DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Güvenlik kaynakları: Bir DEAŞ üyesi, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduklarını itiraf etti

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
TT

DEAŞ, Lübnan'da olası bir tehdit mi yoksa siyasi bir araç mı?

Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)
Lübnan ordusunun ülkenin kuzeyinde aşırılık yanlısı gruplara karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan bir kare (AFP)

Tony Boulos
DEAŞ terör örgütünün adı, Lübnan’da özellikle kuzey bölgelerinde yeniden gündemin baş maddesi olmaya başladı. Lübnan, bu örgütün faaliyetlerinin yeniden mi başladığı yoksa yalnızca yerel ya da bölgesel taraflarca siyasi ve güvenlik amaçlarıyla kullanılan bir kart mı olduğu yönünde birçok soru işaretinin gündeme getirildiği ciddi siyasi ve güvenlik karmaşasına tanık oluyor.
Lübnan ordusunun Trablus'ta terör örgütüyle bağlantılı aşırılık yanlısı bir hücreye gerçekleştirdiği son operasyonda dört örgüt üyesini etkisiz hale getirdiği duyuruldu. Güvenlik kaynaklarına göre bu hücre, haftalar önce Lübnan'ın kuzeyindeki Keftun köyünde meydana gelen ve üç polisin öldürüldüğü bir güvenlik olayına karıştı.
Güvenlik kaynakları, terör hücresinin bir üyesinin, hücrenin, Cebel-i Lübnan’daki İklim el-Hurub bölgesinde Hıristiyanların dini mekanlarını hedef alacak bir saldırı hazırlığında olduğunu itiraf ettiğini söylediler.
Bölgedeki Sünniler ve Hıristiyanlar arasında bir mezhep çekişmesini kışkırtmayı amaçlayan bu eylemin, ‘dalıcıların’ (kendilerini havaya uçuranlara verdikleri ad) Hıristiyan din adamı kılığına girerek gerçekleştirmelerinin istendiği belirtildi.
Bölge sakinlerinden bir rahip, kimliğinin gizli tutulması şartıyla İndependent Arabia’ya yaptığı açıklamada, papazların çoğunun, özellikle toplantılar ve ayinler sırasında cemaatlerine dikkatli ve uyanık olmaları için uyarılarda bulunduklarını söyledi.  
Öte yandan Lübnan'da terörün yeniden ortaya çıkması, ‘Keftun Hücresi’ olarak adlandırılan terörist grupla sınırlı değil. Bazı güvenlik raporları, 4 Ağustos’ta Beyrut Limanı bombalamasının arkasında DEAŞ’ın olabileceğine işaret etti. Ancak DEAŞ’ın kendisi tarafından gerçekleştirilen herhangi bir terör eylemini üstlenmesi gerektirdiğine inanan birçok uzman bu söyleme karşı çıkıyor.

DEAŞ ve Türkiye
Stratejist General Naci Milaab, Uluslararası Koalisyon’un hava desteği verdiği, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile iş birliği ve Irak ordusunun artan yetenekleri ile DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de yenilgiye uğratılmasının ardından bugün, örgütün geri döndüğüne dair söylemlerin, yalnızca bir medya çığırtkanlığından ibaret değil, hedefleri gerçekleştirmek için kullanılan yerel siyasi bir yöntem olduğunu düşünüyor. Milaab, Lübnan’ın güneyindeki el-Lubiye köyünde Emel Hareketi ile Hizbullah arasında yaşanan sürtüşmenin yankılarının ardından Lübnan'ın kuzeyindeki el-Kura'da bir terör eyleminin meydana gelmesinin tesadüf olmadığını söyledi.
Milaab değerlendirmesine şöyle devam etti:
“Derinlemesine bir analiz yaparsak, Türkiye’nin DEAŞ’ın geçiş güzergahı olduğunu görüyoruz.” Milaab, İdlib’teki milis güçlerin Türkiye’nin himayesinde bölgeyi kontrol ettiğini ve Türkiye’nin Libya’da, Azerbaycan’da ve Somali’de Suriyeli aşırılık yanlılarına yatırım yaptığını kaydetti. Milaab, Beyrut Limanı’ndaki patlamanın ardından özellikle Doğu Akdeniz kıyılarında Türkiye ve Fransa arasındaki rekabet çerçevesinde Türkiye’nin nüfuzunu güçlendirebilecek bir ortam oluştuğunu belirtiyor.
Mohanad Hage Ali, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Ortadoğu Merkezi tarafından yayımlanan raporunda, Türkiye'nin Lübnan'daki yatırımlarının hızla devam ettiğine ve genişlediğine işaret etti. Raporda, yakında Sayda'da bir Türk hastanesi açılmasının yanı sıra Lübnanlı öğrencilere sağlanan üniversite burslarının artmasıyla Türkiye’nin Lübnanlılara yüksek öğrenim alanında yardım sağlayan başlıca ülkelerden biri olacağı vurgulandı. Türkiye’nin şimdiye kadar, Müslüman Kardeşler'in (İhvan) Lübnan’daki kolu Cemaat-i İslami gibi belirli bir siyasi partiyi desteklemekten kaçındığına işaret edilen raporda, bunun nedeninin, Türkiye’nin partizan siyasetten uzaklaşmayı ve bazı toplumların geniş bir kesiminde sahip olduğu halk desteğini sürdürmeyi hedeflemesi olduğu öne sürüldü. Rapora göre, aslında Türkiye'nin nüfuzu ve Erdoğan'a destek veren taban, 1990'larda Türkiye'den göç eden ve Lübnan vatandaşlığı kazanan Kürtler ve Araplara kadar uzanıyor. Göç eden bu kesimler, Türkiye ile olan güçlü bağlarını halen sürdürüyorlar.

Türkye: İdialar karalama kampanyası
Öte yandan Türkiye’nin Beyrut Büyükelçiliği’ndeki diplomatik kaynaklar, DEAŞ ile ilişkileri ve Lübnan bölgelerine yayılma girişimiyle ilgili olarak Ankara’ya yöneltilen suçlamalara sert bir karşılık verdiler. Kaynaklar, tüm bu söylemleri kesin bir dille yalanlayarak, bunların Türkiye'nin Lübnan'daki ve dünyadaki imajını zedelemek için sistematik ve şüpheli bir karalama kampanyası çerçevesinde söylendiğini vurguladılar.
Türkiye’nin onlarca Türk ve yabancı turistin hayatına mal olan 2017 yılının yılbaşı akşamı düzenlenen terör saldırısında olduğu gibi birçok bombalı terör eylemine tanık olduğunu, DEAŞ terörü yüzünden en ağır bedeli ödeyen ülkelerden biri olduğunu vurgulayan kaynaklar, Türkiye'nin terör örgütü DEAŞ’a karşı mücadelede bölgesel ve küresel düzeyde büyük bir rol üstlendiğini vurguladılar. Kaynaklar, Türkiye’nin ayrıca DEAŞ’a karşı mücadelede bilgi alışverişiyle Uluslararası Koalisyon’da üstlendiği rolün de altını çizdiler.
DEAŞ’ın Türkiye'ye yakın birçok siyasi ve askeri isme suikast düzenlediğine dikkati çeken kaynaklar,  aynı zamanda Türkiye'nin desteklediği Suriyeli gruplarla da savaştığını kaydettiler. Kaynaklar tüm bunların Türkiye'nin adını terörle ilişkilendiren tüm iddiaları boşa çıkardığını belirttiler. Türkiye’nin Lübnan ile ilgili herhangi bir gündemi olmadığını kaydeden kaynaklar, Lübnan'da Türkiye’nin bölgesel politikasını destekleyen bir kitlenin yanı sıra Türkmen vatandaşların olduğunu, bu yüzden Türkiye’nin Lübnan’ın yaşadığı mevcut krizde Lübnanlıların yanında yer almaya çalıştığını söylediler. Ayrıca, Türkiye’nin Beyrut Limanı’nın yeniden inşasına katkıda bulunmak da dahil olmak üzere Lübnan'ı her zaman çeşitli seviyelerde desteklemeye hazır olduğunu ifade ettiler.

İran ve müttefikleri ablukada
Öte yandan uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Kasım Hidruc Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, ABD ile İran ve İran’ın müttefikleri arasındaki gerilim arttığında ve ABD kuvvetleri İran yanlıları tarafından saldırıya uğradığında karşılığın, ABD istihbaratının askeri bir kolu oldukları için artık kimseden gizlenmeyen bu örgütler aracılığıyla verildiğini belirtiyor. Hidruc, bu nedenle Irak, Suriye ve Lübnan'da terörist grupların ortaya çıkmasının şaşırtıcı bir durum olmadığını düşünüyor. Dr. Hidruc, DEAŞ’ın ABD tarafından yaratıldığına dair ABD’li birçok yetkilinin itiraflarının yanı sıra tüm dünyanın bu örgütün liderlerinin ihtiyaca göre bir yerden başka bir yere ABD’ye ait helikopterler ile taşındığına şahit olduğunu ifade etti.
Dr. Hidruc şöyle devam etti:
“Gerçekler, Washington'ın DEAŞ’ı iki amaç için kullandığını gösterdi. Bunlardan birincisi, mezhep başlıkları altında savaşmak, ikincisi ise DEAŞ ile mücadele bahanesiyle bu güçleri kuşatmak için askeri mücadelede bulunmak. Asıl amaç, bu güçler aracılığıyla İran'ın nüfuzunun genişlemesini önlemektir. Bu nedenle, ABD, bölgede kalmaya ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, askeri operasyonlarını yürütmek için DEAŞ’ı da o kadar fazla serbest bıraktığını görüyoruz. Çünkü bölgedeki askeri varlığı, örgütün hayatta kalmasıyla bağlantılı hale geldi.”
DEAŞ’ın Lübnan’da örgütlenen bir uzantısının olmadığını vurgulayan Dr. Hidruc, “Son dönemde ülkenin kuzeyinde faaliyet gösteren aşırılık yanlısı gruplar olsa da istihbarat örgütleri, operasyon yapanların gerçek hedeflerini örtmek için faaliyetlerini DEAŞ adı altında gizleyebilir” diye konuştu.

Hizbullah’ın diğer yüzü
Uluslararası hukuk profesörü olan Lübnanlı avukat Tarık Şendab, DEAŞ’ın Suriye ve İran rejimleri tarafından ‘Sünni terörizm’ olarak adlandırılan, fakat gerçekte terörün kast edilmediği olguyla savaşmak için kullanılan bir ‘çivi’ olduğunu söyledi. Şendab’a göre bu olgu daha ziyade, Suriye devrimi, Lübnan'da yaşananlar ve Lübnan'da halkı kışkırtmak için Suriye rejimi ile işbirliği yaparak bombalı saldırılara karışan eski Bakan Michel Samaha'nın durumunu hatırlıyor.
DEAŞ’ın Hizbullah milislerinin gerçek yüzü olduğuna inanan Şendab, “DEAŞ insanları öldürüyor ve terör eylemleri gerçekleştiriyor. Ardından bunların sorumluluğunu üstleniyor. Hizbullah ise önce öldürüyor, sonra teselli ediyor. Aralarındaki tek fark bu ve ikisi de aynı ekolden geliyor” yorumunda bulundu. Bunun en büyük kanıtının, uluslararası bir mahkeme aracılığıyla olayda aslında Hizbullah’ın parmağının olduğu ortaya çıkan eski Başbakan Refik Hariri suikastını bir video kaydıyla üstlenen Ahmed Ebu Adas hadisesi olduğunu söyleyen Şendab, “İranlılar Suriye ve Irak'ta bir plan uygulamak istediklerinde DEAŞ’ı kullanıyorlar.  Şimdi de Lübnan'da DEAŞ’a yatırım yapmaya başladılar.
Ayrıca ABD'nin baskı ve yaptırımları ve hatta Hizbullah'a baskı yapma girişimleri nedeniyle Tahran'ın bugün kritik bir durumda olduğunu vurgulayan Şendab, Hizbullah’ın üzerindeki baskı arttıkça Trablusgarp’ta, Bekaa'da ve Arsal'da DEAŞ’a başvurduğuna işaret ederek, “Bu, önümüzdeki dönemde şiddet olaylarına tanık olacağımız anlamına geliyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘İran cephesiyle’ yüzleşme
Öte yandan emekli Tuğgeneral Muhammed Ramal, DEAŞ ile savaşan hiçbir ülkenin, örgüt, savaştığı açık cephelerden geri çekilse bile onu tamamen ortadan kaldıramadığını, çünkü örgütü besleyen ideolojinin, onu askeri olarak ortadan kaldırmakla sona ermeyeceğini, çeşitli yöntemlerle faaliyetlerine devam etme fırsatını yakalayan uyuyan hücrelere dönüştüğünü söyledi.
Ramal, bugün Suriye, Irak ve Lübnan'da DEAŞ hakkında yapılan konuşmaların, terör örgütünün geri dönüşünün yarattığı bir tehlike olduğu inancını ve bu ülkelerin İran'ın siyasi ve askeri nüfuzu ve varlığına ihtiyaç duyduğu inancını desteklediğini belirtti. Ramal, örgütün halka baskı yapmak için kullanıldığını vurgulayarak, bunun da bahsi geçen ülkelerin uluslararası toplumun gözünde birer İran arenası olduğu anlamına geldiğini söyledi. Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a her türlü desteği durdurması baskısının, İran’a davranışlarını değiştirmesi için daha önce yapılan baskıların işe yaramamasından kaynaklandığına inanıyor.
Bu nedenle, uluslararası toplumun bir kısmı, bu arenalarda İran'a destek biçimlerini durdurması yönündeki baskının, önceki baskıların Tahran'ın pozisyonunu değiştirememesinin ardından, karşılık gelen arenalar kurma tehdidinden geldiğine inanıyor.
Lübnan'da DEAŞ ile mücadelenin her zaman uyuyan hücrelerle mücadele boyutunda kaldığına dikkati çeken Ramal, bu yüzden DEAŞ’ın farklı bölgelerde terör eylemleri gerçekleştirmek için fırsat kolladığını belirtti. Bu uyuyan hücrelerin ne zaman faaliyete geçme fırsatı bulduklarıyla ilgili olarak ise üç zaman diliminden bahsetti. Birincisi, bazen mezhep çatışmasına dönüşen siyasi çatışmaların yaşandığı sıralar.  İkincisi, güvenlik güçlerini, uyuyan hücreleri takip etmekten, izlemekten alıkoyan güvenlik olaylarının yaşandığı durumlar. Üçüncüsü ise Lübnanlıların yaşadığı mali sıkıntıların ve gençler arasında işsizlik oranının yükseldiği dönemler. Gençler arasındaki iş imkanlarının azlığı, onları cezbedecek finansmana ve yeteneklere sahip terörist gruplar için gençleri kolay birer av haline getiriyor.
Lübnanlıların önlerindeki iki seçenekten birini tercih etmeye zorlandıklarını düşünen Ramal, ya dışarıdan müdahale ile bir çözümü ya da iç savaşı seçmelerinin beklendiğini belirtti. Ramal, bir iç savaşın patlak vermesi halinde ise ülkede DEAŞ kaosu yaşanabileceğine işaret edildiğine dikkati çekti. DEAŞ’ın terör hedefleri, faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde sadece mezhepçiliği körüklemekle kalmadığını vurgulayan Ramal, “DEAŞ, faaliyet gösterdiği ülkelerde göç, yıkım, ölüm, esaret ve adam kaçırmadan başka bir miras bırakmadı. Bu yüzden çok geç olmadan Lübnan’la yakından ilgilenmek gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.



Ateşkese rağmen İsrail saldırıları Gazze’de can almaya devam ediyor

Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)
Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)
TT

Ateşkese rağmen İsrail saldırıları Gazze’de can almaya devam ediyor

Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)
Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)

İsrail güçleri, Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasını ihlal etmeyi sürdürerek her gün yenilenen saldırılarla yeni can kayıplarına neden oluyor.

Son olarak, iki ayrı olayda 3 Filistinli öldürüldü. Gazze kentinin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde bir insansız hava aracının hedef aldığı iki genç yaşamını yitirirken, Beyt Lahiya’nın kuzeybatısındaki Atatara bölgesinde bir başka Filistinli, İsrail’e ait bir drone tarafından vurularak öldürüldü.

Saha kaynaklarına göre, Atatara’da öldürülen gencin, ateşkes hattını belirleyen “sarı çizgi”ye yaklaşık 250 metre mesafede, uzaktan kumandalı küçük bir drone ile hedef alındığı belirtildi.

df
Trump'ın planına göre Gazze'den çekilmenin aşamalarını gösteren harita (Beyaz Saray)

Öte yandan İsrail topçuları, Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’un doğusunda bir grup vatandaşı hedef aldı; saldırıda bir baba ve kızı yaralandı.

Kış koşulları nedeniyle çadırları ve eşyaları zarar gören Gazzelilerden onlarcası, Han Yunus’un doğusundaki Zinne, Beni Suhîle ve Absan bölgelerine dönerek evlerine ve eşyalarına ulaşmaya çalıştı.

Aynı dönemde, Orta Gazze’deki El-Bureyc Kampı yakınlarındaki Selahaddin Caddesi’nde, kimliği belirsiz kişilerce açılan ateş sonucu bir Filistinli daha hayatını kaybetti. Bağımsız kaynaklarca doğrulanmayan iddialara göre saldırıyı düzenleyenlerin İsrail’in özel bir birimine mensup olduğu öne sürüldü. Yerel kaynaklar, öldürülen kişinin Direniş Komiteleri’nin askeri kanadı Nasır Selahaddin Tugayları’ndan aktif bir isim olan Vasim Abdülhadi olduğunu bildirdi.

Kimliği belirsiz cenazeler defnedildi

Gazze Sağlık Bakanlığı, kimlik tespiti yapılamayan ve İsrail tarafından uzun süre alıkonulan 14 Filistinlinin defnedildiğini duyurdu. İsrail, çeşitli esir değişimi anlaşmaları kapsamında en az 330 cenazeyi teslim etmiş, bunların bir kısmı kimlikleri tespit edilemediği için Deyr el-Belah’taki bir mezarlığa defnedilmişti.

dfvgy
Filistinliler, Deyr el-Balah'ta savaş sırasında İsrail tarafından uzu süre alıkonulan  kimliği belirsiz cesetleri gömüyor (Reuters)

Bakanlık yetkilileri, gerekli tıbbi teknik imkanların bulunmaması nedeniyle kimliği belirlenemeyen cenazelerin belirli bir sürenin ardından fotoğraflama ve işaretleme yöntemiyle kayıt altına alınarak defnedildiğini açıkladı.

Tedavileri tamamlanan 76 hasta Gazze’ye döndü

Gazze Sağlık Bakanlığı ayrıca, Kudüs’te tedavileri tamamlanan 76 hasta ve refakatçisinin, Kerem Ebu Salim (Kerem Şalom) Sınır Kapısı üzerinden Gazze’ye giriş yaptığını bildirdi. Grubun içinde 4 çocuk, yaşlı kadın ve erkekler ile savaş başlamadan önce Kudüs’te bulunan ve 26 ay boyunca orada kalan gençler de yer aldı.

Söz konusu hastalar, Makassed ve Augusta Victoria (El-Mutle) hastanelerinde tedavi gördükten sonra gerekli işlemleri tamamlanarak Gazze’ye döndü. Bakanlık, halen tedavi gereksinimi devam eden Gazze’li bazı hastaların Kudüs’teki hastanelerde bakım almaya devam ettiğini belirtti.


İsrail, Gazze'nin doğusunu yok ederken Trump’ın ‘Ortadoğu Rivierası’ planı mı hayata geçirildi?

İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)
İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)
TT

İsrail, Gazze'nin doğusunu yok ederken Trump’ın ‘Ortadoğu Rivierası’ planı mı hayata geçirildi?

İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)
İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)

İzzettin Ebu Ayşe

Yüksek patlama sesleri duyan Hanadi, yıkılmakta olan evinin penceresine atlayarak, sarı hatın arkasında evleri yıkmaya devam eden askeri zırhlı araçların ve buldozerlerin yaptıklarını izlerken İsrail'in ne planladığını merak ediyordu.

Zırhlı araçlar Hamas'ın kontrolü altında kalan Gazze'nin batısından çekildiğinde ve askerler ABD Başkanı Donald Trump'ın planında yer alan haritalara göre sarı hata geri çekildiğinde, Gazze Şeridi'nin güneyindeki insani yardım bölgesine kaçan Hanadi mahallesine dönmeye karar verdi.

Yeni sınırlar ve yıkım

Evi, İsrail ordusunun halen konuşlandığı yeni sarı hatın bitişiğinde yer alan Hanadi, “Mühendislik, coğrafi ve demografik değişiklikler nedeniyle evim Gazze'deki son ev haline geldi. Şimdi İsrail’in Gazze Şeridi’nin alanının yarısını kaplayan yeni sınırının yakınlarında yaşıyorum” dedi.

İsrail ordusu, ABD Başkanı Trump’ın planı çerçevesinde Gazze'nin batısından çekilerek birliklerini, işgal altında tutulan ve askeri devriyelerin gezdiği Gazze Şeridi’nin doğu yarısına yeniden konuşlandırdı. Tel Aviv’in kontrolü altındaki bölge ‘Doğu Gazze’ olarak adlandırıldı. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ‘sarı hat’ denilen bu sınırın belirlenmesi emrini verdi. Ancak bu hattın Gazze Şeridi için kalıcı bir yeni sınır haline gelebileceği endişeleri hakim.

f
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampı’ndaki çadırlarının dışında oturan iki küçük Gazzeli çocuk, 10 Kasım 2025 (AFP)

Gazze'nin ikiye bölünmesi, Hanadi'nin evini Gazze Şeridi'nin yeni sınırındaki ilk ev haline getirdi. Bu konum, Hanadi'nin İsrail ordusunun Gazze'nin doğusunda yaptığı garip şeyleri yerinde gözlemlemesini sağladı.

Hanadi, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Her gün patlama sesleri duyuyorum ve savaşın yeniden başladığından korkuyordum ama evin penceresine çıktığımda, sarı hatın öte yanında kalan evleri yıktıklarını gördüm.

Gazze'de ateşkes anlaşmasının ilk aşamasının yürürlüğe girmesine rağmen, sarı hattın gerisindeki bölgelerde evlerin yıkılması politikası devam ediyor. Bu durum endişe ve paniğe neden olurken, Gazzelilere sona ermiş olması gereken savaş atmosferini hatırlatıyor. Bu da “İsrail neden evleri yıkmaya devam ediyor?” sorusunu akıllara getiriyor.

Sarı hattın arkası

Trump’ın planına göre Hamas Gazze’de tuttuğu rehinelerin tamamını serbest bıraktığında, anlaşmanın ikinci aşaması başlayacak ve bu aşamada Gazze'nin İsrail'in varlığının olmadığı tek bir coğrafi yer olduğu ve İsrail ordusunun Gazze'nin fiili sınırlarına yakın yeni bölgelerden çekilmesi gerektiği belirtilecek.

Trump'ın barış planının ikinci aşaması bu şartlara göre uygulandığında, Gazzelilerin Gazze'nin doğusundaki evlerine geri dönebilecekleri düşünülüyordu. Ancak, ordunun sistematik olarak yıkmaya devam ettiği bu bölgedeki evlerini ve konutlarını bulamayacaklar ve böylece bölge yaşamın olmadığı, yaşanmaz bir ortama dönüşecek.

Gazze Şeridi'nin kuzey kısmı ile Gazze şehri, Han Yunus ve Refah gibi doğu şehirlerini kapsayan sarı hattın arkasındaki bölgeler her gün İsrail ordusu tarafından bombalanmaya ve evlerle altyapı tahrip edilmeye devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu askeri operasyonlar, Hamas üyeleri ile İsrail askerleri arasında doğrudan çatışmalar olmamasına rağmen gerçekleştiriliyor.

Evlerin yıkılmaya devam etmesi, ateşkesin kırılgan olduğu ve İsrail'in halen güç kullanarak yeni bir gerçeklik oluşturmaya çalıştığı yönünde genel bir his yaratıyor. Gazze Şeridi sakinlerinden Şehira, “Evim sarı hattın arkasında ve her bina yıkıldığında, her patlamada kalbim parçalanıyor. Her defasında bir daha evime geri dönemeyeceğime daha da ikna oluyorum” diyor.

Bir diğer Gazzeli Şaban ise askerlerin misilleme olarak evleri havaya uçurduğunu kendi gözleriyle gördüğünü söyledi.

Şaban, sözlerini şöyle sürdürdü:

“ABD Başkanı’nın planının aşamalı olarak uygulanmasını, hayatın yakında normale dönmesini ve insanların sarı hattın ötesindeki topraklarına erişebilmesini umuyoruz. Ama bunun olacağını sanmıyorum. Doğu Gazze'nin tamamını kaybedebiliriz, bu bölge kalıcı olarak İsrail toprağı haline gelebilir.”

ABD’nin vizyonu bu

Gazzeliler, savaşın daha az gürültülü ama daha az şiddetli olmayan başka bir forma dönüştüğüne ve İsrail'in güç kullanarak kendi denklemlerini dayattığına, Gazze'yi doğu ve batı olmak üzere ikiye bölmeye çalıştığına, doğu şehrinin güvenliğini kontrol ederek onu değiştirilemez yeni bir gerçekliğe dönüştürmeye çalıştığına inanıyor.

Birleşmiş Milletlerin (BM) uydu görüntülerine göre İsrail, Gazze Şeridi içinde bin 500'den fazla binayı yıktı. Bu binaların tamamı sarı hattın arkasında, yani İsrail ordusunun kontrolündeki mahallelerde bulunuyor. Bu durum ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ediyor.

Trump’ın barış planı, ‘hava ve topçu bombardımanı dahil tüm askeri operasyonların durdurulmasını’ öngörüyor, ancak buna rağmen İsrail ordusu anlaşmanın şartlarına tam olarak uymuyor. İsrail Ordu Sözcüsü Ella Waweya, sarı hatın gerisindeki evlerin yıkılmasını “Ordumuz güvenlik nedenleriyle bölgeyi temizlemeye ve sınır yakınlarındaki binaları kaldırmaya çalışıyor” diyerek savundu.

frety
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Deyr el-Belah şehrindeki çadırların yakınlarındaki plajda, 15 Kasım 2025 (AFP)

Ancak siyasi analist Muhanned el-Helu, devam eden yıkımların İsrail'in Gazze'de yeni bir gerçeklik dayatmaya çalıştığı anlamına geldiğini söyledi. Koşulların eskisi gibi olmayacağını, bunun da Netanyahu'nun İsrail'in Gazze'de güvenlik kontrolünü sürdüreceği yönündeki açıklamalarının pratik bir yansıması olduğunu belirten Helu, “Bu operasyonlar, ABD’nin Gazze'nin yeniden inşasının sarı hatın ötesindeki alanda başlayacağını öngören vizyonuyla uyumlu. Bu durum, ABD vizyonunun, bu geniş alanların düzleştirilmesi için hazırlık olarak yıkımlar yapılarak sıkı bir şekilde uygulandığının açık bir göstergesi” değerlendirmesinde bulundu.

Bu politikanın devam etmesinin tehlikeli sonuçlar doğuracağına işaret eden Helu, “Çünkü bu politika yeni bir gerçeklik dayatıyor ve vatandaşların evleri ve yerleşim alanlarındaki mülkiyet haklarının kaybına işaret ediyor” ifadelerini kullandı.

İsrail, sarı hatın gerisinde yoğun olarak yıkımlar gerçekleştirerek Gazze'yi İsrail'in çıkarları ve ABD’nin planları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Gazze Şeridi’nin yaklaşık yüzde 53'ü halen İsrail'in kontrolü altında.

Trump'ın planının tam olarak uygulanamayacağı ihtimaliyle birlikte, Gazze Şeridi’ni iki bölgeye ayırma ilkesine dayanan alternatif planlar ortaya çıkmaya başladı. Bu bölgelerden biri İsrail tarafından kontrol edilecek ve uluslararası ve İsrail güçleri tarafından korunan ‘yeşil bölge’ olarak, diğeri ise Hamas tarafından yönetilecek ve harabeye dönmüş ‘kırmızı bölge’ olarak sınıflandırılacak.

Trump, barış ve refah planını açıklamadan önce, Gazzelileri sınır dışı etme ve yıkılmış bölgeyi yapay zeka özelliklerine sahip yeni şehrin kurulması ve inşası için bir alan haline getirme ilkesine dayanan ‘Ortadoğu Rivierası’ adlı planını açıklamıştı. Ancak bu plan, Arap ve İslam ülkelerinin yanı sıra uluslararası kamuoyu tarafından da tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine ABD Başkanı ana fikrinden vazgeçmeden planlarını değiştirme kararı aldı.

Refah'tan başlayarak

Gözlemciler, Trump'ın şu anda Tel Aviv'in yıkmaya devam ettiği Gazze'nin doğu yarısında bir Ortadoğu rivierası inşa etmeye çalıştığını düşünüyor. Gözlemcilere göre bu artık sadece bir spekülasyon değil, siyasi açıklamalar ve sahadaki gelişmelerle ortaya çıkan gerçeklik.

ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, Gazze'nin yeniden inşa edilebileceğini, ancak bunun yalnızca İsrail'in kontrolündeki bölgelerde mümkün olacağını söyledi. Yeniden inşa için Refah şehrinin seçildiğini belirten Vance, hazırlıklar tamamlandığında Filistinlilerin bu bölgeye taşınabilmesinin beklendiğini kaydetti. ABD Başkan Yardımcısı, Hamas'ın kontrolü altında olmayan bölgelerde inşa çalışmalarının çok hızlı bir şekilde başlayabileceğini de ifade etti.

Aslında bu ifade mevcut duruma da uygulanabilir, çünkü Vance ‘yeniden inşa’ ifadesi yerine Gazze'yi ‘inşa etmek’ ifadesini kullandı. Bu da Gazze'nin tüm topraklarında değilse de doğu bölgelerinde Ortadoğu Rivierası planının uygulanması anlamına geliyor.

İsrail gazetesi Haaretz’in haberine göre ABD, İsrail'den, ordunun kontrolündeki bölgelerde yeni Gazze'nin inşasına başlanmasına izin vermesini istedi. Buna göre ilk aşama Refah'ta başlayacak.

Siyasi araştırmacı Hiyam Haccac yıkım operasyonlarının sadece Doğu Gazze'yi Ortadoğu Rivierası'nın inşasına hazırlık için gerçekleştirildiğini söyledi. İsrail ordusunun sarı hattan çekilmesi umutlarının çok zayıf olduğunu ve Gazzelilerin hatın gerisindeki evlerine dönme düşüncelerinin yavaş yavaş kaybolmaya başladığını belirten Haccac, “Sarı hat, Gazze'yi süresiz olarak bölen fiili sınır haline gelecek gibi görünüyor. Doğuda yeni Gazze, batıda ise nüfusun Hamas yönetimi altında yaşadığı eski Gazze yer alacak” şeklinde konuştu.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
TT

İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)

İsrail hükümeti dün, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te güneydeki kasabalara düzenlediği saldırının koşullarını ve böyle ani bir saldırının engellenememesine yol açan hataları incelemek üzere ‘bağımsız’ bir soruşturma komisyonu kurulmasını onayladı.

Resmi bir soruşturma komisyonu kurmasını gerektiren yasayı atlatmaya çalıştığı yönündeki suçlamalarla karşı karşıya kalan hükümet, yeni komisyona ‘tam soruşturma yetkisi’ verdi ve ‘komisyonun yapısının muhalefetle mümkün olan en geniş konsensüsü sağlayacak şekilde oluşturulmasını’ sağladı.

Hükümet, bu komisyonun çalışma alanının 45 gün içinde, muhalefette iş birliği yapmaya istekli herkesle istişare edilerek belirleneceğine karar verdi.

Karara göre Başbakan Binyamin Netanyahu, soruşturma komisyonuna verilecek görev ve yetkilerin belirlenmesinden sorumlu özel bir bakanlar komitesine başkanlık edecek. Söz konusu görevler arasında komisyonun ele alacağı konuların ve inceleyeceği zaman dilimlerinin belirlenmesi de yer alıyor. Bu komiteye, komisyonun fiilen kurulması için hazırlık amacıyla tavsiyelerini hükümete sunması için 45 gün süre verildi.

Netanyahu, 7 Ekim’deki başarısızlıklara ilişkin bir soruşturma komisyonu kurmaktan, temel sorumluluğunun ortaya çıkmasından korktuğu için kaçınmıştı. Savaşın henüz sona ermediğini ve savaş devam ederken soruşturma yapılamayacağını iddia etmişti. Ancak, erteleme talebini kabul etmeyen Yüksek Mahkeme'nin görüşmeleri sonrasında bu kararı almak zorunda kaldı.

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde, Yüksek Mahkeme hakimleri, 7 Ekim saldırılarıyla ilgili başarısızlıkları incelemek için geniş soruşturma yetkilerine sahip ulusal bir komisyon kurulması gerektiği konusunda gerçek bir ihtilaf olmadığını belirttiler. Hükümete komisyonun kurulmasını onaylaması için bir son tarih verdiler ve daha fazla gecikmeye izin vermeyeceklerini vurguladılar.

Mahkemenin kendisine dayatılacak bir komisyon kurma kararı alacağından korkan Netanyahu, kendi özel komisyonunu kurmaya başvurdu. Böylece, Yüksek Mahkeme başkanının inisiyatifiyle kurulması ve yürütme ve siyasi organlardan tamamen bağımsız olması gereken, yasaya dayalı resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını fiilen engelledi.

Geçtiğimiz hafta Knesset'te yapılan oturum sırasında Netanyahu, ‘geniş kamuoyu desteğine’ dayalı olması şartıyla geniş bir soruşturma komisyonunun kurulmasını desteklediğini açıkça belirtti ve muhalefetin resmi bir soruşturma komisyonu kurulması talebini reddettiğini vurguladı. Anlaşmazlığın özünün ‘sadece neyi veya kimi soruşturduğumuz değil, kimin soruşturma yetkisine sahip olduğu’ olduğunu vurguladı. Netanyahu, muhalefetin, İsrail halkının büyük bir kesiminin güvenini kazanamayacak bir yapı dayatmaya çalıştığını savundu.

Siyasi değerlendirmelere göre, komisyonun bu yeni formatının, eksikliklerden sorumlu kişilere profesyonel bir şekilde işaret edilen kapsamlı bir soruşturma talep eden kamuoyu baskısı ile koalisyonun soruşturma süreci üzerinde siyasi kontrolünü sürdürme ve dosyayı yürütme yetkisinden tamamen bağımsız resmi bir hükümet komitesine devretmeme isteği arasında bir orta yol oluşturabileceği öngörülüyor. Önümüzdeki haftalarda, komisyonu yönetecek isimlerin belirlenmesi için siyasi temasların yoğunlaşması bekleniyor. Bu süreç, komisyonun gerçekten vaat edilen bağımsızlığa ve geniş yetkilere sahip olup olmayacağını görmek isteyen Yüksek Mahkeme ve muhalefetin yakından takibi altında gerçekleşecek.

Hükümetin kararı, bağımsız bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep eden ve Netanyahu'yu kovuşturma tehdidini önlemek için yasayı çiğnemekle suçlayan İsrail muhalefet partilerini şaşkına çevirdi. İnsan hakları grupları, hükümetin kararının bozulması ve başka bir komisyon kurulması için bir kez daha Yüksek Mahkeme'ye başvuracaklarını doğruladılar, çünkü tek etkili soruşturmanın geniş yetkilerle donatılmış resmi bir komisyon tarafından yürütülebileceğine inanıyorlar.

Hamas tarafından esir alınan İsraillilerin aileleri, soruşturmanın şu soruyu yanıtlamasını talep ediyor: “Gazze Şeridi'ndeki savaş neden iki yıl sürdü? Netanyahu'nun iktidarını sürdürmesini sağlamak için siyasi nedenlerden miydi?”