Pompeo, Doğu Akdeniz’deki gerilimi yatıştırmaya çalışıyor
Pompeo, 28 Eylül’de Yunanistan ziyareti sırasında (Reuters)
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, 28 Eylül’de Yunanistan’da, Doğu Akdeniz’deki gerilimi azaltmayı ve Atina ile Ankara arasında bir diyalog başlatmayı amaçlayan görüşmelere başladı.
Pompeo, Yunan mevkidaşı Nikos Dendias ile Yunanistan’ın kuzeyindeki Selanik’te bir araya geldi. Görüşmelerin sonunda resmi bir açıklama yapılmadı.
Doğu Akdeniz’de gaz ve petrol açısından zengin olduğuna inanılan bölgelerde Atina ile Ankara arasında haftalardır süren bir gerilim yaşanıyor.. Bu tur öncesinde üst düzey bir ABD’li yetkili, Doğu Akdeniz’deki tırmanışı durdurma gerekliliğine dikkati çekerek, gazetecilere yaptığı açıklamada ise derin endişelerini dile getirdi. Yetkili, ‘kaza riskini azaltma’ ve ‘gerilimi körükleyen tek taraflı herhangi bir eylemde bulunmaktan kaçınma’ gereğini vurgulayarak, Yunanistan ve Türkiye’ye uzlaşı sağlama çağrısında bulundu. Washington’un da tüm ülkeleri, ‘deniz sınırı çizilmesiyle ilgili sorunları barışçıl ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde çözmeye teşvik ettiğini’ belirten yetkili, Dışişleri Bakanının ‘son olumlu gelişmelere ve diyaloğu yeniden başlatma umutlarına ayak uydurmak’ istediğini de sözlerine ekledi.
Öte yandan Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı açıklamada, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, iki ülkenin sükuneti seçtiği bir zamanda diplomasi için ‘bir şans’ verme çağrısında bulundu.
Aynı şekilde Pompeo, yaklaşık 2 hafta önce de Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ziyaret ederek, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de gerilimi artıran faaliyetleri durdurmaya çağırmış, tüm taraflara da diplomatik yollara başvurma çağrısı yapmıştı. Pompeo, Miçotakis ile görüşmek ve Suda Körfezi’ndeki NATO deniz üssünü ziyaret etmek için bugün (29 Eylül) Girit’e yönelecek.
ABD’den İtalya’ya Çin baskısı
Mike Pompeo, Washington’un ‘Pekin’in Avrupa arenasındaki genişlemesini durdurmak için tüm diplomatik ve ekonomik cephaneliğini kullanmaya karar vermesinin’ ardından, yerel siyasi kaynakların ABD ve Çin arasındaki geniş jeopolitik çatışmada bir eklem olarak tanımladığı İtalya’ya iki günlük ziyaretine de bugün başlayacak.
Washington’un, Çin’in İtalya’daki telekomünikasyon, deniz limanları ve bir dizi gelişmiş araştırma merkezi gibi hassas ekonomik ve stratejik sektörlere girmesini büyük bir endişeyle takip ettiği bir sır değil. Çin, İtalya ekonomisinin yaklaşık 30 yıldır çektiği zor durumdan, İtalyan kuruluşların ve hükümetin, sanayileşmiş ülkeler arasında tüm rekorları kıran kamu borcu yükünden kurtulmak için likidite enjekte etme ihtiyacından yararlanıyor.
Washington, zamanlamanın, Roma üzerindeki ‘Pekin ile bağlantıları koparma’ baskısını artırmak için uygun olduğu kanaati taşıyor.
Diplomatik kaynaklar, özellikle iletişim cephesinde olmak üzere ABD ve İtalya pozisyonları arasında somut bir yakınlaşma olduğunu söylerken, Washington’un İtalya’nın Pekin ile bağlantılarını koparmasından kaynaklanması beklenen kayıpları tazmin etme isteğini dile getirdiğini belirtti. Ancak Çin’in ‘İpek Yolu’ stratejisinde önemli bir eksen oluşturan deniz limanları cephesi karşısında mücadelenin zorluğuna dikkat çekildi.
Pekin’in Cenova Limanı’nı satın alma ve limana yatırım yapma hususundaki başarısız girişimleri sonrasında, İtalya hükümeti Trieste Limanı’nı satın alma önerisini de reddetti. Daha sonra İtalya’nın güneyindeki Taranto Limanı’nı 49 yıllığına işletmek için sözleşme imzalayan Türk ‘Yılport’ şirketine yatırım başvurusu yaptı. Limanın, Akdeniz bölgesindeki tüm hassas operasyonları yöneten NATO deniz üssünden sadece 10 kilometre uzakta olduğu biliniyor.
18 Haziran'da, Beyaz Saray'a iki yeni bayrak direği dikilirken, Başkan Donald Trump ülkenin bayrağını değil, diplomatik aldatmacanın bayrağını göndere çekiyordu. Trump, İsrail'in İran'ı hedef alan saldırılarının ardından İran'a yönelik politikası hakkında belirsiz ifadeler kullanmak için bu anı kullandı. Bayrak direklerinden birinin yanında, kask takmış inşaat işçileriyle çevrili bir şekilde konuşurken, muhabirlerle dallanıp budaklanan bir iletişimde bulundu.
Sahneyi incelerken “Önümüzdeki hafta çok büyük olacak, belki bir haftadan az, belki de daha az” dedi gizemli bir ses tonuyla ve İran ile nükleer programı hakkında diplomatik görüşmelerin hâlâ mümkün olduğuna işaret etti.
Ertesi gün, Beyaz Saray Basın Sekreteri Trump'ın “önümüzdeki iki hafta içinde savaşa girip girmeme konusunda bir karar vereceğini” söyleyen bir açıklamasını okudu.
Bu, kasıtlı bir aldatmacaydı, çünkü karar çoktan verilmişti ve Amerikan B-2 bombardıman uçaklarına iki gün sonra Missouri'deki üslerinden kalkış yaparak, yaklaşık 30 bin pound ağırlığında birkaç bombayı İran nükleer tesislerinin üzerine bırakmak üzere 37 saatlik bir gidiş-dönüş görevine hazır olmaları emri verilmişti.
Bu Amerikan aldatmacası, İsrail aldatmacasının ardından geldi; İsrail, Tahran'ın ABD ile görüşmeleri devam ederken ve saldırıdan iki gün sonra bir toplantı planlanmışken İran’ın nükleer programını hedef almıştı.
Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var
Buradaki soru şu: Devletler arasında bu tür aldatıcı diplomatik davranışlar ne kadar yaygındır? Bu davranışlar kesinlikle nadir ve bu örnek, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana büyüyen ve uluslararası ilişkilerdeki yerleşik normlardan giderek daha fazla sapan bir hareketin varlığına dair bir kanıt daha sunuyor.
Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var. Ancak önemli fark, aldatmanın tarihsel örneklerinin (daha sonra ele alacağım birkaç istisna dışında) genellikle farklı taraflar arasındaki veya son birkaç yüzyılda ulus devletler arasındaki devam eden çatışmalar sırasında uygulanmış olmasıdır.
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)
Savaşta düşmanı aldatmanın en ünlü örneği binlerce yıl öncesine dayanan ve İngilizcede aldatmanın yaygın bir simgesi haline gelen Truva Atı'dır. Truva ile savaşan Yunan orduları savaş alanını terk etmiş ve Truvalı düşmanlarına bir barış hediyesi olarak büyük bir tahta at bırakmış gibi yaparlar. Elbette atın içinde Yunan askerleri saklanmışlardı, bunlar daha sonra ortaya çıkıp, Truvalıları yenerek şehirlerini ele geçirdiler.
Tiyatro ve filmler yoluyla popüler kültürde kendisine yer bulan önemli bir çağdaş örnekse, İkinci Dünya Savaşı'ndaki Mincemeat (Kıyma) Operasyonu'dur. Bu operasyonda İngiliz istihbaratı Nazi Almanyası'nı 1943'te planlanan Sicilya işgali konusunda yanıltmayı amaçlıyordu. Kraliyet Donanması subayı üniforması giydirilmiş bir serserinin cesedi İspanya kıyılarına atılmış ve cebine Almanları işgalin gerçek hedefinin Sicilya değil Sardunya olduğuna ikna etmek için sahte planlar yerleştirilmişti. Bir yıl sonra, Müttefikler Nazileri benzer bir şekilde aldatmaya çalışarak, uzun zamandır beklenen Fransa çıkarmasının 6 Haziran 1944'te gerçekleştiği gibi Normandiya sahillerinden değil, Pas de Calais'den gerçekleşeceğine ikna etmeye çalışmışlardı.
Bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki?
Peki ya aldatıcı diplomasi? Diplomasi doğası gereği, müzakereler sırasında güvenilirliği sağlamak için aldatma riskini azaltmalıdır. Ne de olsa, bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki? Bu durumda bu tür örneklerin nadir görülmesi belki de şaşırtıcı değil. Zira tarihi model, bu tür diplomatik aldatmaya en istekli ülkelerin doğası gereği otoriter olma eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Haziran 1940’da Fransa-Belçika sınırındaki Nazi birliklerini ziyareti sırasında, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerleri onurlandırmak için Alman Langemark Mezarlığı’na yaptığı ziyaret sırasında Hitler (AFP)
Nazi Almanyası bu tür uygulamalarda ön saflardaydı, yüzyıllardır süregelen normları sürekli ihlal etti ve Holokost sırasında büyük ölçekte kitlesel cinayetler işledi. 1939'da savaşın patlak vermesinden önce Naziler aldatıcı diplomasiye başvurdular. 1938 Münih Konferansı bu tür uygulamaların başlıca örneği olarak öne çıkmaktadır ve 21. yüzyılda kendisine sıklıkla atıfta bulunulmaya devam edilmektedir.
Bilindiği üzere Münih Konferansı Çekoslovakya ve ülkenin nüfusun çoğunluğunun Almanca konuştuğu Sudetenland olarak bilinen bölümüne odaklanmıştı. Adolf Hitler liderliğindeki Naziler, Büyük Almanya projelerinin bir parçası olarak bölgeyi ilhak etmeye çalıştılar. Nazi Almanyası'nı kontrol altına almak ve bir Avrupa savaşından kaçınmak amacıyla Fransa ve Birleşik Krallık liderleri Eylül 1938'in sonlarında Münih'te Hitler ile bir araya geldiler.
Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi
Çekoslovak hükümetini görmezden gelerek, liderler Sudetenland'ı Almanya'ya devretme konusunda bir anlaşmaya vardılar. Hitler, Almanya'nın Avrupa'da hiçbir toprakta emelleri olmayacağına söz verdi.
Tarihin bize anlattığı gibi, memnun etme politikası Hitler'i Nazi saldırganlığından vazgeçiremedi. Nitekim Münih toplantısından aylar önce, daha büyük bir Avrupa çatışması için daha geniş askeri hazırlıklarla birlikte Çekoslovakya'yı işgal etme planlarını onaylamıştı. Mart 1939'da Almanya, Çekoslovakya'nın geri kalanını da işgal etti.
Ağustos 1939'da, Naziler Polonya'yı işgal etmeye hazırlanırken Hitler'in elinde başka bir diplomatik numara daha vardı. Hükümeti, Joseph Stalin ve Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'yı paylaşmaya yönelik iki ülke arasında gizli bir anlaşmayı içeren bir saldırmazlık paktı imzaladı. Ancak Hitler, anlaşmayı yalnızca geçici bir önlem olarak görüyordu, zira Nazi ideolojisi uzun zamandır Sovyetler Birliği'nin bazı kısımları da dahil olmak üzere Doğu Avrupa topraklarını kapsayacak Büyük Almanya idealini benimsiyordu. Sonuç olarak, anlaşmaya yalnızca Sovyetler Birliği'ne yönelik Alman saldırısı ve 22 Haziran 1941'de başlayan Barbarossa Harekatı hazırlıklarına dair istihbarat raporlarına ve diğer kanıtlara inanmayı defalarca reddeden Stalin kanmış görünüyor.
Tahran'ın merkezinde, hizmette olan İran balistik füzelerini tasvir eden ve Farsça “İsrail bir örümcek ağından daha zayıftır” yazan bir reklam panosu, 15 Nisan 2024 (AFP)
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre geçmişteki dersler göz önüne alındığında, ABD'nin İran'a karşı eyleminin korkunç sonuçları olabilir. Askeri saldırılar düzenlemek için bir kamuflaj olarak görüşmelerin kullanıldığı İran örneği göz önüne alındığında, herhangi bir hükümet, hatta ABD'ye karşı sınırlı bir düşmanlığı olan bir hükümet bile neden diplomatik görüşmelere katılsın ki? Örneğin Kuzey Kore, Trump yönetimi de dahil olmak üzere ABD yönetimleri ile gelecekte herhangi bir diplomatik görüşmede bulunmaya meyilli olur mu? Bilhassa İsrail'e olan mutlak desteği göz önüne alındığında, ABD'nin dürüst bir aracı olduğu fikri uzun zamandır sorgulanırken, bugünkü eylemleri bu fikri tam anlamıyla paramparça ediyor.
Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi. İkinci döneminde ise yakın çevresi pozisyonlarını neredeyse yalnızca Trump'a olan mutlak sadakatleri sayesinde koruyor. Yönetiminin hem içeride hem de uluslararası alandaki yaklaşımı, gittikçe Trump'ın kişisel değerlerini yansıtıyor.