Lübnan’da Maliye Bakanlığı konusunda yaşanan çatışma din adamları arasında tartışma yarattı

Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)
Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)
TT

Lübnan’da Maliye Bakanlığı konusunda yaşanan çatışma din adamları arasında tartışma yarattı

Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)
Maruni Patriği Beşara er-Rai, 20 Eylül’de bir vaaz verdi. (Ulusal Ajans)

Emel Hareketi ve Hizbullah'ın oluşturduğu Şii ikilinin yeni Lübnan hükümetinde Maliye Bakanlığı’nı koruma talebi, siyasi arenadan dini koridorlara doğru genişledi. Öyle ki Maruni Patriği Mar Beşara Butrus er-Rai, “Bir mezhep hangi sıfatla belirli bir bakanlığı kendisininmiş gibi davranır?” diye sordu. Rai’nin çıkışına cevap veren Caferi müftü Mümtaz Şeyh Ahmen Kablan ‘ABD’nin sopası ve Fransa’nın havucu ile mezhepler için ayrılan kotaların bir parçasının ya da tamamının iptal edilmesini kabul etmeyeceklerini’ vurguladı.
Şii ikilinin Maliye Bakanlığı’nı elinde tutma talebi, hükümeti kurmakla görevli Mustafa Edib’in bakanlık pozisyonlarını yönetme ısrarı doğrultusunda yeni hükümet sürecini daha da karmaşık hale getirdi. Bu durum, Şii ikilinin vetoya yönelmesine yol açtı. Öyle ki bu veto, devletten finansal harcama gerektiren kararlar hakkında Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan’ın yanı sıra Maliye Bakanı’nın da imzasıyla yürütme makamına katılabildiklerine inandıkları Maliye Bakanlığı pozisyonu rotasyonu şartıyla geldi.
Maruni Patriği, 20 Eylül’de verdiği vaazda konuya dair şunları söyledi:
“Bir mezhep hangi sıfatla belirli bir bakanlığı kendisininmiş gibi davranır ve siyasi felce, ekonomik, finansal ve yaşamsal durgunluğa sebep olana kadar hükümetin oluşumunu engeller? Reform yolundaki siyasi güçler anlaşması üçgeni, ‘mini bir kurtarma, siyasi deneyime sahip bağımsız uzmanlar hükümeti ve bakanlık rotasyonu nerede? Değişiklik yapılan anayasanın (Taif Anlaşması) 95’inci maddesine geri dönersek; Paragraf B’yi açıkça okuyalım: Bakanlıklar da dahil olmak üzere birinci sınıftaki görevler, uzmanlık ve yetkinlik ilkelerine bağlı kalarak hiçbir mezhebe tahsis edilmeksizin Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak paylaşılacaktır. Bu madde gafletle değiştirildi mi yoksa güç ve zorbalık mı dayatılıyor?”
Lübnan’ın çok yönlü demokratik sisteminde bu durumun kabul edilemez olduğunu belirten Maruni Patriği sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hangi anayasa bir bakanlık pozisyonunun tekele alınmasına izin verir? Özelleştirmeye ve tekele mezhep merkezli değil, anayasal açıdan karşı çıkıyoruz. Bu karşı çıkışımız belirli bir mezhebe yönelik değildir. Aksine bir sınıfın ulusal karar alma mekanizmasını ve egemenliğini kaybetmiş bir devlet üzerinde hegemonyasını kurması amacıyla bakanlıklar ve mezhepler arası eşitlik kavramını çürüten sapkınlığına ve üniter boyutuyla ulusal ortaklığın baltalanmasına karşıyız.”
Hükümeti kurmakla görevli Mustafa Edib’e de ‘anayasaya uyma, halkın ve dünyanın beklediği bir hükümet kurma’ çağrısında bulunan Rai sözlerine şöyle devam etti:
“Koşullara boyun eğmeye, ertelemeye veya özür dilemeye gerek yok. Kadersel açıdan sorumluluk almak, cesurca bir vatanseverlik konusudur. Sizi destekleyenler bunu bir hükümet kurmanız için yaptılar. Özür dilemeniz için değil. Tüm kusurlarına rağmen Lübnan rejimi halen parlamenter bir demokrasidir ve hükümetin kurulması, bunu sağlayacak ismin görevlendirilmesi, bu isme güven verilmesi ya da verilmemesi mekanizmalarını da içerir. O halde bırakın parlamento kendi yoluna gitsin. Sen buradasın ve yalnız da değilsin. Bizim açımızdan bakacak olursak; bir hükümet kurduğumuzda varlığımızı ve sistemimizi yeniden gözden geçirmeye hazır değiliz. Lübnan’ın tercihleri, tüzüğü ve demokrasisi pahasına tavizleri kabul edemeyiz. Tüm bileşenler meşruiyet sınırlarına girmeden ve kendi projelerinden vazgeçmeden sistem değişikliğini tartışmaya hazır değiliz. Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi; devlette bir değişiklik yok. İster Lübnanlılar isterse Lübnanlı olmayanlar tarafından taşınan yasa dışı ve istilacı silahların hakimiyeti ortasında sistemi değiştirmenin ne gibi bir faydası var?”
Beşara er-Rai açıklamasının devamında Lübnan'ın tarafsızlık ilkesine dikkat çekti:
“Lübnan sisteminin yeniden gözden geçirilmesi, yetki ve rol dağılımı, ‘onu ihtilaflardan, anlaşmazlıklardan, bölgesel ve uluslararası savaşlardan etkisiz hale getirerek’ gerekirse Lübnan'ın üç boyutunda tarafsızlığını tesis ettikten sonra tamamlanacaktır. Bu boyutlar devletin tüm topraklar üzerindeki egemenliğini başkaları olmaksızın silahlı kuvvetleriyle sağlaması, herhangi bir dış saldırganlığa karşı kendisini savunması ve dış politikasını uygulamasına imkan verilmesidir. Aynı şekilde Lübnan Arap ailesinin kalbinde, başta Filistin halkının hakları olmak üzere halkların hakları, mülteci ve yerinden edilmişlerin ülkelerine geri dönüşleri açısından ve yakınlaşma, diyalog ve istikrar bakımından özel bir role ve misyona sahiptir.”
Caferi müftü Şeyh Ahmed Kablan ise söz konusu sözlere cevap mahiyetindeki açıklamasında şunları söyledi:
“Hükümet bir kişiye ait değildir. Ülke de hiç kimsenin tekelinde olamaz. Bu halde siyasi sistem, kaçınılmaz olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kalkınma kesin olarak gereklidir. 20 yıllık zaman sona erdi. Talebimiz, geçmişte bazılarının mezhep merkezli bir formülle oluşturduğu ve halen üzerinde ısrar ettiği formülden kaynaklanıyor. Bir sivil devlet veya devlet ile insanları bölen bir mezhep merkezli devlet arasında seçim yapın. Kotalar mezheplere tahsis edildiği sürece bizim ve sizin aranızda misliyle muamele ilkesine göre hüküm vereceğiz. ABD’nin sopası ve Fransa’nın havucu ile mezhepler için ayrılan kotaların bir parçasının ya da tamamının iptal edilmesini kabul etmeyeceğiz. Asla uluslararası, bölgesel veya yerel bir öldürme oyununa dahil olmayacağız. Bu ülkenin nefretin veya tuzakların kurbanı olmasına izin vermeyeceğiz. Tüm bu günlerde ortaya atılan silah, bu ülkeyi özgürleştiren, egemenliğini güvence altına alan ve haritayı onaran araç olmalıdır.”
Hizbullah'ın silahlarına da atıfta bulunan Kablan “O halen bunu Lübnan ve Lübnanlılar için bir garanti olarak yapıyor” ifadesini kullandı.
Caferi Müftü, hükümeti kurmakla görevli yetkiliye hitaben de şunları söyledi:
“Ülke ve bölge küller altında bir kömürdür. Bu nedenle dengelerle oynanamaz ve bu ülkenin krizi ateşe verilemez. Çünkü Lübnan’da yaşananlar, bölgedeki dünya savaşından kaynaklanmaktadır. Washington, Lübnan’ı Amerikanlaştırma ve Yahudileştirme savaşına sokmaya çalışıyor. Bu bağlamda Lübnan ile savaşıyor ve teslim olma karşılığında finansal temellemeyle onu içeriden havaya uçurmaya çalışıyor. Tavrımız tüm mezhepler, bölgeler ve egemenlikler açısından Lübnan’ın temel çıkarlarına odaklanmaktır. Bu olduğu seçimimiz tüm dünya bizi kuşatmak için bir olsa bile teslim olmamaktır.”



Beyrut-Tahran ilişkilerinde yeni bir sarsıntı

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
TT

Beyrut-Tahran ilişkilerinde yeni bir sarsıntı

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)
Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci, Haziran 2025'te Beyrut'ta İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'yi kabul etti (Arşiv- IRNA)

Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci'nin İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi'nin Tahran'ı ziyaret etme davetini reddetmesi ve görüşmenin üçüncü bir ülkede yapılmasını önermesi üzerine, Lübnan ile İran arasındaki diplomatik ilişkiler yeniden sarsıldı.

Recci dün yaptığı açıklamada, bu dönemde Tahran'ı ziyaret etme davetini kabul etmediği için özür dilediğini ve bunun yerine "karşılıklı olarak mutabık kalınan tarafsız bir üçüncü ülkede" toplantı yapılmasını önerdiğini söyledi. Recci, İran'ı ziyaret etmeme kararının nedeninin "mevcut koşullar" olduğunu belirterek, bunun "görüşmeyi reddetmek anlamına gelmediğini, aksine uygun bir ortamın mevcut olmadığı anlamına geldiğini" vurguladı.

Recci, Beyrut ve Tahran arasında yeni bir başlangıcın, ulusal egemenliğe saygı, iç işlerine karışmama ve devletler arası ilişkileri düzenleyen normlara karşılıklı bağlılık da dahil olmak üzere, açık temeller üzerine kurulması gerektiğini açıkladı. Ayrıca ülkesinin, şeffaflık ve karşılıklı saygı ile karakterize edilen "yapıcı" bir ilişki kurmaya hazır olduğunu ifade etti.


Trump Gazze'de yeni aşamayı planlıyor: ABD’li bir general uluslararası gücü yönetecek

Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)
Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)
TT

Trump Gazze'de yeni aşamayı planlıyor: ABD’li bir general uluslararası gücü yönetecek

Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)
Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)

ABD Başkanı Donald Trump, iki ay önce imzalanan ateşkes anlaşması kapsamında Gazze’de oluşturulması planlanan uluslararası istikrar gücünün başına bir ABD’li generali atamayı planlıyor.

Buna karşın Beyaz Saray yetkilileri, Gazze Şeridi’nde hiçbir Amerikan askerinin sahada bulunmayacağını vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre Trump yönetimi, savaşa geri dönüşü önlemek ve kırılgan ateşkesi korumak amacıyla Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçmeyi hedefliyor. Ekim ayında yürürlüğe giren ateşkesten bu yana İsrail saldırılarında 383 Filistinli hayatını kaybetti. Gazze Şeridi’ndeki Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre açıklanan bu rakamın yanında, Hamas savaşçılarının düzenlediği bazı saldırılarda da İsrail askerleri öldü.

Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail’in Gazze Şeridi’nin bazı bölgelerinden çekilmesini, uluslararası bir istikrar gücünün konuşlandırılmasını ve Trump liderliğinde Barış Konseyi’ni içeren yeni yönetim yapısının hayata geçirilmesini kapsıyor.

Planlanan uluslararası güç, şu anda İsrail ordusunun kontrolünde bulunan bölgede konuşlanacak. ABD’li yetkililer, bu adımın İsrail’in söz konusu bölgelerden geri çekilmesini mümkün kılacağını belirtti.

ABD’li yetkililer pazartesi günü Tel Aviv’de Avrupalı diplomatlara yaptıkları bir bilgilendirmede, ülkelerinin uluslararası istikrar gücüne asker göndermemesi ya da bu güce katılan ülkelere destek vermemesi durumunda İsrail ordusunun Gazze’den çekilmeyeceğini açıkça ifade etti.

Bilgilendirmeye hâkim bir Avrupalı diplomat şu ifadeyi kullandı: “Verilen mesaj şuydu: Eğer Gazze’ye gitmeye hazır değilseniz, İsrail ordusunun orada kalmasından şikâyet etmeyin.”


Heglig petrol sahasının kaybı Sudan devletinin temellerini yeniden şekillendirecek mi?

Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
TT

Heglig petrol sahasının kaybı Sudan devletinin temellerini yeniden şekillendirecek mi?

Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)

Heglig, Babanusa ve tüm Batı Kordofan eyaletinin Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) kontrolüne geçmesiyle birlikte, Sudan’daki savaşın haritası sahadaki askeri ve jeopolitik dengeleri yeniden şekillendirmeye doğru gidiyor. Özellikle Heglig’te yaşananlar, petrol hattının kesilmesine ve bölgedeki ordu savunma hatlarının çökmesine yol açtı. Bu gelişme, nüfuz alanlarının yeniden düzenlendiği yönünde değerlendirmelere neden olurken, Port Sudan’daki hükümetin askeri ve siyasi hesaplarını gözden geçirip durumu geçici bir gelişmeye çevirmekte başarılı olamaması halinde, güç dengesinin HDK lehine kayacağı yorumlarını güçlendiriyor.

Uzmanlar, iki taraf arasındaki çatışmaların daha da genişleme ihtimalinin yüksek olduğunu belirtiyor ve bunun Darfur’un en batısından başlayarak üç stratejik eyaleti kapsayan Kordofan’a kadar uzanan yeni bir askeri tabloyu yansıtabileceğini ifade ediyor. Analizlere göre HDK’nin bir sonraki hamlesi, Güney Kordofan’daki şehirler (başkent Kadugli, Dilling ve Ebu Cubeyhe) yönünde ilerlemek olabilir. Ayrıca Kuzey Kordofan’ın merkezi el-Ubeyd’in, ardından Um Ruvabe ve er-Rahd’ın hedef alınması da muhtemel görülüyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda, HDK’nin Kordofan ve Darfur bölgelerinin tamamını kontrol altına alması söz konusu olacak ki bu iki bölge Sudan yüzölçümünün yüzde 46’sından fazlasını oluşturuyor.

Petrolün kaybı manzarayı değiştirecek mi?

HDK’nin Babanusa, Heglig petrol sahası ve tüm Batı Kordofan’ı kontrol altına alması, yalnızca ilerleme isteğini değil, devletin temellerini, sınırlarını ve hem merkezi hem de taşra alanlarının geleceğini yeniden şekillendirme arzusunu da ortaya koyuyor. Port Sudan hükümeti için son mali dayanak olarak kalan petrol, bugün Kordofan ve Darfur’daki çatışma hatlarıyla doğrudan kesişiyor.

Emekli Tümgeneral ve askeri uzman Kemal İsmail, mevcut askeri tabloyu ve savaşın Sudan toplumuna etkilerini Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede sert bir şekilde özetledi: “Bu savaşta kazanan yok ve hiçbir tarafı zafer elde edemez. Tek kaybeden, yalnızca Sudan halkıdır.”

İsmail, ordunun el-Faşir, Babanusa ve Heglig’ten geri çekilmesini klasik bir askeri çekilme olarak nitelendirmeyerek şu ifadeleri kullandı: “Olan bir çekilme değil, açık bir kaçış ya da en iyi ihtimalle düzensiz bir geri çekilme… Her bir asker silahını bırakıp kaçıyor; bu bir çekilme değil.”

Garnizonların düşüşü bir felaket

Yaşananları ordunun moralinin zayıflaması olarak değerlendiren İsmail sözlerini şöyle dedi: “Ne bir komuta yapısı ne de kontrol var; sahada bulunanlar arasında operasyonel bir koordinasyon yok.” Bu durumun subay, astsubay ve askerlerin moralini ciddi şekilde düşürdüğünü ve tamamen çöktüğünü belirten İsmail, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bence durum çöküşe doğru gidiyor; her gün yeni garnizonlar düşüyor ve bu çok büyük bir felaket.”

dfgtrh
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı almak için sıraya giren yerinden edilmiş insanlar (AFP)

İsmail’in değerlendirmesi yalnızca askeri çöküşle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda bunun bölünme ve nüfuz alanları üzerindeki risklerle bağlantılı olduğunu ve sivil halka, bölünme sürecini kontrol altına alma sorumluluğu düştüğünü vurguluyor.

Ancak büyükelçi Muaviye et-Tom, ordunun karakollardan ve şehirlerden çekilmesini savunan ordu yanlısı platformlarda yayılan açıklamalara katılmıyor. Et-Tom, “Savaş bağlamında bir mevziyi kaybedebilirsiniz ama bu, savaşı kaybettiğiniz anlamına gelmez; özellikle disiplinli ve profesyonel ordular için. Resmî ve analitik raporlarla gözlemlenen çekilme, büyük kayıplardan kaçınmak veya başka zaman ve yerde karşı saldırıya hazırlanmak için yapılan taktiksel yeniden konumlanma ile uyumludur” ifadelerini kullandı.

Yeni bir siyasi gerçeklik

Siyasi düzeyde ise analist Hatem İlyas, durumun yalnızca bir devlet içi güç dengesinin değişmesinden ibaret olmadığını vurguladı: “Aslında bu bir güç dengesi değişikliği değil; karşımızda Sudan devletinin ayrılma eşiği ya da en azından yeni bir siyasi gerçeklik, hatta yarı devlet niteliğinde bir oluşum var.”

İlyas, “Dünya boşluklardan korkuyor; çünkü bu boşluğu kimin dolduracağını tahmin edemiyor. Özellikle de aşırı cihatçı hareketlerin etkisi devam ettiği sürece, bu gruplar boşluğu doldurmaya en yakın olanlar” dedi. Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte ordunun ve müttefiklerinin tükenmişlik ve zayıflık içinde olduğunu, bunun ‘çöküşe en yakın durum’ olduğunu belirten İlyas, “HDK’nin Güney Kordofan ve şehirlerindeki kontrolü, uzun sürmeyecek bir zaman meselesi. Dünya Sudan’ın merkezi otorite altında birleşik kalmasından söz ediyor, ama gerçekler ve dönüşümler onu yeni oluşan askeri ve siyasi bir gerçeği tanımaya zorlayabilir” şeklinde konuştu.

İstila korkusu

Bu dönüşümlerin merkezinde Güney Kordofan öne çıkıyor. Sudan Halk Kurtuluş Hareketi – Kuzey (SPLM-N), HDK ile birlikte Sudan Kurucu İttifakı içinde yer alan müttefik olarak, “Kadugli ve Dilling’in kurtarılmasının sadece zaman meselesi” olduğunu açıkça ilan etti.

SPLM-N, ‘Kadugli ve Dilling’in kurtarılmasının yalnızca zaman meselesi olduğunu, şehirlerin teslim edilmesinin ise masum sivillerin kanının dökülmesini önlemek ve kentleri yıkımdan korumak için en doğru adım olacağını’ belirtti.

HDK’nin desteklediği SPLM-N, yayımladığı açıklamada, Sudan ordusu ve müttefikleri içindeki ‘onurlu ve sağduyulu’ unsurlara acil geri çekilme ve çatışmasız teslim çağrısı yaptı. Ayrıca sivillerin tahliyesi için güvenli koridorlar açılması isteniyor. Bu açıklamayla SPLM-N, Kadugli ve Dilling’i fiilen doğrudan tehdit altına alıyor; düzenli ordunun çekilmesini ve siviller için çıkış hatlarının açılmasını talep ediyor. Bu tablo, daha önce benzer kaderi yaşamış diğer Sudan kentlerinin tecrübelerini hatırlatıyor.

Heglig'ten sonraki tiyatro

Heglig ve Babanusa’nın kontrol altına alınmasının ardından muhtemel askeri gelişmelere ilişkin saha analizinde bulunan siyaset aktivisti Muhammed Halife, bir sonraki aşamaya dair ayrıntılı bir tablo ortaya koydu. Halife, HDK’nin ikinci hamlesinin Güney Kordofan ve buradaki Kadugli, Dilling ve Ebu Cubeyhe şehirlerine doğru olacağını söyledi.

Halife, beklentilerin aksine bir sonraki hedefin Kuzey Kordofan’ın merkezi olan el-Ubeyd olmayabileceğini belirtti. Halife, “Benim izlenimlerime göre, HDK’nin Heglig’ten sonraki hamlesi, Güney Kordofan’a doğru olacak; burada müttefiki SPLM-N’ye destek vermek için. Bu hareket Kauda kasabasını kontrol ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

Halife’ye göre HDK’nin savaş stratejisi, ordunun kontrolündeki bölgeleri ‘izole adalara’ dönüştürmek üzerine kurulu.

yh6u7
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)

Halife, HDK’nin askeri stratejisinin ilk bölümünü tamamladığını ve ikinci aşamayı hayata geçirmek için sahayı hazırladığını belirtti. Bu strateji, Babanusa ve Heglig’in ele geçirilmesi ile Kadugli ve Dilling’in kuşatılmasını kapsıyor.

HDK’nin Heglig’i lojistik bir merkez ve ikmal noktası olarak kullandığını vurgulayan Halife, “Kadugli ve Dilling üzerindeki kuşatmayı yoğunlaştıracaklar, ki bu şehirler zaten insani krizle karşı karşıya” dedi.

Halife, Kadugli sakinleri arasında endişelerin arttığını ve bazı kişilerin şehri terk etmeye çalıştığını, ancak askeri makamların çıkışlarına izin vermediğini belirtti. Halife, “Bu büyük bir suç ve olası bir Kadugli savaşında sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmasının altyapısı” diye uyardı.

Halife, yetkililere vatandaşların güvenli bir şekilde şehirden çıkışına izin verme çağrısında bulundu ve sivillerin, muhtemel ihlallerin medya üzerinden uluslararası kamuoyuna yansıtılmasında araç olarak kullanılmaması gerektiğini vurguladı.

Halife’nin değerlendirmesi, Heglig’in lojistik ağırlığı ile Kadugli ve Dilling üzerindeki kuşatmanın sıkılaştırılmasını, şehirlerde yaşanan insani krizleri ve sivillerin dışarı çıkışının engellenmesini, şehrin kapalı bir savaş alanına dönüştürülmesini bir bütün olarak ele alıyor.

Sırada ne var?

Tümgeneral Kemal İsmail’in ‘ordunun tamamen çökmesi’ ve Sudan’ın bölünme tehlikesi uyarıları ile Hatem İlyas’ın ‘yarı devlet’ tanımı arasında, askerî açıdan karanlık bir tablo ortaya çıkıyor. Bu durum, savaşın artık yalnızca iktidar mücadelesi veya hükümet değişikliğiyle sınırlı olmadığını gösteriyor.

Yaşanan gelişmeler, ekonomik, askerî ve siyasi haritaları yeniden çizdi; yerleşim bölgelerini çatışma hatlarının içine yerleştirdi. Ancak hâlâ yanıt bekleyen soru şu: “Savaşın durdurulmasını talep eden sivil ses başarıya ulaşabilecek ve silahların gürültüsü ile çatışan güçlerin hesaplarına karşı etkili olabilecek mi, yoksa Sudan parçalanarak birbirine düşman adacıklara mı bölünecek; bu adacıkları savaş ve ekonomi mi yönetecek, yoksa devletin ve hukukun mantığı galip gelecek mi?”