Irak Başbakanı Kazimi’den 25 ülkenin büyükelçisine ‘diplomatik misyonları koruma’ sözü

Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)
Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)
TT

Irak Başbakanı Kazimi’den 25 ülkenin büyükelçisine ‘diplomatik misyonları koruma’ sözü

Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)
Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)

Irak hükümeti, ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ni kapatma kararının tehlikeli yansımalarını kabullenerek, bu krize son vermek için içerde ve dışarda büyük bir çaba veriyor.
Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi, 25 yabancı ve Arap ülkelerinin Bağdat’taki büyükelçileri ile bir araya gelerek, ABD’nin elçiliği kapatma kararının yansımalarını ve Bağdat’ın diplomatik misyonları silahlı saldırılardan korumak amacıyla aldığı tedbirleri anlattı. Kazimi’nin ofisinden yapılan açıklamada, “Kazimi, Irak’ın, hukukun üstünlüğünü sağlama, silahı devlet elinde toplama, diplomatik misyon ve merkezleri koruma konusundaki çabasını vurguladı” denildi. Açıklamaya göre, Kazimi, “Diplomatik misyonların güvenliğine yönelik saldırıların failleri, Irak’ın istikrarını sarsmaya ve bölgesel ve uluslararası ilişkilerini tahrip etmeye çalışıyorlar. Bu saldırılar yalnızca uluslararası misyonları değil bilakis çocuklar da dahil olmak üzere masum vatandaşlara kadar uzandı.
Devletin güvenlik kurumları bu saldırılara son vermeye kararlıdır ve bu hedefi gerçekleştirmek için gerekli tedbirleri almaya başladı. Irak’ın imajına ve uluslararası yükümlülüklerine zarar vermeye çalışan haydutlar, gayrı milli unsurlardan ilham alarak hareket ediyorlar ve Irak halkının iradesini ve dini-siyasi-kültürel mercilerini küçümsüyorlar ki bu merciler haydutların yaptıklarının tehlikesi hususunda hemfikirler” diye konuştu.
Büyükelçiler ise zaman zaman konuşmaya müdahil olarak, büyükelçilik binalarına ve uluslararası koalisyon güçlerine ait teçhizat konvoylarına katyuşa füzeleri ile el yapımı patlayıcıyla düzenlenen saldırıların artmasından duydukları endişeleri dile getirerek, bu saldırıların diplomatların ve Iraklı vatandaşların can güvenliği için oluşturduğu risklere işaret ettiler. Büyükelçiler ayrıca Irak hükümetinin bu saldırılara son vermek, saldırılara karışanların yakalanması ve güvenlik tedbirlerinin sıkılaştırılması amacıyla attığı adımları memnuniyetle karşıladıklarını aktardılar.
Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, dün düzenlediği basın toplantısında, ABD’ye “Bağdat’tan çekilme kararını” gözden geçirme çağrısında bulunurken, bu kararın ‘riskli’ olduğunu söyledi. Hüseyin’in açıklaması, Washington’un Yeşil Bölge’ye yönelik tekrarlanan saldırılar nedeniyle Bağdat’taki Büyükelçiliği’ni geri çekmeyi düşündüğüne dair çıkan haberlerin ardından geldi. Hüseyin, “Irak hükümeti ABD yönetiminin prensip olarak aldığı Bağdat’tan çekilme kararından huzursuz. Amerikalılar ile görüşmeler ve Irak’tan çekilmeleri konusunda alınan prensip kararı bizi harekete geçmeye itti” diye konuştu.
Hüseyin, Tahran’a düzenlediği son ziyarette İranlı yetkililerle görüşmesine değinerek, “İranlılara bize, Yeşil Bölge’ye yönelik eylemlerin silah kaosuna ve güvenlik sorununa neden olacağını bildirdiler” ifadesini kullandı. İlk kez Irak’taki saldırılarla bağlantısı olan bazı kişilerin tutuklandığını açıklayan Hüseyin, “Hükümet diplomatik misyonların korunması için önlemler aldı” dedi. Saldırılarda parmağı bulunan silahlı grupların ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ni kapatmasını zafer olarak nitelemesine atıfta bulunan Hüseyin, “ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’nin çekilmesiyle zafer düşleyenler yanılıyorlar. ABD Büyükelçiliği’nin Bağdat’tan çekilmesi, Irak halkına yanlış işaretler veriyor ve bu işaretler aynı zamanda ABD’nin lehine değil. Irak hükümeti diplomatik misyonların korunması için gerekli tedbirleri aldı. Irak, Bağdat’taki büyükelçiliğini geri çekmesiyle ilgili kararını değiştirmesi için ABD ile iletişimi sürdürecek” diye konuştu.
ABD’nin, Irak’ın İran’dan doğalgaz ithal edebilmesi için tanıdığı muafiyet süresini 120 günden 60 güne indirmesi, Bağdat’taki Büyükelçiliğine yönelik tekrarlanan saldırılardan duyduğu rahatsızlığın açıkça işareti olarak değerlendirildi.
Silahlı gruplar, uluslararası toplumun Irak hükümetine olan güvenini sarsmak için yeni bir yöntem olarak yola el yapımı patlayıcı tuzaklamak veya rastgele füze fırlatma yoluna başvurdu. Bu füzelerin sonuncusu Bağdat Havalimanı yakınlarındaki Rıdvaniyye köyünde bir eve isabet ederek, bir ailenin yok olmasına neden olmuştu. Irakiyyun (Iraklılar) Kaolisyonu Başkanı Ammar el-Hakim, bu tür saldırıları kınarken, Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr, “direnişin sözleşmeye dönüşmesine” karşı uyardı.
Bağdat Havalimanı yolunda ve Yeşil Bölge’ye yakın bir noktada yola tuzaklanan el yapımı patlayıcı dün infilak etti. Bu saldırı, on gün içinde İngiltere’nin Bağdat Büyükelçiliği’ne ait aracın el yapımı patlayıcıyla hedef alındığı saldırıdan sonra aynı yolla gerçekleştirilen ikinci saldırı. Ammar el-Hakim, dün ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Matthew Tueller ile görüşmesinde Irak’taki yabancı diplomatik misyonlara yapılan saldırıları kınadı.
Hakim’in ofisinden yapılan açıklamaya göre, Hakim görüşme sırasında, “Bu eylem, herkes tarafından reddediliyor ve kınanıyor. Hükümet, Iraklı vatandaşın güvenliğine risk oluşturan bu durumları önlemelidir” dedi.
Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr ise silahlı gruplara hitaben yazdığı mesajda, “direnişin sözleşmeye dönüşmesine” karşı uyardı. Sadr, “Bizim ve sizin düşmanınız olan işgalciye saldırdığınız silahlarınızın namlusunu kardeşlerinizin ve halkınızın göğsüne çevrirmeyin. İmajınızı koruyun. Ben işgalciyle ateşkes yapan veya tehditlerinden korkanlardan değilim. Ancak dış güçler Irak'ımızı ve onun güvenliğini, istikrarını ve egemenliğini baltalamak istiyor” dedi.
Nahreyn Üniversitesi Öğretim Görevlisi, ulusal güvenlik uzmanı ve Stratejik İşler ve Gelecek Çalışmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Allavi, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, “Irak’a kardeş ve dost 25 ülkenin büyükelçilerinin Başbakan Kazimi ile görüşmesi, Irak Devleti’ne, uluslararası toplumun Irak’a ve demokratik rejimine verdiği desteğe bağlı kaldığına dair büyük bir destek mesajıdır. Bu ayrıca haklar arasındaki bağların genişlediğinin göstergesidir” diye konuştu.
Allavi, “Bu, zor şartlarda kurulan genç Kazimi hükümetine destek mesajıdır. Başbakan, devlet kontrolü dışındaki silahlar, kendisini devletten daha büyük gören silahlı gruplar, ekonomi ve maaş sorunları, koronavirüs ve işsizlik krizi gibi dikenli dosyaları üstlendi. Irak hükümeti, diplomatik misyonları korumaya kararlıdır. Bu aynı zamanda hükümetin toplumun taleplerini ve devletin kamu politikasının gereklerini yerine getirme konusunda içerde verdiği taahhütler doğrultusunda uluslararası topluma karşı bir yükümlülüğüdür” dedi.
Allavi, hükümetin halihazırda karşı karşıya olduğu tehditlere karşı aldığı önlemler hakkında şunları kaydetti:
“Hükümet, diplomatik misyonların bombalanması olgusuyla mücadelede üç rota değiştirdi. Bağdat Havalimanı ve tesislerinin yönetiminden sorumlu tarafın belirlenmesi yoluyla havalimanında değişiklikler meydana geldi. Aynı şekilde Yeşil Bölge’nin güvenliğinden sorumlu yetkililer değiştirildi ve haydutça bir eylem yapan herhangi bir grubun tespit edilebilmesi için istihbarat ve güvenlik çalışmaları aktif hale getirildi. Sorun ortak. Diplomatik misyonlara yöneltile tehditler, Irak’ın istikrarsız döneme dönmesini, hükümetin uluslararası topluma karşı imajını ve performansını etkilemeyi hedefliyor. Ancak hükümetin ciddi hatalar ve Irak'ın durumunu etkileyen düğümü çözmekle mücadeleden geri adım atmayacağını düşünüyorum.”



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.