DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Güvenlik kaynakları: Bir DEAŞ üyesi, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduklarını itiraf etti

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
TT

DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)

Tony Boulos
DEAŞ terör örgütünün adı, Lübnan’da özellikle kuzey bölgelerinde yeniden gündemin baş maddesi olmaya başladı. Lübnan, bu örgütün faaliyetlerinin yeniden mi başladığı yoksa yalnızca yerel ya da bölgesel taraflarca siyasi ve güvenlik amaçlarıyla kullanılan bir kart mı olduğu yönünde birçok soru işaretinin gündeme getirildiği ciddi siyasi ve güvenlik karmaşasına tanık oluyor.
Lübnan ordusunun Trablus'ta terör örgütüyle bağlantılı aşırılık yanlısı bir hücreye gerçekleştirdiği son operasyonda dört örgüt üyesini etkisiz hale getirdiği duyuruldu. Güvenlik kaynaklarına göre bu hücre, haftalar önce Lübnan'ın kuzeyindeki Keftun köyünde meydana gelen ve üç polisin öldürüldüğü bir güvenlik olayına karıştı.
Güvenlik kaynakları, terör hücresinin bir üyesinin, hücrenin, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduğunu itiraf ettiğini söylediler.
Bölgedeki Sünniler ve Hıristiyanlar arasında bir mezhep çekişmesini kışkırtmayı amaçlayan bu eylemin, ‘dalıcıların’ (kendilerini havaya uçuranlara verdikleri ad) Hıristiyan din adamı kılığına girerek gerçekleştirmelerinin istendiği belirtildi.
Bölge sakinlerinden bir rahip, kimliğinin gizli tutulması şartıyla İndependent Arabia’ya yaptığı açıklamada, papazların çoğunun, özellikle toplantılar ve ayinler sırasında cemaatlerine dikkatli ve uyanık olmaları için uyarılarda bulunduklarını söyledi.  
Öte yandan Lübnan'da terörün yeniden ortaya çıkması, ‘Keftun Hücresi’ olarak adlandırılan terörist grupla sınırlı değil. Bazı güvenlik raporları, 4 Ağustos’ta Beyrut Limanı bombalamasının arkasında DEAŞ’ın olabileceğine işaret etti. Ancak DEAŞ’ın kendisi tarafından gerçekleştirilen herhangi bir terör eylemini üstlenmesi gerektirdiğine inanan birçok uzman bu söyleme karşı çıkıyor.

DEAŞ ve Türkiye
Stratejist General Naci Milaab, Uluslararası Koalisyon’un hava desteği verdiği, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile iş birliği ve Irak ordusunun artan yetenekleri ile DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de yenilgiye uğratılmasının ardından bugün, örgütün geri döndüğüne dair söylemlerin, yalnızca bir medya çığırtkanlığından ibaret değil, hedefleri gerçekleştirmek için kullanılan yerel siyasi bir yöntem olduğunu düşünüyor. Milaab, Lübnan’ın güneyindeki el-Lubiye köyünde Emel Hareketi ile Hizbullah arasında yaşanan sürtüşmenin yankılarının ardından Lübnan'ın kuzeyindeki el-Kura'da bir terör eyleminin meydana gelmesinin tesadüf olmadığını söyledi.
Milaab değerlendirmesine şöyle devam etti:
“Derinlemesine bir analiz yaparsak, Türkiye’nin DEAŞ’ın geçiş güzergahı olduğunu görüyoruz.” Milaab, İdlib’teki milis güçlerin Türkiye’nin himayesinde bölgeyi kontrol ettiğini ve Türkiye’nin Libya’da, Azerbaycan’da ve Somali’de Suriyeli aşırılık yanlılarına yatırım yaptığını kaydetti. Milaab, Beyrut Limanı’ndaki patlamanın ardından özellikle Doğu Akdeniz kıyılarında Türkiye ve Fransa arasındaki rekabet çerçevesinde Türkiye’nin nüfuzunu güçlendirebilecek bir ortam oluştuğunu belirtiyor.
Mohanad Hage Ali, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Ortadoğu Merkezi tarafından yayımlanan raporunda, Türkiye'nin Lübnan'daki yatırımlarının hızla devam ettiğine ve genişlediğine işaret etti. Raporda, yakında Sayda'da bir Türk hastanesi açılmasının yanı sıra Lübnanlı öğrencilere sağlanan üniversite burslarının artmasıyla Türkiye’nin Lübnanlılara yüksek öğrenim alanında yardım sağlayan başlıca ülkelerden biri olacağı vurgulandı. Türkiye’nin şimdiye kadar, Müslüman Kardeşler'in (İhvan) Lübnan’daki kolu Cemaat-i İslami gibi belirli bir siyasi partiyi desteklemekten kaçındığına işaret edilen raporda, bunun nedeninin, Türkiye’nin partizan siyasetten uzaklaşmayı ve bazı toplumların geniş bir kesiminde sahip olduğu halk desteğini sürdürmeyi hedeflemesi olduğu öne sürüldü. Rapora göre, aslında Türkiye'nin nüfuzu ve Erdoğan'a destek veren taban, 1990'larda Türkiye'den göç eden ve Lübnan vatandaşlığı kazanan Kürtler ve Araplara kadar uzanıyor. Göç eden bu kesimler, Türkiye ile olan güçlü bağlarını halen sürdürüyorlar.

Türkye: İdialar karalama kampanyası
Öte yandan Türkiye’nin Beyrut Büyükelçiliği’ndeki diplomatik kaynaklar, DEAŞ ile ilişkileri ve Lübnan bölgelerine yayılma girişimiyle ilgili olarak Ankara’ya yöneltilen suçlamalara sert bir karşılık verdiler. Kaynaklar, tüm bu söylemleri kesin bir dille yalanlayarak, bunların Türkiye'nin Lübnan'daki ve dünyadaki imajını zedelemek için sistematik ve şüpheli bir karalama kampanyası çerçevesinde söylendiğini vurguladılar.
Türkiye’nin onlarca Türk ve yabancı turistin hayatına mal olan 2017 yılının yılbaşı akşamı düzenlenen terör saldırısında olduğu gibi birçok bombalı terör eylemine tanık olduğunu, DEAŞ terörü yüzünden en ağır bedeli ödeyen ülkelerden biri olduğunu vurgulayan kaynaklar, Türkiye'nin terör örgütü DEAŞ’a karşı mücadelede bölgesel ve küresel düzeyde büyük bir rol üstlendiğini vurguladılar. Kaynaklar, Türkiye’nin ayrıca DEAŞ’a karşı mücadelede bilgi alışverişiyle Uluslararası Koalisyon’da üstlendiği rolün de altını çizdiler.
DEAŞ’ın Türkiye'ye yakın birçok siyasi ve askeri isme suikast düzenlediğine dikkati çeken kaynaklar,  aynı zamanda Türkiye'nin desteklediği Suriyeli gruplarla da savaştığını kaydettiler. Kaynaklar tüm bunların Türkiye'nin adını terörle ilişkilendiren tüm iddiaları boşa çıkardığını belirttiler. Türkiye’nin Lübnan ile ilgili herhangi bir gündemi olmadığını kaydeden kaynaklar, Lübnan'da Türkiye’nin bölgesel politikasını destekleyen bir kitlenin yanı sıra Türkmen vatandaşların olduğunu, bu yüzden Türkiye’nin Lübnan’ın yaşadığı mevcut krizde Lübnanlıların yanında yer almaya çalıştığını söylediler. Ayrıca, Türkiye’nin Beyrut Limanı’nın yeniden inşasına katkıda bulunmak da dahil olmak üzere Lübnan'ı her zaman çeşitli seviyelerde desteklemeye hazır olduğunu ifade ettiler.

İran ve müttefikleri ablukada
Öte yandan uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Kasım Hidruc Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, ABD ile İran ve İran’ın müttefikleri arasındaki gerilim arttığında ve ABD kuvvetleri İran yanlıları tarafından saldırıya uğradığında karşılığın, ABD istihbaratının askeri bir kolu oldukları için artık kimseden gizlenmeyen bu örgütler aracılığıyla verildiğini belirtiyor. Hidruc, bu nedenle Irak, Suriye ve Lübnan'da terörist grupların ortaya çıkmasının şaşırtıcı bir durum olmadığını düşünüyor. Dr. Hidruc, DEAŞ’ın ABD tarafından yaratıldığına dair ABD’li birçok yetkilinin itiraflarının yanı sıra tüm dünyanın bu örgütün liderlerinin ihtiyaca göre bir yerden başka bir yere ABD’ye ait helikopterler ile taşındığına şahit olduğunu ifade etti.
Dr. Hidruc şöyle devam etti:
“Gerçekler, Washington'ın DEAŞ’ı iki amaç için kullandığını gösterdi. Bunlardan birincisi, mezhep başlıkları altında savaşmak, ikincisi ise DEAŞ ile mücadele bahanesiyle bu güçleri kuşatmak için askeri mücadelede bulunmak. Asıl amaç, bu güçler aracılığıyla İran'ın nüfuzunun genişlemesini önlemektir. Bu nedenle, ABD, bölgede kalmaya ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, askeri operasyonlarını yürütmek için DEAŞ’ı da o kadar fazla serbest bıraktığını görüyoruz. Çünkü bölgedeki askeri varlığı, örgütün hayatta kalmasıyla bağlantılı hale geldi.”
DEAŞ’ın Lübnan’da örgütlenen bir uzantısının olmadığını vurgulayan Dr. Hidruc, “Son dönemde ülkenin kuzeyinde faaliyet gösteren aşırılık yanlısı gruplar olsa da istihbarat örgütleri, operasyon yapanların gerçek hedeflerini örtmek için faaliyetlerini DEAŞ adı altında gizleyebilir” diye konuştu.

Hizbullah’ın diğer yüzü
Uluslararası hukuk profesörü olan Lübnanlı avukat Tarık Şendab, DEAŞ’ın Suriye ve İran rejimleri tarafından ‘Sünni terörizm’ olarak adlandırılan, fakat gerçekte terörün kast edilmediği olguyla savaşmak için kullanılan bir ‘çivi’ olduğunu söyledi. Şendab’a göre bu olgu daha ziyade, Suriye devrimi, Lübnan'da yaşananlar ve Lübnan'da halkı kışkırtmak için Suriye rejimi ile işbirliği yaparak bombalı saldırılara karışan eski Bakan Michel Samaha'nın durumunu hatırlıyor.
DEAŞ’ın Hizbullah milislerinin gerçek yüzü olduğuna inanan Şendab, “DEAŞ insanları öldürüyor ve terör eylemleri gerçekleştiriyor. Ardından bunların sorumluluğunu üstleniyor. Hizbullah ise önce öldürüyor, sonra teselli ediyor. Aralarındaki tek fark bu ve ikisi de aynı ekolden geliyor” yorumunda bulundu. Bunun en büyük kanıtının, uluslararası bir mahkeme aracılığıyla olayda aslında Hizbullah’ın parmağının olduğu ortaya çıkan eski Başbakan Refik Hariri suikastını bir video kaydıyla üstlenen Ahmed Ebu Adas hadisesi olduğunu söyleyen Şendab, “İranlılar Suriye ve Irak'ta bir plan uygulamak istediklerinde DEAŞ’ı kullanıyorlar.  Şimdi de Lübnan'da DEAŞ’a yatırım yapmaya başladılar.
Ayrıca ABD'nin baskı ve yaptırımları ve hatta Hizbullah'a baskı yapma girişimleri nedeniyle Tahran'ın bugün kritik bir durumda olduğunu vurgulayan Şendab, Hizbullah’ın üzerindeki baskı arttıkça Trablusgarp’ta, Bekaa'da ve Arsal'da DEAŞ’a başvurduğuna işaret ederek, “Bu, önümüzdeki dönemde şiddet olaylarına tanık olacağımız anlamına geliyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘İran cephesiyle’ yüzleşme
Öte yandan emekli Tuğgeneral Muhammed Ramal, DEAŞ ile savaşan hiçbir ülkenin, örgüt, savaştığı açık cephelerden geri çekilse bile onu tamamen ortadan kaldıramadığını, çünkü örgütü besleyen ideolojinin, onu askeri olarak ortadan kaldırmakla sona ermeyeceğini, çeşitli yöntemlerle faaliyetlerine devam etme fırsatını yakalayan uyuyan hücrelere dönüştüğünü söyledi.
Ramal, bugün Suriye, Irak ve Lübnan'da DEAŞ hakkında yapılan konuşmaların, terör örgütünün geri dönüşünün yarattığı bir tehlike olduğu inancını ve bu ülkelerin İran'ın siyasi ve askeri nüfuzu ve varlığına ihtiyaç duyduğu inancını desteklediğini belirtti. Ramal, örgütün halka baskı yapmak için kullanıldığını vurgulayarak, bunun da bahsi geçen ülkelerin uluslararası toplumun gözünde birer İran arenası olduğu anlamına geldiğini söyledi. Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a her türlü desteği durdurması baskısının, İran’a davranışlarını değiştirmesi için daha önce yapılan baskıların işe yaramamasından kaynaklandığına inanıyor.
Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a destek biçimlerini durdurması yönündeki baskının, önceki baskıların Tahran'ın pozisyonunu değiştirememesinin ardından, karşılık gelen arenalar kurma tehdidinden geldiğine inanıyor.
Lübnan'da DEAŞ ile mücadelenin her zaman uyuyan hücrelerle mücadele boyutunda kaldığına dikkati çeken Ramal, bu yüzden DEAŞ’ın farklı bölgelerde terör eylemleri gerçekleştirmek için fırsat kolladığını belirtti. Bu uyuyan hücrelerin ne zaman faaliyete geçme fırsatı bulduklarıyla ilgili olarak ise üç zaman diliminden bahsetti. Birincisi, bazen mezhep çatışmasına dönüşen siyasi çatışmaların yaşandığı sıralar.  İkincisi, güvenlik güçlerini, uyuyan hücreleri takip etmekten, izlemekten alıkoyan güvenlik olaylarının yaşandığı durumlar. Üçüncüsü ise Lübnanlıların yaşadığı mali sıkıntıların ve gençler arasında işsizlik oranının yükseldiği dönemler. Gençler arasındaki iş imkanlarının azlığı, onları cezbedecek finansmana ve yeteneklere sahip terörist gruplar için gençleri kolay birer av haline getiriyor.
Lübnanlıların önlerindeki iki seçenekten birini tercih etmeye zorlandıklarını düşünen Ramal, ya dışarıdan müdahale ile bir çözümü ya da iç savaşı seçmelerinin beklendiğini belirtti. Ramal, bir iç savaşın patlak vermesi halinde ise ülkede DEAŞ kaosu yaşanabileceğine işaret edildiğine dikkati çekti. DEAŞ’ın terör hedefleri, faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde sadece mezhepçiliği körüklemekle kalmadığını vurgulayan Ramal, “DEAŞ, faaliyet gösterdiği ülkelerde göç, yıkım, ölüm, esaret ve adam kaçırmadan başka bir miras bırakmadı. Bu yüzden çok geç olmadan Lübnan’la yakından ilgilenmek gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.



Sudan Savaşında yeni umut penceresi: Suudi–ABD Girişimi

Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
TT

Sudan Savaşında yeni umut penceresi: Suudi–ABD Girişimi

Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)

Sudanlıların, 15 Nisan 2023’ten bu yana yaşadıkları savaşın ve insani trajedinin yakın zamanda sona ereceğine dair umutları giderek zayıfladı. İlk kurşunun sıkıldığı andan itibaren bölgesel ve uluslararası girişimlerin tıkanması, kamuoyundaki karamsarlığı daha da derinleştirdi.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın inisiyatif alması ve Başkan Donald Trump’tan doğrudan müdahale istemesi, karamsar tablo içinde yeni bir umut penceresi açtı; Suudi Arabistan, kilitlenmiş sürecin çözümünde belirleyici bir aktör olarak öne çıktı.

Veliaht Prens, kısa süre önce ABD’ye yaptığı resmî ziyaret sırasında, savaşın durdurulmasına yardımcı olması için Başkan Trump’tan müdahale talep etti. Trump, 19 Kasım’da düzenlenen ABD–Suudi İş Forumu’nda yaptığı açıklamada bu talebi doğruladı.

dfrgt
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Riyad’daki el-Yemame Sarayı’nda Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah el-Burhan’ı kabul ederken (SPA)

Veliaht Prens’in Sudan’daki savaşı sona erdirmek için kendisinden doğrudan müdahale istediğini ifade eden Trump,  “Prens, Sudan konusunda belirleyici bir adım atmamı talep ediyor” dedi. Trump, ABD’nin çatışmanın bitirilmesinde etkin bir rol oynayacağını da sözlerine ekledi.

Halk ne diyor?

Savaşın harabeye çevirdiği Hartum’da vatandaşlar, Suudi hamlesini “kardeşlerden beklenen” bir adım olarak görüyor. Ahmed Musa, “Veliaht Prens’in yaptığı, kardeş bir ülke olan Suudi Arabistan’dan beklenen bir adımdır” diyor.

Hızlı Destek Güçleri’nin kontrolüne giren Faşir’de yaşayan Hava İbrahim, savaşın yıkımını şu sözlerle anlatıyor: “Savaş yeşili kuruyu yok etti; çok zarar gördük.”

Kuşatma altındaki Kuzey Kordofan’ın başkenti Ubeyd’en İsa Abdullah ise genel ruh hâlini şöyle özetliyor: “Savaştan etkilenmeyen ev kalmadı; bu nedenle kardeşlerin müdahalesini memnuniyetle karşılıyoruz.”

Sudan Kurucu İttifakı'nın (Te'sis) fiilî başkenti konumundaki Nyala’dan F. Cibril, kamuoyunun temel beklentisinin çatışmaların sona ermesi, insani yardımların ulaştırılması ve yerinden edilenlerin geri dönüşü olduğunu belirtti.

sa
Güney Sudan’ın Renk şehrinde bir sınır noktasından ayrılmayı bekleyen, yerinden edilmiş ailelerin kişisel eşyalarını taşıyan bir kamyon (Arşiv – AFP)

Sudanlılar dışarıdan dayatılan bir çözümden ziyade, tarafları yeniden müzakere masasına getirecek, siyasi süreçlerin zaman kazanmak için kullanılmasını engelleyecek “tarafsız” bir arabulucu istiyor. Kamuoyunda Suudi Arabistan’ın bu rolü üstlenebileceği düşünülüyor.

Geri adım sinyalleri

Resmî düzeyde tepkiler tek çizgide ilerlemedi. Trump’ın 19 Kasım 2025’te Veliaht Prens’in talebini açıklamasının hemen ardından, Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdülfettah el-Burhan adımı memnuniyetle karşıladı ve X’te “Teşekkürler Prens Muhammed bin Selman, teşekkürler Başkan Trump” mesajını paylaştı.

Suudi ve ABD girişimlerine destek açıklayan Burhan hükümeti, barış için hazır olduğunu vurguladı; ancak Dörtlü Grup çerçevesindeki arabuluculuğa mesafeli durarak Suudi Arabistan’ın tek başına yürüteceği bir süreci ön plana çıkardı.

Askerî bir anlaşma mı?

Eski Başbakan Abdullah Hamduk’un liderliğindeki sivil-demokratik ittifak Sumud, Suudi çabalarını “yeni bir yol açabilecek olumlu bir adım” olarak değerlendirdi; ancak çözümün yalnızca askerler arasında kalmaması ve sivil aktörlerin kapsamlı bir uzlaşmaya dâhil edilmesi şartını koydu.

HDK’ye yakın Sudan Kurucu İttifakı da Suudi Arabistan’ın  hamlesini desteklediğini ve bunun krallığın Sudan’ın çöküşünü önleme konusundaki hassasiyetini yansıttığını söyledi.

Girişim başarılı olur mu?

Sudanlılar, Suudi–ABD girişimlerinin ateşkesi zorlayan, insani yardım geçişlerini mümkün kılan ve krizi yeniden üretmeyen bütüncül bir diplomatik çerçeveye dönüşmesini umuyor. Avukat Hatem İlyas, Şarku’l Avsat’a bu yaklaşımın “en büyük ihtiyaç” olduğunu ifade etti.

İlyas, Şarku’l Avsat’a, savaşın en büyük zorluğunun meşruiyet mücadelesi, toplumsal bölünme, kurumların zayıflığı ve çok sayıda aktörün çıkar çatışmalarından kaynaklanan karmaşık yapı olduğunu ifade etti.

rty6
Faşir’den kaçan Sudanlılar, 19 Kasım 2025’te Kuzey Sudan’daki Debbe kentinde bulunan “El-Ifad” yerinden edilmişler kampına ulaştıktan sonra dinlenirken (AFP)

Tüm belirsizliklere karşın, Sudan’ın doğusundan batısına uzanan kentlerde ortak bir duygu öne çıkıyor. Paris’te yaşayan gazeteci Muhammed el-Esbat, kamuoyunda silahların susmasına ve uzun süredir beklenen barışa giden yola dair temkinli ama güçlü bir beklentinin hâkim olduğunu ifade etti.

Yakın bir çözüme dair umutların zayıflamasının ardından, Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah el-Burhan’ın 15 Aralık’ta Riyad’a yaptığı ziyaret ve Veliaht Prens’le gerçekleştirdiği üst düzey görüşme, yeniden iyimser bir hava yarattı.

Riyad’da bu görüşmenin yapılması bile, savaşın durdurulması ve insani felaketin sona erdirilmesine yönelik yeni bir umut kapısı araladı. Genel kanaat, “Suudi Arabistan’ın Sudan’da savaşı durdurma dosyasını önceliklerinin başına aldığı” yönünde.

Savaşın yorduğu, canlar aldığı, geçim kaynaklarını yok ettiği ve milyonları mülteci ile yerinden edilmiş kişi hâline getirdiği Sudanlılar, ülkelerine, evlerine ve özledikleri hayatlarına dönmeyi umut ediyor. Peki bu kez girişimler kalıcı bir barış getirecek mi?


Şam–SDG hattında belirsizlik: Anlaşma iddiaları yalanlandı

Fotoğraf:  Reuters
Fotoğraf:  Reuters
TT

Şam–SDG hattında belirsizlik: Anlaşma iddiaları yalanlandı

Fotoğraf:  Reuters
Fotoğraf:  Reuters

Suriye’nin El Vatan gazetesi, bugün (perşembe) hükümetten bir kaynağa dayandırdığı haberinde, Suriye hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında yakın zamanda bir askerî anlaşmaya varılacağı yönündeki iddiaların yalanlandığını aktardı.

Kaynak, SDG ile temasların şu anda durmuş olduğunu ve hükümetin, Suriye Savunma Bakanlığı tarafından sunulan bir öneriye SDG’nin verdiği yanıtı değerlendirdiğini vurguladı.

Suriye televizyonu ise bugün, bir kaynağa dayandırarak, ABD arabuluculuğunda hükümet ile SDG arasında, unsurların yıl sonundan önce Suriye ordusu ve iç güvenlik güçlerine entegre edilmesini öngören bir askerî anlaşmaya yakında varılmasının beklendiğini bildirmişti.

Televizyonun aktardığına göre, söz konusu anlaşma Savunma ve İçişleri bakanlıklarına 90 bin unsurun entegre edilmesini ve Rakka, Deyrizor ve Haseke’de Savunma Bakanlığına bağlı güçler içinde SDG’ye tahsis edilecek üç askerî tümeni kapsıyor.

Kaynak ayrıca, hükümet güçlerinin Suriye’nin kuzeydoğusuna girişi, askerî karar alma mekanizması ile görev, yetki ve sorumlulukların dağılımı gibi başlıca ihtilaflı konuların hâlen müzakere edildiğini belirtti.


Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
TT

Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, bugün (perşembe) Gazze savaşıyla ilgili açıklamalarında, “Gazze’de kazandık” dedi. Hamas ile olası bir ateşkes anlaşmasına değinen Katz, ülkesinin “Gazze’den asla ayrılmayacağını” söyledi. Katz, İsrail Gazze Şeridi içinde, yerleşimleri korumak amacıyla bir güvenlik kuşağı oluşturacağını ifade etti.

Savunma Bakanı Katz, Hamas’ın silah bırakması gerektiğini yineleyerek, aksi takdirde “İsrail’in bu görevi kendisinin yerine getireceğini” ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth gazetesinden aktardığı habere göre Katz, Bnei Akiva, Ulpanot Merkezi ve Makor Rishon’un ortak düzenlediği Ulusal Eğitim Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Donald Trump’ın planı çerçevesinde Hamas silah bırakmazsa İsrail’in bu adımı bizzat atacağını söyledi.

Haberde, ordunun Gazze’den çekilmesini ve bölgenin Filistinlilere devrini içeren anlaşmaya karşın, Katz’ın Gazze Şeridi’ni çevreleyen bir güvenlik kuşağının yerleşimlerin korunması amacıyla kurulacağını ifade ettiği belirtildi.

Öte yandan Batılı ülkeler iki devletli çözümden söz etmeyi sürdürürken, İsrail parlamentosu Knesset, Haziran 2024’te Ürdün Nehri’nin batısında bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden kararı resmen kabul etmişti. Kararda, 7 Ekim olaylarının ardından bir Filistin devleti kurulmasının “teröre ödül” anlamına geleceği savunulmuş ve bunun Hamas’ı daha da teşvik edeceği öne sürülmüştü.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile aşırı sağcı dini kanattan bazı bakanlar da defalarca Filistin devleti kurulmayacağını dile getirmişti.