Saddam’ın Kuran’ından Trump’ın İncil’ine

ABD Başkanı, sanki şövalyelik çağındaymış gibi herkesin karşısında ‘kutsal kitabını’ sallıyor (Reuters)
ABD Başkanı, sanki şövalyelik çağındaymış gibi herkesin karşısında ‘kutsal kitabını’ sallıyor (Reuters)
TT

Saddam’ın Kuran’ından Trump’ın İncil’ine

ABD Başkanı, sanki şövalyelik çağındaymış gibi herkesin karşısında ‘kutsal kitabını’ sallıyor (Reuters)
ABD Başkanı, sanki şövalyelik çağındaymış gibi herkesin karşısında ‘kutsal kitabını’ sallıyor (Reuters)

Emin ez-Zavi
Din, tehlikeli bir ticarettir, alınıp satılması gereken karlı bir metadır. Liderler ve politikacılar bu pazarda yetenekli tüccarlardır. Avrupa, ABD, İslam ve Mağrip ülkelerinde liderler, her biri kendi bilgisine, profesyonelliğine göre bu ticaretin ayrıntılarına sahiptir.

Din, Batı’da olduğu kadar Doğu’da da zor olmayan bir ticarettir
Din, aynı zamanda, basit ortakların beyinlerini yıkamak için liderler tarafından uygulanan siyasi ikiyüzlülüğü gizlemenin bir yoludur. Bu durum, tüm dinlerde yaşanır. Hepimiz Kuran ya da İncil üzerine yemin eden liderlerin resimlerini hatırlarız. Yıllar sonra yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık ve suikast dolayısıyla mahkemeye çıkarlar ve onları ellerinde Kuran ve İncil taşırlarken görürsünüz.
Biz, Arap dünyasında veya Kuzey Afrika’da Arap ve Müslüman liderlerin konuşmalarında Kuran’ı semaya yükselttiğini görmeye alışkınız. Sorumlu bir büroda, Kuran-ı Kerim’in bir veya daha fazla kopyası olmadan olmaz. Önemli bir yetkilinin ofisinde bir veya daha fazla seccade olmadan olmaz. Yetkililerin profillerini açın, ellerinde Kuran-ı Kerim taşıdıkları fotoğraflarını bulacaksınız. Ofislerine daha yakından baktığınıza duvarlarda Kuran-ı Kerim’den ayetler, adalet, ahlak, temizlik, iyi muamele ve dürüstlükle ilgili ayetler görürsünüz. Tüm bunlar, bu yetkilinin diğer yüzünü gizlemek, basit gazabını ve öfkesini emmek içindir.
Aramızda tüm duruşmalarında, hatta infaz anında bile ellerinde Kuran-ı Kerim taşıyan Saddam Hüseyin’in görüntüsünü hatırlamayan var mı? Genel olarak Arap ve Mağrip hükümdarı, görev anına Kuran ile başlar, mahkemelerde ya da darağacındaki yolculuğu da ellerindeki Kuran ile biter. Bir Kuran’dan diğer Kuran anı arasında ihanetler, dolandırıcılık, siyasi suikastlar ve ekonomik yozlaşma yürüyüşü vardır.
Ancak kısa bir süre öncesine kadar Kuran’ın yani kutsal kitabın arkasına saklanma olgusunun, sadece İslami bir olgu olduğuna inandık. Nitekim ABD politikası bize, kutsal kitabın ardına saklanmanın bir ABD meselesi olduğunu ve aynı zamanda bir ABD  siyasi markası olduğunu da gösterdi.
Saddam Hüseyin, Arap Sosyalist Baas Partisi olmak üzere, laik bir parti lideri olduğunu söylüyordu. Ama ulusal bayrağa ‘Allahu Ekber (Allah en büyüktür) ifadesi eklenene kadar… Nihayetinde din ile bitti ve Cafer en-Numeyri, Bokassa, Bin Ali ve diğerleri gibi inananların acımasını uyandırmak için Kuran’dan alıntılarla sonlandı.
Evet, ‘din halkın afyonudur’. Din ile bir lider, vatandaşları sürüye çevirebilir, onları vatandaşlık dairesinden avam bir daireye çıkarabilir. Laiklik zorludur. Zira yurttaşları ve memurları, çoğulculuğa ve inanç, düşünce ve dilde farklılık hakkına inanan medeni demokratik bir toplumda yaşamaktadır.
Görünüşe göre kutsal kitabın arkasına saklanma hastalığı, Arap ve Mağrib cumhurbaşkanlarına ve liderlerine özgü bir alışkanlık değil, aynı zamanda bir ABD alışkanlığıdır.
George W. Bush, Irak ve İran’da savaşa hazırlanırken ordularını ve silahlarını ortaya çıkardığında, dini bir terim olan ve Hristiyan olmayan eksen anlamına gelen ‘Şeytan ekseni (Axis of evil veya Axe du mal)’ terimini kullandı ve dünyayı iyi- kötü olarak sınıflandırdı. Bu, kilise dinine dayalı bir sınıflandırmadır. Çünkü haksız bir savaştaki serüveninin, bu serüvene dini bir boyut kazandırmadıkça oybirliğine ulaşamayacağının farkındaydı. ABD’lilerin kafasında hala Vietnam Savaşı var ve George W. Bush, dünyayı ‘Haçlı Seferleri’ kavramlarına ve mantığına geri getirdi. ABD’yi, on dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başı dönemine geri döndürdü, kiliseden siyaset, savaş ve genişleme konularında yardım aradı.
Ardından Başkan Trump, herkese düşmanlığa dayanan, herkesin ABD’ye karşı olduğu ve herkesin ABD’nin düşmanı olduğu iç ve dış politika sorunlarını çözmeye çalışmak için dinden yardım arama politikasını yeniden gözden geçiriyor. Bu, Arap Müslüman liderlerin iç siyasi, ekonomik veya toplumsal krizlerle karşılaştıklarında kullandıkları planın aynısıdır.
ABD Başkanı, sanki şövalyelik çağındaymış gibi ve en büyük nükleer ülkenin başkanı değilmiş gibi herkesin karşısında ‘kutsal kitabını’ sallıyor. ABD’li Hıristiyan inananlardan oluşan kamuoyundaki kafa karışıklığı nedeniyle ‘kutsal kitabın’ arkasında kayboluyor. Koronavirüs krizini yönetememesi sonrasında, İncil’den yardım istemeye geri dönüyor. Bu durum, özellikle de İslami üçüncü dünya ülkelerinin siyasetinde yaygın bir uygulamadır.
Büyük bir ekonomik çöküş, yaklaşık 217 bin ABD vatandaşının koronavirüsten ölmesi ve yaklaşık 20 milyon ABD’linin işsiz olması karşısında artık çöküşe cevap verebilecek ne bankalar ne de kıtalararası sermaye şirketleri mevcut, ne atom bombaları ne de savaşlardaki akıllı silahlar mevcut. Bu nedenle Trump, uzun bir laiklik tarihini ve bir akıl kültürünü çöpe atarak İncil’ini ortaya çıkardı.
Trump’ın Beyaz Saray önünde İncil’ini yükselttiğini izlerken bu bana, Saddam Hüseyin’in Kuran’ı havaya kaldırmasını hatırlattı. İkisinde de yönetici bir şövalye aklı var. Öfkeleri ve uçuruma düşme korkuları aynı. Sıradan inanan halkın zihinleriyle oynama yöntemleri aynı.
Trump, ‘ABD’ye karşı yabancı komplosundan’ bahsettiğinde de konuşması, bana Doğu ve Kuzey Afrika’nın tüm liderlerinin, kendilerine ve ülkelerine karşı bir ‘komplo’ illüzyonunu detaylandırdıkları konuşmalarını hatırlattı!

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Dalay Lama: 130 yaşımı görmek istiyorum

14. Dalay Lama, Tibet'in bağımsızlığı için şiddet karşıtı mücadelesiyle 10 Aralık 1989'da Nobel Barış Ödülü’nü almıştı (AFP)
14. Dalay Lama, Tibet'in bağımsızlığı için şiddet karşıtı mücadelesiyle 10 Aralık 1989'da Nobel Barış Ödülü’nü almıştı (AFP)
TT

Dalay Lama: 130 yaşımı görmek istiyorum

14. Dalay Lama, Tibet'in bağımsızlığı için şiddet karşıtı mücadelesiyle 10 Aralık 1989'da Nobel Barış Ödülü’nü almıştı (AFP)
14. Dalay Lama, Tibet'in bağımsızlığı için şiddet karşıtı mücadelesiyle 10 Aralık 1989'da Nobel Barış Ödülü’nü almıştı (AFP)

Tibet Budizmi'nin ruhani lideri 14. Dalay Lama Tenzin Gyatso cumartesi günü sürgündeki binlerce Tibetli'yle buluştu. 

Dünyanın dört bir köşesinden gelen takipçileri, 14. Dalay Lama'nın onlarca senedir yaşadığı Dharamshala yakınlarındaki büyük tapınakta bir tören düzenledi.  

6 Temmuz'da 90 yaşına girecek 14. Dalay Lama'nın çok uzun bir yaşam sürmesi için duacı oldular. 

Tenzin Gyatso törende yaptığı ve eş zamanlı olarak farklı dillere çevrilen konuşmasında Budistlerin ruhani koruyucularından birine işaret ederek şu ifadeleri kullandı:

Şu ana kadar elimden gelenin en iyisini yaptım. Avalokiteśvara'nın da desteğiyle 30-40 yıl daha yaşayıp duyarlı varlıklara ve Budizm öğretilerine hizmetimi sürdürmeyi umut ediyorum.

14. Dalay Lama, aralıkta Reuters'a yaptığı açıklamada 110 yaşına kadar yaşayacağını öngörmüştü. 

Tenzin Gyatso, ölümünden sonra Tibet'teki Budizm geleneğinin süreceğini belirterek, bu unvanı taşıyan son kişi olmayacağını önceki günlerde söylemişti.

Ruhani lider, 1587'de oluşturulan Dalay Lama unvanının yeni bir reenkarnasyonla süreceğini ifade etmişti.

Halefinin belirlenmesinde tek yetkinin kendi kurduğu Gaden Phodrang Vakfı'na ait olacağını söyleyen Tenzin Gyatso, 15. Dalay Lama'nın Çin sınırları dışında "özgür dünyada" doğacağını da yinelemişti. 

Gyatso'nun "Çin dahil herhangi bir ülke tarafından siyasi amaçlarla seçilen bir adayın tanınmaması gerektiğini" vurgulamasına Pekin'den tepki gelmişti. 

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning, yeni Dalay Lama'nın Pekin yönetimi tarafından onaylanması gerekeceğini savunmuştu.

Tibet Budizmi'ne göre Dalay Lama, reenkarne olacağı bedeni kendisi seçebiliyor. 

Tenzin Gyatso, 1940'ta Dalay Lama’nın 14. reenkarnasyonu olarak Tibet Budizmi'nin ruhani liderliğini yapmaya başlamıştı.

Gyatso, Çin birliklerinin Tibet'in başkenti Lhasa'da 1959'da patlak veren bağımsızlık yanlısı ayaklanmayı bastırmasının ardından bölgeyi terk etmiş ve Hindistan'ın kuzeyindeki Dharamshala kentine yerleşmişti. Burada sürgündeki Tibet meclisi ve hükümetini kurmuştu.

Himalaya Dağları'nın kuzeyinde yer alan 2,5 milyon kilometre genişliğindeki Tibet Platosu, deniz seviyesinden ortalama 4 bin 380 metre yüksekliğiyle "dünyanın çatısı" diye biliniyor.

Tarih boyunca yarı göçebe Tibet halkının yurdu olan bölge, 1951'de imzalanan 17 Nokta Anlaşması'yla Çin'in egemenliğine girmişti. Pekin yönetimi, bunu "Tibet'in barışçıl özgürleşmesi" diye adlandırmıştı.

Independent Türkçe, AFP, Reuters