Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?
TT

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Ziad al-Faifi
Kamuoyu yoklamalarına göre, Evangelist beyaz Protestanların yüzde 77’si, Trump’ın birinci başkanlık dönemindeki performansından memnun.
Amerika Birleşik Devletleri, seküler demokrasinin dünyadaki en önemli kalelerinden biri gibi görünmüyor. Siyasi geleceğini, resmi kurumlarının ve hükümet sisteminin oluşumunda var olan dini etkiden uzak bir şekilde analiz edecek kadar laik değil. Zira özellikle Evangelist beyaz Protestanlar söz konusu olduğunda siyasal Hristiyanlık, başkanlık yarışının gidişatında ağır basan güçlerden biri olarak ABD seçimlerinde açıkça hazır bulunuyor.
Donald Trump ve Hillary Clinton arasındaki 2016 Başkanlık seçimlerinin seyri üzerinde bu kesimin ana etkisi hakkında çok şey söylendi. Evangelistler, seçimlerin Trump’ın lehine sonuçlanmasına katkıda bulunmuşlardı. Anketler, bu kesime mensup 10 kişiden 8’inin Trump’ı seçtiğini ve hala da popüler tabanını ya da büyük bir bölümünü oluşturduklarını gösteriyor.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre, haberde, ABD Genel Din Araştırmaları Enstitüsü’nün düzenlediği ankete göre, Evangelist Beyaz Protestanların yüzde 77’si, Trump’ın performansından memnun olduklarını, yüzde 98’i ise, birinci başkanlık döneminde Demokratların liderlik ettiği Trump hakkında cezai kovuşturma ve azil sürecini başlatma çabalarına karşı olduklarını belirttiler.
Gözlemciler, radikal Hristiyanların, tıpkı tanınmış Amerikan iş insanını siyasete atılmaya teşvik ederek 2016 sürprizinin yaratılmasına katkıda bulundukları gibi, kendisini ikinci kez iktidara getirecekleri tahmininde bulunuyorlar. Bazıları da daha çok Evangelistlerin bu yılki seçimlerin gidişatını belirlemekteki rollerini takip ederek, bu yılki yarışı ABD tarihinin en sıcağı olarak tanımlıyorlar.

Siyasal Hristiyanlık
Evangelist Protestanlık, geleneksel rakibinin aksine, Amerikan siyasetinde geniş ve etkili bir varlığa sahip. Basında yer alan haberlere göre, kendisine mensup gruplar, yüzlerce dini TV kanalı, binden fazla radyo kanalını, ABD geneline yayılmış sayısız kitabevini yönetiyorlar. Bütün bunlara ayrıca, aile merkezleri, okullar, çocuklar ve aileler için eğlence amaçlı toplantılar şeklindeki  sosyal faaliyetleri de ekleniyor.
Bu dini grubun güçlü ve organize varlığı, seçim yarışının Mesih’in lehine sonuçlanma şansını korumaya katkıda bulunuyor. Kamuoyu araştırmalarına göre, Evangelist sağ, yetmişli yıllardan itibaren, başkanı belirlemekte başarılı oldu. 1976’da Jimmy Carter’ı desteklemeleri ile başlayan bu süreç, 2000 yılında seçimlerin oğul George Bush lehine sonuçlanmasına kadar devam etti. Genel Din Araştırmaları Enstitüsü’nün anketinin gösterdiği gibi, 18-29 yaşları arasındaki Evangelist Beyaz Protestanların yüzde 78’i, Cumhuriyetçi ya da Cumhuriyetçi Parti’yi desteklemeye eğilimli bağımsızlardan oluşuyor. ABD konusunda uzman siyasi analist Yasir el-Gaslan da bunu onaylıyor: Siyasete ilk girdiklerinde Evangelistlerin çoğu, Demokrat Başkan Jimmy Carter’ı desteklemişlerdi. Fakat Ronald Reagan’ın başkan olmasıyla büyük bir çoğunluğu Cumhuriyetçi Parti’ye yöneldi ve parti içindeki muhafazakar sağın bir parçasını oluşturdu.
Gaslan, Evangelistlerin genel siyasi eğilimlerini ise şöyle tanımlıyor: Evangelistler, üniversite eğitimi almamış, geleneksel meslek sahibi ve çiftçi beyaz kesimlerden oluşuyor. Bu kesimler, Demokrat Parti’nin temsil ettiği ve üstten bakma olarak tanımladıkları bakışa karşı çıkıyorlar. Bu nedenle, Evangelistlerin büyük bir bölümü, partinin eğilimleri ile bu dini grubun ilkeleri birleştiği için temelde Cumhuriyetçidirler. Bu da onları, Cumhuriyetçi aday için önemli hale getirmektedir.   
Bu etki, Evangelistlerin ABD nüfusunun yaklaşık dörtte birini ve tüm Amerikan Protestanlarının yaklaşık yüzde 40'ını oluşturmasından kaynaklanmakta. Misyoner topluluğunun bu başarısının kaynağında, kendi şemsiyesi altında organize gruplara sahip olması yer alıyor. Sözgelimi, ABD Hristiyan Kiliseleri Konseyi, Ulusal Evangelist Birliği ve Dünya Kiliseler Konseyi gibi. Bu güçlü Hristiyan grubu, bunlar ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla kendi propagandasını yapıyor ve katılımları medya, sosyal ve dini araçlarını kullanarak organize ediyorlar.

Evangelist kuşak
Seçiciler Kurulu’ndan alınan oyların sayılma şekli göz önüne alındığında, demografik dağılım düzeyinde Hristiyan unsurlar, ülkenin güneyinde seçim sürecine etki etmelerini kolaylaştıran coğrafi bölgelere sahip. Seçim sistemine göre adayın, Seçiciler Kurul’dan alacağı oyları garanti altına alabilmesi için eyaletlerde oylarının çoğunu alması yeterli.
Dolayısıyla, çok sayıda önemli eyalette ve Seçiciler Kurulu’ndaki ağırlığı, coğrafi dağılıma sahip olması da göz önüne alındığında bu, Evangelist Protestan unsuru, başkanının belirlenmesinde baskın bir tarafa dönüştürüyor. Bu nedenle durum “Evangelist Kuşak” olarak adlandırılıyor.
Evangelist Kuşak, ABD’nin güneydoğusundaki Atlantik Okyanusu kıyılarından Teksas'ın batı sınırlarına kadar uzanıyor.
Ayrıca şu eyaletleri kapsıyor; Kuzey Carolina, Güney Carolina, Georgia, Alabama, Louisiana, Mississippi, Tennessee, Kentucky, Arkansas, Missouri, Kansas, Oklahoma ve Teksas.
Toplamda 538 üyeden oluşan Seçiciler Kurulu’nda bu eyaletleri temsil eden üyelerin sayısı 149’dur. Bu üyeler, Evangelistlerin Ronald Reagan zamanında Cumhuriyetçi Parti’ye yönelmelerinden bugüne kadar çoğu zaman, Cumhuriyetçilerin lehine oy kullandılar.
Bu eyaletler, eyaletlerin geri kalanında bilinen dini veya sosyal çeşitliliğe sahip değil. Bununla birlikte, nüfusun yaklaşık yüzde 20'sini kapsayan bir bileşen olarak siyahların varlığı, Cumhuriyetçi Parti’nin söz konusu eyaletler üzerindeki kontrolünü artan bir şekilde güncelleştiren bir unsur teşkil ediyor. Zira dini bağlılıklarına rağmen Afrikalı göçmenlerin çoğu, Demokrat Parti'ye oy vermeyi tercih ediyorlar.
Ancak bu yıl, bu altın kemeri kazanma yarışı daha zorlu geçecek gibi görünüyor, çünkü anketler, Joe Biden’ın bu kuşağın önemli eyaletlerinden biri olan Kuzey Carolina’da, Trump’tan yüzde 1’den daha az oranda önde olduğunu gösteriyor. Oysa 2016’daki seçimlerde Trump bu eyalette, Hillary Clinton’dan 4 puan ilerideydi. Dolayısıyla bahsi geçen anket sonuçları, bu geniş coğrafyada önümüzdeki ayda kıyasıya bir mücadelenin yaşanacağının işaretlerini veriyor.

Kurtarıcı Trump
ABD’de Hristiyan aktivistlerin düzenlediği bir konferansta, Papaz Andrew Brunson elini Başkan Trump’ın omzuna koyarak şöyle demişti: “Ey Babamız, Başkan Trump’a karşı merhametli  bir kalbin olduğunu görüyorum, bu yüzden onu kendine yaklaştır. Kimin güvene layık kimin de olmadığını bilmek için Tanrı’dan sana gaybi ilim vermesini diliyorum. Tanrı, Başkan’ın ve bu ülkenin kötülüğünü isteyenlerin oyunlarını bozsun”. Bu arada Başkan, Türkiye’de birkaç yıl tutuklu kalmasından sonra özgür kalmasını Beyaz Saray yöneticisine borçlu olan Evangelist Papaz Andrew Brunson’ın önünde huşu içinde duruyor gibi görünüyordu.
Başkan'ın korumaya çalıştığı bu Tanrı ve Mesih ile dini ilişkisinden gurur duyan, dindar Protestan Hristiyan imajı, dini çevrelerdeki öncülerinkine benzemeyen kariyeri ile uyuşmuyor. Zira  adı, “komplo” olarak tanımladığı birkaç cinsel skandala karışan, görünüşüne ve bir TV yıldızı olmaya ve bunu korumaya önem veren, birçok kadınla ilişkisi olup birden fazla kez evlenen Trump, görünüşte Evangelist toplumun seçkinleri ile uyumlu görünmüyor.
Ancak bu durum iki taraf arasındaki ilişkiyi çok da etkiliyor gibi görünmüyor. Siyasi analist Gaslan bunu, Trump’ın ahlakı kendilerine sorulduğunda birçok Evangelist liderin seçimlerini destekleyen şu sözlerine bağlıyor: “Tanrı'nın yeryüzünde hakikati gerçekleştirmek için kendi yolları vardır. İnsanlar olarak bizim gözümüzde eksik olanları Tanrı, yaşamlarımızda ve kullarında eksik olanı tamamlamak için kullanır”.
Gaslan buna bir neden daha ekliyor, o da, bu grupların Trump’ı sadece kabul edilebilir bir aday olarak görüyor olmaları. Ardından sözlerini şöyle sürdürüyor: “Evangelistler Trump’ı temsilcileri olarak değil sadece hedefleri için kabul edilebilir bir aday olarak görüyorlar. Zira herkes, Trump’ın Evangelistlerin benimsediği temellere en uzak aday olduğunu biliyor, ancak bu, dogmatik hedeflerini gerçekleştirdiği sürece onlar için önemli değil”. Bu hedefler hakkında ise şunu söylüyor: “Evangelistlerin hedefi, Mesih’in geri dönüşünü hızlandırmak için İsrail’i güçlendirmek. Bu onlar için temel bir inanç ve kehanettir. Trump da bunu gerçekleştirmeye çalışıyor. Bunun yanı sıra, yaşam hakkını savunurken, kürtaja ve eşcinsel evliliklere karşı çıkıyor”.
Gaslan’a göre, İsrail’i güçlendirme konusundaki karşılıklı bağımlılık, başka her şeyden bağımsız olarak her iki tarafın başarısı için stratejik bir araca dönüşmüş bulunuyor.
Trump, Hristiyan gruplar tarafından düzenlenen etkinliklere ve kilise toplantılarına katılmaya ve kendilerine hitap ederken dini bir dil kullanmaya önem veriyor. Nitekim, birkaç hafta önce ölen Yüksek Mahkeme’nin eski liberal ve kadın hakları savunucusu başkanı Ruth Ginsburg’un yerine muhafazakar Amy Barrett’ı bu nedenle aday gösterdi. Bu adımı, devletin hassas konumlarında liberallerin aleyhine olacak biçimde Hristiyan sağın varlığını takviye etmeye yönelik devam eden çabalarına ilişkin yaygın tartışmalara yol açtı.

Trump, Biden’ı dinsiz ilan etti
Donald Trump, halihazırda yürüttüğü seçim gezilerinin başlangıcında, Oklahama eyaletinde destekçilerine yaptığı miting konuşmasında “Biden’ın kazanmaması gerekiyor, çünkü o Tanrıya karşı” demişti.
ABD Başkanlık yarışındaki dinin varlığının tam bir tezahürü olan şu sözlerini de ekledi: “Silahlarınızı almak istiyor, Anayasa’nın ikinci ek maddesini kaldırmak istiyor. Dini yok, hiçbir şeyi yok. İncil’i ve Tanrı’yı incitecek. O Tanrı’ya karşı, silahlara karşı, bildiğiniz enerjiye karşı, o her şeye karşı’’.  
Dinin bu varlığı sadece Trump tarafından kullanılmıyor, kendisini bir din savaşı içinde bulan Biden da bu oyunu Trump gibi oynamaya çalışıyor ama gözlemcilere göre oyunun kurallarını bilmiyor. Partisinin tabanına hakim olan liberal değerler, bu alanlarda manevra yapma kabiliyetini kontrol ediyor. Laik ve ılımlı gruplar ile diğer dinlerin mensupları onun tabanının bir parçasını oluşturduğu için sağcı Hristiyanlar ile kendi tabanına yönelik söylemlerini dengelemesi gerekiyor. Bir yandan Müslümanların oyunu almak için, “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir” hadis-i şerifini okuyup, yönetiminde Müslümanlara görev vereceğini söylerken, diğer yandan dindar Hristiyanlara kendisini bir muhafazakar olarak sunması zor.
Çekişmeli seçim yarışını yakından takip eden analist Yasir Gaslan da bunu doğruluyor: “Her iki partinin de tabanları farklı. Biden, yasaları ve ilkeleri dinin değil halkın belirlemesi gerektiğine inanan liberal bir referanstan yola çıkıyor. Bu nedenle, partisinin olağan duruşunun dindar Hristiyanların oylarını almasını sağladığı Trump’ın aksine Biden, dini ilkelere uymayan kürtaj ve eşcinsel evliliklerle ilgili yasaları destekledi”.
Ancak şunu da sözlerine ekledi: “Cumhuriyetçi sağın, Biden ve partisini din ve ahlak karşıtı gibi gösterme girişimlerine rağmen rakamlar, Yahudilerin ve Katolik Hristiyanların Biden’e desteğinin daha büyük olduğunu gösteriyor. Trump ise sadece Evangelistik Protestanlardan aldığı desteği muhafaza ediyor”.
Ne var ki, Demokrat adayın önünde bir engel daha var; o da ABD seçim kuralları arasında var olan ve Protestan Hristiyan adayı diğer din veya mezheplerden adaylara tercih eden yazılı olmayan geleneksel bir yasadır. Bu, anayasada yer almasa da geleneksel olarak bağlı kalınmaktadır ve sadece tek istisnası var; John Kennedy. Kennedy ülke tarihindeki tek Katolik başkandı.
Biden de bir istisna ve ülkenin ikinci Katolik başkanı olmayı umuyor. Aynı eski başkan Barack Obama döneminde ilk Katolik başkan yardımcısı görevine getirilerek bundan önce bir istisna oluşturduğu gibi.



Siyasal İslam Müslüman dünyadan silinirse ne olur?

Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)
Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)
TT

Siyasal İslam Müslüman dünyadan silinirse ne olur?

Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)
Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)

İbrahim Mustafa

Müslüman dünyası genişledikçe, dini ilkeleri siyasi ve sosyal hayata uygulamaya çalışan gruplardan ve partilerden DEAŞ ve El Kaide gibi şiddet yanlısı silahlı örgütlere kadar geniş bir yelpazede tanımlanan ‘siyasal İslam’ın tanımları ve eğilimleri de değişiyor. Siyasal İslam, birçoğu resmi olarak yasaklanmış olmasına rağmen, Müslüman dünyasının birçok ülkesinde siyasi yaşamın şekillenmesinde önemli bir faktör olurken bu durum, Müslüman dünyasında siyaset hayatını ‘siyasal İslam’ olmadan hayal etmeyi zorlaştırıyor.

Fransız yazar Olivier Roy, ‘Siyasal İslamın İflası’ adlı kitabında siyasal İslam’ı ‘şeriatın belirli bir yorumuna dayalı devlet inşa etmeye odaklanarak, siyasi faaliyetlerini meşrulaştırmak için İslam'ı siyasi bir ideoloji olarak yeniden formüle etmeye çalışan çağdaş İslamcı hareketler’ olarak tanımlıyor. Fransız oryantalist Gilles Kepel ise siyasal İslam'ı, İslami bir devlet ve toplum vizyonu temelinde iktidarı ele geçirmeyi veya etkilemeyi amaçlayan hareketler şeklinde ‘din ve siyaseti birleştiren’ bir hareket olarak tanımlıyor. Kepel’e göre bu hareket, içinde bulunduğu ülkenin sosyal ve ekonomik bağlamlarından etkilenir.

Din ve devlet yönetimi arasındaki ayrım, yaklaşık bir asır önce siyasal İslam kavramının ortaya çıkışından bu yana tartışma konusu olmuştur. Mısır'ın Dini Vakıflar Bakanı olarak görev yapan Şeyh Ali Abdurrazık, 1925 tarihli ‘İslamda İktidarın Temelleri’ adlı kitabında insanları Allah'a davet eden bir din olarak İslam ile devletlerdeki çeşitli idare yöntemlerinin birbirine karıştırılmaması çağrısında bulundu. Birçok yazar bu argümana yanıt verdi. Bu yazarlardan biri olan Muhammed Amara, ‘İslami Siyasi Sistem Üzerine’ adlı kitabında İslam dininin sadece bir ibadet dini değil, siyaseti ve iktidarı da içeren kapsamlı bir sistem olduğunu belirtirek, siyasal İslam'ı İslam dininin iktidar ve toplum sistemi anlayışı olarak görür.

Siyasal İslam fikrinin kökleri, 19. yüzyılın sonlarındaki reform hareketlerine dayanıyor. İslam dinini Batı işgaline direnme ve yönetim sistemlerinde reform yapma ihtiyacıyla ilişkilendiren Cemaleddin el-Afgani ve Muhammed Abduh’un yazılarında olduğu gibi o dönemde bu terim açıkça kullanılmamış olsa da ‘İslam ve iktidar’ veya ‘İslam devleti’ gibi kavramlarla dolaylı olarak anılmıştır. ABD’li siyaset bilimci Leonard Binder'e göre İngiliz tarihçi Bernard Lewis, ‘Modern Türkiye'nin Doğuşu’ adlı kitabında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün ve 1924'te halifeliğin kaldırılmasının ‘halifelik modelini yeniden kurmak veya yeniden formüle etmek isteyen hareketlerin ortaya çıkmasına yol açtığını ve bunun da siyasal İslam fikirlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladığını’ belirtmiştir.

Mısır'daki Müslüman Kardeşler

ABD’li yazar Richard Mitchell, 1928 yılında Mısır'da Müslüman Kardeşler’in  (İhvan-ı Müslimin) ortaya çıkışını siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak görüyor. Mitchell, Müslüman Kardeşler'in İslami vaaz ile siyasi eylemi sistematik olarak birleştiren ilk örgütlü hareket olduğunu ve Mısır dışındaki diğer hareketler için de bir model oluşturduğunu savunuyor.

Olivier Roy, siyasal İslam teriminin şekillenmesini 1970'lere, özellikle de İslami bir hükümet sistemini uygulayan bir devletin pratik bir örneği olan 1979 yılındaki İran İslam devriminden sonrasına dayandırıyor. İran’daki İslam devrimi, Mısır, Suriye ve Cezayir'deki İslamcı grupların faaliyetleriyle aynı döneme denk gelmiş ve terimin kullanımını güçlendirmiştir.

Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı, siyasal İslam'ın yörüngesinde bir dönüm noktası olmuştur. Müslüman Kardeşler', özellikle Hasan el-Benna tarafından 1928 yılında kurulmasından bu yana yaklaşık bir asır boyunca Mısır'ın siyasi hayatında etkili bir rol oynadı. Başlangıçta okullarda ve hastanelerde sosyal çalışmalar ve tebliğ çalışmaları yürüten Ihvan-ı Müslimin, 1940'larda önemli bir siyasi güç haline geldi. İhvan üyelerinin, 1948 yılında şiddet eylemlerinde bulunmakla suçlanmasının ardından devlet, Müslüman Kardeşler’i yasaklama kararı aldı.

Mısır’da 1952 yılının temmuz ayında gerçekleşen devrimin ardından monarşinin devrilmesiyle birlikte İhvan'ın rolü yeniden ön plana çıktı. Fakat Hür Subaylar ile uzlaşı dönemi kısa sürdü. 1954 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'a yönelik suikast girişimini planlamakla suçlanan İhvan, ülkede yeniden yasaklandı ve üyelerinin çoğu hapse atıldı. Seyyid Kutub gibi ideologlar 1966 yılında idam edildi. Richard Mitchell bu dönemin ‘Müslüman Kardeşler’i örgütsel olarak zayıflattığını, ancak ideolojik etkisini güçlendirdiğini’ savunur.

Enver Sedat döneminde İslamcı hareketlerin sol partilerle rekabet edebilmeleri için siyasi faaliyette bulunmalarına izin verilse de resmi bir parti olmasına izin verilmedi. Müslüman Kardeşler, Hüsnü Mübarek döneminde, parlamento ve sendika seçimlerinde bağımsız olarak yarışmaya devam etti, hatta 2005 seçimlerinde Halk Meclisi'ndeki sandalyelerin yüzde 20'sini kazandı.

Ancak bu deneyim sadece bir yıl sürdü. Ekonomik sorunlar ve siyasi anlaşmazlıklar, özellikle de anayasanın ilanı ve anayasaya itirazların ardından, 30 Haziran 2013 tarihinde Müslüman Kardeşler'in devrilmesine yol açan geniş çaplı protesto gösterilerinin başlamasına neden oldu. Aynı yıl hükümet Müslüman Kardeşler'i terörist bir grup olarak sınıflandırdı ve devlet, kuruluşundan beri üçüncü kez grubu feshetme kararı aldı.

fgbhy
Mısır hükümeti Müslüman Kardeşleri terörist grup olarak sınıflandırdı (AFP)

Siyasal İslam konusunda uzman bir yazar olan Ahmed el-Hatib, Mısır'ın ‘siyasal İslam’ fikrinin kurucu ülkelerinden biri ve bu olguyu ilk tanıyan ülke olduğunu belirtti. Şarku’k Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Hatib, İhvan’ın 1928 yılında kuruluşundan bu yana Mısır'ı yöneten tüm rejimlerde önemli bir oyuncu olduğu için ülkenin siyaset sahnesini büyük ölçüde etkilediği değerlendirmesinde bulundu.

Müslüman Kardeşler’in Mısır’da rejimle 2013 yılında girdiği son savaşa rağmen siyasal İslam hareketinin Mısır'da hala var olduğuna inanan Hatib, İhvan’ın şu an bir sessizlik döneminde olduğunu ve bu dönemi yayılmanın izlediğini belirtti. Siyasal İslam'ın her zaman rejimlerle ilişki kurduğunu, ancak kısa süre sonra bu ilişkilerin bozulduğunu ve bir sessizlik dönemine dönüştüğünü ifade eden uzman, Mısır'da İhvan'ın bir örgüt olarak var olmamasına rağmen halen etkili olmanın yanı sıra, sahada mevcut bir olgu ve fikir olarak var olduğunu, ayrıca devletin genel olarak siyasal İslam'ın varlığının en önemli kollarından biri olan Müslüman Kardeşler dosyasını yönetmedeki mevcut başarısına rağmen, İhvan’ın sosyal hizmet alanındaki liderliğine dikkati çekti.

Mısır'da 25 Ocak 2011’deki devrim sırasında ortaya çıkan siyasal İslam'ın bir diğer yüzü de Selefi kanattı. Bu kanat hızla meclise giren partiler kurdu. Bu partilerden biri olan Nur Partisi, 2012 yılında meclisteki sandalyelerin yüzde 22'sini kazandı.

Nur Partisi İhvan'ın aksine, 30 Haziran 2013 devriminde Selefi liderlerin Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi deviren hareketi desteklemesi nedeniyle, siyasal İslam'dan kurtulma çağrılarının hedefi olmaktan kurtuldu. Nur Partisi'nin mecliste şu an yedi sandalyesi bulunuyor.

Hatib’e göre siyasal İslam'ın sadece başka bir yüzü olan Selefi partilerin meclisteki varlıkları formaliteden ibaret olmanın yanında halk arasında da gerçek bir temsiliyetleri bulunmuyor. Hatib, devletin siyasal İslam'ı Selefiler ve Müslüman Kardeşler olarak bölmek istediğini ve İhvan'ı ortadan kaldırmak için Selefi davasını sürdürdüğünü, ancak bunların aynı inanç ve fikirlere sahip tek bir akım olduğunu vurguladı.

Siyasal İslam'ın demokrasiye inanmadığını, demokrasiyi kabul etse bile bunun ‘taktiksel’ bir tutum olacağını ve bunu da hedeflerine ulaşmak için merdiven olarak göreceğini belirten Hatib, siyasal İslam düşüncesinin hak ve özgürlüklere karşı olmak üzerine kurulu olduğunu, bu yüzden siyasal İslamcı grupların toplumların ilerlemesinin önünde bir engel teşkil ettiğini kaydetti.

Siyasi İslam'ın Mısır'da demokratik yaşamın önündeki engellerden biri olduğunu düşünen Hatib, bu grupların rejimleri, varlığı çatışmanın bir sonucu olarak toplumu zincire vuran ve insanların ekonomi, özgürlükler ve ilerleme açısından bedelini ödediği Olağanüstü Hal Yasası (OHAL) gibi bazı yasaları uygulamaya zorladığına inanıyor.

Siyasal İslam Ürdün'de monarşiye saygı şemsiyesi altında siyasi hayata girdi

Mısır'da devletin siyasal İslam ile ilişkisini resmeden çatışmanın aksine, Ürdün'ün bu konudaki deneyimi oldukça farklıydı. Ürdün'de monarşiye saygı şemsiyesi altında siyasi hayata giren Müslüman Kardeşler'in 1945 yılında kurulmasından sonra siyasal İslamcı grupların varlığı ‘meşruiyet’ kazandı. Bazı araştırmacılar, örneğin, bunlardan biri olan Muhammed Ebu Rumman, ‘Ürdün'de siyasal İslamcılar: Din, Devlet ve Toplum’ adlı kitabında İhvan'ın Kral 1. Abdullah tarafından milliyetçi ve solcu hareketler karşısında kendisine destek olması amacıyla kurulduğunu bile öne sürüyor.

Müslüman Kardeşler 1980'li yılların sonlarında Ürdün parlamentosundaki en büyük muhalefet partisi haline geldi. İsrail ile 1994 yılında imzalanan barış anlaşmasının ardından hükümetle yaşanan gerginliklere rağmen, İhvan şiddete yönelmedi. Ancak yine de diğer ülkelerde olduğu gibi burada da yasaklandı.

Müslüman Kardeşler, Arap Baharı'nın bir parçası olarak 2011 yılında yolsuzluk karşıtı protestolara katılmış, ancak rejimin devrilmesi çağrısında bulunmamıştı. Bu da Ebu Rumman'ın, İhvan’ın siyasi stratejileri çerçevesinde monarşiye olan sadakatinden yararlanan Ürdün rejiminin siyasal İslam'ı ‘kontrol altına almayı’ başardığı, ‘esnekliğin’ ise İhvan'ın siyasi hayatta meşru bir varlık göstermesini sağladığı, ancak aynı zamanda devletin kısıtlamaları nedeniyle yönetimde büyük bir rol elde edemediği yönündeki değerlendirmesini destekliyor.

İhvan, Gazze Şeridi’ndeki savaşın patlak vermesinden bu yana İslami Hareket Cephesi (Cebhet'ül Emel'ül-İslami/İHC) partisi aracılığıyla İsrail ile bağların koparılmasını talep eden gösteriler düzenleyerek, hükümet üzerindeki kamuoyu ve medya baskısını arttırdı. Fakat gözlemciler, partinin bu toplantıları ‘özel siyasi hedeflere ulaşmak’ için kullandığını ileri sürdü.

dfgthy
Müslüman Kardeşler, Ürdün siyasi hayatına monarşiye saygı şemsiyesi altında giriş yaptı (AFP)

Ürdün Siyaset Bilimi Derneği Başkanı Dr. Halid Şinekat’a göre siyasal İslam Ürdün'e 1940'larda Hasan el-Benna tarafından Mısır'da kurulan Müslüman Kardeşler aracılığıyla geldi. Dr. Şinekat, Ürdün devletinin Müslüman Kardeşleri bir hayır kurumu olarak tanıdığını ve daha sonra anayasa çatısı altında milliyetçiler, vatanseverler, komünistler ve diğerleri gibi, diğer mezhepler gibi siyasi hayata katılmalarına izin verdiğini belirtti.

Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede, Müslüman Kardeşler'in 1950'li ve 1960'lı yıllarda rejimi devirmeye çalışan solcular ve milliyetçilerin aksine siyasi sistemle ittifakı kendini korumak için bir fırsat olarak gördüğünü söyleyen Dr. Şinekat, Müslüman Kardeşler'in 1957'de partiler yasaklandığında siyaseti bir hayır kurumu olarak yürüttüğünü ve siyasi parti kurmadığını belirtti.

Dr. Şinekat, siyasal İslam hareketinin Ürdün'de, Suriye ve Mısır gibi komşu ülkelerde olduğu gibi dışlanmadığını, çünkü ılımlı ve ‘tanımlanmış bir ölçü içinde’ kaldığını ve eğer dışlanırlarsa, Mısır ve Suriye gibi şiddete yönelme ihtimallerinin daha yüksek olduğunu söyledi. Ürdün'de 1989 yılında demokratik hayatın yeniden başlamasının ardından siyasal İslamcıların meclisteki sandalyelerin dörtte birini elde etmelerine rağmen hiçbir zaman parlamentoda çoğunluğu sağlayamadıklarına ve hükümeti deviremediklerine dikkati çeken Dr. Şinekat, Ürdün'deki tüm partilerin, kendilerini kanıtlayamayan diğer siyasi akımların zayıflığı çerçevesinde siyasi hayattaki dengelerin doğasını çok iyi bildiğinin altını çizdi.

Ürdün’de siyasi hayatının en önemli özelliğinin şiddet karşıtlığı ve monarşiye saygı olduğunu hatırlatan Dr. Şinekat’a göre Ürdün’de siyasi hayat, monarşiye saygı duyulduğu sürece İhvan'la ya da İhvan'sız olarak devam edecek.

İran’da siyasal İslam deneyimi

Arap ülkeleri dışındaki siyasal İslam deneyimleri daha etkili olmuş olabilir. Resmi adı ‘İslam Cumhuriyeti’ olan İran'da din adamı Ruhullah Humeyni 1979 yılında Şah rejimini deviren protestolara önderlik yaptı. Ardından kurulan yeni rejim devrimi ihraç etme fikrini benimserken, Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen'deki Husiler gibi diğer ülkelerde bulunan dini geçmişe sahip siyasi örgütleri destekledi.

ABD’li tarihçi ve siyaset bilimci Nikki Keddie, Devrimin Kökleri: Modern İran'ın Yorumlayıcı Tarihi adlı kitabında, siyasal İslamcıların İran'daki deneyimlerinin seçimler yoluyla bir tür demokrasi ve aynı zamanda liderin otoritesi yoluyla otoriter bir eğilim taşıdığını ileri sürüyor.

sdfrgt
Bazı çevreler, siyasal İslamcıların İran'daki deneyiminin seçimler şeklinde bir demokrasi biçimi getirdiğini, ancak aynı zamanda liderin otoritesi yoluyla otoriter bir eğilim olduğunu savunuyor (AFP)

Kahire merkezli İran Politikaları Analizi Forumu Başkanı Muhammed Muhsin Ebu en-Nur, siyasal İslam'ın yokluğunda İran'da siyasi hayatın nasıl şekilleneceği sorusunun son yıllarda İranlı çevrelerde pek çok yazar ve akademisyeni meşgul ettiğine dikkat çekti. Nur, bunun İran devletinin kimliğinin; milliyetçi mi, dini mi yoksa kozmopolit mi olduğunu belirlemekle ilgili olduğunu söyledi.

Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, İran'da siyasal İslam'ın siyasi denklemden çıkması halinde bunun, İslam hukukunun uygulanmasına dayalı teokratik bir devletin yok olması anlamına geleceğini söyleyen Nur, “Bu, İslam hukukunun uygulanmasına dayalı teokratik bir devletin olmayışı ve İran'ın 1979'dan bu yana dayandığı ve ‘direniş ekseni’ olarak adlandırılan destek gibi temellerin silinmesi anlamına gelir. Bu da sadece İran'ın iç politikasını değil, bölgesel ve uluslararası politikaları da etkileyecek radikal bir değişiklik olur” yorumunda bulundu.

Nur, son yıllarda İran'ın geçen zaman nedeniyle devrim mantığından devlet mantığına kaydığını ve bugün İranlıların çoğunun devrimi yaşamadığını, aksine devrimle hiçbir ilgisi olmayan ve devrimin değerleriyle aşılanmamış nesiller olduğuna işaret etti.

Laik bir ülkede siyasal İslam deneyimi

İslam hilafetinin sona erdiği Türkiye'de, bazı araştırmacılar iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) deneyimini siyasal İslam ve Mustafa Kemal Atatürk'ün laik politikalar dayatmasından bu yana dini hareketi iktidara döndürmeye yönelik eski girişimler bağlamında değerlendiriyor. 2006 yılında yayımlanan ‘Arap Ülkelerinde ve Türkiye'de İslamcılar ve Yönetim’ adlı kitap, 1950'lerde Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti'nin zaferinin, ezanın yeniden Arapça okunmasına izin verilmesi ve dini kurumların yeniden açılması gibi dini tezahürlerin geri dönüşünün yolunu açtığına değiniyor.  

dfgthy
Bazı akademisyenler Türkiye'de iktidardaki AK Parti deneyimini siyasal İslam bağlamında değerlendiriyor (AFP)

Ancak Naci Suveyd’in ‘Osmanlıların Dönüşü: Türkiye İslamı’ kitabındaki çalışmasına göre siyasal İslam'ın açık bir şekilde ortaya çıkışı, 1970 yılında Türkiye'de ‘siyasal İslam'ın babası’ olarak kabul edilen Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Nizam Partisi'nin kurulmasıyla başladı. Ancak Erbakan’ın bu tecrübesi, 1980 darbesi gibi laikliği korumak için darbeler gerçekleştiren ordunun büyük meydan okumalarıyla karşı karşıya kaldı.

Cezayirli araştırmacı Riad Bin Arabia'nın ‘Türkiye'de Siyasal İslam ve Devlet Arasındaki İlişkinin Diyalektiği’ başlıklı çalışmasına göre AK Parti, İslami köklerine rağmen 2000’li yılların başlarında muhafazakâr İslami değerleri liberal demokrasiyle birleştiren pragmatik bir söylem benimsedi. Ancak Al Jazeera Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan ‘Türkiye'nin içerideki zorlukları ve dışarıdaki riskleri’ adlı kitaba göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi, özellikle 2016 yılındaki başarısız darbe girişiminden sonra, iktidarını sağlamlaştırmak için dini, popülist bir araç olarak kullanmakla eleştiriliyor.

Seçimlerde başarısızlık ve sokakta nüfuz

Bir Amerikan düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi (CFR) tarafından 2010 yılında yayınlanan ‘Pakistan'da İslam ve Siyaset’ adlı kitaba göre Pakistan'ın 1956 tarihli anayasası ülkeyi bir ‘İslam cumhuriyeti’ olarak ilan etmiş ve şeriat hukukunun ilk savunucularından biri olan Ebu Ali Mevdudi liderliğindeki Cemaat-i İslami partisinin rolünü vurgulamıştır. Daha sonraki aşamada ise din, özellikle Ziya-ul Hak (1977-1988) döneminde ‘hadd’ kanunlarını dayatan ve şeriat mahkemeleri kuran generallerin iktidarını pekiştirmek için kullanıldı. Pakistan’ın eski Washington Büyükelçisi Hüseyin Hakkani, ‘Cami ve Ordu Arasında Pakistan’ adlı kitabında, Sovyetler Birliği'nin komşu ülke Afganistan'da yayıldığı bir dönemde bu durumu, İslamcı partilerin ve Batı'nın desteğiyle askeri meşruiyeti güçlendirme stratejisi olarak tanımlıyor.

Dini partiler son otuz yılda seçimleri kazanamamış olsalar da muhafazakâr politikaları savunarak sokakta etkili olmaya devam ediyor.

Pakistanlı akademisyen ve araştırmacı Lubna Farah, ülkedeki siyasal İslam hareketinin hükümetin kontrolünü ele geçirememiş olmasına rağmen, kültürel çeşitliliğe daha fazla saygı gösterilmemesi ya da radikalleşmeyi derinleştirme eğilimiyle, Pakistan'ın gelişimini etkilediğini düşünüyor. Görüşlerini sorduğumuz Farah, ülkenin etnik çeşitliliğine saygı duyan bir siyasi model arayışının, siyasal İslam hareketini nasıl ‘kontrol altına alınacağını’ incelemesi gerektiğini söyledi.

Farah, Pakistan'da hâkim olan ‘kafa karışıklığı ve yönelim bozukluğu’ durumu göz önüne alındığında, İmran Han'ın partisi ‘Pakistan Adalet Hareketi’ (Pakistan Tahrik-i İnsaf/PTI) gibi bazı akımların siyasi hedeflerine ulaşmak için dini istismar ettiğini ve bunun sonuçlarının, farkına varmadan din ve siyaseti birbirine karıştırdığını belirterek, bu konuda siyasi reformların uygulanmasının zor göründüğünü ifade etti. Farah’a göre bu durum, Tahrik-i Lebbeyk Pakistan Partisi (Tehreek-e-Labbaik Pakistan/TLP) ve PTI’nin Pakistan Halk (Avami) Hareketi tarafından İslamabad'da gerçekleştirilen en uzun süreli oturma eyleminin de gösterdiği gibi ülkeyi bir ‘dini çılgınlık sarmalına’ sürükledi. Farah, demokratik düşüncede, halkın siyasi liderleri başarısız politikalarından dolayı sorumlu tuttuğunu, ancak Han'ın destekçileri arasında, özellikle siyasal İslam fikirlerinin istismar edildiği bir ortamda, parti liderini eleştiren herkese karşı öncelikli bir muhalefetin yürütüldüğü kaydetti.

Devlet hizmetlerinin yokluğunda radikalleşme

Afrika'daki Müslüman ülkeler açısından bakıldığında, nüfusunun neredeyse yüzde 90'ı Müslüman olmasına rağmen laik bir anayasa kabul eden Mali de dahil olmak üzere, birçok ülkede siyasal İslam ortaya çıktı. Ancak son on yılda, özellikle Mağrip El Kaidesi (El Kaide fi Bilad el-Mağrib el-İslami) gibi grupların ülkenin kuzeyini kontrol altına almasının ardından, radikalleşme belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Bu da daha sonra Fransa'nın askeri müdahalede bulunmasına neden oldu.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı tarafından 2019 yılında yayınlanan ‘Sahel Bölgesi’nde Siyasal İslam’ başlıklı bir raporda, yerel halkın şeriat ilkelerinin katı bir yorumunun dayatılmasına direndiği kaydedildi. Fransız yazar Jean-Pierre Filiu bölgedeki radikalleşmenin yükselişini, devletin temel hizmetleri sağlamadaki başarısızlığına bağladı.

Cezayir'deki Larbi Tbessi Üniversitesi'nde profesör olan Ahmed Mizab, Sahel bölgesindeki, özellikle de Mali'deki dini unsurun diğer bazı ülkelerde olduğu gibi entegre bir İslami proje yaratmadığı, ancak sosyal ve dini ilişkilerin yanı sıra dini ve siyasi boşluğu, nüfuzlarını meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanan terörist gruplardan da etkilendiği yorumunda bulundu.

cdfrgt
Siyasal İslam, Mali ve Nijerya başta üzere Afrika'da birçok ülkede kendini gösterdi (AFP)

Yaptığı değerlendirmede Mali'nin de içinde bulunduğu Sahel bölgesinde dini unsurun etkisinin sadece kültürel ya da sosyal bir unsur olmadığını, ulusal kimliğin ve siyasi yönelimlerin şekillenmesinde önemli bir faktör olduğunu söyleyen Mizab, Sahel bölgesi ülkelerinde en yaygın din olan İslam’ın, Sufi zaviyeleri gibi dini kurumlar ya da son yıllarda ortaya çıkan bazı dini yönelimli örgütler aracılığıyla kamusal yaşamda merkezi bir rol oynadığını belirtti.

Cezayirli akademisyen, dini unsurun siyasi hayattaki etkisiyle ilgili olarak, siyasi hayata doğrudan taraf olmadan seçmenlerin tercihlerini etkileyen ve kamusal söylemi şekillendiren dini liderlerin etkisiyle temsil edilen geleneksel bir etkinin varlığına dikkati çekti. Diğer tarafın ise kriz dönemlerinde devlet ve toplum arasında arabuluculuk rolü oynamakla sınırlı kaldığını, iktidarı kontrol etmeye çalışmadığını, dengeli ve ılımlı bir siyasi çizgiye sahip olduğunu ifade eden Mizab, istikrarsızlıktan faydalanan terör örgütleri başta olmak üzere, dini, siyasete sızma amacıyla siyasi bir paravan olarak kullanan bazı akımlar olduğunu vurguladı.

Bölgede 2012 yılından bu yana terör örgütü El Kaide'ye bağlı Ensaruddin ve Nusrat el İslam gibi kontrolleri altındaki bölgelerde belirli bir modeli empoze etmeye çalışan ve geleneksel siyaset hayatına katılmayan, aksine kendi kontrol alanlarında siyasi istikrarı sınırlayan bir paralellik dayatmaya çalışan İslamcı geçmişe sahip terör örgütlerinin nüfuzunun arttığını belirten Cezayirli akademisyen, bu olguyla yüzleşmenin önemine işaret etti.

Sahel bölgesinde siyasal İslam'ın siyaset sahnesinde yer almaması halinde, laik ve kurumsallaşmış devletin güçlendirilmesi ve bölgedeki bazı ülkelerde demokratik sivil yönetimin tesis edilmesi gerektiğine inanan Mizab, bunun için en büyük sorunun etnik çatışmalar, darbeler ve terörizmle mücadele olduğunu söyledi. Bu yüzden siyasal İslam karşısında alternatif akımların yükselişinin desteklenmesi gerektiğini vurgulayan Mizab, siyasal İslamcı hareketin yok olmasının, Mali ya da Sahel ülkeleri için istikrar anlamına gelmediğini, çünkü devlet ile dini hareketler arasındaki çatışmaların, kabilelerin önde gelen isimleri ve iktidarla çatışmaya dönüşebileceğini ifade etti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.