Lübnan’da Maliye Bakanlığı konusunda yaşanan çatışma din adamları arasında tartışma yarattı

Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)
Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)
TT

Lübnan’da Maliye Bakanlığı konusunda yaşanan çatışma din adamları arasında tartışma yarattı

Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)
Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)

Emel Hareketi ve Hizbullah'ın oluşturduğu Şii ikilinin yeni Lübnan hükümetinde Maliye Bakanlığı’nı koruma talebi, siyasi arenadan dini koridorlara doğru genişledi. Öyle ki Maruni Patriği Mar Beşara Butrus er-Rai, “Bir mezhep hangi sıfatla belirli bir bakanlığı kendisininmiş gibi davranır?” diye sordu. Rai’nin çıkışına cevap veren Caferi müftü Mümtaz Şeyh Ahmen Kablan ‘ABD’nin sopası ve Fransa’nın havucu ile mezhepler için ayrılan kotaların bir parçasının ya da tamamının iptal edilmesini kabul etmeyeceklerini’ vurguladı.
Şii ikilinin Maliye Bakanlığı’nı elinde tutma talebi, hükümeti kurmakla görevli Mustafa Edib’in bakanlık pozisyonlarını yönetme ısrarı doğrultusunda yeni hükümet sürecini daha da karmaşık hale getirdi. Bu durum, Şii ikilinin vetoya yönelmesine yol açtı. Öyle ki bu veto, devletten finansal harcama gerektiren kararlar hakkında Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan’ın yanı sıra Maliye Bakanı’nın da imzasıyla yürütme makamına katılabildiklerine inandıkları Maliye Bakanlığı pozisyonu rotasyonu şartıyla geldi.
Maruni Patriği, 20 Eylül’de verdiği vaazda konuya dair şunları söyledi:
“Bir mezhep hangi sıfatla belirli bir bakanlığı kendisininmiş gibi davranır ve siyasi felce, ekonomik, finansal ve yaşamsal durgunluğa sebep olana kadar hükümetin oluşumunu engeller? Reform yolundaki siyasi güçler anlaşması üçgeni, ‘mini bir kurtarma, siyasi deneyime sahip bağımsız uzmanlar hükümeti ve bakanlık rotasyonu nerede? Değişiklik yapılan anayasanın (Taif Anlaşması) 95’inci maddesine geri dönersek; Paragraf B’yi açıkça okuyalım: Bakanlıklar da dahil olmak üzere birinci sınıftaki görevler, uzmanlık ve yetkinlik ilkelerine bağlı kalarak hiçbir mezhebe tahsis edilmeksizin Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak paylaşılacaktır. Bu madde gafletle değiştirildi mi yoksa güç ve zorbalık mı dayatılıyor?”
Lübnan’ın çok yönlü demokratik sisteminde bu durumun kabul edilemez olduğunu belirten Maruni Patriği sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hangi anayasa bir bakanlık pozisyonunun tekele alınmasına izin verir? Özelleştirmeye ve tekele mezhep merkezli değil, anayasal açıdan karşı çıkıyoruz. Bu karşı çıkışımız belirli bir mezhebe yönelik değildir. Aksine bir sınıfın ulusal karar alma mekanizmasını ve egemenliğini kaybetmiş bir devlet üzerinde hegemonyasını kurması amacıyla bakanlıklar ve mezhepler arası eşitlik kavramını çürüten sapkınlığına ve üniter boyutuyla ulusal ortaklığın baltalanmasına karşıyız.”
Hükümeti kurmakla görevli Mustafa Edib’e de ‘anayasaya uyma, halkın ve dünyanın beklediği bir hükümet kurma’ çağrısında bulunan Rai sözlerine şöyle devam etti:
“Koşullara boyun eğmeye, ertelemeye veya özür dilemeye gerek yok. Kadersel açıdan sorumluluk almak, cesurca bir vatanseverlik konusudur. Sizi destekleyenler bunu bir hükümet kurmanız için yaptılar. Özür dilemeniz için değil. Tüm kusurlarına rağmen Lübnan rejimi halen parlamenter bir demokrasidir ve hükümetin kurulması, bunu sağlayacak ismin görevlendirilmesi, bu isme güven verilmesi ya da verilmemesi mekanizmalarını da içerir. O halde bırakın parlamento kendi yoluna gitsin. Sen buradasın ve yalnız da değilsin. Bizim açımızdan bakacak olursak; bir hükümet kurduğumuzda varlığımızı ve sistemimizi yeniden gözden geçirmeye hazır değiliz. Lübnan’ın tercihleri, tüzüğü ve demokrasisi pahasına tavizleri kabul edemeyiz. Tüm bileşenler meşruiyet sınırlarına girmeden ve kendi projelerinden vazgeçmeden sistem değişikliğini tartışmaya hazır değiliz. Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi; devlette bir değişiklik yok. İster Lübnanlılar isterse Lübnanlı olmayanlar tarafından taşınan yasa dışı ve istilacı silahların hakimiyeti ortasında sistemi değiştirmenin ne gibi bir faydası var?”
Beşara er-Rai açıklamasının devamında Lübnan'ın tarafsızlık ilkesine dikkat çekti:
“Lübnan sisteminin yeniden gözden geçirilmesi, yetki ve rol dağılımı, ‘onu ihtilaflardan, anlaşmazlıklardan, bölgesel ve uluslararası savaşlardan etkisiz hale getirerek’ gerekirse Lübnan'ın üç boyutunda tarafsızlığını tesis ettikten sonra tamamlanacaktır. Bu boyutlar devletin tüm topraklar üzerindeki egemenliğini başkaları olmaksızın silahlı kuvvetleriyle sağlaması, herhangi bir dış saldırganlığa karşı kendisini savunması ve dış politikasını uygulamasına imkan verilmesidir. Aynı şekilde Lübnan Arap ailesinin kalbinde, başta Filistin halkının hakları olmak üzere halkların hakları, mülteci ve yerinden edilmişlerin ülkelerine geri dönüşleri açısından ve yakınlaşma, diyalog ve istikrar bakımından özel bir role ve misyona sahiptir.”
Caferi müftü Şeyh Ahmed Kablan ise söz konusu sözlere cevap mahiyetindeki açıklamasında şunları söyledi:
“Hükümet bir kişiye ait değildir. Ülke de hiç kimsenin tekelinde olamaz. Bu halde siyasi sistem, kaçınılmaz olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kalkınma kesin olarak gereklidir. 20 yıllık zaman sona erdi. Talebimiz, geçmişte bazılarının mezhep merkezli bir formülle oluşturduğu ve halen üzerinde ısrar ettiği formülden kaynaklanıyor. Bir sivil devlet veya devlet ile insanları bölen bir mezhep merkezli devlet arasında seçim yapın. Kotalar mezheplere tahsis edildiği sürece bizim ve sizin aranızda misliyle muamele ilkesine göre hüküm vereceğiz. ABD’nin sopası ve Fransa’nın havucu ile mezhepler için ayrılan kotaların bir parçasının ya da tamamının iptal edilmesini kabul etmeyeceğiz. Asla uluslararası, bölgesel veya yerel bir öldürme oyununa dahil olmayacağız. Bu ülkenin nefretin veya tuzakların kurbanı olmasına izin vermeyeceğiz. Tüm bu günlerde ortaya atılan silah, bu ülkeyi özgürleştiren, egemenliğini güvence altına alan ve haritayı onaran araç olmalıdır.”
Hizbullah'ın silahlarına da atıfta bulunan Kablan “O halen bunu Lübnan ve Lübnanlılar için bir garanti olarak yapıyor” ifadesini kullandı.
Caferi Müftü, hükümeti kurmakla görevli yetkiliye hitaben de şunları söyledi:
“Ülke ve bölge küller altında bir kömürdür. Bu nedenle dengelerle oynanamaz ve bu ülkenin krizi ateşe verilemez. Çünkü Lübnan’da yaşananlar, bölgedeki dünya savaşından kaynaklanmaktadır. Washington, Lübnan’ı Amerikanlaştırma ve Yahudileştirme savaşına sokmaya çalışıyor. Bu bağlamda Lübnan ile savaşıyor ve teslim olma karşılığında finansal temellemeyle onu içeriden havaya uçurmaya çalışıyor. Tavrımız tüm mezhepler, bölgeler ve egemenlikler açısından Lübnan’ın temel çıkarlarına odaklanmaktır. Bu olduğu seçimimiz tüm dünya bizi kuşatmak için bir olsa bile teslim olmamaktır.”



Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
TT

Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)

Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.

Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.


Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
TT

Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)

Bilgi sahibi bir Mısırlı kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Mısır güçlerinin Sina’daki varlığının, Mısır’ın ulusal güvenliğini korumaya yönelik olduğunu ve Kahire’nin bu konuda ne pazarlık ne de teşvik kabul edeceğini” söyledi. Kaynak, “Bu dönemde, söylentilerin aksine, herhangi bir baskı altında Sina’dan tek bir askerin bile çekilmediğini” vurguladı.

Kaynak, söz konusu meselenin ülkenin güvenliği ve iki yıldır şiddetli bir savaşa sahne olan bölgeyle olan sınırların korunmasıyla ilgili olduğunu belirtti. İsrail’in bu savaşı Mısır topraklarına doğru genişletme girişimlerine işaret eden kaynak, konunun başka dosyalarla ya da herhangi bir anlaşma ve pazarlıkla bağlantılı olmadığını ifade etti.

Kaynak ayrıca, Sina’daki Mısır askeri varlığının azaltıldığına dair İsrail basınında yer alan haberlerin, bu bölgede Mısır’ın askeri varlığının arttığından şikâyet eden ve uyarılarda bulunan raporlarla çeliştiğine dikkat çekti. Kaynak, iki ülke arasındaki barış anlaşmasında, ‘Mısır'ın ihtiyaç duyduğu zamanlarda güvenliğini korumak için bu varlığı sürdürmesine izin veren yeni hükümler olduğunu’ belirtti.

İsrail merkezli Bhol haber sitesi, Enerji Bakanı Eli Cohen’in, Mısır’la yapılan büyük doğal gaz anlaşması ile Mısır güçlerinin Sina’daki yeniden konuşlanması arasında doğrudan bir bağ bulunduğuna işaret ettiğini yazdı. Site, İsrail Ordu Radyosu’nun, anlaşmada Mısır ordusunun Sina’daki hareketlerini düzenleyen açık bir maddenin neden yer almadığını sorması üzerine Cohen’in, “Geçen hafta Mısır güçlerinin Sina Yarımadası’ndan çekildiğine dair yayımlanan haberleri okuduysanız, bunun sebepsiz olmadığını bilin” dediğini aktardı.

İsrail basınında yer alan haberlerde, Cohen’in anlaşmanın dört ay ertelenmesinin nedenlerinden birinin ‘Mısır’la barış meselesi’ olarak tanımladığı konuya bağlı olduğunu söylediği ifade edildi. Bu ifadenin, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri varlığa ilişkin Camp David Anlaşması hükümlerine bağlılığı konusundaki endişesini yansıttığı değerlendirmesi yapıldı.

Söz konusu haberler, Mısır hükümetine muhalif bazı blog yazarları tarafından dolaşıma sokularak, İsrail baskısıyla Sina’daki Mısır askerî varlığının azaltıldığı iddiaları dile getirildi. Buna karşılık, Mısır yönetimine yakın isimler ise tüm göstergelerin Sina’da askerî tahkimatın artırılmasına yönelik bir planı işaret ettiğini savundu.

frgty
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 2017 yılındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısının oturum aralarında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (Reuters)

Mısır Basın Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan, söz konusu iddialara, medyaya yaptığı açıklamalarla yanıt vererek, ‘Sina’daki Mısır güçlerinin sayısının azaltılmadığını ve gaz anlaşmasının tamamen ticari bir konu olduğunu, siyasi hiçbir boyutunun bulunmadığını’ vurguladı. Anlaşmanın hükümetler arasında değil şirketler arasında yapıldığını belirten Raşvan, “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu anlaşma hakkında konuşurken, Mısır tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu durum, Mısır’ın üzerinde herhangi bir baskı olmadığını gösteriyor. İsrail’den gelen tüm söylentiler çelişkilidir ve kamuoyuna karşı sahte bir zafer yaratmaya yönelik bir çabadır” dedi.

Geçtiğimiz eylül ayında Axios internet sitesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’tan, Mısır’a Sina’daki mevcut ‘askeri yığınağı’ azaltması için baskı yapmasını istediğini bildirmişti.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre, bu bilgilere sahip Amerikalı ve İsrailli yetkililer, Mısır’ın ‘yalnızca hafif silahların bulunduğu bölgelerde, bazıları saldırgan amaçlar için kullanılabilecek askeri altyapı inşa ettiğini’ iddia etmişti. Bu iddialar, 1979’daki barış anlaşmasına atıfta bulunarak, Mısır’ın anlaşmaya aykırı hareket ettiğini öne sürüyordu.

Mısırlı askeri strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Mısır’ın barış anlaşmasına tamamen sadık olduğunu ve herhangi bir ihlal yapmadığını, aksine İsrail’in Mısır sınırında yasa dışı varlık gösterdiğini’ belirtti. Ferec, “Mısır’ın Sina’daki askeri varlığı, ulusal güvenliği korumak ve sınırları güvence altına almak amacıyla gerçekleşiyor” dedi.

Ferec ayrıca, ‘gaz anlaşması nedeniyle Mısır’ın Sina’daki asker sayısını azaltma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu tür iddiaların Netanyahu hükümetinin, kamuoyuna karşı kendisini güvenlik sağlıyormuş gibi göstermek amacıyla yaydığı asılsız söylentiler olduğunu’ ifade etti.

Ferec, Mısır’ın henüz ABD'nin Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi arasında bir anlaşma yapılmasına yönelik taleplerine dair resmi bir açıklama yapmadığını belirtti. Mısır’ın bu talepleri kabul ettiği iddialarına da tepki göstererek, ‘görüşme talebinde bulunan tarafın Netanyahu ve ekibi olduğunu’ vurguladı. Ferec, “Mısır, gaz anlaşmasının her iki ülkenin çıkarına hizmet edeceğini biliyordu. Bu anlaşma hükümetler arasında değil şirketler arasında yapılmış bir ticari anlaşmadır” ifadelerini kullandı.

Netanyahu, geçtiğimiz çarşamba akşamı, Mısır’a doğal gaz ihracatıyla ilgili 112 milyar şekel (yaklaşık 35 milyar dolar) değerinde bir anlaşmanın resmi olarak onaylandığını duyurdu. Netanyahu, ‘İsrail enerji sektöründeki en büyük gaz anlaşması’ olarak nitelendirilen anlaşmanın ‘İsrail için büyük bir başarı’ olduğunu söyledi.

Netanyahu ayrıca, anlaşmanın onaylanmasının ardından İsrail’in güvenlik çıkarlarının korunmasını sağlamak için yoğun müzakereler yapıldığını, ancak güvenlik nedenleriyle anlaşmanın detaylarına girmeyeceğini belirterek, sadece anlaşmanın onaylandığını duyurdu.


Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
TT

Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)

Washington’daki kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper’ın, Halep’in kuzeyindeki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde dün yeniden patlak veren Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Suriye ordusu arasındaki çatışmaları yatıştırmak amacıyla temaslar yürüttüğünü bildirdi. Kaynaklar, bu girişimlerin, DEAŞ’ın ve düşman bölgesel güçlerin faydalanabileceği bir gerilimin önlenmesini hedeflediğini belirtti.

Çatışmaların, SDG keskin nişancılarının Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere ateş açmasının ardından başladığı aktarıldı. Bu durumun, iki taraf arasında imzalanmış ateşkes anlaşmasının ihlali anlamına geldiği kaydedildi. ABD destekli Kürt güçlerin, Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk yönetimi kaybetme endişesiyle Şam’daki geçiş hükümetine entegrasyon planlarına karşı çıktığı ifade edildi.

Bu çatışmaların üzerinde, yeni Suriye hükümetinin kontrolünü zayıflatmayı amaçlayan İran müdahalelerinin gölgesinin dolaştığı belirtildi. ABD istihbarat raporlarına göre İran, Suriye’ye ve bölgedeki milislerine yönelik silah akışını sürdürmek için çabalarını yoğunlaştırıyor ve Şam yönetiminin yasa dışı silah kaçakçılığı güzergâhlarını dağıtmaya yönelik aldığı önlemlere uyum sağlamaya çalışıyor.

cdfrgt
Diplomatlar, Lübnan Ordusu eşliğinde Lübnan'ın güneyinde gerçekleştirdikleri bir tur sırasında, Lübnan Ordusu tarafından güney Litani bölgesinde ele geçirilen bir Hizbullah tünelini inceledi. (Lübnan Ordusu)

Öte yandan çeşitli raporlar, SDG’nin Lübnan’daki Hizbullah ile ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etti. Bu kapsamda SDG’nin, Hizbullah adına Ammar el-Musavi başkanlığındaki temsilcilerle Beyrut’ta gizli bir toplantı gerçekleştirdiği aktarıldı. Toplantının, SDG ile Ahmed eş-Şera hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar ve iki taraf arasında yeniden başlayan askeri çatışmalar ışığında, Suriye’deki güvenlik sorunlarının değerlendirilmesi amacıyla yapıldığı kaydedildi.

Üç kaçakçılık koridoru

Savaş Araştırmaları Enstitüsü’nün (ISW) yayımladığı bir raporda, İran’ın kaçakçılık hatlarını yeniden canlandırdığı ve DEAŞ’a ülke içinde saldırılar düzenlemesi için destek verdiği belirtildi. Raporda, Suriye’nin geçiş sürecinde yaşadığı istikrarsızlık ortamında vekâlet çatışmalarının tırmanabileceği ve kaçakçılık ağlarının yayılabileceği uyarısında bulunuldu.

Raporlara göre, İran’ın Suriye’ye silah kaçakçılığı geleneksel ve yeni güzergâhların bir bileşimini içeriyor. Kara yolları ve kamyon taşımacılığı, Tahran’ın silah sevkiyatında başlıca yöntem olmaya devam ediyor. Bu kapsamda üç ana koridor öne çıkıyor: İlki Bağdat’tan er-Ramadi, Elbukemal, Deyrizor ve Tedmür üzerinden Şam’a uzanan hat; ikincisi Tahran’dan Basra ve Bağdat üzerinden et-Tanf’a, oradan da Şam’a giden güzergâh; daha az kullanılan üçüncü yol ise İran’dan Musul ve Haseke üzerinden Lazkiye’ye uzanıyor. Bu hatların, silahların daha sonra Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasını kolaylaştırdığı ifade edildi. Raporda ayrıca İran’ın, SDG’nin kontrolünde bulunan Suriye’nin kuzeydoğusuna özel önem atfettiği vurgulandı.

dfrgt
Suriye'nin doğusundaki Elbukamal'da, ülke dışına kaçırılmak üzere hazırlanan SAM-7 füzeleri ele geçirildi. (SANA)

Raporlarda, sevkiyatların el yapımı patlayıcılar, havan mermileri, tanksavar mayınları, plastik patlayıcılar, uçaksavar füzeleri, hava savunma sistemleri, el bombası fırlatıcıları ve insansız hava araçlarını (İHA) kapsadığı belirtildi. Ayrıca Irak-Suriye sınırı yakınındaki Elbukemal bölgesinde, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından 2018’den bu yana inşa edildiği tahmin edilen ve silahların Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasında kullanılan bir yer altı tünel ağının bulunduğuna dair bilgiler sızdı.

Raporlar, yeni Suriye hükümetinin ülkenin tüm topraklarında denetimi sağlayacak açık ve yeterli kapasitelere sahip olmadığını, sınırları kontrol altına alabilmesi ve toprakları üzerinden yapılan kaçakçılığı engelleyebilmesi için uzun yıllara ihtiyaç duyacağını ortaya koydu.

Engelleme girişimleri

Suriye makamları, İran kaynaklı kaçakçılık girişimlerine karşı koymak için yoğun çaba harcıyor. CENTCOM, içinde bulunduğumuz aralık ayında Şam’daki yönetimi, Hizbullah’a gönderilmek üzere olan sevkiyatları engellemesi nedeniyle övdü.

Ortadoğu uzmanı Ata Muhammed Tebriz ise İran’ın faaliyetlerine ilişkin doğrulanmış raporlar bulunmadığını, ancak farklı medya kuruluşlarının Tahran’ın Suriye’de kendisine bağlı güçleri yeniden inşa etmeye yönelik çabalarına dair haberler yayımladığını söyledi. Tebriz, İran’ın Ahmed eş-Şera hükümetine karşı olan güçlerle iş birliği yapmaya ve bu çevrelerin sesini yükseltmeye çalıştığını savunarak, İran nüfuzunun Suriye’de yeniden kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurguladı.

dfrg
DEAŞ saldırısında hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin cenazelerinin ülkelerine geri gönderilmesi töreni (AP)

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Michael Knights, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün teşvik edici bir gelişme olduğunu, ancak bunun İran’ın, Esed rejiminin eski destekçisi olarak, Suriye’yi Lübnan’daki Hizbullah’ı yeniden yapılandırmak için kullanmaktan kolayca vazgeçeceği anlamına gelmediğini söyledi.

Knights, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte ülkeye araçlar, mali kaynaklar, insani yardımlar, yeniden imar malzemeleri ve tüketim mallarından oluşan bir akışın yaşanmasının beklendiğini, bunların büyük bölümünün komşu ülkelerden kamyon taşımacılığı yoluyla ulaştırılacağını belirtti. İran’ın bu akışı, Suriye, Irak ve Lübnan’daki uzantılarını silahla beslemek için kolaylıkla kullanabileceğine dikkat çekti.

Knights ayrıca İran’ın, geçmişte El Kaide ve Taliban örneklerinde olduğu gibi, Sünni cihatçı gruplarla taktik düzenlemeler yapma konusunda herhangi bir çekince göstermediği uyarısında bulundu. Bu yaklaşımın, Suriye sahasında DEAŞ ile de benimsenebileceğini ifade etti.