Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Tuna-1 bölgesinde toplam doğal gaz rezervi miktarı 405 milyar metreküpü buldu'https://turkish.aawsat.com/home/article/2570056/cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1-erdo%C4%9Fan-tuna-1-b%C3%B6lgesinde-toplam-do%C4%9Fal-gaz-rezervi-miktar%C4%B1-405
Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Tuna-1 bölgesinde toplam doğal gaz rezervi miktarı 405 milyar metreküpü buldu'
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fatih Sondaj Gemisi'nde (EPA)
Zonguldak/İHA
TT
TT
Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Tuna-1 bölgesinde toplam doğal gaz rezervi miktarı 405 milyar metreküpü buldu'
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fatih Sondaj Gemisi'nde (EPA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Test, analiz ve detaylı mühendislik çalışmaları sonunda keşfettiğimiz rezerv 85 milyar metreküp daha ilave edildi. Böylece Sakarya sahasının Tuna-1 bölgesinde toplam doğalgaz rezervi miktarı 405 milyar metreküpü buldu. 405 milyar metreküplük doğalgazı burada kurulacak platform vasıtasıyla topraklarımıza ulaştıracak ve ülkemizin tamamına hizmet veren sisteme entegre edeceğiz" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fatih Sondaj Gemisinin yönetim odasında incelemelerde bulundu. Erdoğan ardından Sakarya gaz sahasında sondaj faaliyetini tamamlama talimatını vererek butona bastı. Fatih gemisinde yerli ve milli imkanlarla üretilen uzaktan kumandalı ileri teknoloji denizaltı robotu KAŞİF’i inceleyen Erdoğan çalışanlara teşekkür etti. Erdoğan’a Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez eşlik etti.
"Doğalgaz rezervi miktarı 405 milyar metreküpü buldu"
Erdoğan grup toplantısında müjdesini verdiği Karadeniz’deki yeni rezerv miktarını açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bilindiği gibi Fatih Sondaj Gemimizi İstanbul'un fethinin 567'nci yıl dönümü olan 29 Mayıs’ta Haydarpaşa limanından Karadeniz’e uğurlamıştık. 20 Temmuz’da Sakarya sahasının şu anda bulunduğu yerdeki Tuna -1 kuyusunda sondaja başlamıştı. Yapılan çalışmalar sonucunda deniz tabanının altındaki kuyunun ilk 2 katmanında 320 milyar metreküplük doğalgaz bulunduğu müjdesini 21 Ağustos’ta milletimize ilan etmiştik. Bu tarihten sonra sondaj faaliyetlerine devam eden gemimiz 4 bin 445 metre derinliğe kadar ulaştı. Test, analiz ve detaylı mühendislik çalışmaları sonunda keşfettiğimiz rezerve 85 milyar metreküp daha ilave edildi. Böylece Sakarya sahasının Tuna-1 bölgesinde toplam doğalgaz rezervi miktarı 405 milyar metreküpü buldu. Bu kuyudaki çalışma önceden planladığı şekilde 4 bin 775 metre derinliğe ulaşmasıyla sona erdi" dedi.
"Hedefimiz; 2023 yılında bu gazı ülkemizin kullanımına sunmaktır"
Fatih Sondaj Gemisinin Filyos limanındaki bakım ve teknik hazırlık safhalarının ardından önümüzdeki aydan itibaren sondaj faaliyetlerine yine Sakarya sahasındaki Türkali- 1 kuyusunda devam edeceğini ifade eden Erdoğan, Türkali-1 kuyusundan da çok kısa sürede sevindirici haberler beklendiğini bildirdi. Erdoğan, "Tuna- 1 kuyusunda keşfettiğimiz 405 milyar metreküplük doğalgazı burada kurulacak platform vasıtasıyla topraklarımıza ulaştıracak ve ülkemizin tamamına hizmet veren sisteme entegre edeceğiz. Hedefimiz; 2023 yılında bu gazı ülkemizin kullanımına sunmaktır. Böylece Türkiye tarihindeki en büyük hidrokarbon kaynağına kavuşmuş olacaktır. İnşallah Akdeniz ve Karadeniz’de yeni sondajlardan alacağımız müjdelerle bu kaynağı daha da genişleteceğiz. Halen Yavuz Sondaj Gemimiz, Barbaros Hayrettin ve Oruç Reis Sismik Araştırma Gemilerimizle birlikte Akdeniz’de faaliyetler sürdürüyor" diye konuştu.
"Sismik araştırma gemilerimiz kendi alanlarının en modern donanımlarına sahiptir"
Kanunu Sondaj Gemisinin Karadeniz’deki sondaj faaliyeti için yola çıktığını kaydeden Erdoğan, "Yıl sonuna kadar fiilen kuyu açmaya başlayacak. Hepsi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına ait sondaj gemilerimiz; dünyadaki toplam derin deniz sondaj filosunun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor. Sismik araştırma gemilerimiz kendi alanlarının en modern donanımlarına sahiptir. Fatih Sondaj Gemimiz ekipmanın ve ekibin millileştirilmesi yolunda önemli bir adımdı" açıklamasında bulundu.
Fatih Sondaj Gemisi’nin ekipmanın ve ekibin millileştirilmesi yolunda önemli bir adım olduğunu, şimdi yeni bir adım daha atarak uzaktan kumandalı ileri teknoloji ürünü denizaltı robotunu da yerli ve milli imkanlarla petrol sektörüne kazandırdıklarını aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “'Kaşif' adını verdiğimiz bu denizaltı robotu sayesinde yüzlerce metre derinlikteki ihtiyaç duyulan elektrik ihtiyacını ve video görüntülerini uzaktan kumandayla hiçbir riske girmeden elde edebileceğiz. Denizaltı robotumuzun ülkemize hayırlı olmasını diliyorum” diye konuştu.
Türkiye’nin keşfettiği hidrokarbon kaynaklarının ekonomik değer olarak çok önemli olduğunun altını çizen Erdoğan, şunları kaydetti:
“Çünkü, Türkiye bu konuda net ithalatçı bir ülkedir. Rusya, İran ve Azerbaycan’dan doğal gaz, Cezayir, Katar, Nijerya, Amerika gibi yerlerden de sıvılaştırılmış doğal gaz ithal ediyoruz. Ülkemizin çeşitli yerlerinde küçük miktarlarda petrol ve doğal gaz çıkıyor olmakla beraber, bunlar toplum olarak toplamda tüketimimiz içinde bir hayli yetersiz düzeydedir. Karadeniz’de keşfettiğimiz rezerv, ülkemizin bugüne kadar ki en büyük hidrokarbon kaynağıdır. Devamının da geleceğine inandığım bu keşiflerle inşallah ülkemizin doğal gazda dışarıya bağlılığı önemli ölçüde azalacaktır. Bu aynı zamanda milletimize daha ucuz doğal gaz hizmeti verebileceğimiz anlamına da geliyor. Çünkü, Türkiye sahip olduğu bu güçlü altyapı sayesinde sondaj çalışmalarını dışarıdan kiralamaya göre gerçekten çok uygun bir maliyetle, en önemlisi de güvenle gerçekleştiriyor. Gazın kalitesinin yüksekliği, işletme maliyetlerinin de minimum seviyede olacağına işaret ediyor. Kalkınma ve büyüme çabamızın en büyük kalemini oluşturan petrol ve doğal gazda dışarıya ödediğimiz rakam azaldıkça bu hizmetleri milletimize daha hesaplı bir şekilde sunabileceğiz. Böylece ülkemizde kalan kaynağı da yatırıma, üretime, istihdama yönlendirme imkanına kavuşacağız. Ancak, bu keşfin en az miktarı ve değeri kadar önemli kabul ettiğim bir diğer hususta; Türkiye’nin yürüttüğü tarihi istiklal ve istikbal mücadelesi sürecinde milletimize büyük bir moral vermiş olmasıdır. Yıllarca gıptayla baktığımız hidrokarbon zenginliklerine, artık ülkemizin de sahip olabileceğini görmemiz inşallah diğer alanlardaki mücadelelerimizin başarıya ulaşacağının da işaretidir.”
"Ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayan hiçbir plana, hiçbir girişime, hiçbir oldubittiye izin vermemekte kararlıyız"
Dünyada son bir asırda yaşanan çatışmaların çoğunun hidrokarbon kaynaklarına sahip olabilmek için çıktığını ya da çıkartıldığını söyleyen Erdoğan, “Türkiye bu çatışmaların tamamen dışında kalarak, kendi emeği ve gayretiyle bugün bulunduğu yere gelmiştir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarını paylaşım mücadelesinden Türkiye’yi dışlama çabalarına rıza göstermeyerek, yeni bir dönemin kapısını açtık. Ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayan hiçbir plana, hiçbir girişime, hiçbir oldubittiye izin vermemekte kararlıyız. Buradan bir kez daha tekrarlıyorum; bizim kimsenin hakkında, hukukunda, özellikle de toprağında gözümüz yoktur. Biz sadece kendi haklarımızın müdafaası içerisindeyiz. Bu mücadeleyi başarıya ulaştırmak için diplomasinin tüm yollarıyla birlikte gücümüzün tamamını kullanmakta kararlıyız. Doğu Akdeniz’de barışı, huzuru, istikrarı egemen kılmanın yolu Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarına saygılı olmaktan, tanımaktan, teslim etmekten geçiyor. Bunun dışındaki hiçbir zorbalığa ve komedi düzeyine varan oyunlara ‘eyvallah’ etmeyeceğiz. Avrupa Birliği’nin bu konuda Yunanistan ve Rum kesiminin adeta ‘esiri’ haline gelmiş olması en çok kendisine zarar veriyor. Ülkemize, bugüne kadar savunduğu tüm değerleri hiçe sayma pahasına uyguladığı çifte standart sebebiyle Avrupa Birliği’nin güvenilirliği zaten azalmıştı. Şayet, halihazırdaki tartışmalarda Doğu Akdeniz’de adil bir tutum takınmaz ise bu durum artık Avrupa Birliği’nin sonunun geldiğinin ilanı olacaktır” şeklinde konuştu.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) çıkma kararı alması sonrası, AB’nin güç kaybettiğine değinen Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerini geliştirmekten yana olduğunu söyledi. Karadeniz ve Akdeniz’de hidrokarbon kaynağı aramaya devam edileceğinin altını çizen Erdoğan, “Irkçılık ve İslam düşmanlığı bataklığında çırpınan, İngiltere’nin ayrılmasıyla güç kaybeden AB doğal kaynakların acil bölüşümü konusunda devre dışı kalmasının yükünü taşıyamaz. Biz her şeye rağmen Avrupa ile kadim tarihi geçmişe sahip siyasi, ekonomik, kültürel ilişkilerimizi geliştirerek sürdürmekten yanayız. Burada cevap bekleyen tek soru; AB’nin bunu isteyip, istememesidir. Salgının da etkisiyle küresel ve bölgesel düzeyde yeni yapılanma sürecinden geçildiği kritik dönemde bunun cevabını AB’den başka verebilecek merci yoktur. Türkiye olarak, biz kendi işimize bakıyoruz. Öyle de devam edeceğiz. Karadeniz ve Akdeniz’de hidrokarbon kaynakları aramayı sürdüreceğiz. Suriye, Libya, Azerbaycan’da hakkın ve haklının yanında durmayı sürdüreceğiz. Sınırlarımız içinde ve dışında terör örgütleriyle mücadelemizi kesintisiz bir şekilde yürütmeyi sürdüreceğiz. Ekonomimizi; üretim, ihracat, istihdam odaklı büyütmeyi sürdüreceğiz. Dünyanın neresinde olursa olsun, gözünü ve kalbini ülkemize yöneltmiş tüm mazlum ve mağdurlara el uzatmayı sürdüreceğiz. Milletimize hak ettiği hizmetleri getirmeyi, dev projeleri hayata geçirmeyi ve yenilerini devreye almayı sürdüreceğiz. Bu uğurda gerekirse canımızı ortaya koymak dahil, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağız. Türkiye’yi girdiği bu yoldan döndürmeye, artık ne darbeler ne ekonomik tuzaklar ne siyasi ayak oyunları ne de içi boş tehditler kafi gelir. Son yıllardaki girdiğimiz mücadelelerde, elde ettiğimiz başarıların gerisinde milletimizin sergilediği sağlam birlik ve beraberlik ile devletimizin tüm kurumlarıyla ahenk içinde çalışması vardır. İnşallah, bu güzel tabloyu bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. 2023 hedeflerimize ulaşana, bizden sonraki nesillere 2053 vizyonunu hayata geçirebilecekleri büyük ve güçlü bir Türkiye bırakana kadar durmayacağız, duraksamayacağız” ifadelerine yer verdi.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Osmanlı’da zafer kazanan donanma gemilerine asılan sancak hediye edildi.
Von der Leyen: Avrupa kendi güvenliği için sorumluluk almalıhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5220419-von-der-leyen-avrupa-kendi-g%C3%BCvenli%C4%9Fi-i%C3%A7in-sorumluluk-almal%C4%B1
Von der Leyen: Avrupa kendi güvenliği için sorumluluk almalı
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen bugün yaptığı açıklamada, Avrupa’nın kendi güvenliği için sorumluluk alması gerektiğini söyledi. Strasbourg’da Avrupa Parlamentosu’na hitap eden Von der Leyen, “Bu artık bir seçenek değil, bir zorunluluk” dedi.
Avrupa’nın başkalarının dünyaya bakışını belirlemesine izin vermesinin kendisine yakışmadığını vurgulayan Von der Leyen, ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde Avrupa’nın küresel gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payının gerilediğine işaret edilmesinin doğru olduğunu, ancak ABD’nin de ‘aynı yolda ilerlediğini’ ifade etti.
Von der Leyen, bu hafta yapılacak kritik zirve sırasında Avrupa Birliği’nin (AB) Ukrayna’nın finansmanı konusunda karar alması gerektiği uyarısında bulundu. Liderlerin, dondurulmuş Rus varlıklarının kullanılmasına yönelik bir planı onaylamaları yönünde baskı altında olduğunu belirten Von der Leyen, AB milletvekillerine hitaben, “Avrupa’nın savunulması için Ukrayna’nın savunmasını desteklemekten daha önemli bir adım yoktur. Bunu güvence altına almak için önümüzdeki günler belirleyici olacak. Ukrayna’nın mücadelesini nasıl finanse edeceğimizi seçmek bize düşüyor” dedi.
Ukrayna’nın Rusya ile savaşında önümüzdeki iki yıl boyunca finansmanının sağlanması, perşembe ve cuma günleri Brüksel’de düzenlenecek AB devlet başkanları zirvesinin ana gündem maddelerinden birini oluşturuyor.
Bu kapsamda değerlendirilen seçenekler arasında, büyük bölümü Belçika’da Euroclear tarafından yönetilen ve Avrupa’da dondurulmuş bulunan Rusya Merkez Bankası varlıklarının, Ukrayna için 90 milyar euroluk bir ‘yeniden inşa kredisinin’ finansmanında kullanılması yer alıyor.
AB’ye üye 27 ülkenin büyük çoğunluğu bu seçeneği desteklerken, Belçika olası Rus misillemelerinden endişe etmesi ve bir sorun yaşanması halinde sonuçları tek başına üstlenmek istememesi nedeniyle plana karşı çıkıyor.
Son olarak gündeme gelen formül, 27 üye ülke ile AB’nin Belçika’ya garanti vermesini öngörüyor, ancak Brüksel bu garantilerin hâlâ yetersiz olduğu görüşünde.
Von der Leyen, söz konusu adımın aynı zamanda Ukrayna’nın ‘gerçek, adil ve kalıcı bir barışı güvence altına alma kapasitesini güçlendirmeyi; Ukrayna’yı ve Avrupa’yı korumayı’ hedeflediğini belirtti. Açıklama, Rusya’nın Şubat 2022’de başlattığı savaşı sona erdirmeye yönelik müzakerelerin yoğunlaştığı bir dönemde yapıldı.
İsrail Batı Şeria'da geniş çaplı gözaltı ve baskın operasyonu gerçekleştirdihttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5220400-i%CC%87srail-bat%C4%B1-%C5%9Feriada-geni%C5%9F-%C3%A7apl%C4%B1-g%C3%B6zalt%C4%B1-ve-bask%C4%B1n-operasyonu-ger%C3%A7ekle%C5%9Ftirdi
İsrail Batı Şeria'da geniş çaplı gözaltı ve baskın operasyonu gerçekleştirdi
Batı Şeria'nın Tulkerim kentindeki İsrail ordusu personeli (AP)
İsrail ordusu bugün Batı Şeria’nın farklı bölgelerinde geniş çaplı gözaltı ve baskın operasyonu başlattı.
Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre Beytüllahim’deki İsrail güçleri, yaşlı bir kişi de dahil olmak üzere sekiz Filistinliyi gözaltına aldı ve bir kişiyi İsrail istihbaratıyla görüşmeye çağırdı.
Cenin’de ise İsrail özel birlikleri kentin doğu mahallesine girerken, ordudan takviye güçler bölgeye sevk edildi. Bir ev askerî karakol haline getirilirken, başka bir ev kuşatma altına alındı.
WAFA’ya konuşan kaynaklar, İsrail güçlerinin Filistinliler arasında geniş çaplı gözaltı ve sorgulama operasyonları yürüttüğünü bildirdi.
İsrail güçleri, El Halil’de de birçok Filistinliyi gözaltına aldı; el-Favvar ve el-Arrub mülteci kampları ile Yatta kasabası dahil olmak üzere çok sayıda bölgede evlere baskın düzenledi.
Nablus’un eski şehrine de giren İsrail ordusu, el-Akabe mahallesini bastı ve Ra’su’l Ayn bölgesinin çevresinde geniş güvenlik önlemi aldı.
Ayrıca Tulkerim kentinde dört Filistinli gözaltına alındı; bunlardan üçü eski tutukluydu. Ramallah’ın doğusu ve kuzeyinde yer alan Ayn Yabrud kasabası ve el-Celzun Mülteci Kampı’ndan da çok sayıda kişi gözaltına alındı.
Kudüs’te ise İsrail ordusu, kuzeydoğudaki Anata kasabasından bir grup Filistinliyi gözaltına aldı. Yerel kaynaklar, gözaltına alınanların kimliklerinin henüz belirlenemediğini bildirdi.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi: Yeni dünyada “mutlak silah” olarak teknolojihttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5220398-abd-ulusal-g%C3%BCvenlik-stratejisi-yeni-d%C3%BCnyada-%E2%80%9Cmutlak-silah%E2%80%9D-olarak-teknoloji
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi: Yeni dünyada “mutlak silah” olarak teknoloji
Nvidia CEO'su Jensen Huang, Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte (AFP)
Marco Mossad
ABD, 4 Aralık 2025 tarihinde, Kongre'nin talepleri doğrultusunda, dış politika, ekonomi, ulusal güvenlik, savunma ve uluslararası ilişkiler alanlarında devletin genel yönelimini özetleyen bir referans belgesi olarak ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni yayınladı. Bu strateji, geleneksel olarak Savunma Bakanlığı’ndan (Pentagon) Hazine Bakanlığı'na, Dışişleri Bakanlığı'ndan teknoloji devlerine kadar ABD kurumlarına yol gösteren bir pusula görevi görüyor.
Stratejinin yer aldığı belge, ABD’nin güç inşasının temel direği olarak teknolojiye ne kadar önem verdiğini ortaya koyan ilk belge değilse de Beyaz Saray'daki herhangi bir yönetim tarafından yayınlanan en ciddi ve önemli siyasi belgelerden biri. Çünkü etkileri teorik çerçevenin ötesine geçerek gücün kavramının pratik olarak yeniden tanımlanmasına kadar uzanıyor.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin bu yeni versiyonu, ABD’nin gücünün öncelenmesinde açıkça niteliksel bir değişim olduğunu yansıtıyor. Geleneksel askeri güç ve diplomatik nüfuz, artık ön planda değil, bunun yerine teknoloji genel stratejik denklemin merkezine yerleştirildi. Belge, ABD'nin karar alma çevrelerinde, 21. yüzyılda güç dengesinin yalnızca uçak gemisi veya askeri üs sayısıyla değil, teknolojik üstünlüğün anahtarlarına sahip olmak ve devletin inovasyon, üretim ve bilgi zincirlerini kontrol etme kabiliyetiyle belirleneceği yönünde artan bir farkındalık olduğunu ortaya koyuyor.
Mutlak silah olarak teknoloji
Strateji, teknolojiyi ekonomik, askeri, finansal veya jeopolitik açıdan ABD'nin uluslararası sistemdeki konumunu belirleyen ‘mutlak silah’ olarak ele alıyor.
Strateji hem açıkça hem de dolaylı olarak yapay zeka (AI), yarı iletkenler, ileri enerji teknolojisi, siber altyapı ve uzay gibi alanların kontrolünün artık sadece teknolojik üstünlük meselesi değil, en üst düzeyde ulusal güvenlik meselesi olduğunu savunuyor.
Bu araçlara sahip olan ve bunların geliştirilmesi ve düzenlenmesini tekelinde tutanlar, gelecekteki küresel düzenin kurallarını şekillendirebilecek, büyüme eğilimlerini kontrol edebilecek ve diğer ülkelerin kararlarını etkileyebilecek. Dolayısıyla teknoloji bu stratejide izole bir teknik sektör veya ayrı bir ekonomik dosya olarak değil, küresel ekonominin yönetilmesinden ittifakların kurulmasına, çatışmaların yönetilmesine ve hatta ABD’nin uluslararası sistem üzerindeki hegemonyasının sürdürülmesine kadar Amerikan gücünün çeşitli alanlarına nüfuz eden yapısal bir unsur olarak yer alıyor.
ABD’nin yeni güvenlik stratejisi vizyonunda teknoloji, artık sadece gücü destekleyen bir araç değil, Amerikan gücünün gelecekte inşa edileceği temel ve şiddetli teknolojik rekabet ve hızlı stratejik değişimlerin olduğu bir dünyada ABD’nin konumunu korumak için anahtar rol oynayan bir unsur haline geldi. Yine bu stratejide teknoloji ayrı bir başlık veya bağımsız bir sektör olarak değil, endüstriyel ve finansal ekonomiden dış politikaya, jeopolitiğe ve son olarak da militarizasyon ve askeri üstünlüğe kadar bu yeni stratejinin çoğu temasının iç içe geçmiş bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Yeni strateji, teknolojiyi ABD’nin ekonomik, askeri, finansal ve jeopolitik gücünün temel silahı olarak ele alıyor.
Bu ağır vurgu, ABD’nin teknolojiye sadece destekleyici veya ikincil bir unsur olarak değil, kapsamlı gücünün temel aracı olarak ne kadar güvendiğini açıkça yansıtıyor.
Stratejiye göre ABD ekonomisi teknolojik liderliğe dayanıyor. Ulusal güvenlik, dijital üstünlüğe, aynı şekilde askeri caydırıcılık geleneksel silahlara olduğu kadar artık yapay zeka, otonom sistemler ve siber uzaya da bağlı.
Yeni stratejinin açıklandığı belge boyunca teknoloji, ekonomi, siyaset, jeopolitik, militarizasyon ve askeri üstünlük gibi birbiriyle ilişkili çeşitli alanlardan bahsediliyor ve ABD yönetiminin teknolojiye verdiği önemi ve onu kapsamlı gücün temel bir aracı olarak ne kadar kullandığını açıkça yansıtıyor.
Belge, teknolojiyi ABD'nin ekonomik, askeri, finansal ve jeopolitik gücünün merkezi silahı olarak ele alırken yapay zeka, mikroçipler, enerji teknolojisi, siber sistemler ve uzayı kontrol edenlerin gelecekteki dünya düzeninin özelliklerini şekillendireceğini açıkça belirtiyor.
Dolayısıyla, teknoloji bu stratejide izole bir teknik sektör olarak değil, ekonomi, siyaset, jeopolitik, militarizasyon ve ABD'nin uluslararası sistemdeki hakimiyetinde aktif ve mevcut bir unsur olarak yer alıyor. Belgeyi özetleyecek olursak teknolojinin artık destekleyici bir araç değil, gelecekte ABD'nin gücünün temeli haline geldiğini söyleyebiliriz.
Siyasi gücü yönetmek ve yeniden şekillendirmek için bir araç
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi, Amerikan siyasi düşünce yapısı içinde teknolojinin konumunda açık ve köklü bir değişimi yansıtıyor. Teknoloji artık kamu politikasına yardımcı veya tamamlayıcı bir unsur olarak değil, siyasi karar alma sürecinin ayrılmaz bir parçası ve yurt içindeki iktidar kavramının yeniden tanımlanmasının ve yurt dışındaki nüfuz ve iktidar araçlarının yeniden şekillendirilmesinin dayandığı ana sütunlardan biri olarak görülüyor.
Yapay zeka ve dijital yapıları yalnızca modern teknolojiler olarak görmeyen bu strateji, bunları siyasi alandan ayrı, izole bir teknik konu olarak değil, devlet yönetiminin bir yönetim unsuru ve gelecekte şekillenecek uluslararası sistemin temel belirleyicisi olarak ele alıyor. Yurt içinde, strateji, devletin karşı karşıya olduğu tehditlerin artık klasik anlamda geleneksel veya askeri nitelikte olmadığı, aksine bunların büyük bir kısmının artık dijital alanda yoğunlaştığına dair artan bir farkındalıktan kaynaklanıyor.
Siber saldırılar, bilgi savaşı, dijital platformlar aracılığıyla kamuoyunu etkileme girişimleri, kritik altyapıyı hedef alma ve hackleme, devletin iç istikrarının özünü etkileyen doğrudan siyasi çatışma araçları haline geldi.
Böylece, yapay zeka, yalnızca üretken bir teknoloji veya ekonomik verimliliği artırmanın bir aracı olmaktan çıkıp, erken izleme yeteneklerini, gelişmiş analizi, tehdit tahminini ve krizlere hızlı tepki vermeyi destekleyerek devleti korumak için bir siyasi ve güvenlik aracına dönüşüyor. Böylece siber güvenlik ve yapay zeka, yalnızca ayrı sektörel politikalar veya sınırlı teknik programlar olmaktan çıkıp, iktidar sisteminin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
NVIDIA CEO'su Jensen Huang, NVIDIA Grafik İşlem Teknolojisi Konferansı'nın açılış konuşmasını yaparken (AFP)
Bu değişim için modern devlette egemenlik kavramının kapsamlı bir şekilde yeniden tanımlanması gerekiyor. Devlet artık yalnızca coğrafi sınırlarını korumakla ilgilenmiyor, aynı zamanda verilerini, dijital ağlarını ve algoritmalarını da koruma sorumluluğunu da taşıyor. Çünkü bu unsurlar üzerindeki kontrol, kamusal alanı kontrol etmek ve yönetmek için bir ön koşula dönüştü. Böylece stratejide yansıtılan siyasi vizyonda teknoloji, yüksek derecede karmaşıklık, değişkenlik ve hızlı değişimle karakterize edilen bir iç ortamda, kontrol ve düzenleme aracı ve güvenlik gereklilikleri ile özgürlüklerin korunması arasındaki hassas dengeyi yönetme aracı haline geldi.
ABD, ülkenin dijital altyapısını inşa etmek ve modernize etmek amacıyla bir dizi karar ve önlem aldı. Bu önlemler arasında, gelişmiş yapay zeka modellerini barındırmak ve işletmek için kurumsal kapasitenin genişletilmesi de yer alıyor.
Bu yaklaşım stratejik metinler veya genel teorik çerçeveyle sınırlı kalmamış, sürekli bir icra yoluna dönüştü. Washington’ın çeşitli devlet kurumlarında yapay zeka kullanımını yaygınlaştırma çabasını yansıtan yeni bir duyuru yapılmayan hafta neredeyse geçmiyor. ABD yönetimi, bu teknolojinin devlet kurumlarına entegrasyonunu hızlandırmayı amaçlayan geniş kapsamlı girişimler ve eylem planları açıkladı. Bu girişimlerin en öne çıkanlarından biri, Donald Trump'ın başkanlığı döneminde başlatılan Ulusal Yapay Zeka Planı’ydı. Bu plan, yapay zekayı hem askeri hem de sivil sektörlerde kurumsal bir çalışma ayağına dönüştürmek, onu doğrudan ulusal güvenlik meseleleriyle ve diğer uluslararası güçler karşısında ABD ekonomisinin rekabet gücüyle ilişkilendirmek amacıyla formüle edildi.
Başkan Trump'ın 11 Aralık Perşembe günü imzaladığı, yapay zeka modellerinin kullanımını ve geliştirilmesini sınırlayan yerel düzenlemeler yapmaya çalışan eyaletlere federal kısıtlamalar ve yaptırımlar uygulayan son başkanlık kararı, bu değişimin niteliğini daha net bir şekilde ortaya koydu. Buna göre Beyaz Saray artık yerel düzenlemeleri yapay zeka alanında ulusal üstünlüğe yönelik doğrudan bir tehdit olarak görüyor ve bu sektördeki karar alma sürecini merkezileştirerek federal politikanın tek referans noktası olmasını sağlıyor. ABD yönetiminin yapay zekayı yalnızca teknik bir proje olarak değil, eyalet düzeyinde herhangi bir yavaşlamadan veya parçalanmadan korunması gereken stratejik bir araç olarak gördüğü açıkça anlaşılıyor.
Kurumsal geçiş sürecinin tamamlanması
ABD sahnesinde tüm bu adımların yanında ülkenin dijital altyapısını inşa ve modernize etmek, gelişmiş yapay zeka modellerini barındırmak ve işletmek için kurumsal kapasiteyi geliştirmek, ayrıca bilgi güvenliği ve veri koruma politikalarını gözden geçirmek ve güncellemek amacıyla bazı kararlar ve önlemler alındı. Bu adımlar, ABD’li yetkililer arasında yapay zekanın artık ertelenebilecek bir teknik konu veya daha sonra ele alınabilecek bir gelecek seçeneği olmadığı, aksine yönetimin temellerini, ulusal güvenlik gerekliliklerini ve Amerikan ekonomisinin küresel liderlik konumunu sürdürme yeteneğini doğrudan etkileyen günlük bir öncelik haline geldiğinin açık bir şekilde kabul edildiğini gösteriyor.
Pentagon’un ‘GenAI.mil’ platformunun kurulduğunu duyurması, bu hızlanan gidişatın pratik ve doğrudan bir yansıydı. Bakanlık, askeri, sivil veya yüklenici tüm çalışanlarına güvenli bir yapay zeka aracı sunarken bu aracın, günlük iş akışlarına derhal entegre edilmesi gerektiğine dair üst düzey liderlerin açık talimatlarını da ekledi.
Bu karar, askeri yönetim araçlarına yönelik basit bir teknik güncelleme veya iyileştirme olarak yorumlanamaz; aksine, yapay zekanın çeşitli düzeylerde karar verme, stratejik analiz, planlama ve operasyon yönetiminin günlük ritminin bir parçası haline getirilmesine yönelik tam bir kurumsal dönüşümü ortaya koyuyor. Bu eğilim, dijital enerji, bulut bilişim ve yapay zeka modellerinin düzenlenmesi alanlarındaki paralel hareketlerle bir araya geldiğinde, Washington'ın sınırlı bir teknik deneyde bulunmadığı, devletin, kurumlarının doğasının ve operasyon araçlarının kapsamlı bir stratejik dönüşümünü yönettiği açıkça gözlemlenebiliyor.
Dışarıdan bakıldığında, bu strateji teknolojiyi uluslararası sistemi yeniden düzenlemenin merkezi bir aracı olarak ele alıyor gibi görünüyor. Bu, sadece doğrudan askeri veya ekonomik kullanımlar yoluyla değil, aynı zamanda küresel standartların ve çalışma kurallarının dayatılması yoluyla da gerçekleşiyor. ABD, yalnızca teknolojik ürünleri veya dijital çözümleri ihraç etmekle kalmayıp, yapay zeka, siber güvenlik, bulut altyapısı ve ileri teknolojiler alanlarında Amerikan standartlarına dayalı entegre bir dijital yönetişim modelini de ihraç etmeyi amaçlıyor. Bu mantığa göre bu standartları kabul eden ülkeler otomatik olarak Amerikan sistemine entegre olur ve ekonomik, siyasi ve teknolojik ağlarının bir parçası olurken, bunları reddeden veya bunlara uymayan ülkeler hem siyasi hem de teknolojik olarak marjinalleşir.
Rekabet, küresel tedarik zincirleri üzerindeki teknik veya ticari bir anlaşmazlıktan, uluslararası sistem içindeki bağımlılığın doğası üzerine yapısal bir çatışmaya doğru kayıyor.
Bu çerçevede ABD için Çin, stratejide yansıtılan siyasi vizyonda en önemli teknolojik rakip konumunda. Pekin ile rekabet, geleneksel bir ticaret çatışması veya pazar payı anlaşmazlığı olarak değil, küresel teknolojinin geleceğini tanımlama, işleyiş kurallarını belirleme ve yönetim standartlarını belirleme gücüne sahip olanın kim olduğu konusunda yapısal bir çatışma olarak sunuluyor. Bu da Washington’ın ileri elektronik çipler, hassas teknoloji, ve yapay zeka sistemlerinin ihracatına uyguladığı katı kısıtlamaları açıklıyor. Söz konusu kısıtlamalar, Çin'in teknolojik yükselişini yavaşlatmayı ve önümüzdeki on yıllarda uluslararası dijital sistemde belirleyici veya düzenleyici bir güç haline gelmesini önlemeyi amaçlayan uzun vadeli bir siyasi stratejinin parçası.
ABD ve Çin arasında, NVIDIA'nın gelişmiş H200 bilgisayar çipleri ile ilgili yaşanan tartışma, bu bağlamda derin bir siyasi önemi ortaya koyuyor. Washington’ın bu çiplerin ihracatına kısmen de olsa kapı açmayı kabul etmesi, yüzeysel olarak Çin'e uygulanan teknolojik sınırlama politikası içinde taktiksel bir esneklik ifadesi gibi görünüyordu. Ancak Çin'in bu hamleye verdiği temkinli yanıt, kısa vadede daha yüksek maliyetlere katlanmak veya daha düşük verimlilik seviyelerini kabul etmek anlamına gelse bile, Amerikan teknolojisine olan uzun vadeli yapısal bağımlılığını azaltmaya dayalı farklı bir stratejik yaklaşımı yansıtıyordu. Çatışmanın artık yalnızca yasaklar, izinler ve ihracat kısıtlamalarıyla değil, stratejik ayrışma ve bağımsız ve uygulanabilir teknolojik sistemler kurma becerisiyle ilgili daha derin bir mantıkla yönetildiği aşikar.
Paralel teknolojik alan
Bu anlamda rekabet, küresel tedarik zincirleri üzerindeki teknik veya ticari bir anlaşmazlıktan, uluslararası sistem içindeki bağımlılığın doğası üzerine yapısal bir çatışmaya dönüşüyor. ABD, teknolojiyi ekonomik ve dijital ekosistemi içinde entegrasyonu dayatmak için bir araç olarak kullanıyor ve ülkeleri ve şirketleri kendi standartlarına ve altyapısına bağlıyor.
Buna karşılık Çin, alternatif standartlar ve üretim zincirlerine dayalı paralel bir teknolojik alan oluşturarak bu entegrasyonu kırmaya ve stratejik kırılganlığını azaltmaya çalışıyor. Bu değişim, uluslararası sistemin küreselleşmenin hâkim olduğu on yıllar boyunca süren karşılıklı bağımlılık aşamasından, ekonomik ve teknik ilişkilerin ulusal güvenlik ve jeopolitik rekabet hususlarına göre yeniden şekillendirildiği, siyasi güdümlü teknolojik parçalanma olarak tanımlanabilecek yeni bir aşamaya geçişini yansıtıyor.
ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi kapsamında gerçekleşen ikili görüşmenin ardından Gimhae Uluslararası Havalimanı'ndan ayrılırken (Reuters)
Bu açıdan bakıldığında, teknoloji ABD stratejisi içinde yalnızca ayrı bir teknik veya ekonomik konu olarak değil, politika kendisini yeniden yapılandırmak için merkezi bir araç olarak görülmeli. Yurt içinde teknoloji, kamusal alanı yeniden düzenlemek, dijital alanı kontrol etmek ve devletin kontrol ve yönetim kapasitesini güçlendirmek, dış politikada ise ittifakları yeniden şekillendirmek, düşmanların hareketlerini kısıtlamak ve yeni uluslararası düzenin kurallarını ve normlarını dayatmak için kullanılır. Bu vizyona göre teknoloji artık sadece siyasete hizmet eden bir araç değil, siyasetin yeniden şekillendirildiği ve derin ve hızlı stratejik dönüşümler geçiren bir dünyada güç dengesinin belirlendiği yapısal bir çerçeve haline geldi.
Yapay zeka ve teknolojinin ABD ulusal güvenlik stratejisindeki yeri, ekonomik büyümeyi destekleyen basit araçlar olmaktan çıkıp, ABD ekonomisinin yeni biçiminde dayandığı gerçek motor olmaya doğru ilerliyor. Strateji, teknolojiyi diğer sektörlerden ayrılabilen ayrı bir üretim sektörü olarak değil, ekonomik büyümenin dayandığı, yatırım modellerinin oluştuğu ve ABD pazarının rekabet gücünün ulusal ve uluslararası düzeyde belirlendiği görünmez bir altyapı olarak ele alıyor. Buradan yola çıkıldığında yapay zeka, yarı iletkenler, ileri enerji ve bulut bilişim ekonomisinden bahsetmek, ABD ekonomisinin çevresi veya marjları hakkında değil, ekonominin kalbinde yer alan konular hakkında konuşmak anlamına geliyor.
Strateji içindeki teknolojiye yaklaşım, ayrıntılı bir nicel ekonomik analizden ziyade, öncelikle politik ve stratejik nitelikte.
2025 yılında yayınlanan ekonomik göstergeler, bu teknolojik dönüşümün boyutunu açıkça ortaya koyuyor. Fortune dergisi tarafından yayınlanan bir analize göre yapay zeka teknolojileriyle ilgili veri merkezleri ve bilgi işlem altyapısına yapılan yatırımlar, yılın ilk yarısında ABD’nin gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) büyümesine yaklaşık yüzde 92’lik bir katkıda bulundu. Dijital altyapıdaki bu hızlı büyüme olmasaydı, ekonomik büyüme neredeyse sıfıra düşecekti. Bunun yanında, teknoloji sektöründe uzmanlaşmış önde gelen araştırma şirketlerinden biri olan Forrester Research tarafından yayınlanan bir rapora göre ABD'nin bilgi teknolojisi harcamaları 2025 yılında yaklaşık 2,7 trilyon dolara ulaştı. Bu rakam, teknolojinin çağdaş ABD ekonomisinin ana dayanaklarından biri haline geldiğini açıkça gösterdi.
Elektronik çipleri temelini oluşturan yarı iletken sektörü, ABD’de istihdam ve endüstriyel büyümenin de önemli bir itici gücü haline geldi. Bu sektör, 2025 yılına kadar tedarik zincirleri, mühendislik tasarımı, lojistik ve ilgili endüstrilerde milyonlarca dolaylı istihdamın yanı sıra yüz binlerce doğrudan istihdamı destekliyor. Bu anlamda, çip ekonomisi artık sadece bir yüksek teknoloji endüstrisi değil, aynı zamanda işgücü piyasasını, yatırım hacmini, ihracatı ve ekonomik güvenliği etkileyen entegre bir ekonomik sisteme dönüşmüş durumda.
ABD’nin 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, ülkenin ekonomik ve güvenlik geleceği vizyonunda teknoloji ve yapay zekaya merkezi bir yer verse de belge bu sektörün gerçek büyüklüğünü veya ABD ekonomisi üzerindeki doğrudan etkisinin boyutunu açıklığa kavuşturan ayrıntılı sayısal veriler veya ekonomik göstergeler sunmuyor. Teknolojiyi egemen bir araç ve yeniden sanayileşme, tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlama ve ABD ekonomisinin kapasitesini artırma için temel bir dayanak olarak ele alan strateji, teknolojiyi egemen bir araç ve yeniden sanayileşme, tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlama ve uzun vadeli rekabet gücünü artırma için temel bir unsur olarak görüyor, ancak kesin finansal ayrıntılara girmeden genel eğilimleri özetleyen genel bir rehber olmaya devam ediyor.
Strateji, teknolojiyi ayrıntılı nicel ekonomik analizlerden ziyade, öncelikle siyasi ve stratejik bir bakış açısıyla ele alıyor. Yapay zeka, otonom sistemler ve ileri teknolojilerin geliştirilmesi gerektiğini vurgulasa da ne kadarlık bir yatırım yapılması gerektiğini belirtmiyor ve kesin finansal oranlar veya tahminler sunmuyor. Ekonomik boyuta değindiğinde bile, ticaretin yeniden dengelenmesi, ulusal sanayinin desteklenmesi ve inovasyonun korunması gibi kavramlara odaklanmakta, ancak ABD’deki teknoloji ekonomisinin gerçek ağırlığını yansıtan net rakamlar vermiyor.
Rakamların kasıtlı olarak yer almaması, teknolojinin ekonomik itici güç olarak öneminin küçümsenmesini değil, kapsamlı bir ekonomik rapor sunmaktan ziyade kamu politikasına rehberlik etmeyi ve ulusal öncelikleri belirlemeyi amaçlayan ulusal güvenlik stratejisinin doğasını yansıtıyor. Dolayısıyla bu sektörün gerçek etkisini ölçmek için bağımsız raporlara ve analizlere güvenilmesi gerekiyor. Örneğin, veri merkezi yatırımlarının 2025'in ilk yarısında ABD ekonomik büyümesinin ana itici gücü olduğunu veya bilgi teknolojisi harcamalarının aynı yıl rekor seviyelere ulaştığını gösteren veriler, ABD ekonomisinin özünde teknoloji odaklı bir ekonomi haline geldiğini teyit ediyor.
Askeri eksen
Amerikan stratejisi, teknolojinin modern askeri gücün özü haline geldiği ve askeri üstünlüğün artık geleneksel silahların büyüklüğüne veya savaş platformlarının sayısına bağlı olmadığı, daha çok savaşı yönetebilen ve onun hızını ve seyrini belirleyebilen akıllı yeteneklere sahip olmaya bağlı olduğu yönündeki net bir vizyona dayanmıyor. Bu bakış açısına göre üstünlük sadece silahın türüyle değil, aynı zamanda geliştirilme hızı, modernizasyon esnekliği ve devletin ileri teknolojiyi rakiplerini geride bırakacak bir hızda askeri sistemine entegre etme kabiliyetiyle de ölçülür. Bu yüzden belge, yapay zeka, insansız sistemler, uzay ve ileri düzey bilgi işlem teknolojilerini, ABD ile Çin arasındaki güç dengesini yeniden şekillendirmede kritik unsurlar olarak ele alıyor.
ABD Başkanı Donald Trump imzaladığı bir başkanlık kararını gösterirken (AFP)
Strateji, Çin’in tehdidinin sadece silahlı kuvvetlerinin sayısal genişlemesinden değil, aynı zamanda ordusunun yapısal dönüşümünün doğasından da kaynaklandığını, operasyonel yapısının yapay zeka ve insansız sistemler etrafında yeniden şekillendirildiğini belirtiyor. Bu değerlendirme, Pentagon’un Çin'in askeri gücü hakkındaki 2023 yılı raporunda yer alan bulguları da destekliyor. Söz konusu rapor, Pekin'in, Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun modernizasyonunun temel direği olarak, keşif, elektronik savaş, ateş kontrolü ve insansız araçların geliştirilmesi dahil olmak üzere, savaş sistemlerine yapay zeka entegre etmek için büyük yatırımlar yaptığını teyit ediyor. RAND Corporation tarafından geçtiğimiz ağustos ayında Çin ordusunda insanlı ve insansız sistemlerin entegrasyonu konsepti üzerine yayınlanan bir çalışma, Pekin'in hız, dikkat dağınıklığı ve çoklu saldırı eksenlerine dayalı taktiksel üstünlük elde etmek amacıyla, manevra yapabilen ve insanlı platformlarla koordinasyon kurabilen insansız hava araçları (İHA) filolarını kullanmaya dayalı yeni bir operasyonel model oluşturmaya çalıştığını gösterdi. Çin'in bu eğilimi, gelecekteki askeri kapasitesinin temel bileşeni olarak yapay zeka ve otonom araçlara dayanan bir savaş tarzına yöneldiğini yansıttı.
Stratejinin açıklandığı belge, teknolojik üstünlüğün korunmasının, özellikle elektronik çipler ve hassas bileşenler alanlarında bağımsız ve dayanıklı bir savunma sanayi tabanına sahip olmaktan ayrılamayacağını vurgulayarak son buluyor.
Ancak, yatırımın büyüklüğünden daha önemli olan, kullanımın niteliği. Çin, İHA’ları sadece destek aracı olarak geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda üst düzeyde özerk çalışan, birbirleriyle iletişim kuran ve savaş alanında kolektif taktik kararlar alan savaş filoları oluşturmak için de çalışıyor.
Strateji, ABD’nin bu düzeyde yarı özerk operasyonları nispeten daha yavaş bir hızda geliştirdiğini ve bunun da askeri yetenekleri için benzeri görülmemiş bir zorluk oluşturduğunu kabul ediyor. Ortak eylemde bulunabilen binlerce akıllı İHA’nın varlığı, savaş kurallarını kökten değiştiriyor, daha zayıf ve daha yavaş tehditlerle başa çıkmak için tasarlanmış geleneksel savunma sistemlerinin etkinliğini sınırlıyor ve savaş alanında yoğunluk ve esnekliği belirleyici faktörler haline getiriyor.
Bu teşhise dayanarak, strateji ABD’nin caydırıcılığını güçlendirmek için bazı pratik önlemler öneriyor. Bu önlemlerin başında, yüksek riskli ortamlarda çalışabilen otonom hava, deniz ve kara sistemlerinin geliştirilmesini hızlandırmak ve akıllı araçlar ve İHA filoları konusunda Çin’in sayısal üstünlüğüne yetişip bu açığı kapatmak geliyor.
Strateji ayrıca, uydular, radarlar, uçaklar ve çeşitli sensörlerden elde edilen verileri algoritmalarla yönetilen tek bir operasyonel tabloya entegre edebilen ortak ağlar kurarak komuta ve kontrol sistemlerinde yapay zeka kullanımının genişletilmesini ve Washington'a potansiyel rakiplerini geride bırakan bir karar alma hızı kazandırılmasını öngörüyor.
Bu strateji, uzayı artan askeri rekabetin merkezine yerleştiriyor. ABD, navigasyon, iletişim, erken uyarı ve istihbarat toplama amaçlı kapsamlı ve karmaşık bir uydu sistemine güveniyor ve ABD ulusal istihbarat raporları, bunun dünyanın en büyük askeri uzay altyapısı olduğunu belirtiyor. Öte yandan tahminlere göre Çin, askeri veya çift kullanım amaçlı yüzlerce uydu kullanıyor ve anti-uydu sistemleri, sinyal bozma teknolojileri veya uzay sensörlerinin yüksek hassasiyetli hedeflemesi yoluyla ABD'nin uzay varlıklarını bozma yeteneklerini hızla geliştiriyor. Bu yüzden strateji, uzayda caydırıcılığı güçlendirme ve ABD'nin askeri operasyonlar yürütmek ve 24 saat boyunca hayati bilgiler toplamak için kullandığı uyduları koruması gerektiğini vurguluyor.
Stratejinin açıklandığı belge, teknolojik üstünlüğün korunmasının, özellikle elektronik çipler ve hassas bileşenler alanlarında bağımsız ve dayanıklı bir savunma sanayi tabanına sahip olmaktan ayrılamayacağını vurgulayarak son buluyor. Yapay zeka, uzay ve ileri düzey bilgi işlem teknolojilerine dayalı bir askeri yarış, temel tedarik zincirlerinin kısmen düşmanın etki alanı içinde olması veya jeopolitik baskıya maruz kalması durumunda başarıyla sürdürülemez.
Bu anlamda, ABD’nin stratejisi 21. yüzyılda güç kavramının ‘teknolojinin artık sadece silahları iyileştirmek veya etkinliklerini artırmak için bir araç değil, silahın kendisi haline geldiğini’ gösteren net bir tablosunu sunuyor. Akıllı sistemleri, uzayı ve orduların dijital altyapısını kontrol edenler, önümüzdeki on yıllarda küresel gücün şeklini ve dengesini belirleyecek.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة