DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Güvenlik kaynakları: Bir DEAŞ üyesi, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduklarını itiraf etti

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
TT

DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)

Tony Boulos
DEAŞ terör örgütünün adı, Lübnan’da özellikle kuzey bölgelerinde yeniden gündemin baş maddesi olmaya başladı. Lübnan, bu örgütün faaliyetlerinin yeniden mi başladığı yoksa yalnızca yerel ya da bölgesel taraflarca siyasi ve güvenlik amaçlarıyla kullanılan bir kart mı olduğu yönünde birçok soru işaretinin gündeme getirildiği ciddi siyasi ve güvenlik karmaşasına tanık oluyor.
Lübnan ordusunun Trablus'ta terör örgütüyle bağlantılı aşırılık yanlısı bir hücreye gerçekleştirdiği son operasyonda dört örgüt üyesini etkisiz hale getirdiği duyuruldu. Güvenlik kaynaklarına göre bu hücre, haftalar önce Lübnan'ın kuzeyindeki Keftun köyünde meydana gelen ve üç polisin öldürüldüğü bir güvenlik olayına karıştı.
Güvenlik kaynakları, terör hücresinin bir üyesinin, hücrenin, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduğunu itiraf ettiğini söylediler.
Bölgedeki Sünniler ve Hıristiyanlar arasında bir mezhep çekişmesini kışkırtmayı amaçlayan bu eylemin, ‘dalıcıların’ (kendilerini havaya uçuranlara verdikleri ad) Hıristiyan din adamı kılığına girerek gerçekleştirmelerinin istendiği belirtildi.
Bölge sakinlerinden bir rahip, kimliğinin gizli tutulması şartıyla İndependent Arabia’ya yaptığı açıklamada, papazların çoğunun, özellikle toplantılar ve ayinler sırasında cemaatlerine dikkatli ve uyanık olmaları için uyarılarda bulunduklarını söyledi.  
Öte yandan Lübnan'da terörün yeniden ortaya çıkması, ‘Keftun Hücresi’ olarak adlandırılan terörist grupla sınırlı değil. Bazı güvenlik raporları, 4 Ağustos’ta Beyrut Limanı bombalamasının arkasında DEAŞ’ın olabileceğine işaret etti. Ancak DEAŞ’ın kendisi tarafından gerçekleştirilen herhangi bir terör eylemini üstlenmesi gerektirdiğine inanan birçok uzman bu söyleme karşı çıkıyor.

DEAŞ ve Türkiye
Stratejist General Naci Milaab, Uluslararası Koalisyon’un hava desteği verdiği, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile iş birliği ve Irak ordusunun artan yetenekleri ile DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de yenilgiye uğratılmasının ardından bugün, örgütün geri döndüğüne dair söylemlerin, yalnızca bir medya çığırtkanlığından ibaret değil, hedefleri gerçekleştirmek için kullanılan yerel siyasi bir yöntem olduğunu düşünüyor. Milaab, Lübnan’ın güneyindeki el-Lubiye köyünde Emel Hareketi ile Hizbullah arasında yaşanan sürtüşmenin yankılarının ardından Lübnan'ın kuzeyindeki el-Kura'da bir terör eyleminin meydana gelmesinin tesadüf olmadığını söyledi.
Milaab değerlendirmesine şöyle devam etti:
“Derinlemesine bir analiz yaparsak, Türkiye’nin DEAŞ’ın geçiş güzergahı olduğunu görüyoruz.” Milaab, İdlib’teki milis güçlerin Türkiye’nin himayesinde bölgeyi kontrol ettiğini ve Türkiye’nin Libya’da, Azerbaycan’da ve Somali’de Suriyeli aşırılık yanlılarına yatırım yaptığını kaydetti. Milaab, Beyrut Limanı’ndaki patlamanın ardından özellikle Doğu Akdeniz kıyılarında Türkiye ve Fransa arasındaki rekabet çerçevesinde Türkiye’nin nüfuzunu güçlendirebilecek bir ortam oluştuğunu belirtiyor.
Mohanad Hage Ali, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Ortadoğu Merkezi tarafından yayımlanan raporunda, Türkiye'nin Lübnan'daki yatırımlarının hızla devam ettiğine ve genişlediğine işaret etti. Raporda, yakında Sayda'da bir Türk hastanesi açılmasının yanı sıra Lübnanlı öğrencilere sağlanan üniversite burslarının artmasıyla Türkiye’nin Lübnanlılara yüksek öğrenim alanında yardım sağlayan başlıca ülkelerden biri olacağı vurgulandı. Türkiye’nin şimdiye kadar, Müslüman Kardeşler'in (İhvan) Lübnan’daki kolu Cemaat-i İslami gibi belirli bir siyasi partiyi desteklemekten kaçındığına işaret edilen raporda, bunun nedeninin, Türkiye’nin partizan siyasetten uzaklaşmayı ve bazı toplumların geniş bir kesiminde sahip olduğu halk desteğini sürdürmeyi hedeflemesi olduğu öne sürüldü. Rapora göre, aslında Türkiye'nin nüfuzu ve Erdoğan'a destek veren taban, 1990'larda Türkiye'den göç eden ve Lübnan vatandaşlığı kazanan Kürtler ve Araplara kadar uzanıyor. Göç eden bu kesimler, Türkiye ile olan güçlü bağlarını halen sürdürüyorlar.

Türkye: İdialar karalama kampanyası
Öte yandan Türkiye’nin Beyrut Büyükelçiliği’ndeki diplomatik kaynaklar, DEAŞ ile ilişkileri ve Lübnan bölgelerine yayılma girişimiyle ilgili olarak Ankara’ya yöneltilen suçlamalara sert bir karşılık verdiler. Kaynaklar, tüm bu söylemleri kesin bir dille yalanlayarak, bunların Türkiye'nin Lübnan'daki ve dünyadaki imajını zedelemek için sistematik ve şüpheli bir karalama kampanyası çerçevesinde söylendiğini vurguladılar.
Türkiye’nin onlarca Türk ve yabancı turistin hayatına mal olan 2017 yılının yılbaşı akşamı düzenlenen terör saldırısında olduğu gibi birçok bombalı terör eylemine tanık olduğunu, DEAŞ terörü yüzünden en ağır bedeli ödeyen ülkelerden biri olduğunu vurgulayan kaynaklar, Türkiye'nin terör örgütü DEAŞ’a karşı mücadelede bölgesel ve küresel düzeyde büyük bir rol üstlendiğini vurguladılar. Kaynaklar, Türkiye’nin ayrıca DEAŞ’a karşı mücadelede bilgi alışverişiyle Uluslararası Koalisyon’da üstlendiği rolün de altını çizdiler.
DEAŞ’ın Türkiye'ye yakın birçok siyasi ve askeri isme suikast düzenlediğine dikkati çeken kaynaklar,  aynı zamanda Türkiye'nin desteklediği Suriyeli gruplarla da savaştığını kaydettiler. Kaynaklar tüm bunların Türkiye'nin adını terörle ilişkilendiren tüm iddiaları boşa çıkardığını belirttiler. Türkiye’nin Lübnan ile ilgili herhangi bir gündemi olmadığını kaydeden kaynaklar, Lübnan'da Türkiye’nin bölgesel politikasını destekleyen bir kitlenin yanı sıra Türkmen vatandaşların olduğunu, bu yüzden Türkiye’nin Lübnan’ın yaşadığı mevcut krizde Lübnanlıların yanında yer almaya çalıştığını söylediler. Ayrıca, Türkiye’nin Beyrut Limanı’nın yeniden inşasına katkıda bulunmak da dahil olmak üzere Lübnan'ı her zaman çeşitli seviyelerde desteklemeye hazır olduğunu ifade ettiler.

İran ve müttefikleri ablukada
Öte yandan uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Kasım Hidruc Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, ABD ile İran ve İran’ın müttefikleri arasındaki gerilim arttığında ve ABD kuvvetleri İran yanlıları tarafından saldırıya uğradığında karşılığın, ABD istihbaratının askeri bir kolu oldukları için artık kimseden gizlenmeyen bu örgütler aracılığıyla verildiğini belirtiyor. Hidruc, bu nedenle Irak, Suriye ve Lübnan'da terörist grupların ortaya çıkmasının şaşırtıcı bir durum olmadığını düşünüyor. Dr. Hidruc, DEAŞ’ın ABD tarafından yaratıldığına dair ABD’li birçok yetkilinin itiraflarının yanı sıra tüm dünyanın bu örgütün liderlerinin ihtiyaca göre bir yerden başka bir yere ABD’ye ait helikopterler ile taşındığına şahit olduğunu ifade etti.
Dr. Hidruc şöyle devam etti:
“Gerçekler, Washington'ın DEAŞ’ı iki amaç için kullandığını gösterdi. Bunlardan birincisi, mezhep başlıkları altında savaşmak, ikincisi ise DEAŞ ile mücadele bahanesiyle bu güçleri kuşatmak için askeri mücadelede bulunmak. Asıl amaç, bu güçler aracılığıyla İran'ın nüfuzunun genişlemesini önlemektir. Bu nedenle, ABD, bölgede kalmaya ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, askeri operasyonlarını yürütmek için DEAŞ’ı da o kadar fazla serbest bıraktığını görüyoruz. Çünkü bölgedeki askeri varlığı, örgütün hayatta kalmasıyla bağlantılı hale geldi.”
DEAŞ’ın Lübnan’da örgütlenen bir uzantısının olmadığını vurgulayan Dr. Hidruc, “Son dönemde ülkenin kuzeyinde faaliyet gösteren aşırılık yanlısı gruplar olsa da istihbarat örgütleri, operasyon yapanların gerçek hedeflerini örtmek için faaliyetlerini DEAŞ adı altında gizleyebilir” diye konuştu.

Hizbullah’ın diğer yüzü
Uluslararası hukuk profesörü olan Lübnanlı avukat Tarık Şendab, DEAŞ’ın Suriye ve İran rejimleri tarafından ‘Sünni terörizm’ olarak adlandırılan, fakat gerçekte terörün kast edilmediği olguyla savaşmak için kullanılan bir ‘çivi’ olduğunu söyledi. Şendab’a göre bu olgu daha ziyade, Suriye devrimi, Lübnan'da yaşananlar ve Lübnan'da halkı kışkırtmak için Suriye rejimi ile işbirliği yaparak bombalı saldırılara karışan eski Bakan Michel Samaha'nın durumunu hatırlıyor.
DEAŞ’ın Hizbullah milislerinin gerçek yüzü olduğuna inanan Şendab, “DEAŞ insanları öldürüyor ve terör eylemleri gerçekleştiriyor. Ardından bunların sorumluluğunu üstleniyor. Hizbullah ise önce öldürüyor, sonra teselli ediyor. Aralarındaki tek fark bu ve ikisi de aynı ekolden geliyor” yorumunda bulundu. Bunun en büyük kanıtının, uluslararası bir mahkeme aracılığıyla olayda aslında Hizbullah’ın parmağının olduğu ortaya çıkan eski Başbakan Refik Hariri suikastını bir video kaydıyla üstlenen Ahmed Ebu Adas hadisesi olduğunu söyleyen Şendab, “İranlılar Suriye ve Irak'ta bir plan uygulamak istediklerinde DEAŞ’ı kullanıyorlar.  Şimdi de Lübnan'da DEAŞ’a yatırım yapmaya başladılar.
Ayrıca ABD'nin baskı ve yaptırımları ve hatta Hizbullah'a baskı yapma girişimleri nedeniyle Tahran'ın bugün kritik bir durumda olduğunu vurgulayan Şendab, Hizbullah’ın üzerindeki baskı arttıkça Trablusgarp’ta, Bekaa'da ve Arsal'da DEAŞ’a başvurduğuna işaret ederek, “Bu, önümüzdeki dönemde şiddet olaylarına tanık olacağımız anlamına geliyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘İran cephesiyle’ yüzleşme
Öte yandan emekli Tuğgeneral Muhammed Ramal, DEAŞ ile savaşan hiçbir ülkenin, örgüt, savaştığı açık cephelerden geri çekilse bile onu tamamen ortadan kaldıramadığını, çünkü örgütü besleyen ideolojinin, onu askeri olarak ortadan kaldırmakla sona ermeyeceğini, çeşitli yöntemlerle faaliyetlerine devam etme fırsatını yakalayan uyuyan hücrelere dönüştüğünü söyledi.
Ramal, bugün Suriye, Irak ve Lübnan'da DEAŞ hakkında yapılan konuşmaların, terör örgütünün geri dönüşünün yarattığı bir tehlike olduğu inancını ve bu ülkelerin İran'ın siyasi ve askeri nüfuzu ve varlığına ihtiyaç duyduğu inancını desteklediğini belirtti. Ramal, örgütün halka baskı yapmak için kullanıldığını vurgulayarak, bunun da bahsi geçen ülkelerin uluslararası toplumun gözünde birer İran arenası olduğu anlamına geldiğini söyledi. Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a her türlü desteği durdurması baskısının, İran’a davranışlarını değiştirmesi için daha önce yapılan baskıların işe yaramamasından kaynaklandığına inanıyor.
Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a destek biçimlerini durdurması yönündeki baskının, önceki baskıların Tahran'ın pozisyonunu değiştirememesinin ardından, karşılık gelen arenalar kurma tehdidinden geldiğine inanıyor.
Lübnan'da DEAŞ ile mücadelenin her zaman uyuyan hücrelerle mücadele boyutunda kaldığına dikkati çeken Ramal, bu yüzden DEAŞ’ın farklı bölgelerde terör eylemleri gerçekleştirmek için fırsat kolladığını belirtti. Bu uyuyan hücrelerin ne zaman faaliyete geçme fırsatı bulduklarıyla ilgili olarak ise üç zaman diliminden bahsetti. Birincisi, bazen mezhep çatışmasına dönüşen siyasi çatışmaların yaşandığı sıralar.  İkincisi, güvenlik güçlerini, uyuyan hücreleri takip etmekten, izlemekten alıkoyan güvenlik olaylarının yaşandığı durumlar. Üçüncüsü ise Lübnanlıların yaşadığı mali sıkıntıların ve gençler arasında işsizlik oranının yükseldiği dönemler. Gençler arasındaki iş imkanlarının azlığı, onları cezbedecek finansmana ve yeteneklere sahip terörist gruplar için gençleri kolay birer av haline getiriyor.
Lübnanlıların önlerindeki iki seçenekten birini tercih etmeye zorlandıklarını düşünen Ramal, ya dışarıdan müdahale ile bir çözümü ya da iç savaşı seçmelerinin beklendiğini belirtti. Ramal, bir iç savaşın patlak vermesi halinde ise ülkede DEAŞ kaosu yaşanabileceğine işaret edildiğine dikkati çekti. DEAŞ’ın terör hedefleri, faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde sadece mezhepçiliği körüklemekle kalmadığını vurgulayan Ramal, “DEAŞ, faaliyet gösterdiği ülkelerde göç, yıkım, ölüm, esaret ve adam kaçırmadan başka bir miras bırakmadı. Bu yüzden çok geç olmadan Lübnan’la yakından ilgilenmek gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.



Avn, BM Güvenlik Konseyi heyetinden İsrail'e ateşkes ve geri çekilme anlaşmasını uygulaması için baskı yapmasını istedi

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)
TT

Avn, BM Güvenlik Konseyi heyetinden İsrail'e ateşkes ve geri çekilme anlaşmasını uygulaması için baskı yapmasını istedi

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)

Lübnan Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın bugün ülkede bulunan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle bir araya geldiğini açıkladı. Görüşmede Avn, Lübnan ordusunun görevini tamamlaması için destek çağrısında bulunarak, İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesi için baskı yapılmasını talep etti.

Cumhurbaşkanlığı, heyetin ‘uluslararası kararların uygulanması yoluyla Lübnan’da istikrarı destekleme ve ülkelerin Lübnan ordusuna yardım ederek birliklerini tamamlamaya ve silah tekelini sağlamaya hazır olduklarını’ belirttiğini duyurdu.

Açıklamada Avn’ın, Lübnan’ın uluslararası kararları uygulama taahhüdünü yinelediği ve “İsrail tarafını ateşkesi uygulamaya ve çekilmeye zorlamamız gerekiyor; bu konuda sizden destek bekliyoruz” ifadelerini kullandığı kaydedildi.

Geçen yıl kasım ayında, ABD arabuluculuğunda İsrail ile Hizbullah arasında bir ateşkes sağlanmıştı. Bu ateşkese rağmen, İsrail hâlâ Güney Lübnan’daki bazı noktalarda kontrolünü sürdürüyor ve ülkenin doğusu ile güneyine yönelik saldırılarını devam ettiriyor.


Ukrayna: Rusya ile taviz değil, gerçek barış peşindeyiz

Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
TT

Ukrayna: Rusya ile taviz değil, gerçek barış peşindeyiz

Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)

Ukrayna Dışişleri Bakanı Andriy Sibiga, dün Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'na (AGİT) yaptığı açıklamada, Ukrayna'nın Rusya ile "taviz değil, gerçek barış" istediğini söyledi.

Güvenlik ve insan haklarına odaklanan bir kuruluş olan AGİT, savaş sonrası Ukrayna'da rol oynamayı hedefliyor.

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD elçileri arasında "oldukça iyi" olarak nitelendirdiği görüşmelerin ardından çarşamba günü yaptığı açıklamada, barış görüşmelerine giden yolun şu anda belirsiz olduğunu söyledi.

Sibiga, örgütün yıllık bakanlar kurulu toplantısından önce, "Münih'te gelecek nesillere ihanet edenlerin isimlerini hâlâ hatırlıyoruz" diyerek, "Bu bir daha asla olmamalı. İlkelerden taviz verilmemeli ve uzlaşmaya değil, gerçek barışa ihtiyacımız var" ifadelerini kullandı.

devfdr
Rus askerleri Kursk bölgesindeki Sudzha’da devriye geziyor (Arşiv- AP)

Bakan, görünüşe göre İngiltere, Fransa ve İtalya'nın Adolf Hitler'in o dönem Çekoslovakya olan toprakları ilhak etmesini kabul ettiği 1938 tarihli Nazi Almanyası anlaşmasına atıfta bulunuyordu. Bu anlaşma, tehditkâr bir güçle yüzleşmemenin işareti olarak yaygın olarak kullanılıyor.

Sibiga, ABD'ye barışı sağlama çabalarından dolayı teşekkür etti ve Ukrayna'nın "bu savaşı sona erdirmek için mümkün olan her fırsatı değerlendireceğine" söz verdi. "Avrupa geçmişte çok fazla adaletsiz barış anlaşması imzaladı. Hepsi yeni felaketlere yol açtı" diye ekledi.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy dün, ekibinin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki toplantılara hazırlandığını ve Trump'ın temsilcileriyle diyaloğun devam edeceğini söyledi.

Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Rusya ve Avrupa ile Orta Asya'nın büyük bir bölümünü içeren 57 üye ülkeyi kapsayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Soğuk Savaş döneminde Doğu-Batı diyaloğu için kilit bir forum olarak ortaya çıktı.

Örgüt son yıllarda, Rusya'nın kilit kararların uygulanmasını engellemesi ve örgütü Batı kontrolü altında olmakla suçlamasıyla sık sık çıkmaza giriyor. Rusya, açıklamasında Ukrayna'nın AGİT gündemine "tamamen hakim olmasından" şikayet etti.


İsrail, Gazze'deki son rehinenin kalıntılarının iadesini görüşmek üzere Kahire'ye heyet gönderdi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
TT

İsrail, Gazze'deki son rehinenin kalıntılarının iadesini görüşmek üzere Kahire'ye heyet gönderdi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisi yaptığı açıklamada, askeri ve güvenlik servislerinden temsilcilerin de aralarında bulunduğu bir heyetin, Gazze Şeridi'nde tutulan son İsrailli rehinenin naaşının iadesini görüşmek üzere dün Mısır'ı ziyaret ettiğini duyurdu.

Ofis tarafından yapılan açıklamada, "Başbakan'ın talimatları doğrultusunda bir heyet Kahire'ye gitti... ve son rehine Ran Gvili'nin derhal iadesini sağlamak amacıyla arabulucularla görüşmelerde bulundu." ifadeleri yer aldı. Açıklamada, "Görüşme sonucunda, çabaların derhal yoğunlaştırılması konusunda mutabakata varıldı" ifadeleri kullanıldı.

frgt
Hamas'ın askeri kanadı Kassam Tugayları'na bağlı savaşçılar, Kızılhaç çalışanlarıyla birlikte, 1 Aralık 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye mülteci kampının enkazı arasında İsrailli rehinelerin cesetlerini ararken nöbet tutuyor (EPA)

Ateşkes anlaşmasının 10 Ekim'de yürürlüğe girmesinden bu yana İsrail, Filistinli grupların teslimi geciktirdiği yönündeki suçlamalarına rağmen, 20 canlı rehineyi ve Gvili'ninki hariç tüm cesetleri aldı. Hamas, savaştan kalan devasa moloz yığınları nedeniyle cesetlerin kurtarılma sürecinin yavaş ilerlediğini savunuyor.