Stalin Azerbaycan-Ermenistan savaşını mezarından nasıl yönetiyor?

Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)
Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)
TT

Stalin Azerbaycan-Ermenistan savaşını mezarından nasıl yönetiyor?

Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)
Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)

Muhammed Tahir
Dağlık Karabağ'da, 4 bin 800 kilometrekareyi geçmeyen, kaynak bakımından fakir bir arazide, iki yerel oyuncu; Ermenistan ve Azerbaycan arasında kanlı bir mücadele yaşanıyor. Çatışmanın başlatıcısı ve mühendisi, Sovyetler Birliği tarihinin en korkulan ve acımasız adamı Joseph Stalin'dir.
Sovyet liderliği, geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde, sosyalist örtüsüne bürünen bölge ve halkların kaderlerini her zaman manipüle etti. O zamanlar Kremlin liderleri, özellikle Devlet Konseyi Başkanı Joseph Stalin, Kafkasya, Orta Asya ve Güney Rusya'daki milliyetler ve etnik kökenler mozaiği içinde hiçbir kurtuluş veya bağımsızlık hareketine var olma imkanı sağlamamak için Moskova'nın gölgesinin uzandığı her yerde bir ‘böl ve yönet’ politikası kullandılar. Stalin'in o bölgelere ektiği anlaşmazlık tohumları, hala daha fazla kurban toplamaya devam ediyor. Bu tohumlar hala yaklaşık otuz yıl önce Sovyet yörüngesinden kopan ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları ateşliyor.
Binlerce kilometrelik bir sınırı paylaşan Tacikistan ve Özbekistan, 2002 yılında Özbekistan’ın başkenti Duşanbe tarafından ele geçirilen Tacikistan’ın kuzeyindeki Fergana Rezervuarındaki su ve kara kaynakları ile ilgili anlaşmazlık nedeniyle çatışıyor. Rezervuar, aslen Tacik Sovyet Cumhuriyeti'nin bir parçasıydı ve 1933'te 40 yıllığına Özbekistan'a kiralamıştı. Duşanbe, kira süresi dolduğunda bölgeyi geri alma hakkına sahip olduğunu söylüyor, ancak Özbekistan bunu reddediyor. 1944 yılında nihai bir arazi takas anlaşması yapıldığını söylüyor. Öte yandan Kırgız-Özbek sınırının her iki tarafında su ve tarım için rekabet eden aileler arasında da çatışmalar sürekli tırmanıyor. Bu tırmanış, Celalabad sınır bölgesinde etnik çatışmalara dönüşüyor. 2014 yılında patlak veren Kırım krizini de unutmamalı. Büyük çoğunluğunu Rus nüfusun oluşturduğu yarımada Rusya'ya katıldığında, orada yaşayan Ukraynalıları bir anda kendilerini Ukrayna yerine Rusya'da yaşayan azınlıklar olarak buldu.

Karabağ kazanı
Kafkasya'da bu çatışmalar daha keskin bir karaktere bürünüyor. Burada Ermenilerle Azeriler arasındaki düşmanlık ruhu oldukça eskilere dayanıyor. Etnik, dini ve tarihi kökenleri Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanmaktadır. Bu çatışmanın temeli, bölgenin coğrafi olarak Azerbaycan'ın kalbinde yer alması ancak demografik olarak ise nüfusun yüzde 90'ı aşan bir kısmın Ermenilerden oluşmasına dayanıyor. Peki, 30 yıldır on binlerce mağdura mal olan bu çatışmanın arka planında neler var?
1920 yılının sonbaharında Ermenistan Cumhuriyeti kendini kerpetenin kıskacında buldu. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk Milli Ordusu'nun doğuda etkisini artırmasına, ‘Sovyet Kızıl Ordusu’ lejyonlarının Kafkasya Cumhuriyetlerinden geriye kalanlar üzerindeki hakimiyetini sıkılaştırmak için doğudan ilerleyişi eşlik etti. O sıralarda Ermenilerin son sığınağı haline gelen Ermenistan, oldukça hayati bir savaş veriyordu. Kendisini yalnızca iki seçenek karşısında buldu: Ya Türk ve Sovyet cephelerinde, tümden yok olma riskine karşı savaşmaya devam edecek ya da Bolşeviklere teslim olup ülkeyi Türklerden kurtaracaktı. Moskova, Ermenistan’ın içine düştüğü derin çıkmazın farkına vardı. Ermenileri, kendilerini Sovyetler Birliği'nin kollarına bırakmaya teşvik girişiminde bulundu. Onlara Azerbaycan ile ihtilaflı olan Nahcivan ve Zengezur bölgelerine ek olarak ‘Dağlık Karabağ’ topraklarını elde edecekleri vaadinde bulundu. Ermeniler, Sovyet seçeneğinin yanında yer alırken, 30 Kasım 1920'de (Ermeni SSC'nin kurulmasından bir gün sonra) bir Bolşevik Manifestosu yayınlandı. Bu bildirgede, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti hükümeti, Dağlık Karabağ, Nahçıvan ve Zengezur bölgelerinin doğmakta olan Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu açıkladı.
Ancak Moskova, Bolşeviklerin o zamanlar Atatürk'ün önderliğinde Rusya'nın da yardımıyla yeni Türkiye'de, Ankara'da bölgeye yönelik ‘Batılı emperyalist saldırısına’ karşı koyacak bir komünist yönetimin kurulmasına yönelik gelişmeler umduğu için, vaatlerini çabucak terk etti. Moskova, Türkleri razı etmek için Nahcivan'ın yanı sıra ‘Dağlık Karabağ’ bölgesini de Türklerin amcaoğlu ve Kafkasya'daki müttefikleri Azerbaycan'a bağışladı. Rusya Bilimler Akademisi Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları Merkezi'nde araştırmacı olan Aleksandru Vasilevu, Rus dergisi Ogoniok ile yaptığı röportajda bu konuda şunları söyledi: O zamanki Sovyet liderliği açısından, bazı Ermeni topraklarının Türkiye'ye verilmesi, Kafkasya sınırında bir batı köprüsünün varlığına kıyasla daha az kötüydü. Türkiye o zamanlar tıpkı Rusya'nın iç savaşında olduğu gibi, Batı'nın emperyal özlemlerinin kurbanıydı. 1923 yılında imzalanan Kars Antlaşması'nın sonuçlarına bakarsak, eski düşman olan Türk’ün geçici bir müttefik haline geldiği ve Moskova'nın iç savaşı çözme boşluğuna katkıda bulunduğu açıkça görülecektir.

Karabağ savaşlarından bir kare (Azerbaycan Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan fotoğraf, AP)
Stalin'in entrikaları

Karabağ'ın Azerbaycan'a tesliminde Stalin'in parmak izleri açıkça görülüyor. 12 Haziran 1921'de, ‘Kafkasya Komünist Partisi Bürosu’, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Devrim Komitesi'nin deklarasyonuna dayanarak ve Ermeni SSC ile Azerbaycan SSC arasındaki anlaşmaya uygun olarak, toprak meselesini tartışmaya açtı. Karabağ dağlarının artık Ermeni SSC'nin bir parçası olduğu ilan edildi. Kafkasya meselelerinde uzmanlaşmış İsveç menşeili ‘Karabağ Dağı’ web sitesindeki belgelere göre ‘Kafkasya Komünist Partisi Bürosu’, komitenin tavsiyelerini gözden geçirmek ve nihayet bölgedeki çatışmaları sonlandırmak için 4 Temmuz'da tekrar toplandı. Oy çokluğu ile Karabağ'ın Ermenistan Cumhuriyeti'ne devredilmesine karar verildi. Dönemin Sovyet Milliyetler Komiseri Joseph Stalin toplantıda hazır bulundu, ancak tartışmaya katılmayı reddetti. Daha sonra söylediklerinin ayrıntıları bilinmemekle birlikte, görüşmenin sona ermesinin ardından Stalin’e yakın isimler, Karabağ'ın Ermenistan'a verilmesi kararına ilişkin görüşlerini kapalı toplantıyla üyelerine bildirdiğini iddia etti. Ertesi gün, herhangi bir resmi görüşme veya oylama olmaksızın ‘Komünist Partinin Kafkasya Bürosu’ tarafından şu açıklamalar yapıldı: “Müslümanlar ve Ermeniler arasında ulusal barış ihtiyacı, yukarı ve aşağı Karabağ arasındaki ekonomik ilişkiler ve Azerbaycan ile kalıcı bağlantısı nedeniyle, Dağlık Karabağ, geniş bölgesel bağımsızlığı ve Şuşa idari merkezi ile özerk bir bölge haline gelmek için Azerbaycan SSC sınırları içinde kalmaktadır.”
Böylece, herhangi bir neden belirtmeden ve açıkça Stalin'in emirlerine dayanarak, ‘Kafkasya Komünist Partisi Bürosu’ önceki gün resmi oy çoğunluğuyla verilen kararını iptal ederek Karabağ'ı Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti'nin bir parçası haline getirerek bağımsız bir yerleşim bölgesi olarak ilan etti. Stalin'in ‘Dağlık Karabağ’ bölgesini Azerbaycan'a ilhak etmekte ısrar etmesinin sebebi konusunda birçok spekülasyon var. Bunun Ermeniler ve Müslümanlar arasında barışı garanti edeceği iddiası (araştırmacılar, Azeriler ifadesini görmezden gelerek Müslümanlar kelimesini kullanmayı tercih ediyor), çatışmanın tarihi ve mirası göz önüne alındığında mantıksız görünüyor. Kafkasya meselelerinde uzman bir tarihçi olan Michael Croissant, bu ifadenin, genellikle uluslar arasında bir ‘böl ve yönet’ politikasını savunan Stalin'in kurnazlığının eseri olduğunu öne süren birçok akademisyenin görüşünü paylaşıyor. Croissant, ‘Researchgate’ web sitesinde yayınlanan bir makalesinde, Stalin'in bölgeyi Azerbaycan'a ilhak ederek Ermenistan'ın Sovyet liderliğiyle işbirliğini sağlamak için Ermeni nüfusunu ‘rehinelere’ çevirdiğini belirtiyor. Aynı zamanda Azerbaycan içindeki ‘bağımsız’ Ermeni yerleşim bölgesi, Azerbaycan'ın sadakatinin değişmesi durumunda Sovyet yanlısı bir ‘beşinci kol’ konumundaydı. Stalin, bu planı uygulamak ve yürütmek için 7 Temmuz 1923'te kendi (Sovyet) idari ve yasama organıyla ‘Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ni kurdu. Ancak Azerbaycan SSC'ye tabiydi. Stalin kendisini bu idari değişiklikle sınırlamadı. O dönemde Karabağ, Ermenistan'a şiddetle meydan okuyordu. Stalin, bölgenin sınırlarını çok garip bir şekilde yeniden çizerek Karabağ'ı Ermenistan'dan etkili bir şekilde ayıran dar bir arazi şeridi bıraktı. Böylece yeni oluşturulan sınırlar, bölgeyi bugünkü Ermenistan'ın güneydoğusundaki Zengezur bölgesinden etkili bir şekilde ayırdı. Bu şerit daha sonra üç yeni yerleşim bölgesi; Kelbecer-Laçin ve Zengilan’ı oluşturmak için kullanıldı. Bunlar da Azerbaycan Cumhuriyeti'ne ilhak edildi. Ancak Karabağ'ın idari sınırları dışındaki nüfusunun yüzde 90'ını Ermenilerin oluşturduğu kuzey vilayetleri; Şemkir, Hanlar, Daşkesen ve Gülüstan da Karabağ'dan ayrılarak Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti sınırları içinde yer aldı. Stalin, aynı şekilde Nahcivan'ı da Azerbaycan'a bıraktı. Ancak bölge ondan tamamen ayrılmış olmasına rağmen tarih boyunca birçok kez bir Ermeni vilayeti olarak kabul edildi.

Bitmeyen bir savaş
Ermeniler, Stalin'in baskısından korkarak yeni gerçeği kabul ettiler. Ancak Karabağ sorununun közleri, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yeniden alev almadan 70 yıl boyunca küller altında varlığını sürdürdü. Bu dönemde bölgedeki sınır durumunun düzeltilmesi için çok sayıda girişimde bulunuldu. 1977 yılında Sovyetler Birliği Anayasası'nın revizyonu sırasında Karabağ davası yeniden gündeme geldi. Görünüşe göre durum, böyle bir konunun bakanlık düzeyinde gündeme getirilmesi için 1970'lerin başında çok acil ve endişe vericiydi. Sovyet Bakanlar Konseyi'nin 23 Kasım 1977 tarihindeki Karabağ kararına ilişkin görüşmelerinden alıntılar sızdırıldı. Bu önemli sorundan toplantı tutanaklarında bir paragrafla bahsedildiği belirtildi: “Birçok tarihi faktörün bir sonucu olarak Karabağ, onlarca yıldır Azerbaycan'ın yapay olarak bağlı bir parçası oldu. Bu karar vilayetin tarihi durumunu, etnik yapısını, halkının iradesini veya ekonomik çıkarlarını hesaba katmadan verildi. Yıllar geçti ve Karabağ sorunu, aralarında kadim bir dostluk bulunan iki halk arasında bir kargaşa ve düşmanlık durumu yaratmaya devam ediyor. Ermenice adı Artsakh olan bu vilayet Ermeni SSC'nin bir parçası olmalı, bu şekilde her şey yasal konumunu alacaktır.”
Bununla birlikte, tüm göstergeler, sorunun siyasi irade eksikliği veya durumun ciddiyetinin farkında olmama nedeniyle eylemsiz kalındığını gösteriyor. Bu görüşmeden sonraki 15 yıl içinde çatışma yeniden alevlendi. Çatışma, 35 binden fazla Azeri ve Ermeni'nin ölümüne neden olan ve yaklaşık bir milyon insanı göçe zorlayan topyekûn bir savaş şeklini aldı. Bugün Karabağ trajedisinin sonuncusu olmayacak yeni bir bölümüne ve hayatında milyonlarca kişinin ölümnü yöneten ve mezarından hala yönetmeye devam eden bir adamın çıkardığı bir komplonun fasıllarına tanık oluyoruz.



Dünyada ilk kez bir böcek türüne yasal hak tanındı

Yerli halklar, Meliponini arılarının kendilerine gıda ve ilaç sağladığını söylüyor (Wikimedia Commons)
Yerli halklar, Meliponini arılarının kendilerine gıda ve ilaç sağladığını söylüyor (Wikimedia Commons)
TT

Dünyada ilk kez bir böcek türüne yasal hak tanındı

Yerli halklar, Meliponini arılarının kendilerine gıda ve ilaç sağladığını söylüyor (Wikimedia Commons)
Yerli halklar, Meliponini arılarının kendilerine gıda ve ilaç sağladığını söylüyor (Wikimedia Commons)

Dünyada ilk kez bir böcek türüne yasal haklar tanındı. Peru'da yaşayan bir arı grubunu kapsayan gelişme, koruma çalışmalarında önemli bir adıma işaret ediyor.

Amazon Ormanları'nda yaşayan Meliponini arı sınıfı, bal arısı (Apis mellifera) kuzenlerinden farklı olarak iğne taşımaz. 

Peru'nun yerli halkları tarafından Kolomb öncesi dönemden beri yetiştirilen bu arılar, yağmur ormanlarında polen taşıyıcı rolü üstlenerek biyoçeşitliliği ve ekosistemi korumada kilit rol oynuyor. 

Grubun bilinen 500 türünün yaklaşık yarısı Amazon'da yaşıyor ve kakao, kahve ve avokado gibi bitkileri de içeren floranın yüzde 80'inden fazlasının tozlaşmasında rol oynuyor.

Ancak Meliponini arıları iklim krizi, ormansızlaşma, pestisit kullanımı ve  diğer arı türleriyle rekabet yüzünden ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 

Peru'nun iki belediyesinde kabul edilen yasalar artık bu böceklerin sağlıklı ekosistemlerde yaşama, üreme ve gelişme haklarını garanti altına alıyor.

Bu iğnesiz arıların yasal haklar elde etmesi, kimyasal biyolog Rosa Vásquez Espinoza'nın yerli halklarla birlikte yıllar süren çalışmaları sayesinde mümkün oldu.

Kovid-19 pandemisinde yerli halklar ilaç bulamadıklarında bu arıların balını kullanıyordu. Bir meslektaşının ricası üzerine 2020'de balı inceleyen Espinoza çarpıcı sonuçlarla karşılaştı.

Guardian'a konuşan bilim insanı "Yüzlerce tıbbi molekül gördüm, tedavi potansiyeli taşıdığı bilinen moleküller" diyerek ekliyor: 

 Üstelik çeşitlilik de gerçekten çok fazlaydı. Bu moleküllerin antiinflamatuvar, antiviral, antibakteriyel, antioksidan, hatta kanser önleyici etkileri olduğu biliniyor.

Bu nedenle saha çalışmalarını genişleten araştırmacı, yerli halktan uzmanlarla birlikte ormanın derinlerine keşif gezileri düzenledi. Nesillerdir devam eden geleneksel arıcılık yöntemlerini kaydettiler.

Ancak kısa süre sonra ciddi bir sorun olduğu fark edildi: Arıcılar, eskiden arı kolonilerini yarım saatte bulurken, artık saatler sürüyordu.

Espinoza, "Farklı topluluk üyeleriyle konuşuyorduk ve ilk söyledikleri 'Artık arılarımı göremiyorum' oldu" diye anlatıyor.

Biyoloğun yaptığı çalışmada, endüstriyel çiftliklerden uzak bölgelerdeki arıların bile balında pestisit izlerine rastlandı.

Meliponini arılarının korumaya ihtiyaç duyduğuna karar veren Espinoza ve meslektaşları, ilk olarak bu hayvanların tanınması için çaba gösterdi.

Araştırmaları sayesinde 2024'te, Meliponini arılarını Peru'ya özgü yerli türler olarak resmen tanıyan bir yasa kabul edildi. Peru yasaları yerli türlerin korunmasını gerektirdiği için bu kritik bir adımdı.

Daha sonra bu yıl ekimde Satipo, 22 Aralık Pazartesi de Nauta belediyeleri dünyada bir ilke imza atarak bu böcekleri yasal hak sahibi olarak tanımladı. 

Earth Law Center'ın Latin Amerika direktörü ve kampanyanın parçası olan Constanza Prieto gelişmeyi şöyle değerlendiriyor: 

Bu yönetmelik, doğayla ilişkimizde bir dönüm noktası: Meliponini arılarını görünür kılıyor, onları hak sahibi özneler olarak tanıyor ve ekosistemlerin korunmasında temel rol oynadıklarını onaylıyor.

Hukuk uzmanları yeni yasaların habitat restorasyonunu, daha sıkı pestisit kontrollerini ve genişletilmiş araştırmaları zorunlu kılabileceğini söylüyor.

Düzenlemeyi Peru genelinde uygulamaya koymak için bir imza kampanyası düzenlenirken, Bolivya, Hollanda ve ABD gibi ülkelerdeki koruma grupları da kendi bölgelerindeki arılar için benzer yasal yaklaşımları inceliyor.

Independent Türkçe, Guardian, Interesting Engineering


Trump'la Musk nasıl barıştırıldı?

Elon Musk, Trump'ın seçim kampanyasına verdiği destekle gündem olmuştu (Reuters)
Elon Musk, Trump'ın seçim kampanyasına verdiği destekle gündem olmuştu (Reuters)
TT

Trump'la Musk nasıl barıştırıldı?

Elon Musk, Trump'ın seçim kampanyasına verdiği destekle gündem olmuştu (Reuters)
Elon Musk, Trump'ın seçim kampanyasına verdiği destekle gündem olmuştu (Reuters)

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance'in Donald Trump ve Elon Musk arasında arabuluculuk yaptığı ortaya çıktı.

Dünyanın en zengin kişisi, yeni Donald Trump yönetiminin ilk aylarında Hükümet Verimliliği Bakanlığı'nın (DOGE) başına getirilince manşetlerden düşmemişti. 

Ancak Musk'ın, Trump'ın Büyük Güzel Yasa Tasarısı'nı sert bir dille eleştirmesinin ardından ikili arasındaki ipler haziranda kopmuştu. 

Trump, elektrikli otomobil teşviklerini kestiği için Musk'ın "çıldırdığını" söylemişti. 

Amerika Partisi'ni kuracağını öne süren Musk "Büyük bombayı patlatmanın zamanı geldi" diyerek Trump'ın Jeffrey Epstein dosyasında adının geçtiğini iddia etmişti.

İkili suikastla öldürülen sağcı aktivist Charlie Kirk'ün eylüldeki cenaze töreninde bir araya gelerek buzları eritmişti. 

Washington Post, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance'in perde arkasında ikiliyi nasıl yumuşattığını dünkü haberinde işledi. 

41 yaşındaki Cumhuriyetçi'nin ekibiyle birlikte büyük çaba göstererek Amerika Partisi'nin kurulmasını engellediği bildirildi. 

Vance'in bunun için hem Musk'a hem de çevresine baskı yaptığı ifade edildi.

Washington Post, Musk-Trump ilişkisinin yumuşamasıyla birlikte teknoloji milyarderinin 2026'daki ara seçimlerde yarışacak Cumhuriyetçi adaylara bağış yapmaya başladığını belirtti. 

Aylar boyunca uğraşan Vance'in de 2028'de başkan adayı olup Musk'tan destek görmeyi planladığı öne sürüldü. 

Musk'ın kasımda Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman şerefine Beyaz Saray'da verilen akşam yemeğine katıldığı hatırlatıldı. 

Musk-Trump ilişkisinin hâlâ hassas bir dengede durduğu aktarılan haberde Jared Isaacman'ın NASA Direktörlüğü'ne atanmasının önüne engeller çıkarılmasının teknoloji milyarderini kızdırdığı da ifade edildi. 

ABD Başkanı Donald Trump, "geçmişteki bağlantılarını yeniden değerlendirdikten sonra" adaylığını haziranda geri çektiği milyarder iş insanı Isaacman'ı, NASA Direktörlüğü görevine yeniden aday gösterdiğini kasımda açıklamıştı.

Musk'ın iyi ilişkilere sahip olduğu bilinen Isaacman, önceki haftalarda resmen bu göreve getirilmişti. 

Isaacman, 2021 ve 2024'te Musk'ın SpaceX roketleriyle uzaya çıkmıştı.

Independent Türkçe, Washington Post, Daily Beast, Gizmodo


ABD, Venezuela topraklarını vursa da Maduro dans ediyor

Maduro, başkent Karakas'taki bir etkinlikte Bobby McFerrin'in meşhur Don't Worry Be Happy şarkısının sözlerine eşlik ederek "Endişelenme, mutlu ol" dedi (AP)
Maduro, başkent Karakas'taki bir etkinlikte Bobby McFerrin'in meşhur Don't Worry Be Happy şarkısının sözlerine eşlik ederek "Endişelenme, mutlu ol" dedi (AP)
TT

ABD, Venezuela topraklarını vursa da Maduro dans ediyor

Maduro, başkent Karakas'taki bir etkinlikte Bobby McFerrin'in meşhur Don't Worry Be Happy şarkısının sözlerine eşlik ederek "Endişelenme, mutlu ol" dedi (AP)
Maduro, başkent Karakas'taki bir etkinlikte Bobby McFerrin'in meşhur Don't Worry Be Happy şarkısının sözlerine eşlik ederek "Endişelenme, mutlu ol" dedi (AP)

ABD tehdidi altındaki Nicolás Maduro denizdeki ablukanın ardından ülkesinin topraklarına saldırı düzenlenmesine rağmen görevden ayrılacağına dair herhangi bir sinyal vermiyor.

Donald Trump, Venezuela liderinin zamanının dolduğunu öne sürerken 63 yaşındaki siyasetçi son haftalarda katıldığı etkinliklerde dans ederken görülüyor. 

Wall Street Journal (WSJ), ABD'nin askeri yığınağı ve petrol gemilerine uygulanan ablukayla karşı karşıya olan Maduro'nun kendine güvenini hem ülkesine hem de dünyaya göstermeye çalıştığını bildiriyor. 

Amerikan gazetesi, ekonominin büyük ölçüde devlet kontrolüne alındığı Venezuela'da Maduro'nun ihaleleri yandaşlarına vererek kendi konumunu güçlendirdiğini iddia ediyor. 

13 yılı aşkın süredir iktidarda olan lider, ülkeden kaçacağı iddialarına rağmen mitinglerde "Bizi devrim yolunda asla çıkaramayacaklar. Sonsuza kadar zafer!" diyor. 

Geçmişte ABD adına Venezuela'yla pek çok müzakere yapan eski diplomat Thomas A. Shannon Jr., 14 yıllık iktidarın ardından 2013'te ölen Hugo Chávez'in ülkeyi devrime ve anti emperyalizme inandırdığını söylüyor:

Chavezciler ne kadar yoz, zalim ve suçlu olursa olsun Latin Amerika'da onlardan başka anti emperyalist solcu kaldığına inanmıyor. Bu pozisyonlarından vazgeçmek istediklerini sanmıyorum.

Önceki haftalarda Nobel Barış Ödülü'nü almak için gizli bir operasyonla Venezuela'dan Norveç'e giden María Corina Machado ise Oslo'da yaptığı konuşmada "Müzakereyle ya da değil Maduro iktidardan düşecek" dedi. 

Geçmişte Chávez'e danışmanlık yapan Amerikalı avukat Eva Golinger, Maduro için şu yorumu yaptı:

Trump'ın Kim Jong-un'u övdüğünü, eski El Kaide liderini Beyaz Saray'a çağırdığını görünce 'Neden onunla müzakere edemeyim ki?' diye düşünüyor. Kanımca ülkeyi terk edeceğine orada ölmeyi tercih eder.

Diğer yandan Donald Trump, Venezuela'nın topraklarına ilk kez saldırı düzenlediklerini duyurdu. 

Cuma günü yaptığı açıklamada saldırının geçen hafta düzenlendiği dışında pek bir bilgi vermeyen ABD Başkanı teknelere uyuşturucu yüklenen bir limanı vurduklarını dün söyledi. 

CNN de kaynaklarına dayandırdığı haberde saldırıda drone kullanıldığını bildirdi. 

Karakas yönetimi hâlâ konuya dair sessizliğini koruyor. 

İnsan hakları ihlalleri ve siyasi mahkumlara işkenceyle suçlanan Maduro yönetimi, kendi doğal kaynaklarına göz diken ABD'nin bu iddiaları kullandığını savunuyor. 

ABD, Karakas yönetiminin kartellerle işbirliği yaptığını da iddia ediyor. Venezuela ise Washington'ın ülkede darbe planladığını öne sürüyor. 

ABD eylülden beri Karayipler ve Pasifik Okyanusu'ndaki teknelere uyuşturucu ticaretiyle mücadele iddiasıyla saldırılar düzenliyor.

En az 105 kişinin öldürüldüğü operasyonlar, yargısız infaz eleştirilerinin hedefi oluyor. 

"Uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele" gerekçesiyle Güney Mızrağı Operasyonu'nu geçen ay başlattığını duyuran ABD'nin Venezuela'ya askeri hareket düzenlemesi ihtimali haftalardır dünya gündeminde.

Amerikan ordusu, dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'un da aralarında bulunduğu çok sayıda savaş gemisiyle birlikte 15 bin askerini bölgeye sevk etti.

Trump, iki hafta önce Venezuela limanlarında yaptırıma tabi tankerlere "tam abluka" uygulanması talimatını verdi.

Washington, geçen ay yabancı terör örgütü olarak ilan ettiği Güneşler Karteli'nin (Cartel de los Soles) liderinin Maduro olduğunu savunuyor. 

Beyaz Saray, Maduro'nun tutuklanması veya mahkum edilmesine ilişkin bilgi sağlanması karşılığında verilecek ödülü iki katına çıkararak 50 milyon dolara yükselttiğini 8 Ağustos'ta duyurmuştu.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, CNN, Reuters