseldi. ABD Başkanı Donald Trump bu gelişmeyi "yeni Orta Doğu'nun şafağı” diye niteledi. Trump, bu kervana 5 Arap ülkesinin daha katılacağını duyurdu.
Beyaz Saray’ın bahçesinde birkaç yüz kişinin toplandığı kalabalık karşısında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan ve Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyani ile anlaşma imzaladı.
Bu iki anlaşmayla birlikte, 1979’da Mısır ve 1994’te Ürdün’den sonra İsrail ile normalleşme adımı atan Arap ülkelerinin sayısı 4’e yükseldi.
Trump’ın ev sahipliğinde Beyaz Saray’ın güney bahçesinde düzenlenen imza töreninde anlaşma metni Arapça, İbranice ve İngilizce olmak üzere 3 dilde imzalandı. Metin başlangıçta BAE-İsrail tarafı daha sonra İsrail-Bahreyn tarafından imzalandı. Liderler salgın sebebiyle sağlık tedbirlerine uygun olarak el sıkışmaktan kaçındılar.
ABD yönetimi yetkilileri, Kongre’nin bazı üyeleri, eski yetkililer ve aralarında Sudan ile Umman Sultanlığı’nın ABD Büyükelçileri’nin de bulunduğu 700’den fazla misafirin katıldığı tarihi tören sırasında İsrail’i Başbakan Binyamin Netanyahu, BAE’yi Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan ve Bahreyn’i ise Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyani temsil etti.

Trump: Yeni Ortadoğu
ABD Başkanı Trump, Beyaz Saray’ın balkonundan yaptığı konuşmada, “Tarihi bir dönüşüme ve yeni bir Ortadoğu'ya tanıklık ediyoruz. Bir ay içinde İsrail, BAE ve Bahreyn'in karşılıklı elçilikler kuracağı, sağlık, güvenlik ve ekonomi alanlarında işbirliği yapacağı iki barış anlaşması imzalandı. Abraham (İbrahim) Anlaşması Müslümanlara Mescid-i Aksa’da namaz kılmanın ve İslami mekanları ziyaret etmenin kapılarını açacak” dedi. Trump, ilk yurtdışı ziyaretini Ortadoğu’ya yaptığını ve Suudi Arabistan’da 54 devlet ile “uygarlık düşmanı ve aleyhtarına karşı birleşme ve bölge halklarının hayatın ve çocuklarının geleceğinin şekline kendileri karar vermesi” konusunda konuştuğunu söyledi. Trump konuşmanın sonunda “Bu, dünya için büyük bir gün” ifadesini kullandı.

Netanyahu: Çatışmanın sonu
Trump’ın ardından konuşan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve Filistinliler arasında barış için gerçek bir barış vizyonu sunmasından ve bu barışın gerçekleşmesi için yaptığı arabuluculuktan dolayı ABD yönetimine teşekkür etti. “Bugün barış için yeni bir şafak” diyen Netanyahu, BAE ve Bahreyn liderlerine selam gönderdi. Netanyahu, “Bugün gerçekleştirdiğimiz barış, Arap-İsrail çatışmasına bütünüyle son verecek ve bu ortaklıkların ekonomik faydaları herkese ulaşacak. Bu yalnızca liderler arasında yapılan bir anlaşma değil aynı zamanda çok sayıda sorunla ve koronavirüs salgınıyla mücadele etmek ve refah içinde yatırım isteyen halklar arasında yapılmış bir anlaşmadır” ifadelerini kullandı.
BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan ise konuşmasına imza töreninde bulunan tüm katılımcılara BAE halkının selamını ileterek başladı. Nahyan, “Bugün barış elini uzatmak ve barış elini tutmak için duruyorum. Barış arayışı sağlam bir ilkedir ve ilkeler onları eyleme dönüştürerek gerçekleştirilir. Bugün burada Ortadoğu'yu değiştirecek ve tüm dünyaya umut gönderecek bir olaya şahit oluyoruz” diye konuştu. Barış için cesarete, gelecek inşa etmek için bilgiye ihtiyaç olduğunu söyleyen Nahyan, anlaşmanın Ortadoğu’nun yüzünü değiştireceğini ve dünyaya umut vereceğini belirtti. “Bu girişim ABD Başkanı ve ekibinin çabaları olmadan mümkün olmazdı” diyen Nahyan, anlaşmanın meyvelerinin tüm bölgeye yansıyacağını belirterek, barış dışındaki bir seçeneğin yıkım, yoksulluk ve insani acılar anlamına geleceğini dile getirdi. Nahyan, “Genç enerjilerle dolu bir bölgenin geleceği için bugün bizi bir araya getiren yeni vizyon şekillenmeye başlıyor. BAE Devleti’nde bize göre, bu anlaşma, Filistin halkının daha çok yanında olmamızı, istikrarlı ve müreffeh bir bölgede bağımsız bir devlet umutlarını gerçekleştirmemizi mümkün kılacak. Bu anlaşma, Arapların İsrail Devleti ile daha önce imzaladığı barış anlaşmalarının üzerine inşa edildi. Zira bu anlaşmaların amacı istikrar ve sürdürülebilir kalkınma yolunda çalışmaktır. Barış için cesarete, gelecek inşa etmek için bilgiye, milletlerin kalkınması için sabır ve samimiyete ihtiyaç var. Bugün dünyaya bunun bizim yaklaşımımız olduğunu, barışın bizim ilkemiz olduğunu ve başlangıcı doğru olanın Allah’ın izniyle başarılarının parlak olacağını söylemeye geldik” diye konuştu.

Zeyani: Gerçek barış
Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyani, konuşmasında, “Bahreyn ve İsrail arasındaki barışa destek ilanı, din, etnisite, mezhep ve ideolojiden bağımsız olarak gerçek barışa doğru tarihi bir adımdır. Ortadoğu çatışma ve güven kaybı nedeniyle bir gerilemeye tanıklık etti. Bu durum nesilleri refahtan mahrum bıraktı” dedi. Bahreyn Kralı Hamad bin İsa Al Halife’nin “İşbirliği barışı sağlamanın yoludur ve barış ancak bölgedeki halkların haklarını koruyarak gerçekleşebilir” sözünü aktaran Zeyani, Halife’nin cesaretini takdir etti.

Filistinlilere mesaj ve İran’ın müzakere masasına getirilmesi
Trump, gazetecilerin, anlaşmanın Filistinlilere verdiği mesaj ile ilgili sorusuna, “Bence onlar olan biteni izliyorlar. Bir aşamada Filistinlilerin geldiğini göreceğiz ve kumun üzerinde kan olmadan barış olacak” yanıtını verdi. Trump ayrıca 5 ila 6 ülkenin daha İsrail ile barış anlaşması imzalamasını beklediğine işaret ederek, söz konusu ülkelerin isimlerini açıklamadı.
Trump, başkanlık seçiminin bitmesinin ardından bir hafta veya bir ay içinde İran’ı müzakere masasına getirmeyi ve İran’ı zengin bir ülke yapacak yeni ve adil bir anlaşma imzalamayı beklediğini söyledi.

İmza töreninden önce
Sabahın erken saatlerinden itibaren ABD Ulusal Muhafızları, Beyaz Saray girişinde düzenlenen resmi karşılama töreninde yolun her iki tarafına ABD, İsrail, BAE ve Bahreyn bayrakları astı. ABD Başkanı üç ülkenin temsilcisini kabul etti. Beyaz Saray’a ilk gelen Bahreyn Dışişleri Bakanı Zeyani oldu. Zeyani’yi BAE Dışişleri Bakanı Nahyan ve İsrail Başbakanı Netanyahu takip etti. İkili görüşmelere ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner da katıldı. Beyaz Saray’ın dışında ise birçok ABD ve Arap örgütünden çok sayıda Filistinli barış anlaşmasına karşı siya bayrak kaldırarak protesto eylemi düzenledi.

Beyaz Saray’ın anahtarı
Trump, Oval Ofis’te Netanyahu ile yaptığı görüşmede altın renginde bir anahtar hediye ederek, bunun ‘Beyaz Saray’ın anahtarını temsil ettiğini’ söyledi. Netanyahu da Trump’a “İsrail halkının kalbinin anahtarına sahipsiniz” diye yanıt verdi. Trump, gazetecilerin sorularına verdiği yanıtta, “İki barış anlaşmasının İsrail'in bölgedeki soyutlanmasını azaltacağını” belirtirken, Netanyahu ülkesinin soyutlanmadığını, güçlü bir ekonomiye ve Ortadoğu’da güçlü ilişkilere sahip olduğunu ifade etti. Netanyahu, “Şu anda kendini soyutlanmış hisseden İran” dedi.

F-35 savaş uçakları
Trump, imza töreninden önce Fox News televizyonuna yaptığı açıklamada, İsrail’in sahip olduğu silahlara benzer şekilde Ortadoğu’daki diğer ülkelere gelişmiş silahlar satmaya hazır olduğunu belirterek, BAE’nin F-35 savaş uçaklarını satın almasında bir engel olmadığını kaydetti.

Pompeo: 3 yılın meyvesi
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, barış anlaşmalarının ABD yönetiminin üç yıllık çalışmasının sonucu olduğuna işaret ederek, yakında başka ülkelerin de barış sürecine katılacağını vurguladı. Pompeo, bölgedeki istikrarsızlığın sebebinin İsrail-Filistin çekişmesi değil, İran olduğunu ve barış anlaşmalarını yalnızca Türkiye ve İran’ın eleştirdiğini söyledi.

İsrail’in güvenliği
Beyaz Saray’dan üst düzey bir yetkili, önceki akşam gazetecilere yaptığı açıklamada, İsrail ve BAE arasındaki anlaşma belgesinin İsrail ve Bahreyn arasında ilan edilen barış anlaşmasından daha büyük olacağını söyledi. Yetkili, bu durumun, 13 Ağustos’ta ilan edilen İsrail ve BAE arasındaki anlaşmanın tamamlanması için harcanan sürenin Bahreyn ile yapılan anlaşmadan daha uzun olmasından kaynaklandığını belirtti. Yetkili, İsrail’in Batı Şeria’nın bazı bölgelerini ilhak edip etmeyeceği sorusuna verdiği yanıtta, ortak açıklamada bu meselenin net bir şekilde ifade edildiğine işaret ederek, İsrail’in BAE ve Bahreyn ile diplomatik ilişkiler kurmasının karşılığında ilhak meselesini ‘askıya’ almayı kabul ettiğini ifade etti. ABD yönetiminin barış anlaşmalarına daha fazla ülkenin katılması için çalıştığını kaydeden yetkili, ABD’nin İsrail’in güvenliğini hiçbir şekilde tehlikeye atmama taahhüdünün altını çizdi.

Kushner: Canlı bir gelecek
Kushner, anlaşmanın imzalanmasından birkaç saat önce gazetecilere yaptığı açıklamada, anlaşmaların imzalanmasının Başkan Trump'ın güçlü liderliğinin ödülü olduğunu ve BAE, Bahreyn Krallığı ve İsrail Devleti liderlerinin vizyonunu yansıttığını söyledi. Anlaşmaların üç ülkenin ‘büyük başarısı’ olduğunu ve çatışmalara odaklanmak yerine bölgede iyimserlik ve umudu güçlendireceğini belirten Kushner, “Şu an herkes sınırsız imkanlarla dolu canlı bir gelecek oluşturmaya odaklanıyor” dedi. Analistler, Abraham (İbrahim) Anlaşması’nın özel bir önemi olduğuna dikkat çekerek, bu önemin Trump yönetiminin ‘pragmatik barış’ anlayışını kabul ettirmesinden kaynaklandığını ifade ediyorlar. Analistlere göre Trump yönetimi bu anlayış doğrultusunda ekonomik, güvenlik, askeri, sağlık, tarım ve bilimsel anlaşmalara kapı aralıyor ve aynı zamanda BAE ve Bahreyn gibi diğer Arap ülkeleri İsrail’in üstün teknolojisinden, savunma sisteminden ve tarım alanındaki ilerleyişinden faydalanmaya teşvik ediyor.



Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı

Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı
TT

Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı

Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı

Kemal Allam

ABD Başkanı Donald Trump, son haftalarda Taliban'dan Afganistan'daki Bagram Hava Üssü'nü geri verme talebini tekrarladı ve bu talep karşılanmadığı takdirde üssü zorla almakla tehdit etti. Pek çok konuda olduğu gibi, Trump her zaman sert açıklamalar ve tutumlarla başlayıp daha sonra daha dengeli bir yaklaşım benimsiyor. Bu durum, Gazze meselesini ele alış biçiminde de açıkça görüldü. Başlangıçta Gazze'yi “Riviera”ya dönüştürmeye yönelik fantastik bir plan önermiş, ardından eşi benzeri görülmemiş bir barış planı sunmuştu.

Trump'ın Taliban'a yaptığı teklife gelince, bu görünüşte fevri yaklaşımının arkasında hesaplı bir mantık yatıyor. Perde arkasında, Başkan yine alışılmadık bir politikaya başvurdu; birkaç önde gelen Taliban bakanına yönelik yaptırımları kaldırdı ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) arabuluculuğuyla, madenleri ve Orta Asya'da Amerikan şirketlerinin çıkarlarına hizmet edecek lojistik rotaları içeren bir anlaşma için müzakerelere başladı. Ayrıca, eski Afgan kökenli Amerikan diplomat Zalmay Halilzad'ı kayıp Amerikalıları kurtarmak için çeşitli görevlerde görevlendirdi. Trump’ın temel stratejisi, Afganistan'ın Moskova-Pekin eksenine doğru kaymasını önlemek.

Amerikan kanı ve parası: Rusya ve Çin ilerliyor

Trump'ın müzakere ekibinde, Savunma Bakanı Pete Hegseth, ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Michael Waltz ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard başta olmak üzere, Afgan savaşında savaşmış birçok önde gelen yetkilinin yanı sıra, Afganistan'daki sivil terörle mücadele misyonlarına katılan Kash Patel ve Sebastian Gorka gibi isimler de yer alıyor. Hepsi, ABD'nin Afganistan'da binlerce askerinin öldürülmesi, müdahalenin vergi mükelleflerinin 1 trilyon dolardan fazla paraya mal olmasıyla ağır bir can ve mal bedeli ödediğine inanıyor. Bu bedelin, Rusların veya Çinlilerin, gerek 1 trilyon dolar değerinde olduğu tahmin edilen nadir minarel kaynaklarını ele geçirerek, gerekse Bagram Hava Üssü'nü kontrol ederek veya terör örgütlerinin Afganistan sahnesine geri dönmesine izin vererek, bu bedelden faydalanmaları için ödenmediğini düşünüyorlar.

gt
Başkan Trump ve Putin, Ukrayna'daki savaşı sona erdirmeyi görüşmek üzere bir araya geldikleri zirvede el sıkışıyor, 15 Ağustos, Alaska, ABD (Reuters)

Rusya, yakın zamanda Taliban'ı Afganistan'ın meşru hükümeti olarak resmen tanıyan ilk ülke oldu. Taliban, Batılı yetkililer ve çoğu komşu ülkeyle görüşmelerini sürdürse ve Avrupalı misyonlar Kabil'de diplomatik temsilciliklerini sürdürse de yalnızca Moskova onu alenen tanımayı seçti. Bu arada, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan gibi Rusya'nın Orta Asyalı müttefikleri de Kabil ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini yoğunlaştırarak ticaret anlaşmaları imzaladılar ve yeni lojistik rotalar oluşturdular. Rusya'nın en önemli savunma müttefiki ve en büyük petrol alıcısı olan Hindistan, Taliban Dışişleri Bakanı’na resmi bir davet gönderdi ve Afgan hükümetini tamamen tanımaya yakın görünüyor.

Rusya Afgan meselelerinde tarihi bir oyuncu. 17. yüzyıldan beri, Peter Hopkirk'ün çığır açan eserinde tanımladığı gibi “Büyük Oyun” kapsamında bu önemli ülkede İngiltere ile uzun bir nüfuz mücadelesine girişti. Afganistan, Orta Asya'yı Güney ve Doğu Asya'ya bağlayan kara parçasının merkezindeki hayati coğrafi konumu sebebiyle, İngiliz ve Rus imparatorlukları arasındaki rekabetin merkezindeydi. En önde gelen Amerikan dış politika teorisyenlerinden Zbigniew Brzezinski, Avrasya bloğunu kontrol etmenin küresel hakimiyetin anahtarı olduğuna inanıyordu ve bu ilke daha sonra Henry Kissinger tarafından da benimsendi. 1950'ler ve 60'larda Kissinger, Afganistan'a yönelik Amerikan politikasını şekillendirmek için Pakistan'ı birkaç kez ziyaret etti. Yazılarında, İslamabad ile kurduğu stratejik ilişki olmadan Çin'e yönelik kapsamlı Amerikan erişiminin mümkün olmayacağını ve bunun kendisine Pekin'e giden yolu açtığını belirtir.

Çin bugün, Vahan Koridoru boyunca bir kara ve demir yolu ağı inşa ederek ve ülkenin kuzeyinde maden ve gaz çıkarmaya başlayarak Afganistan'daki en büyük yatırımcı haline geldi. Bu bağlamda, Pekin doğrudan bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya, zira 1990'lardaki ilk Taliban yönetimi Çin'e muhalif Uygur savaşçılarına destek vermişti. Bu senaryonun tekrarlanmasını önlemek için Pekin, yıllar önce yabancı yatırımlar, Kabil'in Çin karşıtı Türk hareketine desteğini sonlandırmasını öngören bir anlaşma yoluyla Taliban'ı ikna edip, yanına çekmeye çalıştı. Kabil'deki Çin Mahallesi, hızla büyüyor ve Çin mallarıyla dolup taşan hareketli bir pazara sahip. Ticari varlığının yanı sıra Pekin, ülke içindeki nüfuzunu artırmak amacıyla birçok yerel medya kuruluşuna fon sağlıyor. Ayrıca, Afganistan'ın kara ve demir yolu ağlarını hem İran'a hem de Pakistan'a bağlama sözü verdi ve bu hamle, Asya'nın kalbindeki stratejik konumunu sağlamlaştırma hedefini yansıtıyor.

Taliban'ın 1 trilyon dolar değerinde olduğu tahmin edilen madenleri kontrol etmesiyle birlikte jeopolitik, Trump'ın Ruslar ve Çinliler karşısında öne geçmeye çalıştığı “altına hücum” yarışı kadar önemli hale geldi

Trump'ın üst düzey güvenlik yetkililerini Kabil ve Abu Dabi'ye göndermesi, Amerikan şirketlerinin Orta Asya'dan Güney Asya'ya uzanan kara ve hava lojistik sözleşmelerini güvence altına almaya çalıştığı daha geniş kapsamlı bir stratejinin parçası. Bu hamle aynı zamanda Çin'in Afganistan'da hızlanan genişlemesini kontrol altına almayı da amaçlıyor; zira bu genişleme Pekin'in hem Pakistan hem de İran'daki nüfuzunu artırabilir. Eylül ayında Pakistan ve ABD, Mareşal Asım Münir ve Başkan Trump arasında Beyaz Saray'da doğrudan müzakere edilen bir maden anlaşması imzaladı.

Afgan savaşının Amerikalı gazilerinin teşvikiyle Trump, şimdi Taliban'ı benzer bir anlaşmaya zorlamaya çalışıyor ve Bagram Hava Üssü'nü önemli bir jeopolitik merkeze dönüştürme olasılığını ima ediyor. Gelecekteki olası bir çatışmaya hazırlık olarak, üssün konumunun, özellikle Çin sınırına yakınlığının stratejik öneminin altını da çizdi. Trump’ın Taliban ile ilişkilerde sık sık havuç-sopa yaklaşımını kullandığı biliniyor. Nitekim harekete bağlı Kandahar'daki Şura Konseyi ile Doğu Afganistan'da önemli bir nüfuza sahip olan Hakkani örgütü arasında bir anlaşmazlık yaratmak amacıyla BAE'nin arabuluculuğuna başvurdu. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, hareketin kanatlarından birini yanına çekerek madencilik sektörü ile ilgili bir anlaşmanın ve DEAŞ-Horasan'a karşı birleşik bir cephe kurulmasının önünü açmayı umuyor.

scdfrg
ABD ordusu, 20 yıllık işgalin ardından 31 Ağustos 2021'de Afganistan'dan çekildi (AFP)

Buna paralel olarak, ABD, Rusya'nın en büyük askeri üslerini maden ve enerji zengini Türkmenistan ve Kazakistan yakınlarındaki Tacikistan'da bulundurduğu Orta Asya'da hassas bir denge oyunu yürütmeye devam ediyor. Washington, Pekin ve Moskova aleyhine bu iki ülkedeki varlığını güçlendirmeye çalışıyor.

ABD, dikkat çekici bir hamleyle, CIA ve Savunma Bakanlığı'na, başta Ahmed Mesud liderliğindeki Ulusal Direniş Cephesi olmak üzere Afgan direniş gruplarına destek sağlama yetkisi veren yasayı sessizce onayladı. Ancak söz konusu yasa, bu grupların, daha önce Washington tarafından desteklenen eski Ulusal Güvenlik Güçleri'nden unsurlar içermesini şart koşuyor. Bu hamle, Taliban'ın iş birliği yapmayı reddetmeye devam etmesi halinde ABD'nin Mesud ve müttefik komando birliklerini desteklemeye yönelebileceğine işaret ediyor.

Son üç yüzyılda çok az şey değişti; Afganistan, İngilizler ve Ruslardan, Amerikalılar ve Çinlilere kadar her zaman büyük güç rekabetinin odak noktası oldu. Nedeni de ya kritik coğrafi konumu ya da Asya'nın ana yollarını birbirine bağlayan hayati öneme sahip çevresi oldu. Taliban'ın değeri 1 trilyon dolar olduğu tahmin edilen madenleri kontrol etmesiyle birlikte jeopolitika, Trump'ın Ruslar ve Çinliler karşısında öne geçmeye çalıştığı “altına hücum” yarışı kadar önemli hale geldi.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Suudi Arabistan'ın ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ olarak tanımlanması ne anlama geliyor?

Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
TT

Suudi Arabistan'ın ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ olarak tanımlanması ne anlama geliyor?

Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)

ABD ile Suudi Arabistan arasındaki stratejik ilişkinin derinliğini yansıtan bir adım olarak, ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan’ı ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ (Major Non-NATO Ally – MNNA) ilan etti. Bu kararla Suudi Arabistan, Arjantin, Avustralya, Bahreyn, Brezilya, Kolombiya, Mısır, İsrail, Japonya, Ürdün, Kenya, Kuveyt, Fas, Yeni Zelanda, Pakistan, Filipinler, Katar, Güney Kore, Tayland ve Tunus gibi ülkelerin bulunduğu bu statüyü resmen alan yirminci ülke oldu.

Bu statü, ABD’nin NATO üyesi olmayan bir ülkeye verebildiği en yüksek askeri ve güvenlik iş birliği seviyesini ifade ediyor. ABD Kongresi bu unvanı 1987 yılından bu yana, ABD Yasası’nın 22. maddesi uyarınca tanımlıyor.

NATO üyesi olmayan müttefik olmanın avantajları

NATO üyesi olmayan müttefikler, gelişmiş ABD silahlarına ve askeri teknolojisine öncelikli erişim ve ABD askeri teçhizatını indirimli fiyatlarla veya uygun koşullarda satın alma veya kiralama imkânı gibi birçok önemli avantajdan yararlanıyor. Bu sınıflandırma, NATO üyesi olmayan müttefiklerin ABD ile ortak silah geliştirme programlarına katılmalarına ve askeri araştırma ve geliştirme projeleri için ABD'den finansman almalarına da olanak tanıyor.

Söz konusu sınıflandırma, ortak askeri eğitim ve istihbarat iş birliğini kolaylaştırmanın yanı sıra, müttefik ülkenin topraklarında acil durumlarda kullanılmak üzere ABD askeri teçhizatının depolanmasına izin verdiği için ABD'ye de belirli avantajlar sağlıyor.

Suudi Arabistan, ABD ile uzun süredir devam eden stratejik ortaklığı nedeniyle bu ayrıcalıkların çoğundan onlarca yıldır fiilen yararlanıyor. Ancak resmi olarak bu statüye sahip olması, bu ayrıcalıkların yasal olarak garanti altına alınmasını ve ABD yönetimlerinin keyfi kararlarına tabi olmamasını sağlıyor.

‘Karşılıklı savunma anlaşmasından’ farkı

‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ statüsü ile ‘karşılıklı savunma anlaşması kapsamındaki müttefiklik’ kavramları benzer ifadeler taşısa da aralarında önemli bir fark bulunuyor. NATO dışı müttefik statüsünde ABD’nin söz konusu ülkeyi savunma yükümlülüğü bulunmazken, karşılıklı savunma anlaşmaları taraflara karşılıklı ve açık bir yasal savunma taahhüdü getiriyor. Bu yükümlülük, NATO Anlaşması’nın beşinci maddesinde yer alan ve üye ülkelerin herhangi bir saldırıya uğrayan üye devleti savunmasını şart koşan maddeyle benzerlik gösteriyor.

‘NATO dışı müttefik’ sınıflandırmasındaki taahhütlerin niteliği, yakın askeri iş birliğinin ötesine geçmez, ancak karşılıklı savunma anlaşması kapsamında, imzacı devleti savunmak için ABD kuvvetleri gönderme taahhüdüne eşdeğerdir.

Bu nedenle aradaki fark, ‘NATO dışı müttefik’ sınıflandırmasının silahlanma, eğitim ve iş birliği alanlarında ‘çok ileri düzeyde stratejik ortaklık’ olması, ancak ‘savunma ittifakı’ olmamasıdır. ‘Karşılıklı savunma anlaşması’ ise imzacı devlete yönelik herhangi bir saldırının ABD'ye yönelik bir saldırı olarak kabul edilmesi ve ABD'nin yasal olarak askeri müdahalede bulunma yükümlülüğü anlamına gelir.

Suudi yetkililer bu tanımlamanın “kapsamlı bir stratejik ortaklığa doğru atılmış önemli bir adım” olduğunu söylerken, ABD Dışişleri Bakanlığı ise bunun ‘bölgedeki ortak güvenliğe yönelik uzun süredir devam eden taahhüdü yansıttığını’ doğruladı.


BM, Trump’ın Gazze planına ilişkin karar taslağını büyük çoğunlukla onayladı

ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
TT

BM, Trump’ın Gazze planına ilişkin karar taslağını büyük çoğunlukla onayladı

ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze için hazırladığı yol haritasını büyük çoğunlukla onaylayarak, 20 maddelik planına uluslararası meşruiyet kazandırdı.

Taslak karar, Rusya ve Çin'in çekimser kalmasına rağmen, pazartesi akşamı BMGK’da 15’e 13'lük çoğunlukla kabul edildi. Bu gelişme, Trump yönetimi için önemli bir diplomatik zafer oldu.

Filistin Yönetimi, kararın onaylanmasını memnuniyetle karşılarken, Hamas ve diğer Filistinli gruplar, bunu ‘Filistin’in milli iradesinin dışında sahada düzenlemeler yapılmasının önünü açan bir karar’ olarak değerlendirerek, ortak ve ayrı ayrı açıklamalarla kararı reddettiklerini bildirdiler. Ayrıca Gazze'ye konuşlandırılacak herhangi bir uluslararası gücün ‘bir tür vesayet veya dayatılan yönetim’ haline geleceğini söylediler. Şarku’l Avsat’a konuşan Filistinli gruplardan kaynaklar, söz konusu uluslararası gücün rolü ve bu grupların üyelerini takip etmek ve tutuklamak için potansiyel olarak kullanılabileceği konusundaki endişeleri dile getirdiler.

Öte yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İngilizce olarak Trump ve Gazze planını öven bir blog yazısı yayınlarken, hükümet üyeleri sessizliğini korudu. Bu durum, İsrail'de Trump'ın planından duyulan memnuniyetsizlik ile onu kızdırmamak arasındaki ikilem arasında gerçek bir krizin yaşandığını gösterdi. İsrail televizyonu Kanal 12 muhabiri Barak Ravid, “İsrail-Filistin çatışmasının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını söylemek mümkün” ifadelerini kullandı.