DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Güvenlik kaynakları: Bir DEAŞ üyesi, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduklarını itiraf etti

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
TT

DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)

Tony Boulos
DEAŞ terör örgütünün adı, Lübnan’da özellikle kuzey bölgelerinde yeniden gündemin baş maddesi olmaya başladı. Lübnan, bu örgütün faaliyetlerinin yeniden mi başladığı yoksa yalnızca yerel ya da bölgesel taraflarca siyasi ve güvenlik amaçlarıyla kullanılan bir kart mı olduğu yönünde birçok soru işaretinin gündeme getirildiği ciddi siyasi ve güvenlik karmaşasına tanık oluyor.
Lübnan ordusunun Trablus'ta terör örgütüyle bağlantılı aşırılık yanlısı bir hücreye gerçekleştirdiği son operasyonda dört örgüt üyesini etkisiz hale getirdiği duyuruldu. Güvenlik kaynaklarına göre bu hücre, haftalar önce Lübnan'ın kuzeyindeki Keftun köyünde meydana gelen ve üç polisin öldürüldüğü bir güvenlik olayına karıştı.
Güvenlik kaynakları, terör hücresinin bir üyesinin, hücrenin, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduğunu itiraf ettiğini söylediler.
Bölgedeki Sünniler ve Hıristiyanlar arasında bir mezhep çekişmesini kışkırtmayı amaçlayan bu eylemin, ‘dalıcıların’ (kendilerini havaya uçuranlara verdikleri ad) Hıristiyan din adamı kılığına girerek gerçekleştirmelerinin istendiği belirtildi.
Bölge sakinlerinden bir rahip, kimliğinin gizli tutulması şartıyla İndependent Arabia’ya yaptığı açıklamada, papazların çoğunun, özellikle toplantılar ve ayinler sırasında cemaatlerine dikkatli ve uyanık olmaları için uyarılarda bulunduklarını söyledi.  
Öte yandan Lübnan'da terörün yeniden ortaya çıkması, ‘Keftun Hücresi’ olarak adlandırılan terörist grupla sınırlı değil. Bazı güvenlik raporları, 4 Ağustos’ta Beyrut Limanı bombalamasının arkasında DEAŞ’ın olabileceğine işaret etti. Ancak DEAŞ’ın kendisi tarafından gerçekleştirilen herhangi bir terör eylemini üstlenmesi gerektirdiğine inanan birçok uzman bu söyleme karşı çıkıyor.

DEAŞ ve Türkiye
Stratejist General Naci Milaab, Uluslararası Koalisyon’un hava desteği verdiği, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile iş birliği ve Irak ordusunun artan yetenekleri ile DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de yenilgiye uğratılmasının ardından bugün, örgütün geri döndüğüne dair söylemlerin, yalnızca bir medya çığırtkanlığından ibaret değil, hedefleri gerçekleştirmek için kullanılan yerel siyasi bir yöntem olduğunu düşünüyor. Milaab, Lübnan’ın güneyindeki el-Lubiye köyünde Emel Hareketi ile Hizbullah arasında yaşanan sürtüşmenin yankılarının ardından Lübnan'ın kuzeyindeki el-Kura'da bir terör eyleminin meydana gelmesinin tesadüf olmadığını söyledi.
Milaab değerlendirmesine şöyle devam etti:
“Derinlemesine bir analiz yaparsak, Türkiye’nin DEAŞ’ın geçiş güzergahı olduğunu görüyoruz.” Milaab, İdlib’teki milis güçlerin Türkiye’nin himayesinde bölgeyi kontrol ettiğini ve Türkiye’nin Libya’da, Azerbaycan’da ve Somali’de Suriyeli aşırılık yanlılarına yatırım yaptığını kaydetti. Milaab, Beyrut Limanı’ndaki patlamanın ardından özellikle Doğu Akdeniz kıyılarında Türkiye ve Fransa arasındaki rekabet çerçevesinde Türkiye’nin nüfuzunu güçlendirebilecek bir ortam oluştuğunu belirtiyor.
Mohanad Hage Ali, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Ortadoğu Merkezi tarafından yayımlanan raporunda, Türkiye'nin Lübnan'daki yatırımlarının hızla devam ettiğine ve genişlediğine işaret etti. Raporda, yakında Sayda'da bir Türk hastanesi açılmasının yanı sıra Lübnanlı öğrencilere sağlanan üniversite burslarının artmasıyla Türkiye’nin Lübnanlılara yüksek öğrenim alanında yardım sağlayan başlıca ülkelerden biri olacağı vurgulandı. Türkiye’nin şimdiye kadar, Müslüman Kardeşler'in (İhvan) Lübnan’daki kolu Cemaat-i İslami gibi belirli bir siyasi partiyi desteklemekten kaçındığına işaret edilen raporda, bunun nedeninin, Türkiye’nin partizan siyasetten uzaklaşmayı ve bazı toplumların geniş bir kesiminde sahip olduğu halk desteğini sürdürmeyi hedeflemesi olduğu öne sürüldü. Rapora göre, aslında Türkiye'nin nüfuzu ve Erdoğan'a destek veren taban, 1990'larda Türkiye'den göç eden ve Lübnan vatandaşlığı kazanan Kürtler ve Araplara kadar uzanıyor. Göç eden bu kesimler, Türkiye ile olan güçlü bağlarını halen sürdürüyorlar.

Türkye: İdialar karalama kampanyası
Öte yandan Türkiye’nin Beyrut Büyükelçiliği’ndeki diplomatik kaynaklar, DEAŞ ile ilişkileri ve Lübnan bölgelerine yayılma girişimiyle ilgili olarak Ankara’ya yöneltilen suçlamalara sert bir karşılık verdiler. Kaynaklar, tüm bu söylemleri kesin bir dille yalanlayarak, bunların Türkiye'nin Lübnan'daki ve dünyadaki imajını zedelemek için sistematik ve şüpheli bir karalama kampanyası çerçevesinde söylendiğini vurguladılar.
Türkiye’nin onlarca Türk ve yabancı turistin hayatına mal olan 2017 yılının yılbaşı akşamı düzenlenen terör saldırısında olduğu gibi birçok bombalı terör eylemine tanık olduğunu, DEAŞ terörü yüzünden en ağır bedeli ödeyen ülkelerden biri olduğunu vurgulayan kaynaklar, Türkiye'nin terör örgütü DEAŞ’a karşı mücadelede bölgesel ve küresel düzeyde büyük bir rol üstlendiğini vurguladılar. Kaynaklar, Türkiye’nin ayrıca DEAŞ’a karşı mücadelede bilgi alışverişiyle Uluslararası Koalisyon’da üstlendiği rolün de altını çizdiler.
DEAŞ’ın Türkiye'ye yakın birçok siyasi ve askeri isme suikast düzenlediğine dikkati çeken kaynaklar,  aynı zamanda Türkiye'nin desteklediği Suriyeli gruplarla da savaştığını kaydettiler. Kaynaklar tüm bunların Türkiye'nin adını terörle ilişkilendiren tüm iddiaları boşa çıkardığını belirttiler. Türkiye’nin Lübnan ile ilgili herhangi bir gündemi olmadığını kaydeden kaynaklar, Lübnan'da Türkiye’nin bölgesel politikasını destekleyen bir kitlenin yanı sıra Türkmen vatandaşların olduğunu, bu yüzden Türkiye’nin Lübnan’ın yaşadığı mevcut krizde Lübnanlıların yanında yer almaya çalıştığını söylediler. Ayrıca, Türkiye’nin Beyrut Limanı’nın yeniden inşasına katkıda bulunmak da dahil olmak üzere Lübnan'ı her zaman çeşitli seviyelerde desteklemeye hazır olduğunu ifade ettiler.

İran ve müttefikleri ablukada
Öte yandan uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Kasım Hidruc Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, ABD ile İran ve İran’ın müttefikleri arasındaki gerilim arttığında ve ABD kuvvetleri İran yanlıları tarafından saldırıya uğradığında karşılığın, ABD istihbaratının askeri bir kolu oldukları için artık kimseden gizlenmeyen bu örgütler aracılığıyla verildiğini belirtiyor. Hidruc, bu nedenle Irak, Suriye ve Lübnan'da terörist grupların ortaya çıkmasının şaşırtıcı bir durum olmadığını düşünüyor. Dr. Hidruc, DEAŞ’ın ABD tarafından yaratıldığına dair ABD’li birçok yetkilinin itiraflarının yanı sıra tüm dünyanın bu örgütün liderlerinin ihtiyaca göre bir yerden başka bir yere ABD’ye ait helikopterler ile taşındığına şahit olduğunu ifade etti.
Dr. Hidruc şöyle devam etti:
“Gerçekler, Washington'ın DEAŞ’ı iki amaç için kullandığını gösterdi. Bunlardan birincisi, mezhep başlıkları altında savaşmak, ikincisi ise DEAŞ ile mücadele bahanesiyle bu güçleri kuşatmak için askeri mücadelede bulunmak. Asıl amaç, bu güçler aracılığıyla İran'ın nüfuzunun genişlemesini önlemektir. Bu nedenle, ABD, bölgede kalmaya ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, askeri operasyonlarını yürütmek için DEAŞ’ı da o kadar fazla serbest bıraktığını görüyoruz. Çünkü bölgedeki askeri varlığı, örgütün hayatta kalmasıyla bağlantılı hale geldi.”
DEAŞ’ın Lübnan’da örgütlenen bir uzantısının olmadığını vurgulayan Dr. Hidruc, “Son dönemde ülkenin kuzeyinde faaliyet gösteren aşırılık yanlısı gruplar olsa da istihbarat örgütleri, operasyon yapanların gerçek hedeflerini örtmek için faaliyetlerini DEAŞ adı altında gizleyebilir” diye konuştu.

Hizbullah’ın diğer yüzü
Uluslararası hukuk profesörü olan Lübnanlı avukat Tarık Şendab, DEAŞ’ın Suriye ve İran rejimleri tarafından ‘Sünni terörizm’ olarak adlandırılan, fakat gerçekte terörün kast edilmediği olguyla savaşmak için kullanılan bir ‘çivi’ olduğunu söyledi. Şendab’a göre bu olgu daha ziyade, Suriye devrimi, Lübnan'da yaşananlar ve Lübnan'da halkı kışkırtmak için Suriye rejimi ile işbirliği yaparak bombalı saldırılara karışan eski Bakan Michel Samaha'nın durumunu hatırlıyor.
DEAŞ’ın Hizbullah milislerinin gerçek yüzü olduğuna inanan Şendab, “DEAŞ insanları öldürüyor ve terör eylemleri gerçekleştiriyor. Ardından bunların sorumluluğunu üstleniyor. Hizbullah ise önce öldürüyor, sonra teselli ediyor. Aralarındaki tek fark bu ve ikisi de aynı ekolden geliyor” yorumunda bulundu. Bunun en büyük kanıtının, uluslararası bir mahkeme aracılığıyla olayda aslında Hizbullah’ın parmağının olduğu ortaya çıkan eski Başbakan Refik Hariri suikastını bir video kaydıyla üstlenen Ahmed Ebu Adas hadisesi olduğunu söyleyen Şendab, “İranlılar Suriye ve Irak'ta bir plan uygulamak istediklerinde DEAŞ’ı kullanıyorlar.  Şimdi de Lübnan'da DEAŞ’a yatırım yapmaya başladılar.
Ayrıca ABD'nin baskı ve yaptırımları ve hatta Hizbullah'a baskı yapma girişimleri nedeniyle Tahran'ın bugün kritik bir durumda olduğunu vurgulayan Şendab, Hizbullah’ın üzerindeki baskı arttıkça Trablusgarp’ta, Bekaa'da ve Arsal'da DEAŞ’a başvurduğuna işaret ederek, “Bu, önümüzdeki dönemde şiddet olaylarına tanık olacağımız anlamına geliyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘İran cephesiyle’ yüzleşme
Öte yandan emekli Tuğgeneral Muhammed Ramal, DEAŞ ile savaşan hiçbir ülkenin, örgüt, savaştığı açık cephelerden geri çekilse bile onu tamamen ortadan kaldıramadığını, çünkü örgütü besleyen ideolojinin, onu askeri olarak ortadan kaldırmakla sona ermeyeceğini, çeşitli yöntemlerle faaliyetlerine devam etme fırsatını yakalayan uyuyan hücrelere dönüştüğünü söyledi.
Ramal, bugün Suriye, Irak ve Lübnan'da DEAŞ hakkında yapılan konuşmaların, terör örgütünün geri dönüşünün yarattığı bir tehlike olduğu inancını ve bu ülkelerin İran'ın siyasi ve askeri nüfuzu ve varlığına ihtiyaç duyduğu inancını desteklediğini belirtti. Ramal, örgütün halka baskı yapmak için kullanıldığını vurgulayarak, bunun da bahsi geçen ülkelerin uluslararası toplumun gözünde birer İran arenası olduğu anlamına geldiğini söyledi. Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a her türlü desteği durdurması baskısının, İran’a davranışlarını değiştirmesi için daha önce yapılan baskıların işe yaramamasından kaynaklandığına inanıyor.
Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a destek biçimlerini durdurması yönündeki baskının, önceki baskıların Tahran'ın pozisyonunu değiştirememesinin ardından, karşılık gelen arenalar kurma tehdidinden geldiğine inanıyor.
Lübnan'da DEAŞ ile mücadelenin her zaman uyuyan hücrelerle mücadele boyutunda kaldığına dikkati çeken Ramal, bu yüzden DEAŞ’ın farklı bölgelerde terör eylemleri gerçekleştirmek için fırsat kolladığını belirtti. Bu uyuyan hücrelerin ne zaman faaliyete geçme fırsatı bulduklarıyla ilgili olarak ise üç zaman diliminden bahsetti. Birincisi, bazen mezhep çatışmasına dönüşen siyasi çatışmaların yaşandığı sıralar.  İkincisi, güvenlik güçlerini, uyuyan hücreleri takip etmekten, izlemekten alıkoyan güvenlik olaylarının yaşandığı durumlar. Üçüncüsü ise Lübnanlıların yaşadığı mali sıkıntıların ve gençler arasında işsizlik oranının yükseldiği dönemler. Gençler arasındaki iş imkanlarının azlığı, onları cezbedecek finansmana ve yeteneklere sahip terörist gruplar için gençleri kolay birer av haline getiriyor.
Lübnanlıların önlerindeki iki seçenekten birini tercih etmeye zorlandıklarını düşünen Ramal, ya dışarıdan müdahale ile bir çözümü ya da iç savaşı seçmelerinin beklendiğini belirtti. Ramal, bir iç savaşın patlak vermesi halinde ise ülkede DEAŞ kaosu yaşanabileceğine işaret edildiğine dikkati çekti. DEAŞ’ın terör hedefleri, faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde sadece mezhepçiliği körüklemekle kalmadığını vurgulayan Ramal, “DEAŞ, faaliyet gösterdiği ülkelerde göç, yıkım, ölüm, esaret ve adam kaçırmadan başka bir miras bırakmadı. Bu yüzden çok geç olmadan Lübnan’la yakından ilgilenmek gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.



Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu’ndan Mukalla Limanı’na gelen askeri teçhizata “sınırlı” saldırı

Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare
Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare
TT

Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu’ndan Mukalla Limanı’na gelen askeri teçhizata “sınırlı” saldırı

Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare
Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare

Yemen'de meşru hükümete destek veren Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı, Mukalla Limanı’nda dışarıdan verilen askeri desteği hedef alan ‘sınırlı’ bir hava saldırısı düzenlediğini duyurdu.

Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı Sözcüsü Tümgeneral el-Maliki, yaptığı açıklamada, “Geçtiğimiz cumartesi ve pazar günü, iki geminin Koalisyon Ortak Kuvvetler Komutanlığı'ndan resmi izin almadan Fuceyra Limanı’ndan Mukalla Limanı’na girerken görüldü. İki geminin mürettebatı, izleme sistemlerini devre dışı bıraktı ve çatışmayı körüklemek amacıyla Yemen'in doğu illerindeki (Hadramut ve el-Mahra) Güney Geçiş Konseyi (GGK) güçlerini desteklemek için büyük miktarda silah ve savaş aracı indirdi. Bu eylem, ateşkese ve barışçıl bir çözüm arayışına karşı yapılmış açık bir ihlaldir. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 2216 sayılı kararı da ihlal edilmiştir.” İfadelerini kullandı.

Tümgeneral Maliki, Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi’nin Arap Koalisyonu güçlerine yönelik Hadramut ve el-Mahra’daki sivilleri korumak için gerekli tüm askeri önlemleri alması yönündeki talebine dayanarak güvenliği ve istikrarı tehdit eden bu silahların oluşturduğu tehlike ve gerginlik çerçevesinde bu kararı aldıklarını açıkladı.

Arap Koalisyonu Hava Kuvvetleri, bu sabah, Mukalla Limanı’nda iki gemiden indirilen silah ve savaş araçlarını hedef alan sınırlı bir askeri operasyon gerçekleştirdi. Bu operasyon, uluslararası insani hukuk ve geleneksel kurallar çerçevesinde ve hiçbir yan hasar meydana gelmeyecek şekilde belgelendikten sonra gerçekleştirildi.

Tümgeneral Maliki, Arap Koalisyonu’nun Hadramaut ve el-Mahra'da gerilimi azaltmaya ve sükuneti sağlamaya devam edeceğini, meşru Yemen hükümeti ve koalisyonla koordinasyon sağlanmadan herhangi ülkenin Yemen’deki herhangi bir gruba askeri destek sağlamasını engelleyeceğini, böylece Suudi Arabistan ve Arap Koalisyonu’nun güvenlik ve istikrarı sağlama ve çatışmanın yayılmasını önleme çabalarının başarıya ulaşmasının amaçlandığını vurguladı.


İsrail askerleri Filistinli işçileri rüşvet karşılığında askeri kontrol noktalarından geçirdi

İsrailli askerler, Batı Şeria ile Kudüs arasındaki Kalandiya Kontrol Noktası’nda bekleyen Filistinlileri izliyor. (EPA)
İsrailli askerler, Batı Şeria ile Kudüs arasındaki Kalandiya Kontrol Noktası’nda bekleyen Filistinlileri izliyor. (EPA)
TT

İsrail askerleri Filistinli işçileri rüşvet karşılığında askeri kontrol noktalarından geçirdi

İsrailli askerler, Batı Şeria ile Kudüs arasındaki Kalandiya Kontrol Noktası’nda bekleyen Filistinlileri izliyor. (EPA)
İsrailli askerler, Batı Şeria ile Kudüs arasındaki Kalandiya Kontrol Noktası’nda bekleyen Filistinlileri izliyor. (EPA)

İsrail askerî ve adli polisinin yürüttüğü soruşturmalar, Batı Şeria’daki Filistinlilerin İsrail’e çalışmak amacıyla girebilmek için askerî kontrol noktalarında görev yapan İsrail askerlerine rüşvet verdiğini ortaya koydu.

Soruşturmaya yakın kaynaklar, “bu tür rüşvetlerin ürkütücü bir boyuta ulaştığını” ileri sürerek, bunun “silahlı unsurların İsrail kentlerine sızmasına ve saldırılar düzenlemesine imkân tanıdığını” savundu.

Üç kontrol noktası belirlendi

Şarku’l Avsat’ın Yediot Aharonot gazetesinden aktardığı habere göre aralarında subay rütbesi taşıyan askerlerin de bulunduğu kişiler, yaptıklarının İsrail içinde saldırılara yol açabileceğini bilmelerine rağmen, para karşılığında geçiş ve kaçak giriş organize etti.

ergvfre
İsrailli duvarın yanında, El Halil yakınlarında zeytin toplayan bir Filistinli. (Reuters)

Haberde, kaçak geçişlerde kullanılan üç askerî kontrol noktasının tespit edildiği belirtildi. Bunlardan birinin Ofer Kontrol Noktası, diğer ikisinin ise Biddu ve Aksa kasabaları yakınında, üçüncüsünün ise Şuafat çevresinde bulunduğu, söz konusu noktaların tamamının Kudüs’ün kuzeyinde yer aldığı kaydedildi. Soruşturmalara göre, geçen cuma günü Bisan saldırısını düzenleyen ve iki İsraillinin ölümü, dört kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırının faili Ahmed Ebu’r-Rab’ın da İsrail’e bu kontrol noktalarından birinden girdiği iddia edildi.

Rüşvetin yöntemi ve tutarları

Habere göre Filistinliler, rüşveti kimlik kartının içine koyarak ya da araç durdurulup yolcular indirildiğinde arka koltuğa bırakılan bir zarfla veriyordu. Zarfı alan subayın, işçileri tekrar araca bindirerek geçişe izin verdiği belirtildi.

İkinci İntifada’nın ardından, 2002 yılından itibaren İsrail, 1967 öncesi sınırlar ile Batı Şeria arasında (Yeşil Hat) Filistinlilerin geçişini engellemek amacıyla bir güvenlik duvarı inşa etti. Toplam uzunluğu 770 kilometreyi bulan duvarın yaklaşık 142 kilometrelik bölümü Doğu Kudüs çevresinde yer alıyor ve yüksekliği sekiz metreyi buluyor. Ancak çevresel gerekçeler ve anlaşmazlıklar nedeniyle bazı bölümleri hâlâ tamamlanmış değil.

rg
Ramallah yakınlarındaki İsrail’e ait Atara Kontrol Noktası’nda bekleyen araçlar (AFP)

Gazze savaşının başlamasıyla birlikte İsrail’in yaklaşık 150 bin Filistinli işçinin çalışma izinlerini iptal etmesi, ciddi bir ekonomik krize yol açtı. Bunun üzerine on binlerce işçi kontrol noktalarını aşmaya veya yüksek duvarı tırmanarak geçmeye çalıştı.

Hbaere göre bazı durumlarda minibüslerdeki her yolcu için 50 şekel (yaklaşık 16 dolar) rüşvet ödendi. Bazı vakalarda bir binek aracın geçirilmesi karşılığında  bin 500 şekel (yaklaşık 470 dolar) verildi. Bir olayda ise Filistinli bir iş insanının, polis aracıyla İsrail’e sokulması karşılığında 5 bin  şekel (yaklaşık bin 560 dolar) ödediği belirtildi.

Kaçak geçişlerin bir bölümünün Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimleri içinden yapıldığı, bazı askerlerin sahte resmî çalışma izinleri düzenlediği ve bu tür izinlerin sayısının yaklaşık 300 olduğu tahmin ediliyor.

Telegram kayıtları ve genişleyen soruşturma

İbranice basında yer alan bilgilere göre, rüşvet teklifleri başlangıçta Filistinlilerden gelse de zamanla İsrailli askerlerin de para karşılığı geçiş teklif etmeye başladığı ifade edildi. Sürecin ilerlemesiyle birlikte kaçak geçişlerin askerler ile Filistinli kaçakçılar arasında Telegram üzerinden kurulan ağlar aracılığıyla organize edildiği aktarıldı.

Kayıtlara geçen görüşmelerde, İsrailli bir subayın ödemeyi mutlaka nakit istediği ortaya çıktı. Üst rütbeli bir subayın şüphelenerek gizli soruşturma başlatmasıyla, sadece rüşvet ağının değil, iki askerî birlik arasındaki rekabet nedeniyle bir birliğin diğerini yetersiz göstermek amacıyla kasıtlı olarak Filistinlileri geçirdiği de tespit edildi.

dfrgt
İsrail güvenlik güçleri, Filistin’in Kefr Kaddum köyü yakınlarında Filistinli göstericilerle karşı karşıya. (AFP)

Soruşturma, sadece kaçak geçişlerle sınırlı kalmadı. Sivil idareye bağlı sağlık biriminde görev yapmış eski bir çalışanın, Filistinlilerin sağlık durumlarına dair bilgilerini kullanarak nadir bulunan ilaçları temin edip sattığı, evinde yapılan aramada büyük miktarda ilaç ele geçirildiği bildirildi.

Ordu kaynakları, bu dosyalar kapsamında onlarca asker ve subayın gözaltına alındığını, haklarında yargı süreci başlatılarak cezalandırılacaklarını açıkladı.


Suriye’de yeni gerilim sinyali: İran, rejim kalıntılarını yeniden mi örgütlüyor?

Dördüncü Tümen iddiaları Suriye gündeminde
Dördüncü Tümen iddiaları Suriye gündeminde
TT

Suriye’de yeni gerilim sinyali: İran, rejim kalıntılarını yeniden mi örgütlüyor?

Dördüncü Tümen iddiaları Suriye gündeminde
Dördüncü Tümen iddiaları Suriye gündeminde

Suriye Televizyonu sitesinin haberine göre İran, Aralık ayının başından bu yana, Beşşar Esad’ın firari kardeşi Mahir Esad’ın denetiminde bulunan ve İran’la bağlantılı Dördüncü Tümen’in kalıntılarını yeniden örgütleyerek Suriye’deki durumu tırmandırmaya çalışıyor.

Site, bölgesel güvenlik kaynaklarına dayandırdığı haberinde, İran’ın bu süreçte Dördüncü Tümen’in eski komutanlarından Gıyath Dalla’nın yanı sıra eski Askerî İstihbarat Başkanı Tümgeneral Kemal Hasan ve Dördüncü Tümen’de görev yapmış Tümgeneral Gassan Bilal’i kullandığını aktardı.

Kaynaklara göre, son aylarda Irak sınırındaki kamplarda, Lübnan’ın Hermel bölgesinde ve Suriye’nin doğusunda PKK bağlantılı grupların kontrolündeki alanlarda onlarca eski Dördüncü Tümen ve askerî istihbarat subayını barındıran İran Devrim Muhafızları, bu isimlerin Suriye’ye geri dönmesini ve Esad rejiminin eski unsurlarını yeniden toparlayarak yeni bir güvenlik operasyonları dalgası başlatmayı hedefliyor.

fevfe
Arakçi ile Esad’ı bir araya getiren son görüşmeden bir kare (Arşiv_ İran Dışişleri Bakanlığı)

Öte yandan New York Times gazetesi de yakın zamanda yayımladığı bir haberde, bu hareketliliğe katılan kişilerle yapılan röportajlara ve aralarındaki yazışmalara dayanarak, eski rejim kadrolarının Suriye’de yeniden nüfuz tesis etmeye kararlı olduklarını yazdı. Haberde, 13 yılı aşkın süredir devam eden iç savaşın ardından ülkede hâlâ ciddi gerilimlerin sürdüğüne dikkat çekildi.

Gazete ayrıca, Esad rejiminin bazı eski üst düzey isimlerinin sürgünde silahlı bir isyan hareketi inşa etmeye çalıştığına, bunlardan birinin ise Washington’da milyonlarca dolarlık bir lobi faaliyeti yürüttüğüne dair güvenilir bilgilere ulaşıldığını aktardı. Bu girişimlerin, Esad’ın mensubu olduğu ve birçok üst düzey askerî ve güvenlik yetkilisinin geldiği Alevi topluluğunun kalesi sayılan Suriye kıyı bölgesinde kontrol sağlamayı hedeflediği belirtildi.

gt
Dördüncü Tümen Generali Gıyath Süleyman Dalla (Sosyal Medya)

Şarku’l Avsat’ın Suriye Televizyonu’ndan aktardığı bilgilere göre İran’ın Suriye’de gerilimi tırmandırmaktaki temel hedeflerinden biri, İran sınırına bitişik Irak sahasında üzerindeki Amerikan baskısını hafifletmek. ABD’nin Bağdat’a gönderdiği özel temsilcinin, Iraklı silahlı gruplara kendilerini feshetmeleri yönünde baskı yaptığına dikkat çekilirken, Suriye’deki bir tırmanmanın bu çabaları oyalayıcı bir unsur olarak kullanılması amaçlanıyor.

xvfg
İran Devrim Muhafızları’na bağlı Fatimiyun unsurları, Suriye’nin doğusundaki Deyrizor’da (Arşiv)

Habere göre, önümüzdeki dönemde Lübnan Hizbullahı üzerindeki silahsızlanma baskısının artması ve buna paralel olarak İran’a yönelik muhtemel yeni bir İsrail saldırısının gündeme gelmesi bekleniyor.

Esad rejiminin kalıntılarının yeniden sahaya sürülmesi, Tahran ve Hizbullah’a daha geniş bir manevra alanı kazandıracak ve yalnızca savunmada kalmak yerine daha esnek hamleler yapabilmelerine imkân tanıyacak. Ayrıca bu unsurların, İsrail’in olası askerî hareketlerini önceden tespit etmek amacıyla istihbarat ve gözetleme faaliyetlerinde kullanılabileceği değerlendiriliyor.