Avrupa Birliği değişen güvenlik ortamına uyum sağlıyor

Arşiv-İHA
Arşiv-İHA
TT

Avrupa Birliği değişen güvenlik ortamına uyum sağlıyor

Arşiv-İHA
Arşiv-İHA

Neil Quilliam
(Londra’daki Azor Stratejik Araştırma Kuruluşu’nun Genel Müdürü Neil Quilliam. Chatham House'da (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı’nda görev yapmaktadır.)

Doğu Akdeniz bölgesindeki çatışma, Avrupa Birliği (AB) ve AB’ye üye devletler açısından gitgide karmaşıklaşıyor. Bu çerçevede çatışma ‘bölgesel güvenlik sorunu, enerji güvenliği sorunu ve göç sorunu’ olmak üzere birbiriyle iç içe geçmiş üç konuyla karakterize edilebilir. AB, bu konuları eş zamanlı ele almak için elinden geleni yapıyor. Öyle ki bunlar arasında, kararlı bir eylem gerektiren son derece hassas bu üç süreç de yer alıyor. Bu gereklilik ise kendi içerisinde AB’nin kapsamı dışında görünüyor.
Bu çerçevede ilk olarak, her şeyden önce AB, sürekli değişen bölgesel güvenlik ortamına uyum sağlamaya devam ediyor. ABD, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana, özellikle de Rusya tarafından ortaya koyulan ve devam eden zorluklar karşısında Avrupa kıtası için güvenilir bir güvenlik ortağı olduğunu kanıtlamış olsa da, Barack Obama başkanlığı döneminden beri güvenlik vaatlerini ve dış taahhütlerini büyük ölçüde baltaladı. Donald Trump’ın başkanlık yıllarında durum aynı şekilde devam etti ve belki de daha fazlası yaşandı. ABD dış politikasında Avrupalı ​​müttefikleri bölgesel güvenlik için önemli sorumluluklar üstlenmeye itme yönündeki mevcut eğilim, AB liderliğine büyük zorluklar ve yükler getirdi.
Aynı şekilde Rusya, Avrupalı ​​pozisyonların Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki siyasi ve askeri nüfuzunu yeniden ortaya koyma konusundaki isteksizliğiyle birlikte, ABD’nin diplomatik rolünün azalması fırsatından yararlandı. Aslında ABD’nin geri çekilmesiyle boşalan alandaki varlığını doğrulayan yalnızca Rusya değildi, diğer bölge ülkeleri de bu boşluğu doldurmaya hevesliydi.
Muhtemel Joe Biden yönetimi, AB’ye önceki yönetimlerden daha güçlü diplomatik destek sağlayabilse de AB liderleri, küresel güç dengesindeki yapısal dönüşümün, ABD’nin Avrupa’daki müttefiklere yeterli desteği sağlamak için yeni bir şey getirmeyeceği anlamına geldiğinin tamamen farkındalar.
Bunun sonucunda AB, ilk olarak Rusya’nın askeri maceralarına ve fırsatçı politikasına karşı koymak için her zamankinden daha güçlü ve sert dış ve güvenlik politikaları benimsemek zorunda kaldı. Bununla birlikte AB’nin bazı üye ülkeleri, bazı ikili konularda AB’nin genel gidişatı ile tutarsız olduğu düşünülen politikalar benimsedi. Örneğin Almanya hükümeti, doğal gaz ithalatının yüzde 40’ını sağlayan Kuzey Akım (Nord Stream) hattının sağladığı enerji güvenliği konusunun yanı sıra kısmen iki ülke arasındaki tarihsel ilişkiler nedeniyle, hiçbir şekilde Rusya hükümetine karşı katı bir tavır takınmaktan kaçınmadı.
Özellikle Rusya, yıllar içerisinde kanun maddelerini ve uluslararası normları ceza almaksızın ihlal edebilmeyi hesaba kattığı için, ekonomik yaptırım uygulama tehdidini içeren politikaların benimsenmesi gerekmektedir. Bununla birlikte (Almanya parlamentosuna karşı siber güvenlik tehditlerinin, Mart 2018’de İngiltere’de yaşanan meşhur bir olayda sinir gazı kullanımının ve son olarak ünlü Rus muhalif Aleksey Navalny olayının yanı sıra) Ukrayna, Suriye ve Libya’daki Rus askeri maceralarının yığılmış etkileri, Almanya’nın görüşünün Avrupalı ortaklarla yakınlaşmasına yol açmış bu da, yeni doğal gaz boru hattı Kuzey Akım -2’nin yeniden gözden geçirilmesi çağrısıyla sonuçlanmıştır. Bu bağlamda Rusya’nın doğalgaz ithalatına olan bağımlılığını kırmak, son zamanlarda yeni bir önem ve ivme kazanmıştır.
Bu arka plan uyarınca Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sorunuyla ilgili gelişmeler, AB ve üye ülkeleri için öncelikli konulardan biri haline geldi. Bu bölgedeki doğalgaz rezervleri, Rusya’dan yapılan gaz ithalatına geniş bir alternatif sunuyor ve bu, kelimenin tam anlamıyla AB’nin arka bahçesinde bulunan bir alternatiftir. Ancak bu bölgeden çeşitli Avrupa pazarlarına gaz dağıtımı yalnızca pahalı bir proje olarak görülmüyor. Aynı şekilde durum, bir yandan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), diğer yandan da Türkiye arasında ‘deniz sınırlarına ve deniz altındaki doğal enerji kaynakları üzerinde egemenlik kurma hususuna’ ilişkin mevcut çatışma durumu göz önüne alındığında, Brüksel tarafından daha güçlü ve daha sürdürülebilir bir siyasi iradenin güvence altına alınmasını da gerektirecektir. Bu çerçevede AB üye devleri olan Yunanistan, Fransa, İtalya ve GKRY çıkarları, Kıbrıs karasularına erişimi güvence altına almayı amaçlayan karşı hamlelerin yanı sıra Türkiye’nin karşıt iddialarına meydan okurken, AB’nin politikalarını da ileriye taşımak üzere hareket ediyor.
Doğu Akdeniz’deki gaz kaynakları, farklı karşıtlıklar yoluyla bu ülkelerin her birinde güvenlik, ticari ve diplomatik çıkarların zengin bir karışımını temsil ediyor. Örneğin Yunanistan ve GKRY, bölgede enerji rezervlerinin geliştirilmesinde ortak maddi çıkarlara sahipken, aynı zamanda münhasır ekonomik bölgenin bulunduğu egemen suları savunmak için çalışarak, piyasalara giden en karlı yolu buluyor. Bu nedenle Ürdün, Mısır, İsrail, Filistin ve İtalya’nın üyeliğiyle Doğu Akdeniz Gaz Forumu, savaş gemilerine eşlik eden arama gemilerini Kıbrıs’ın karasularına göndererek münhasır ekonomik bölgelerin meşruiyetine karşı Ankara tarafından ortaya koyulan zorluklarla birlikte, Türkiye ve Lübnan’ı kasıtlı olarak dışlayarak kuruldu.
Fransa, Girit adasındaki bir askeri üsse 2 ‘Rafale’ uçağının yerleştirilmesine ek olarak bu yılın Ağustos ayında ortak askeri tatbikatlara katılmak amacıyla ‘Lafayette’ firkateynini Doğu Akdeniz’e göndererek, bu çatışmada Yunanistan ve Kıbrıs’ın en önde gelen ve en güçlü müttefiklerinden biri oldu.
Fransız çıkarları, Paris ve Ankara arasındaki yoğun rekabetin yanı sıra, Akdeniz’de daha geniş Fransa stratejisine odaklanarak, Yunanistan ve GKRY ile ilgili farklı bir dizi faktöre dayanıyor.
Fransa dış politikası, Fransa’nın iç bölgelerini göç dalgalarına karşı güvence altına almanın ve Akdeniz boyunca Türkiye ile nüfuz kavgalarından uzak durmanın bir yolu olarak terörle daha iyi şekilde mücadele edebilmeleri için Sahel bölgesindeki hükümetleri destekleyip, petrol ve gaz alanındaki ticari çıkarlarını güvence altına alırken, Libya’da da istikrarı tesis etmeye çalışıyor. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki gaz sorununun ‘Euromed’ bölgesinde Fransa açısından diğer önemli konulardan biri olmasına rağmen, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki mevcut rekabet durumu, tüm AB’nin Doğu Akdeniz’deki gaza yaklaşımı üzerinde önemli derecede derin bir etkiye sahip.
Avrupa Konseyi, Türk hükümetinin Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının belirlenmesiyle ilgili olarak, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile Kasım 2019’da bir mutabakat imzalaması sonrasında, ‘Yunanistan ve GKRY’nin egemenlik haklarının doğrudan ihlalini temsil ettiği’ gerekçesiyle mutabakatı hızlı şekilde kınamıştı.
Ancak geçen Ağustos ayında Mısır ve Yunanistan hükümetleri ortak denizcilik anlaşması imzaladığında, Avrupa Konseyi böyle bir adım atmadı. ENİ enerji şirketi aracılığıyla ifade edilen diplomatik ve ticari çıkarları nedeniyle yakın bir zamana kadar Türkiye’nin Libya’daki tavrını destekleyici bir politika benimseyen İtalya hükümeti bile, dış politikalarını AB’nin yaklaşımlarına daha uyumlu olacak şekilde yeniden düzenledi. Fransa ve İtalya dış politikalarının görünürdeki yakınlaşması, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır ve İsrail ile ilgili mevcut bölgesel uyumun arkasında Doğu Akdeniz bölgesinde güçlü bir AB politikalarının kümelenmesiyle sonuçlandı. Libya krizi devam ederken Türkiye, Libya’ya askeri müdahalede bulundu ve bu, durumu tepe taklak etti. Türkiye, Ağustos’un ortalarında Kıbrıs sularına 3 ikmal gemisi eşliğinde Oruç Reis araştırma gemisini ve 2 gemiyi Akdeniz’de keşif ve sondaj faaliyetleri için göndermek gibi sürekli manevralar gerçekleştirdi ve bu da Brüksel’deki AB liderliği açısından tam bir güvenlik sorununa yol açtı.
Yukarıda bahsi geçen durumların yanı sıra her iki kampta iki taraf arasındaki farklılıklara rağmen, Moskova ve Ankara arasında Suriye ve Libya’da belirgin olan yakın işbirliği, özellikle de Türkiye’nin ‘Türk Akım’ boru hattı aracılığıyla Rusya’dan Avrupa’ya gaz geçişi sağlayan bir ülke olması dolayısıyla, gerginlik ve endişelerin ana nedenlerinden birini oluşturuyor.
Son olarak Türkiye hükümeti, Almanya’nın AB içerisindeki en büyük diken olduğuna inanıyor. Ancak Almanya’nın, ‘Ankara’nın Avrupa’ya doğru mülteci akışını engellemeyi bırakacağına dair’ güçlü korkusu, Ankara’ya karşı herhangi bir güçlü önlem karşısında Türkiye’ye bir derece güvenlik sağlıyor. Bu bağlamda Türk hükümeti, meseleleri bu açıdan değerlendirmiş gibi görünüyor. Yunanistan ve GKRY’nın arkadan destek toplamasına rağmen Fransa’nın Türkiye’ye yaptırım uygulama çağrıları, nihayetinde başarısızlığa mahkumdur. AB’nin merkezindeki Berlin ve Paris arasında görünen açık ayrılık, çıkmaza ve muhtemelen eylemsizliğe yol açacaktır. Durum böyle kalırsa Türkiye hükümeti, mevcut rutin bakım işlemlerini tamamladıktan sonra araştırma gemisi Oruç Reis’i tekrar Kıbrıs karasularına gönderecektir.
Belki de Doğu Akdeniz meselesi, nihayetinde AB’nin sert bir güvenlik tepkisiyle birlikte birleşik ve güçlü bir dış politikanın ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bir sorundu.
Bu bölgenin önemi, ABD’nin AB ülkelerini sorumlulukları üstlenmeye zorlamada azalan rolü nedeniyle arttı. Bu durum da Brüksel’i, benzer Rus kaynaklarına uzun vadeli bağımlılığı kırarak, Doğu Akdeniz kaynaklarından enerji güvenliği yeteneklerini artırmaya itiyor. Yani bu durum, AB’nin Türkiye hükümetinin Akdeniz’deki düşmanca politikalarına kesin olarak yanıt vermeye hazır olduğu anlamına geliyor. Fransa ve AB’ye üye diğer ülkelerin buna hazır olmasına rağmen, özellikle de Türkiye hükümetinin daha fazla mülteci ve göçmeni Avrupa’ya göndermekle tehdit etmeye devam etmesi nedeniyle Almanya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin, Ankara’yı bölgeden uzaklaştırma riskini göze almaya istekli olacağı belirsizdir veya kesin değildir.



Rusya: Ukrayna'ya yönelik hipersonik füze saldırısı Batı'ya bir uyarıdır

Moskova'nın merkezindeki Spasskaya Kulesi ve arkasında yer alan Kremlin Senato binasının kubbesi, 4 Mayıs 2023. (Reuters)
Moskova'nın merkezindeki Spasskaya Kulesi ve arkasında yer alan Kremlin Senato binasının kubbesi, 4 Mayıs 2023. (Reuters)
TT

Rusya: Ukrayna'ya yönelik hipersonik füze saldırısı Batı'ya bir uyarıdır

Moskova'nın merkezindeki Spasskaya Kulesi ve arkasında yer alan Kremlin Senato binasının kubbesi, 4 Mayıs 2023. (Reuters)
Moskova'nın merkezindeki Spasskaya Kulesi ve arkasında yer alan Kremlin Senato binasının kubbesi, 4 Mayıs 2023. (Reuters)

Kremlin tarafından bugün yapılan açıklamada, yeni geliştirilen hipersonik balistik füzeyle Ukrayna'ya yapılan saldırının amacının, ABD ve İngiltere'nin Kiev'in Rusya'yı vurmasına izin vermesine karşılık verileceği konusunda Batı'yı uyarmak anlamına geldiği ifade edildi.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın ABD'yi saldırı konusunda uyarma yükümlülüğü olmadığını, ancak fırlatmadan 30 dakika önce bildirimde bulunduğunu kaydetti.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre Peskov, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in diyaloğa açık olduğunu söyledi.