Dikenli tellerden yapay zekaya toplama kampları

Halkın toplu olarak cezalandırılması Küba’da başlarken, Çin’de son bulmayacak

Almanya’daki Auschwitz toplama kampından bir kare (1939-1945) (Getty Images)
Almanya’daki Auschwitz toplama kampından bir kare (1939-1945) (Getty Images)
TT

Dikenli tellerden yapay zekaya toplama kampları

Almanya’daki Auschwitz toplama kampından bir kare (1939-1945) (Getty Images)
Almanya’daki Auschwitz toplama kampından bir kare (1939-1945) (Getty Images)

Muhammed Tahir
Kamboçya’da ‘Kızıl Kmerler’ rejimi döneminde (1975-1979) Tuol Sleng Cezaevi’nin müdürlüğünü yapan Kaing Guek Eav geçtiğimiz Eylül ayı başlarında, Birleşmiş Milletler (BM) destekli mahkeme tarafından cezaevinde yapılan işkenceler nedeniyle insanlığa karşı suç işlemekten ötürü çarptırıldığı ömür boyu hapis cezasını çektiği parmaklıklar arkasında öldü. Guek Eav, Kamboçya’da iktidarı ele geçirmesinin ardından tüm etnik ve dini azınlıklara karşı sistematik imha operasyonları gerçekleştiren ve çoğunluğu baltayla doğranan yaklaşık iki milyon insanı katleden ‘Kızıl Kmerler’ rejiminde üst düzey bir yetkiliydi. Guek Eav, 20. yüzyılın en kanlı toplama kamplarından biri olarak tanımlanan Tuol Sleng Cezaevi’ni acımasız bir şekilde yönetti. Cezaevindeki mahkumların sayısı yirmi bine ulaşırken sadece yedisi hayatta kalabildi.
Tarih boyunca, eski uygarlıklar ve halklar, son derece katı şartlar altında düşmanlarına karşı, tüm şehirlerin yakılıp yıkıldığı, tüm etnik grupların bir bölgeden diğerine yerlerinden edildiği acımasız intikam yöntemleri uyguladılar. Ancak araştırmacılar, sivillerden oluşan büyük grupların hukuka aykırı olarak gözaltına alınması anlamına gelen ‘toplama kampı’ politikasının ilk tohumlarının İspanyol general Arsenio Martinez Campos tarafından 19. yüzyılın sonlarında Küba'da atıldığına inanıyorlar.

Toplama kampları uygulaması ilk olarak Küba’da başladı
Smithsonian Ulusal Doğal Tarih Müzesi’nin belgelerine göre Küba İspanya Kolonisi Genel Valisi Campos, 1895'te dönemin İspanya Başbakanı’na gönderdiği bir mektupta, bağımsızlık isteyen Kübalı isyancılara karşı zafer kazanmanın tek yolunun sivillere ve savaşçılara karşı katı önlemler almak olduğuna inandığını yazdı. Mektubunda ​​isyancıların, onları besleyen ve barındıran köylülerden ayrılması gerektiğini söyleyen Campos, bunu yapmanın yolunun ise yüz binlerce köylüyü İspanya’nın kontrolündeki şehirlere transfer etmek ve onları dikenli tellerin arkasına yerleştirmek olduğunu belirtti. Bu strateji o zamanlar ‘reconcentracion’ diğer bir değişle ‘toplama bölgeleri’ olarak adlandırılıyordu.
Ancak bu konuda yaşanan gelişmeler, Campos’un kendi icat ettiği politikayı uygulamakta tereddüt etmesine neden oldu. Kübalı isyancılar, savaş meydanında yaralanan İspanyollara karşı büyük bir merhamet gösterip savaş esirlerini zarar görmeden kışlalarına geri gönderdiler. Campos’un vicdanı, onurlu olduğuna inandığı bir düşmana karşı toplama bölgeleri stratejisini uygulama yükünü kaldıramadı ve ruhunda derin bir iz bıraktı. İspanya'ya bir mektup daha yazan Campos, “Uygar bir ulusun temsilcisi olarak, bir zulüm modeli tasarlayan ilk kişi ben olamam” ifadeleriyle bu katı önlemleri uygulayamayacağı için görevinden alınmasını istedi. İspanya Campos’u görevinden azletti ve yerine ‘kasap’ lakaplı General Valeriano Weyler’i görevlendirdi. Weyler, idam sırasındaki sivilleri merkezi bölgelere taşınmaya zorladı. Weyler, sadece bir yıl içinde on binlerce sivili hapse atarken, korkunç hayat şartları ve kıtlık nedeniyle yaklaşık 150 bin insan hayatını kaybetti.
Aslında, İspanya’nın toplama bölgeleri politikası, bundan önceki yüzyıllar boyunca tüm dünyada, özellikle Kuzey Amerika’da zorla çalıştırılan yerlilerin kaldıkları barınakların yöneticileri tarafından da uygulanıyordu. Aynı şekilde, Latin Amerika'daki İspanya kolonilerinin yöneticileri, halkın en savunmasız fertlerini, madenlerde ve yol yapımında zorla çalıştırmak üzere verimli topraklarından uzaklaşmaya zorluyordu. Ancak az sayıda kişinin çok sayıda sivilin denetlemesine dayanan toplama bölgeleri politikası, dikenli teller üretilene ve otomatik silahlar geliştirilinceye kadar uygulamada başarısız oldu. Bu teknolojik gelişimle politika olgunlaştı ve ‘toplama kampları’ kavramı siyaset sözlüğüne girdi.

“Toplama kampları, cehennemin kenar mahallesine benziyor”
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İspanya'nın Küba’daki isyan hareketi yıllarında, güney sınırı yakınlarında uzun zamandır sürdürdüğü toplama alanları politikasını kınasa da bu itirazı uzun sürmedi.  İspanya’nın Küba'da yenilgiye uğramasından ve ABD’nin başta Filipinler olmak üzere birçok İspanyol kolonisini ele geçirmesinden sonra, dünyanın en fazla ayaklanmalarının yaşandığı bölgelerinde savaşan ABD’li generaller, toplama kampları politikasını benimsemek zorunda kaldılar.  1901 yılında bir Amerikan subayı, bu kamplardan birini inceledikten sonra yazdığı raporda, “Kamplar, cehennemin kenar mahallesine benziyor” yazdı.
Britannica Ansiklopedisi’ne göre 1900 yılına gelindiğinde ‘toplama kampları’ ifadesi Güney Afrika’da, Boer Savaşı sırasında yaygınlaştı. İngilizler, çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu 200 binden fazla sivili dikenli tellerin arkasındaki derme çatma çadırlara ve kulübelere koydu. Sivilleri cezalandırma fikri, kendilerini medeni bir ulusun temsilcileri olarak görenler arasında bir kez daha dehşet uyandırdı. İngiltere Parlamentosu’dan milletvekili Sir Henry Bannerman, Haziran 1901'de, “Silah taşıyanlarla taşımayanları ayıran çizgiler neler?” sorusunu sordu. Zira bu kamplarda hayatını kaybedenlerin sayısı savaş meydanlarında önlerden çok daha fazlaydı. Kirlenmiş su kaynakları, kıtlık ve bulaşıcı hastalıklar, on binlerce tutuklunun ölümüne neden oldu. Boerler, genellikle kaba ve sevimsiz olarak gösterilseler de, Avrupalıların ​​torunlarına bu şekilde davranılması İngiliz halkını şoke etti.
Boer Savaşı 1902 yılında sona erdi, ancak kısa süre sonra kamplar başka yerlerde yeniden ortaya çıktı. 1904 yılına gelndiğinde, Güney Afrika (şimdi Namibya olarak biliniyor) sınırındaki Alman kolonisinde, Alman General Lothar von Trotha isyancı Herero halkının yok edilmesi emri verdi. General Lothar von Trotha’nın uygulamaları kısa bir süre sonra sona ermiş olsa da, bu yerli halka verilen hasar onarılamadı. Hererolardan hayatta kalanlar, Nama halkıyla birlikte, yiyeceğin yetersiz olduğu ve ölümcül hastalıkların kol gezdiği zorunlu çalışma kamplarında toplandılar. Alman toplama kamplarının 1907 yılında tamamen dağıtılmasıyla birlikte şok edici gerçek ortaya çıktı. Kamplarda 70 binden fazla Namibyalı ölmüş, Herero halkı ise neredeyse tamamen yok edilmişti.
Toplama kampı politikası sadece on yıl içinde üç kıtaya da yayıldı. Toplama kampları, Avrupa, Asya ve Afrika’da, istenmeyen azınlıkları yok etmek, tartışmalı bölgeleri arındırmak, her türlü isyancı sempatizanlarını cezalandırmak, gerilla savaşı taraftarlarına eşlerini ve çocuklarını dikenli tellerin arkasına atarak baskı yapmak için kullanıldı. Uluslararası toplum bu kampları insanlık için bir utanç vesikası olarak görse de bu, toplama kamplarının gelecekte de kullanılmalarının önüne geçmeye yetmedi.


Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa'daki bir toplama kampı (AFP)

Yabancı düşmanlar
Toplama kampları, Birinci Dünya Savaşı sırasında yeni bir dönüşüm yaşadı. O dönem zorunlu askerlik görevi yaygın olarak uygulanıyordu ve zorunlu askerlik çağındaki herhangi bir Almanın İngiltere'den sınır dışı edilmesi, Alman ordusu tarafından silah altına alınarak cepheye gönderilmesi anlamına geliyordu.  Bu yüzden Londra, başlangıçta ülkedeki askerlik çağında olan tüm yabancıları hapse atmayı düşündü. Dönemin İngiltere İçişleri Bakanı Reginald McKenna, bu kişilerin tamamının ayrım gözetmeksizin tutuklanması çağrılarına itiraz etti.  Ancak 1915 yılında, ‘Losetania’ adlı İngiliz gemisinin bir Alman denizaltısı tarafından batırılması ve gemideki binden fazla sivilin ölmesi üzerine dönemin İngiltere Başbakanı Herbert Asquith, Almanlardan ve Avusturya-Macaristan uyruklulardan binlerce ‘yabancı düşmanı’ hapse atma kararı aldı.
Britanya İmparatorluğu aynı yıl tutuklama kapsamını kolonilerine kadar genişletti. Almanlar ise buna, İngiltere, Avustralya, Kanada ve Güney Afrika'dan gelenlere yönelik benzer tutuklamalarla karşılık verdiler. Toplama kampları kısa süre sonra tüm dünyaya yayıldı. Fransa'dan Yeni Zelanda'ya, Rusya’dan Türkiye’ye, Macaristan’a, Brezilya’ya, Japonya’ya, Çin’den Hindistan’a, Haiti’ye, Küba’ya, Singapur’a, ABD’ye ve diğer birçok ülkeye kadar toplama kampları görüldü.
Birinci Dünya Savaşı sırasında kurulan toplama kamplarının çoğu, eski sömürge kamplarından farklı olarak cephe hatlarından yüzlerce ve hatta binlerce mil uzakta bulunuyordu. Kamplardaki hayata dair en garip olan ise tutuklulara, bir kampta diğerine gitmeleri için vatandaşlık numarasına benzer şekilde seri numaraların tahsis edilmesiydi. Buradaki tutuklular ayrıca mektup ve paket gönderip alabiliyor, bazı durumlarda açık kalan banka hesaplarıyla işlem yapmalarına izin veriliyordu. Tüm bunların sonucunda Kızıl Haç müfettişlerinin hazırladığı raporlarla özel bir gözaltı bürokrasisi ortaya çıktı.
Savaşın sonunda, 800 binden fazla sivil, dünyanın dört bir yanındaki toplama kamplarında tutulurken, yüz binlerce sivil de uzak bölgelere kaçmak zorunda kaldı. Akıl sağlığı ve azınlık dokusunun bozulması, uzun süreli tutukluluğun sivillere ödettiği en ağır bedeldi. Yine de, Birinci Dünya Savaşı sırasında yabancı düşmanlara yönelik bu ‘medeni’ yaklaşım, eski toplama kamplarının lekeli ve ürkütücü imajını iyileştirmeyi başardı. İnsanlar, bir gün serbest bırakılacakları umuduyla, hedef alınan kitlenin bir kriz anında gözaltına alınmaması fikrini benimsedi. Ancak bu benimseyişin, 20. yüzyılın sonlarında, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında, Nazi Almanya'sında trajik sonuçları oldu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında kurulan toplama kamplarının, içerisinde cinayetler işlenmediği ve sistematik şekilde işkence yapılmadığı için neredeyse pembe renkte çizilen imajına rağmen, öyle acı uygulamalardan da mahrum değildi. Birinci Dünya Savaşı’ndaki kamplar, yabancılara odaklanırken, devamında kurulan kamplar ülkenin kendi vatandaşlarına yönelikti. İlk olarak Küba’da ortaya çıkan kamplarındaki sivil ölümler, kasıtsız ve ihmalden kaynaklanırken, yarım asır sonra insanlar, Sovyetler Birliği’nin Gulag Kampları’nda ve Nazi Almanyası’nın Auschwitz Kampı’nda olduğu gibi kendi devletleri tarafından uygulanan korkunç zulümlere tanık oldular. Buralarda devletler, kendi vatandaşlarına laboratuar faresi gibi muamelede bulundu.


Joseph Stalin'in 1953'te ölümünden sonra, geriye kalan mahkumlar da serbest bırakıldı ve toplama kamplarının sayısı önemli ölçüde azaltıldı (AFP)

Siyasi toplama kampları
Bu dönemde hapishaneler ‘siyasi toplama kampları’ olarak biliniyordu. Böyle olmasındaki amaç, öncelikle totaliter rejimlerin ülkenin eklemleri üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak ve her türlü muhalefeti susturmaktı.
Örneğin 1922 yılında Sovyetler Birliği’nde, çoğunluğu ‘düzeltici çalışma kampları’ adı altında kurulan siyasi ve cezai suçlarla itham edilen kişilerin koyulduğu 23 toplama kampı vardı. Sovyet Sibiryası'ndaki Gulag Kampları da bu isim altında kurulmuştu ve kamulaştırma programının bir parçası olarak mülklerine el konulan milyonlarca aristokrat ve ileri gelen bu kamplarda kalıyordu. On yıl sonra, 1936 ile 1938 yılları  arasındaki Stalince tasfiyeler sonucu kamplara milyonlarca siyasi muhalif daha getirildi. 1939 yılında Sovyetler Birliği’nin Doğu Polonya’yı işgali, 1940'ta Baltık devletlerinin asimile edilmesinde ve 1941'de Almanya ile savaşın patlak vermesi de çok sayıda sivilin bu kamplara girmesine katkıda bulundu. Aynı kamplar Mihver güçlerinden savaş esirlerini ve düşmanla işbirliği yapmakla suçlanan Sovyet vatandaşlarını da ağırladı. Joseph Stalin'in 1953'teki ölümünün ardından geriye kalan mahkumlar serbest bırakılsa ve kampların sayısı önemli ölçüde azaltılsa da uzmanlar, bu kamplarda 20 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiğini tahmin ediyor.


İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’daki Bergen-Belsen Toplama Kampı’ndan bir kare (AFP)

Ölüm kampları
Almanya'da ilk toplama kampları 1933 yılında, Komünistler ve Sosyal Demokratlar da dahil olmak üzere tutuklu Nazi Partisi karşıtları için kuruldu. Muhalifler olarak görülenlerin kapsamı, Yahudiler, Romanlar, eşcinseller ve Nazi karşıtı siviller gibi çeşitli grupları içerecek şekilde genişletildi. İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinin ardından bu tutuklular yiyecek karşılığında çalışmaları gerektiği için ücretsiz işçi olarak kullanılırken, çalışma koşullarına dayanamayanlar yorgunluk ve açlık nedeniyle hayatlarını kaybettiler. Bu rejim terörünün doruk noktası, Adolf Hitler'in ‘Yahudi sorununa’ nihai çözüm olarak seçtiği imha merkezlerinin veya diğer bir deyişle ‘ölüm kamplarının’ kurulması oldu. Ölüm kampları arasında ‘Auschwitz’ ve ‘Majdanek’ toplama kampları öne çıkan isimlerdi. ‘Buchenwald’ ise, insanlar üzerinde korkunç tıbbi deneylerin yapıldığı bir toplama kampıydı. Tarihçilerin tahminlerine göre Hitler'in kamplarında yaklaşık altı milyon insan hayatını kaybetti.
Aynı dönemde Batı’da da toplama kampları vardı. Özellikle 1942 yılında 117 binden fazla Japonya kökenli Amerikalı sivilin keyfi olarak gözaltına alındığı, Pearl Harbor saldırısından kısa bir süre sonra Başkan Franklin Roosevelt'in doğrudan emriyle insanlık dışı bir şekilde toplama kamplarına kapatıldığı ABD’de bu kamplar varlıklarını sürdürdü. Kanada da ABD’nin izinden gitti ve 21 bin Japonya asıllı Kanalı sivili batı bölgelerinden göç etmeye zorladı. Britannica Ansiklopedisi’ne göre ABD’de Japonya kökenli tutukluların bir kısmı, kaçmaya çalışırken öldürüldü.

Toplama kampları var olmaya devam etti
Toplama kampları politikası, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana doğuda ve batıda çeşitli uygulamalarla ve insanlık onuruna aykırı şekillerde devam etti. Kampların listesi, neredeyse din, dil, ırk, renk veya kıta ayrımı olmaksızın uzayıp gidiyor. Ancak bugün yeni bir kategori ortaya çıkmış durumda. Bu kategoride, Avrupa ve ABD yönetimleri için adeta bir hedef haline gelen siyasi düşüncelerinden veya geçim sıkıntısından dolayı göç etmek zorunda kalan mülteciler yer alıyor.
Bugün dünyada toplama kamplarının en son ve en tehlikeli modeli ise Çin modeli olmaya devam ediyor. Associated Press (AP) Haber Ajansı, bir milyondan fazla Müslüman Uygur’un, Pekin'in ‘yeniden toplum mühendisliği projesi’ bahanesiyle gözaltına aldığı Kazakların ve diğer azınlıkların bulunduğu toplu gözaltı merkezlerinin ‘felaket’ olarak tanımlanan belgelerini ortaya çıkardı. Belgelere göre bu kamplarda, davranışların zorla değiştirilmesi, ideolojik olarak yeniden eğitim verilmesi, fikir ve hatta insanların konuştukları dilin değiştirilmesi için kurulan gizli merkezler bulunuyor.
Belgeler, bu kamplarda veri, yapay zeka ve kameralarla donatılmış gözetleme kulelerinin yer aldığı yeni bir sosyal kontrol yönteminin kullanıldığını ortaya koyuyor. Belgelerde, ayrıntılı bir kayıt sistemiyle insanların Çin’de günlük yaşamda kullanılan Mandarin dilini (Pekin lehçesi) konuşabilme dereceleri ve Pekin'in ideolojisine olan saygısına göre sınıflandırıldığını uygulanan katı kurallara bağlılıklarının incelendiğini, hatta duşta veya tuvalette dahi izlendikleri görülüyor. AP’nin haberine göre Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde 2017 yılında hayata geçirilen bu sistem sayesinde dininden, dilinden ve kökenlerinden uzaklaştırılmış yeni bir nesil yaratılmak istendiğini söyleyen Çinli akademisyen Adrian Zenz “Elde edilen deliller, yapılanı kültürel bir soykırım olarak adlandırmamızı gerektiriyor” ifadelerini kullandı.



İsrail, Gazze'ye hava saldırıları ve topçu ateşi başlattı... Batı Şeria'da ise baskınlar ve gözaltı operasyonları düzenledi

Batı Şeria'daki İsrail güçleri (DPA)
Batı Şeria'daki İsrail güçleri (DPA)
TT

İsrail, Gazze'ye hava saldırıları ve topçu ateşi başlattı... Batı Şeria'da ise baskınlar ve gözaltı operasyonları düzenledi

Batı Şeria'daki İsrail güçleri (DPA)
Batı Şeria'daki İsrail güçleri (DPA)

İsrail güçleri bu sabah Gazze Şeridi'nin güneyindeki evlere hava saldırıları ve topçu ateşi düzenledi.

Şarku'l Avsat'ın Filistin Safa Haber Ajansı'ndan aktardığına göre, ‘işgal uçakları Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un güneydoğusunda hava saldırıları düzenledi’. Han Yunus'un doğusunda İsrail araçlarından ateş açıldı.

‘İşgal araçlarının Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ın kuzeydoğusunda yoğun ateş açtığını’ açıklayan ajans, ‘işgal ordusunun Refah şehrinin kuzeyinde, şehrin batısında topçu ateşi ile birlikte büyük çaplı bir yıkım operasyonu gerçekleştirdiğini’ belirtti.

Ajans, ‘işgal araçlarının Refah'taki yerinden edilmiş kişilerin çadırlarına yoğun ateş açtığını’ bildirdi.

Filistin resmi haber ajansı WAFA, bugün şafak vakti Batı Şeria'nın Nablus kentinin doğusundaki bir kampa düzenlenen İsrail saldırısı sırasında bir çocuğun hayatını kaybettiğini, bir diğerinin ise yaralandığını duyurdu.

Şehrin Kızılay ambulans ve acil servis müdürü Tuğgeneral Hasan, “Kampta işgal güçleriyle çıkan çatışmalarda iki çocuk vuruldu. Bunlardan biri göğsünden gerçek mermiyle vurularak hayatını kaybetti, diğeri ise sırtından yaralanarak hastaneye kaldırıldı” dedi.

Çok sayıda İsrail askeri, Nablus şehrine çeşitli yönlerden baskın düzenledi ve Eski Askar Kampı’nda çatışmalar çıktı. Çatışmalar sırasında askerler vatandaşlara gerçek mermi kullanarak ateş açtı.

İsrail güçleri ayrıca Rasu’l-Ayn, el-Başa, Eski Şehir ve çevresindeki mahallelere de baskın düzenledi, ancak gözaltı olduğu bildirilmedi.

WAFA, işgal altındaki Kudüs'ün kuzeyinde bulunan er-Ram kasabasında bir işçinin İsrail güçleri tarafından vurulduğunu bildirdi. Filistin Kızılayı, Ramallah'taki ekiplerinin 26 yaşındaki bir işçiyi tedavi ettiğini ve hastaneye naklettiğini duyurdu.

İsrail güçleri bugün şafak vakti, Tulkerim'in kuzeyindeki Kafin kasabasından bir genci gözaltına aldı. Güçler ayrıca, işgal altındaki Kudüs'ün kuzeydoğusunda bulunan Anata kasabasına düzenledikleri baskında bir başka genci ve Beytüllahim'den dört Filistinliyi gözaltına aldı.

WAFA, İsrail güçlerinin bugün Batı Şeria'nın Eriha kentinden serbest bırakılan bir mahkûmu gözaltına aldığını bildirdi.

Yerel kaynaklar, İsrail güçlerinin ‘Eriha'nın Katf el-Vad mahallesine baskın düzenleyerek serbest bırakılan mahkûm Halid er-Rai'yi ailesinin evinden gözaltına aldığını’ söyledi.


Meksika’da Başkan Şeinbaum’un güvenlik politikalarına karşı ‘Z Kuşağı’ protestolarında 120 kişi yaralandı

Guadalajara'da Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum'un hükümetine karşı düzenlenen yürüyüşte çıkan çatışmalarda bir protestocu polis memuruyla karşı karşıya geliyor (AFP)
Guadalajara'da Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum'un hükümetine karşı düzenlenen yürüyüşte çıkan çatışmalarda bir protestocu polis memuruyla karşı karşıya geliyor (AFP)
TT

Meksika’da Başkan Şeinbaum’un güvenlik politikalarına karşı ‘Z Kuşağı’ protestolarında 120 kişi yaralandı

Guadalajara'da Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum'un hükümetine karşı düzenlenen yürüyüşte çıkan çatışmalarda bir protestocu polis memuruyla karşı karşıya geliyor (AFP)
Guadalajara'da Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum'un hükümetine karşı düzenlenen yürüyüşte çıkan çatışmalarda bir protestocu polis memuruyla karşı karşıya geliyor (AFP)

Meksika’nın başkentinde Başkan Claudia Sheinbaum hükümetinin güvenlik politikalarına karşı En az dün (Cumartesi) düzenlenen gösteriler sırasında 120 kişi yaralandı.

Bu gösteri, uyuşturucu kartellerinin şiddetine ve Şeinbaum’un güvenlik politikalarına karşı çıkan “Z Kuşağı” temsilcilerinin sosyal medya üzerinden yaptığı  çağrı üzerinde düzenlendi.

Ekim 2024’ten beri iktidarda olan Şeinbaum’un popülaritesi ilk yılında yüzde 70’i aşmıştı; ancak sonuncusu Michoacán eyaletinde meydana gelen bir dizi suikastın ardından güvenlik politikaları nedeniyle eleştirilere maruz kalıyor.

Meksiko Güvenlik şefi  Pablo Vázquez, gazetecilere yaptığı açıklamada: “Saatlerce barışçıl şekilde devam eden protestolar, yüzleri maskeli bir grubun şiddet eylemlerine başlamasıyla farklı bir boyuta geçti” dedi.

t
Protestocular, Guadalajara'da Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum'a karşı düzenlenen hükümet karşıtı yürüyüş sırasında çıkan çatışmalarda Jalisco eyaleti hükümet binasını tahrip etti (AFP)

Vázquez, 100 polisin yaralandığını, bunlardan 40’ının morluk ve kesikler nedeniyle hastanede tedavi gördüğünü, ayrıca 20 göstericinin de yaralandığını belirtti.

Yetkililer hırsızlık ve bir gazeteciye yönelik saldırı dahil olmak üzere 20 kişi çeşitli suçlamalarla gözaltına aldı.

Birçok protestocu, küresel gençlik hareketlerinde sembole dönüşen ünlü Japon manga serisi One Piece’ten alınan korsan bayrağını taşıdı.

f
Bir protestocu, Guadalajara'da Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum'un hükümetine karşı düzenlenen yürüyüş sırasında Jalisco eyalet hükümet binasına taş atıyor (AFP)

Göstericiler ayrıca, uyuşturucu kaçakçılığı çetelerine karşı kampanya yürüten ve  1 Kasım’da öldürülen Michoacán’daki Uruapan Belediye Başkanı Carlos Manzo’ya atıfla “Hepimiz Carlos Manzo’yuz” yazılı pankartlar taşıdı. Birçoğu, Manzo’nun taktığı şapkalara benzeyen şapkalar giydi. Ancak belediye başkanının eşi, bu protestolardan uzak durduğunu açıkladı.

Hafta içinde Şeinbaum, sabah basın toplantısında protestonun motivasyonlarını sorgulamış ve çağrının “düzensiz” ve “paralı” olduğunu söylemişti. Ayrıca “Bu, hükümete karşı dışarıdan desteklenen bir harekettir” ifadelerini kullanmıştı.

Göstericiler, Şeinbaum’un ikamet ettiği Ulusal Saray’ın önünde toplandı ve binayı çevreleyen metal bariyerlerin bir kısmını kırdı. Sarayı koruyan polis, kalabalığı dağıtmak için göz yaşartıcı gaz kullandı. Bazı göstericiler polislere “Carlos Manzo’yu da böyle korumanız gerekirdi.” diye bağırırken, yüzlerce genç, polis memurlarına taş ve çeşitli cisimler fırlattı.


ABD ve Çin orduları, ‘soğuk savaş’ ortamında tasfiye ve modernizasyon sürecinden geçiyor

ABD Savunma Bakanı Pete Hueseth, Maryland eyaletinin Landover kentinde düzenlenen bir Amerikan futbolu maçı sırasında Başkan Donald Trump'ı alkışlıyor. (AFP)
ABD Savunma Bakanı Pete Hueseth, Maryland eyaletinin Landover kentinde düzenlenen bir Amerikan futbolu maçı sırasında Başkan Donald Trump'ı alkışlıyor. (AFP)
TT

ABD ve Çin orduları, ‘soğuk savaş’ ortamında tasfiye ve modernizasyon sürecinden geçiyor

ABD Savunma Bakanı Pete Hueseth, Maryland eyaletinin Landover kentinde düzenlenen bir Amerikan futbolu maçı sırasında Başkan Donald Trump'ı alkışlıyor. (AFP)
ABD Savunma Bakanı Pete Hueseth, Maryland eyaletinin Landover kentinde düzenlenen bir Amerikan futbolu maçı sırasında Başkan Donald Trump'ı alkışlıyor. (AFP)

Son dönemde ABD ile Çin arasındaki soğuk savaşın kapsamının genişlediğine dair işaretler arttı. Bu durum, ABD Başkanı Donald Trump’ın nükleer denemelere geri dönülmesi yönündeki çağrıları ve Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) orduda büyük değişiklikler yapmaya yönelik adımlarıyla eş zamanlı gerçekleşiyor. Aynı zamanda Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in ülkesinin nükleer kapasitesini genişletme ve ülkedeki askeri liderler arasında bir tasfiye kampanyası yürütme yönünde aldığı kararlar da bu tabloya eşlik ediyor.

Trump yönetiminin attığı adımlar, ABD’nin yapay zekâ alanlarında Çin’in çok ilerisinde olmasına rağmen, teknoloji alanında giderek şiddetlenen rekabetle aynı döneme denk geldi. Son dönemde Çin’deki çeşitli sektör ve kurumların sıkıntı yaşadığına dair işaretler belirginleşiyor. Bunlar arasında askeri amaçlarla kullanılabilecek birçok sektör de bulunuyor. Bu durum, ABD’nin Çin’e gelişmiş elektronik çipler ve Amerikan yapımı yarı iletkenlerin ihracatına giderek daha fazla kısıtlama getirmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

df
Çin'in güneyinde bulunan Guangzhou kentindeki bir fabrikada elektrikli uçan arabaların montaj hattında çalışan işçiler (AFP)

Siyasetçilerin orduya müdahalesine dair artan endişelere rağmen, ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Trump’ın ikinci başkanlık döneminin başından bu yana attığı adımlarla, ‘ABD’nin kalıcı askeri üstünlüğü kuralı’ olarak adlandırdığı şeyi pekiştirmeye çalışıyor. Bu adımlar kapsamında, en az 20 general ve amiralin hiçbir gerekçe belirtilmeden görevden alınması veya etkisizleştirilmesi yer aldı. Ayrıca, daha önce eski Genelkurmay Başkanı Mark Milley ile çalışmış olmaları nedeniyle, en az 4 üst düzey subayın terfileri ertelendi veya iptal edildi. Trump’ın Milley’i defalarca sadakatsizlikle suçladığı biliniyor. Bu subaylar arasında, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) Komutan Yardımcısı olması beklenen General James Patrick Work de bulunuyor.

Hegseth, Deniz Özel Harp Komutanlığı Direktörü Amiral Milton Sands’i, bu birliklerde kadın eğitmenlerin bulunmasını desteklediği için görevden aldı. Güney Komutanı Amiral Alvin Holsey de Karayip Denizi üzerinden uyuşturucu kaçırmakla suçlanan teknelere yönelik saldırılar hakkında soru işaretleri dile getirmesinin ardından istifa etti. Hava Kuvvetleri’ne bağlı istihbarat subayı General Jeffrey Kruse ise Başkan Trump’ın Haziran ayında gerçekleştirilen ABD hava saldırılarının İran’ın nükleer programını ‘kökten yok ettiğine’ dair iddialarını sorguladıktan sonra görevinden ayrılmaya zorlandı.

Çin ile benzerlik

CIA’de daha önce görev yapmış Demokrat senatör Elissa Slotkin, Hegseth’in hamlelerini ‘Çin’de olanlara benzer bir tasfiye’ olarak nitelendirdi.

Bununla birlikte, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Halk Kurtuluş Ordusu içinde yürüttüğü tasfiye operasyonları çok daha derin görünüyor. Şi, Çin’in nükleer kuvvetlerini denetleyen birim olan Roket Kuvvetleri’nde büyük bir değişime giderek bu birimi adeta sarstı. Bu kuvvet, Şi’nin 2049 yılına kadar ‘dünya standartlarında bir ordu’ kurma hedefinin temel parçalarından biri olarak görülüyor. Birçok üst düzey komutan ortadan kayboldu, bazıları hapse atıldı. Bu adımlar, Şi’nin tarihten çıkardığı bir dersten kaynaklanıyor: “Komünist Parti, yalnızca ordu hiçbir sorgu sual olmadan tek bir lidere itaat ettiğinde ayakta kalır.”

frg
Çin Savunma Bakanlığı'nın, Mayıs 2024'te gizli bir yerde yapılan denemeler sırasında üçüncü uçak gemisi Fujian'ı gösteren bir videodan alınan ekran görüntüsü (AFP)

Şi, iktidarının başında, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün nedeninin partinin ordunun kontrolünü kaybetmesi ve liderlik edecek ‘gerçek bir ismin’ ortaya çıkmaması olduğunu söyledi.

Batı nüfuzu

ABD ile yaşanan Soğuk Savaş benzeri gerginlik ortamında, Şi’nin gerçekleştirdiği askeri tasfiyelerin, hem içeride hem de dışarıda en kötü senaryolara hazırlanma isteğini yansıttığı düşünülüyor. Bu senaryolardan biri de, Pekin’in egemenlik iddiasında bulunduğu, özerk yönetime sahip Tayvan’la ilgili olarak, ABD’ye karşı bir savaş ihtiyacı olabilir.

ty6
Güney Kore'nin Busan kentindeki bir deniz üssünde bulunan USS George Washington uçak gemisi (EPA)

Washington DC'deki Amerikan Üniversitesi'nde doçent olan Joseph Torigian, Şi’nin maddeciliğin ve yolsuzluğun ordunun düşmanları yenme kabiliyetine doğrudan bir tehdit oluşturduğuna inandığını belirtti. Şarku’l Avsat’ın New York Times’tan aktardığına göre Torigian şöyle dedi: “Şi’nin görüşüne göre bu durum, ordu mensuplarını Batı nüfuzuna karşı savunmasız hâle getiriyor.”

Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun resmi gazetesi ise yakın zamanda şunu yazdı: “Ordumuz için yolsuzlukla mücadele, kaybetmeyi göze alamayacağı ve asla kaybetmemesi gereken büyük bir siyasi mücadeledir. Bu, partinin ve ülkenin uzun süreli istikrarı ve sosyalist devletin kırmızı renginin asla değişmemesinin teminatıdır.”

Şi, Halk Kurtuluş Ordusu’nu profesyonelleştirme ve partinin lideri olarak kendisine tam itaatini sağlama sözü verdi. Bu kapsamda, 17 Ekim’de yolsuzluk ve yetkiyi kötüye kullanma suçlamalarıyla partiden ihraç edilen ve Çin’de askeri hiyerarşide üçüncü sırada yer alan General He Weidong dahil olmak üzere bir dizi tasfiye gerçekleştirdi. Geçen yıl soruşturma altına alınan ve ordunun siyasi disiplininden sorumlu olan Amiral Miao Hua ile Tayvan çevresinde çıkabilecek bir çatışmada kritik rol oynayan doğu bölgesinin komutanlığından sorumlu General Lin Xiangyang da tasfiye edilenler arasındaydı.

Şi’yi en fazla endişelendiren şey ise Çin’in neredeyse tüm nükleer füzelerini kontrol eden ve ordunun en önemli unsurlarından biri sayılan Roket Kuvvetleri içindeki yolsuzluk belirtileri. 2023’ten bu yana, birimde üst düzey komutanlara yönelik bir dizi yolsuzluk tasfiyesi yapıldı ve bu durum birliğin etkinliği konusunda ciddi soru işaretleri doğurdu. Pentagon’un geçen yıl yayımladığı bir raporda, Roket Kuvvetleri’ndeki yolsuzluğun yer altı füze silolarının inşasında sorunlara neden olduğu belirtildi.

Çin silahları

Aynı zamanda Çin’de askeri modernizasyon hızla ilerliyor. Bu yıl Pekin’de düzenlenen askeri geçit töreninde, en yeni insansız hava araçları (İHA), insansız denizaltılar ve hipersonik füzeler sergilendi. Ayrıca, en yeni kıtalararası balistik füzeler de gösterildi; bu, Çin’in nükleer silah kapasitesini artırma çabasının bir hatırlatıcısı niteliğindeydi. Söz konusu modernizasyonun, 2030 yılına kadar Çin’in nükleer cephaneliğini neredeyse iki katına çıkarabileceği değerlendiriliyor.

xsdfr
Astronotlar Zhang Hongchang, Zhang Lu ve Ou Fei'yi taşıyan Shenzhou-21 uzay aracını taşıyan Long March 2F roketi, Jiuquan Uydu Fırlatma Merkezi'nden Çin'in Tiangong uzay istasyonuna doğru yola çıktı. (Reuters)

Ancak bugün en büyük soru, Çin’in yakında Tayvan üzerinde kontrol kurmayı hedefleyip hedeflemediği ve ABD’nin bunu caydırmak için yaptığı çabaların yeterli olup olmadığıdır. Çin’in Roket Kuvvetleri, bu planlarda önemli bir rol oynuyor; çünkü Çin, ‘uçak gemisi katilleri’ olarak bilinen gemisavar füzeler geliştirdi. Bu füzeler, Tayvan konusunda bir çatışma çıkması halinde Amerikan uçak gemilerinin bölgeye ulaşmasını engellemeyi amaçlıyor. Ayrıca Çin, Pasifik boyunca Guam, Filipinler, Güney Kore ve Japonya gibi ABD üslerini vurmak üzere tasarlanmış hipersonik füzeler de geliştirdi.

Geçen yıl hem Cumhuriyetçi hem Demokrat üyelerden oluşan bir komite, Çin’in odaklanmış yirmi yıllık yatırımlar sayesinde Batı Pasifik’te ABD’yi geride bıraktığı konusunda uyarıda bulundu. İktidar Partisi Strateji Komitesi şu değerlendirmeyi yaptı: “ABD köklü bir değişiklik yapmadıkça, güç dengesi Çin’in lehine kaymaya devam edecek.”