Uluslararası toplumun itidal çağrılarına rağmen Karabağ’daki çatışmalar şiddetleniyor

Bölge sakinlerini tahliye etmek için güvenli koridorlar oluşturulması söylemleri ‘uzun soluklu savaş’ olasılığını artırıyor

Dün Karabağ’da ateşlenen Azerbaycan’a ait toplar (AFP)
Dün Karabağ’da ateşlenen Azerbaycan’a ait toplar (AFP)
TT

Uluslararası toplumun itidal çağrılarına rağmen Karabağ’daki çatışmalar şiddetleniyor

Dün Karabağ’da ateşlenen Azerbaycan’a ait toplar (AFP)
Dün Karabağ’da ateşlenen Azerbaycan’a ait toplar (AFP)

Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan çatışmalar dün daha da yoğunlaştı. Çatışmalar, Avrupa Birliği’nin (AB) yanı sıra çok sayıda ülke ve bölgenin yaptığı itidal çağrılarına rağmen ikinci gününde onlarca kişinin ölümüne neden oldu. Eski Sovyetler Birliği ülkelerinin askeri kuvvetleri, füzeler ve toplarla bombardımanlar düzenledi. Çatışmalar, petrolü ve doğalgazı küresel pazarlara taşıyan boru hatları için bir koridor olan Güney Kafkasya'nın istikrarı konusundaki endişeleri yineledi.
Bununla birlikte tam kapsamlı bir çatışma, Rusya ve Türkiye gibi büyük bölgesel güçleri içine çekebilir. Zira Moskova’nın Ermenistan ile savunma işbirliği anlaşması bulunuyor. Ankara ise ağırlıklı olarak Türk nüfusa sahip olan Azerbaycan'ı destekliyor. Moskova dün, cephenin ön saflarında çatışmaların yoğunlaşmasıyla kapsamlı bir savaş alanına dönüşen Karabağ tepelerindeki şiddetli askeri çatışmayı sınırlamak için diplomatik hamlelerini artırdı. Kremlin’den yapılan açıklamada Rusya’nın, hem çatışmanın taraflarıyla hem de Türkiye ile sürekli temas halinde olduğu, Moskova’nın tüm tarafları itidalli olmaya çağırdığı ve düşmanlıkların derhal durdurularak müzakere masasına dönülmesi konusunda ısrar ettiği bildirildi.
Çatışmaların kapsamı, bölge topraklarının derinliklerinde onlarca kasabayı kapsayacak şekilde genişlerken, Erivan Azerbaycan'ın ‘daha önce eşi benzeri görülmemiş bir yoğunlukta’ silah kullandığını açıklarken bölge sakinlerini tahliye etmek için insani yardım koridorları açılması olasılığından bahsetmesi, uzun soluklu bir savaş beklentisi olduğuna işaret etti.
Bakü ve Erivan, tartışmalı Dağlık Karabağ Bölgesi’ndeki en büyük askeri çatışmanın ikinci gününde, iki tarafın 1994 yılında uluslararası ve bölge ülkelerinin desteğiyle vardıkları ateşkes anlaşmasından bu yana dün karşılıklı suçlamalarda bulundular. Bakü, Ermeni silahlı kuvvetlerini, Karabağ'daki temas hattında bulunan yerleşim bölgelerine ateş açarak sivillerin ölümüne neden olduğu suçlamasında bulunurken, Ermenistan da Azerbaycan’ın Karabağ'a ‘şiddetli hava ve füze saldırıları’ düzenlediği suçlamasında bulundu.
Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin daha önce Azeriler tarafından kontrol edilen bazı bölgeleri geri aldığını duyurmasının ve edinilen askeri bilgilerin iki taraf arasındaki çatışmaların şiddetlendiğini yansıtmasının ardından dün, bölgedeki bazı şehirlerde ilerlemeye devam etti. Ermenistan Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, iki gün içinde çatışmalar sırasında ölen Karabağ'da konuşlu Ermeni asker sayısının 68’e yükseldiği kaydedildi.
Sahada yaşanan dikkat çekici bir gelişmede ise Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin, Dağlık Karabağ'da Akdere (Mardakert) ilçesinde konuşlu Ermeni garnizonundaki askeri personele ‘teslim olun’ çağrısı yaptığı bildirildi. Azerbaycan Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada, “Akdere ilçesinde konuşlu Ermeni askeri garnizonunun tamamen yok edilmesini ve savaş kayıplarının artmasını önlemek için, garnizon komutanına silah bırakma ve teslim olma çağrısında bulunduk” ifadeleri yer aldı. Genelkurmay Başkanlığı, sivil ve esirlerin Cenevre Sözleşmesi ve uluslararası hukuka göre muamele göreceğini teyit ederek, garnizonun teslim olmayı reddetmesi halinde ‘garnizon içinde silah taşıyanların etkisiz hale getirileceğini’ kaydetti.
Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri dün, askerlerinin Karabağ'daki bir dizi stratejik köy ve tepenin kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu. Açıklamada Fuzuli ve Cebrail bölgelerinde bulunan 6 köy ve birkaç stratejik tepenin kontrolünün ele geçirildiği belirtildi. Ancak Karabağ bölgesindeki Savunma Bakanlığı bu bilgilerin gerçeği yansıtmadığı açıklamasında bulundu. Sahadaki son gelişmelerle ilgili gelen bilgiler farklılıklar gösterirken Ermenistan Savunma Bakanlığı Sözcüsü Artsrun Hovhannisyan’ın ‘Karabağ'da eşi benzeri görülmemiş ağır topçu bombardımanları’ yaşandığı şeklindeki açıklaması, Rus askeri uzmanlarının, devam eden çatışmaların, ‘sadece zaman çizelgesiyle ve hedefleriyle sınırlı bir sınır çatışması olmadığı ve önceki yıllarda birkaç kez tekrarlanan senaryonun yinelenmediği’ şeklindeki yorumlarını pekiştirilen karamsar beklentileri yansıtıyordu. Rus askeri uzmanlar, çatışmaların yayılması ve kullanılan silahların niteliğinin, bölgenin ‘uzun soluklu bir savaşla karşı karşıya olduğunu’ gösterdiğine dikkat çekerken Ermenistan’ın Moskova Büyükelçisi Vardan Toganyan’ın ‘sivilleri bölgeden tahliye etmek için güvenlik koridorları açılması amacıyla bir acil durum planı oluşturulması gerektiği’ şeklindeki sözleri uzmanların bu görüşünü teyit eder nitelikteydi.
Büyükelçi Toganyan, ülkesinin Rusya'dan kendisine askeri teknoloji sağlamasını isteyebileceğini, ancak silahlı kuvvetlerin buna ihtiyaç duyup duymamasına bağlı olduğunu belirtti. Toganyan ayrıca, Türkiye, Karabağ'daki savaş alanına Suriye'deki eğitim kamplarından yaklaşık 4 bin savaşçı getirdiğini iddia etti.



Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
TT

Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)

Macid Kayali

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım konuşmasını içinde bulunduğumuz kasım ayının 20’sinde yaptı. Ardından Halil el-Hayya'nın aynı ayın 21'indeki konuşması geldi. Halil Hayya, İsrail'in Siyasi Büro'nun eski başkanlarına (İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar) zaman ve içerik açısından birbirine yakın dönemlerde düzenlediği suikastların ardından Hamas liderleri arasında en önde gelen konuma yerleşti.

Son 20 yılda “direniş ve karşı koyma” ekseninin ön saflarında yer alan, “örümcek ipliğinden daha zayıf” ve çöküşün eşiğinde olduğu varsayılan bir devlet olan İsrail'in varlığına meydan okuyan bu iki hareket, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısının ve Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini açmasının ardından, İsrail saldırılarının merkezinde oldular. Gerek Aksa Tufanı gerek destek cephesi, arenalar birliği ile karşılıklı ordular ve füzeler fırlatma fikrine dayanıyordu.

Ancak yaklaşık 14 ay sonra ortaya çıkan sonuç, Filistinliler ve Lübnanlılar için yeni, korkunç bir Nekbe’yi (felaketi) açığa çıkardı. İsrail'in hayali “angajman kurallarını” umursamadığı, “uzun süreli bir savaş" yürütebileceği, yüksek insani ve ekonomik maliyetlere katlanabilecek kapasitede olduğu, Aksa Tufanı günündeki yenilgisini ve askeri, istihbari ve insani kayıplarını, Filistinlilerin durumunu, Lübnan ve belki de Suriye ve Irak'ın durumunu değiştirmeye çalışacak bir fırsata dönüştürebileceği ve İran'ı dizginleyebileceği görüldü.

Sonuç olarak, Gazze’ye yönelik abluka kalkacağına kendisi harabeye döndü ve acımasız bir askeri işgale maruz kaldı. Yaklaşık 2 milyon Filistinli, asgari yaşam standartlarından yoksun, hapishane benzeri izole alanlarda yaşıyor. Bu durum artık Güney Lübnan'ı, Beyrut'un güney banliyösünü ve Bekaa Vadisi'ndeki bazı bölgeleri de kapsıyor. İsrail zayıflamak yerine kurulduğu günden bu yana her zamankinden daha güçlü hale geldi. Bu mücadele aynı zamanda İsraillileri birleştirdi ve İsrail'in ABD ile ilişkilerini eskisinden daha da güçlendirdi.

Sorun şu ki, Hamas ve Hizbullah'ın geri kalan liderleri tüm bunları henüz idrak etmiş değiller. Halen bir tür inat ve gerçeklerin, güç dengesinin, Filistinlilerin ve Lübnanlıların koşullarındaki korkunç kötüleşmenin inkarı içindeler. Hatta daha önceki gerçekçi olmayan tezlerden veya yanılsamalardan geri adım atılmasına rağmen, İsrail saldırıları sonucunda Hizbullah ve Hamas’ın zayıfladığını bile inkar ediyorlar.

Başlangıçta her iki tarafın da savaş başlatma veya direnişi sürdürme çağrılarının ardından (Bkz. Muhammed ed-Dayf'in 7 Ekim 2023'teki konuşması ve Nasrallah'ın suikastından birkaç gün öncesine kadar yaptığı konuşmalar), şimdi yaptıkları ateşkes ve çatışmaların durdurulması talebi bunu temsil ediyor. Kasım ve Hayya yukarıda bahsettiğimiz konuşmalarında bu konuda ve savaşın sürdürülmesinde ısrar edenin İsrail olduğunu varsaymakta hemfikirlerdi.

Hemfikir oldukları bir diğer nokta koşullar öne sürmekti. Kasım'a göre müzakereler iki çatı altında sürüyor; tam bir ateşkes, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve İsrail'in Lübnan'ın egemenliğini ihlal etmesine, Lübnan'a girip istediği gibi öldürmesine izin verilmemesi. Hayya ise şunu vurguladı: Gazze Şeridi'ndeki savaş durmadan ve yerinden edilenler geri dönmeden takas anlaşması olmayacak. Burada fikrimiz şu; bu tezler tamamen doğru, geçerli ve meşru, ancak savaş öncesinde ne Hizbullah ne de Hamas bu tezlere göre hareket etmiyordu. Hayya'nın istediği Aksa Tufanı öncesi Gazze'nin artık mevcut olmadığı ve aynı durumun Lübnan'daki bazı bölgeler için de geçerli olduğu unutulmamalı.

Kendine güvenen her siyasi hareket veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin halkının çıkarlarına yabancı olduğunu gösterir

İki taraf ayrıca arenalar birliğinin geçerliliğini yitirdiği konusunda da birleştiler. Zira İran kendisini çatışmanın dışında tuttu, Suriye rejimi ilgilenmedi, Hizbullah, değişen koşullar ve gerçekler nedeniyle Gazze'den desteğini çekti. Buna rağmen en büyük felaket, Hayya'nın sanki başka bir kıtada yaşıyormuş gibi “Müslüman Arap milletini sahip olduğu güç ve imkanlar” ile “düşmanı savaşı durdurmaya zorlayamamakla” suçlamasıydı. Sanki güç denklemlerinde hiçbir şey değişmemiş ya da İsrail ordusuyla yaşanan çatışmalar veya zaman zaman orayı burayı bombalamalar, İsrail'in bu soykırım savaşında Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç trajedileri dengeliyormuş gibi söylenen sözler, bu iki konuşmanın gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekiyor. Nitekim Kasım şöyle diyor: İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz. Söz, karadaki çatışmalar, füze ve İHA saldırıları ile savaş meydanınındır. Uzun süre devam edecek gücümüz var. Uzun bir savaşa hazırlandık. Şu anda müzakere ediyoruz ancak ateş altında olduğumuz için değil çünkü İsrail de ateş altında.”

Bu kopukluk, Hizbullah ve Hamas’ın savaş öncesi dönemdeki slogan ve konuşmalarını da kapsadı. Kasım'ın şu sözleri de bunu gösteriyor gibi: “Cumhurbaşkanının Meclis aracılığıyla anayasaya uygun şekilde seçilmesine etkin katkımızı sunacağız. Siyasi adımlarımız (Taif) çatısı altında olacaktır. İnşa etmek ve korumak için siyasi alanda da var olacağız.”

Hayya ise, Hamas’ın Gazze Şeridi'ni yönetmek için bir komite kurulmasını kabul ettiğinden bahsetti. Oysa savaştan önce Gazze’nin yönetiminde müttefik olsa bile kendisine herhangi bir tarafın ortak olmasını kabul etmiyordu. Hayya şunu da söylüyor: “İç ulusal uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilecek hiçbir fırsatı göz ardı etmiyoruz ve sorumluluk sahibi olarak bunun için çalışıyoruz.”

Elbette kendine güvenen her siyasi veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin kendi halkının çıkarlarına yabancı olduğunu ya da sadece bir otorite olarak varlığını sürdürmeyi önemsediğini gösterir. Bu, sözler ve eylemler, sloganlar ve olasılıklar, hayal ve gerçeklik arasında büyük bir farkın olduğu, kamu yararının veya halkın çıkarının, özel çıkar veya otoritenin yararı lehine yok sayıldığı Arap siyasi yaşamında yaygındır.

Örneğin altmışlı ve yetmişli yılların terminolojisine göre “milliyetçi” ve “ilerici” rejimler ile birlikte, Filistin'in kurtuluşu, Filistin davasının merkeziliği, Arap birliğinin, özgürlüğün ve sosyalizmin sağlanması gibi “büyük” olarak tanımlanan davaların zor olduğu sonucuna varmıştık. O dönemde geçim sorunları ve vatandaşların hakları meseleleri önemsiz meselelermiş gibiydi. Öte yandan Haziran 1967 savaşında İsrail daha da genişledi ve Ekim 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşı oldu. Ardından Mısır'ın 1979'da İsrail ile Camp David Anlaşması'nı imzalaması ve bununla normalleşme yolunun açılması ile birlikte Arap-İsrail çatışmasının bitişine tanık olduk. Araplar arasında ekonomik entegrasyon düzeyinde de olsa birlik meselesine gelince, Suriye, Mısır ve Irak'taki rejimler arasında yaşanan yabancılaşma ve husumet nedeniyle çöktü. Bu arada vatandaşlık kavramının eksikliği ve devletin gelişmemiş olması nedeniyle özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin kaderi de daha iyi olmadı.

İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine yol açtı.

Sonuç olarak Arap dünyasındaki tüm siyasi hareketler bu acı kaderden kurtulamadı. Milliyetçi, solcu ve İslamcı eğilimleri ile tümü, başarısızlık, acizlik, eksiklik ve kırılganlıkta korkunç bir noktaya ulaştılar. Herhangi birinin başarıları yerine, toplumlarından izole olduklarının ve kaybolduklarının gözlemlendiği bir kerteye vardılar.

Filistin örneğinde bile İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine, halkı, toprağı ve davayı özdeşleştiren birleştirici bir ulusal vizyonun, yatırım yapılabilecek mümkün, sürdürülebilir ve uygulanabilir bir mücadele stratejisinin eksikliğine yol açtı.

Elbette tüm bu söylediklerimiz işgal olduğu sürece direnişin meşruluğunun teyit edilmesini de içeriyor ve İsrail sömürgecidir, yerleşimcidir, ırkçıdır, saldırgandır. Ancak güç dengesini, iç ve dış siyasi verileri anlamaya, fedakarlıkları siyasi başarılar için kullanma imkanına, birikime ve kademe kademe zafere ulaşmaya dayalı direniş yaklaşımı ile karşılıklı ordular şeklinde savaşma, ölümcül darbe indirme arasında büyük bir fark vardır. Zira son ikisi İsrail'in üstün olduğu, Filistinlileri yok etmek için bütünüyle kontrolsüz hareket ettiği alandır. Bu felaketin önlenmesi için kaçınılması gereken de bu ikisiydi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.