Stalin Azerbaycan-Ermenistan savaşını mezarından nasıl yönetiyor?

Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)
Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)
TT

Stalin Azerbaycan-Ermenistan savaşını mezarından nasıl yönetiyor?

Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)
Joseph Stalin, Sovyetler Birliği'nin milliyetleri arasında bir ‘böl ve yönet’ politikası benimsemişti (Getty)

Muhammed Tahir
Dağlık Karabağ'da, 4 bin 800 kilometrekareyi geçmeyen, kaynak bakımından fakir bir arazide, iki yerel oyuncu; Ermenistan ve Azerbaycan arasında kanlı bir mücadele yaşanıyor. Çatışmanın başlatıcısı ve mühendisi, Sovyetler Birliği tarihinin en korkulan ve acımasız adamı Joseph Stalin'dir.
Sovyet liderliği, geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde, sosyalist örtüsüne bürünen bölge ve halkların kaderlerini her zaman manipüle etti. O zamanlar Kremlin liderleri, özellikle Devlet Konseyi Başkanı Joseph Stalin, Kafkasya, Orta Asya ve Güney Rusya'daki milliyetler ve etnik kökenler mozaiği içinde hiçbir kurtuluş veya bağımsızlık hareketine var olma imkanı sağlamamak için Moskova'nın gölgesinin uzandığı her yerde bir ‘böl ve yönet’ politikası kullandılar. Stalin'in o bölgelere ektiği anlaşmazlık tohumları, hala daha fazla kurban toplamaya devam ediyor. Bu tohumlar hala yaklaşık otuz yıl önce Sovyet yörüngesinden kopan ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları ateşliyor.
Binlerce kilometrelik bir sınırı paylaşan Tacikistan ve Özbekistan, 2002 yılında Özbekistan’ın başkenti Duşanbe tarafından ele geçirilen Tacikistan’ın kuzeyindeki Fergana Rezervuarındaki su ve kara kaynakları ile ilgili anlaşmazlık nedeniyle çatışıyor. Rezervuar, aslen Tacik Sovyet Cumhuriyeti'nin bir parçasıydı ve 1933'te 40 yıllığına Özbekistan'a kiralamıştı. Duşanbe, kira süresi dolduğunda bölgeyi geri alma hakkına sahip olduğunu söylüyor, ancak Özbekistan bunu reddediyor. 1944 yılında nihai bir arazi takas anlaşması yapıldığını söylüyor. Öte yandan Kırgız-Özbek sınırının her iki tarafında su ve tarım için rekabet eden aileler arasında da çatışmalar sürekli tırmanıyor. Bu tırmanış, Celalabad sınır bölgesinde etnik çatışmalara dönüşüyor. 2014 yılında patlak veren Kırım krizini de unutmamalı. Büyük çoğunluğunu Rus nüfusun oluşturduğu yarımada Rusya'ya katıldığında, orada yaşayan Ukraynalıları bir anda kendilerini Ukrayna yerine Rusya'da yaşayan azınlıklar olarak buldu.

Karabağ kazanı
Kafkasya'da bu çatışmalar daha keskin bir karaktere bürünüyor. Burada Ermenilerle Azeriler arasındaki düşmanlık ruhu oldukça eskilere dayanıyor. Etnik, dini ve tarihi kökenleri Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanmaktadır. Bu çatışmanın temeli, bölgenin coğrafi olarak Azerbaycan'ın kalbinde yer alması ancak demografik olarak ise nüfusun yüzde 90'ı aşan bir kısmın Ermenilerden oluşmasına dayanıyor. Peki, 30 yıldır on binlerce mağdura mal olan bu çatışmanın arka planında neler var?
1920 yılının sonbaharında Ermenistan Cumhuriyeti kendini kerpetenin kıskacında buldu. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk Milli Ordusu'nun doğuda etkisini artırmasına, ‘Sovyet Kızıl Ordusu’ lejyonlarının Kafkasya Cumhuriyetlerinden geriye kalanlar üzerindeki hakimiyetini sıkılaştırmak için doğudan ilerleyişi eşlik etti. O sıralarda Ermenilerin son sığınağı haline gelen Ermenistan, oldukça hayati bir savaş veriyordu. Kendisini yalnızca iki seçenek karşısında buldu: Ya Türk ve Sovyet cephelerinde, tümden yok olma riskine karşı savaşmaya devam edecek ya da Bolşeviklere teslim olup ülkeyi Türklerden kurtaracaktı. Moskova, Ermenistan’ın içine düştüğü derin çıkmazın farkına vardı. Ermenileri, kendilerini Sovyetler Birliği'nin kollarına bırakmaya teşvik girişiminde bulundu. Onlara Azerbaycan ile ihtilaflı olan Nahcivan ve Zengezur bölgelerine ek olarak ‘Dağlık Karabağ’ topraklarını elde edecekleri vaadinde bulundu. Ermeniler, Sovyet seçeneğinin yanında yer alırken, 30 Kasım 1920'de (Ermeni SSC'nin kurulmasından bir gün sonra) bir Bolşevik Manifestosu yayınlandı. Bu bildirgede, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti hükümeti, Dağlık Karabağ, Nahçıvan ve Zengezur bölgelerinin doğmakta olan Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu açıkladı.
Ancak Moskova, Bolşeviklerin o zamanlar Atatürk'ün önderliğinde Rusya'nın da yardımıyla yeni Türkiye'de, Ankara'da bölgeye yönelik ‘Batılı emperyalist saldırısına’ karşı koyacak bir komünist yönetimin kurulmasına yönelik gelişmeler umduğu için, vaatlerini çabucak terk etti. Moskova, Türkleri razı etmek için Nahcivan'ın yanı sıra ‘Dağlık Karabağ’ bölgesini de Türklerin amcaoğlu ve Kafkasya'daki müttefikleri Azerbaycan'a bağışladı. Rusya Bilimler Akademisi Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları Merkezi'nde araştırmacı olan Aleksandru Vasilevu, Rus dergisi Ogoniok ile yaptığı röportajda bu konuda şunları söyledi: O zamanki Sovyet liderliği açısından, bazı Ermeni topraklarının Türkiye'ye verilmesi, Kafkasya sınırında bir batı köprüsünün varlığına kıyasla daha az kötüydü. Türkiye o zamanlar tıpkı Rusya'nın iç savaşında olduğu gibi, Batı'nın emperyal özlemlerinin kurbanıydı. 1923 yılında imzalanan Kars Antlaşması'nın sonuçlarına bakarsak, eski düşman olan Türk’ün geçici bir müttefik haline geldiği ve Moskova'nın iç savaşı çözme boşluğuna katkıda bulunduğu açıkça görülecektir.

Karabağ savaşlarından bir kare (Azerbaycan Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan fotoğraf, AP)
Stalin'in entrikaları

Karabağ'ın Azerbaycan'a tesliminde Stalin'in parmak izleri açıkça görülüyor. 12 Haziran 1921'de, ‘Kafkasya Komünist Partisi Bürosu’, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Devrim Komitesi'nin deklarasyonuna dayanarak ve Ermeni SSC ile Azerbaycan SSC arasındaki anlaşmaya uygun olarak, toprak meselesini tartışmaya açtı. Karabağ dağlarının artık Ermeni SSC'nin bir parçası olduğu ilan edildi. Kafkasya meselelerinde uzmanlaşmış İsveç menşeili ‘Karabağ Dağı’ web sitesindeki belgelere göre ‘Kafkasya Komünist Partisi Bürosu’, komitenin tavsiyelerini gözden geçirmek ve nihayet bölgedeki çatışmaları sonlandırmak için 4 Temmuz'da tekrar toplandı. Oy çokluğu ile Karabağ'ın Ermenistan Cumhuriyeti'ne devredilmesine karar verildi. Dönemin Sovyet Milliyetler Komiseri Joseph Stalin toplantıda hazır bulundu, ancak tartışmaya katılmayı reddetti. Daha sonra söylediklerinin ayrıntıları bilinmemekle birlikte, görüşmenin sona ermesinin ardından Stalin’e yakın isimler, Karabağ'ın Ermenistan'a verilmesi kararına ilişkin görüşlerini kapalı toplantıyla üyelerine bildirdiğini iddia etti. Ertesi gün, herhangi bir resmi görüşme veya oylama olmaksızın ‘Komünist Partinin Kafkasya Bürosu’ tarafından şu açıklamalar yapıldı: “Müslümanlar ve Ermeniler arasında ulusal barış ihtiyacı, yukarı ve aşağı Karabağ arasındaki ekonomik ilişkiler ve Azerbaycan ile kalıcı bağlantısı nedeniyle, Dağlık Karabağ, geniş bölgesel bağımsızlığı ve Şuşa idari merkezi ile özerk bir bölge haline gelmek için Azerbaycan SSC sınırları içinde kalmaktadır.”
Böylece, herhangi bir neden belirtmeden ve açıkça Stalin'in emirlerine dayanarak, ‘Kafkasya Komünist Partisi Bürosu’ önceki gün resmi oy çoğunluğuyla verilen kararını iptal ederek Karabağ'ı Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti'nin bir parçası haline getirerek bağımsız bir yerleşim bölgesi olarak ilan etti. Stalin'in ‘Dağlık Karabağ’ bölgesini Azerbaycan'a ilhak etmekte ısrar etmesinin sebebi konusunda birçok spekülasyon var. Bunun Ermeniler ve Müslümanlar arasında barışı garanti edeceği iddiası (araştırmacılar, Azeriler ifadesini görmezden gelerek Müslümanlar kelimesini kullanmayı tercih ediyor), çatışmanın tarihi ve mirası göz önüne alındığında mantıksız görünüyor. Kafkasya meselelerinde uzman bir tarihçi olan Michael Croissant, bu ifadenin, genellikle uluslar arasında bir ‘böl ve yönet’ politikasını savunan Stalin'in kurnazlığının eseri olduğunu öne süren birçok akademisyenin görüşünü paylaşıyor. Croissant, ‘Researchgate’ web sitesinde yayınlanan bir makalesinde, Stalin'in bölgeyi Azerbaycan'a ilhak ederek Ermenistan'ın Sovyet liderliğiyle işbirliğini sağlamak için Ermeni nüfusunu ‘rehinelere’ çevirdiğini belirtiyor. Aynı zamanda Azerbaycan içindeki ‘bağımsız’ Ermeni yerleşim bölgesi, Azerbaycan'ın sadakatinin değişmesi durumunda Sovyet yanlısı bir ‘beşinci kol’ konumundaydı. Stalin, bu planı uygulamak ve yürütmek için 7 Temmuz 1923'te kendi (Sovyet) idari ve yasama organıyla ‘Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ni kurdu. Ancak Azerbaycan SSC'ye tabiydi. Stalin kendisini bu idari değişiklikle sınırlamadı. O dönemde Karabağ, Ermenistan'a şiddetle meydan okuyordu. Stalin, bölgenin sınırlarını çok garip bir şekilde yeniden çizerek Karabağ'ı Ermenistan'dan etkili bir şekilde ayıran dar bir arazi şeridi bıraktı. Böylece yeni oluşturulan sınırlar, bölgeyi bugünkü Ermenistan'ın güneydoğusundaki Zengezur bölgesinden etkili bir şekilde ayırdı. Bu şerit daha sonra üç yeni yerleşim bölgesi; Kelbecer-Laçin ve Zengilan’ı oluşturmak için kullanıldı. Bunlar da Azerbaycan Cumhuriyeti'ne ilhak edildi. Ancak Karabağ'ın idari sınırları dışındaki nüfusunun yüzde 90'ını Ermenilerin oluşturduğu kuzey vilayetleri; Şemkir, Hanlar, Daşkesen ve Gülüstan da Karabağ'dan ayrılarak Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti sınırları içinde yer aldı. Stalin, aynı şekilde Nahcivan'ı da Azerbaycan'a bıraktı. Ancak bölge ondan tamamen ayrılmış olmasına rağmen tarih boyunca birçok kez bir Ermeni vilayeti olarak kabul edildi.

Bitmeyen bir savaş
Ermeniler, Stalin'in baskısından korkarak yeni gerçeği kabul ettiler. Ancak Karabağ sorununun közleri, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yeniden alev almadan 70 yıl boyunca küller altında varlığını sürdürdü. Bu dönemde bölgedeki sınır durumunun düzeltilmesi için çok sayıda girişimde bulunuldu. 1977 yılında Sovyetler Birliği Anayasası'nın revizyonu sırasında Karabağ davası yeniden gündeme geldi. Görünüşe göre durum, böyle bir konunun bakanlık düzeyinde gündeme getirilmesi için 1970'lerin başında çok acil ve endişe vericiydi. Sovyet Bakanlar Konseyi'nin 23 Kasım 1977 tarihindeki Karabağ kararına ilişkin görüşmelerinden alıntılar sızdırıldı. Bu önemli sorundan toplantı tutanaklarında bir paragrafla bahsedildiği belirtildi: “Birçok tarihi faktörün bir sonucu olarak Karabağ, onlarca yıldır Azerbaycan'ın yapay olarak bağlı bir parçası oldu. Bu karar vilayetin tarihi durumunu, etnik yapısını, halkının iradesini veya ekonomik çıkarlarını hesaba katmadan verildi. Yıllar geçti ve Karabağ sorunu, aralarında kadim bir dostluk bulunan iki halk arasında bir kargaşa ve düşmanlık durumu yaratmaya devam ediyor. Ermenice adı Artsakh olan bu vilayet Ermeni SSC'nin bir parçası olmalı, bu şekilde her şey yasal konumunu alacaktır.”
Bununla birlikte, tüm göstergeler, sorunun siyasi irade eksikliği veya durumun ciddiyetinin farkında olmama nedeniyle eylemsiz kalındığını gösteriyor. Bu görüşmeden sonraki 15 yıl içinde çatışma yeniden alevlendi. Çatışma, 35 binden fazla Azeri ve Ermeni'nin ölümüne neden olan ve yaklaşık bir milyon insanı göçe zorlayan topyekûn bir savaş şeklini aldı. Bugün Karabağ trajedisinin sonuncusu olmayacak yeni bir bölümüne ve hayatında milyonlarca kişinin ölümnü yöneten ve mezarından hala yönetmeye devam eden bir adamın çıkardığı bir komplonun fasıllarına tanık oluyoruz.



Trump: Zelenskiy'nin barış planı önerisini henüz okumamış olmasından dolayı hayal kırıklığına uğradım

Trump ile Zelenskiy arasında 28 Şubat'ta Beyaz Saray'da gerçekleşen fırtınalı görüşmeden, (AFP)
Trump ile Zelenskiy arasında 28 Şubat'ta Beyaz Saray'da gerçekleşen fırtınalı görüşmeden, (AFP)
TT

Trump: Zelenskiy'nin barış planı önerisini henüz okumamış olmasından dolayı hayal kırıklığına uğradım

Trump ile Zelenskiy arasında 28 Şubat'ta Beyaz Saray'da gerçekleşen fırtınalı görüşmeden, (AFP)
Trump ile Zelenskiy arasında 28 Şubat'ta Beyaz Saray'da gerçekleşen fırtınalı görüşmeden, (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump dün yaptığı açıklamada, Ukraynalı mevkidaşı Volodimir Zelenskiy'nin Rusya ile savaşı sona erdirmek için önerilen barış planını ilerletmemesinden dolayı "biraz hayal kırıklığına uğradığını" söyledi.

Trump, Kennedy Center'da düzenlenen yıllık ödül töreninde bir soruya yanıt olarak gazetecilere şunları söyledi: "Başkan Putin ve Ukraynalı liderlerle (...) ve aralarında Zelenskiy'nin de bulunduğu (...) kişilerle görüştüm ve Başkan Zelenskiy'nin teklifi henüz okumamış olmasından dolayı biraz hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim; üstelik bu sadece birkaç saat önceydi."

ABD'li ve Ukraynalı yetkililer arasında günlerce süren ve Zelenskiy'nin telefonla katıldığı görüşmeler, Ukrayna Devlet Başkanı'nın "gerçek barışa" ulaşmak için daha fazla görüşme yapma sözüne rağmen, cumartesi günü herhangi bir net ilerleme sağlanamadan sona erdi.

Görüşmeler, ABD temsilcileri Steve Wittkoff ve Jared Kushner'in Kremlin'de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesinin ardından gerçekleşti. Görüşmede Moskova, ABD'nin önerisinin bazı kısımlarını reddetti.

ABD'nin planı, geçen ay ilk kez gündeme geldiğinden bu yana, Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal eden Rusya'ya karşı çok müsamahakâr olduğu yönündeki eleştirilerle bir dizi değişikliğe uğradı.


Gazze savaşı nedeniyle gerginliğin arttığı bir ortamda Merz ilk ziyaretini gerçekleştirmek üzere İsrail'e geldi

Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)
TT

Gazze savaşı nedeniyle gerginliğin arttığı bir ortamda Merz ilk ziyaretini gerçekleştirmek üzere İsrail'e geldi

Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)

İsrail gazetesi Yediot Aharonot’un internet sitesi Ynet, dün yayımladığı haberinde Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in görevine başladıktan sonraki ilk resmi ziyaretini İsrail’e gerçekleştireceğini bildirdi.

Habere göre Merz, bugün (pazar) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya gelecek.

Öte yandan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, X platformundaki paylaşımında Almanya’yı İsrail için ‘önemli bir ortak’ olarak niteledi. Saar, iki ülke ilişkilerinin sürekli geliştiğini belirterek Merz’in ziyaretinin bu ilişkilerin güçlenmesine katkı sağlayacağını ifade etti.

Saar ayrıca, Almanya’nın geçen hafta ilk kez kendi topraklarında İsrail’e ait Arrow balistik füze savunma sistemi bataryası konuşlandırdığını hatırlattı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in İsrail’e yaptığı ilk ziyarette, Berlin’in Gazze Şeridi’ndeki İsrail saldırılarına ve işgal altındaki Batı Şeria’daki şiddete yönelik son dönemdeki itirazlarına rağmen iki ülke arasındaki ‘özel’ ilişkiyi güçlendirmeyi hedeflediği bildirildi.

Merz, Ürdün’ün Akabe kentinde Kral 2. Abdullah ile yaptığı iki saatlik kısa görüşmenin ardından İsrail’e geçti. Şansölyenin bugün İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesi planlanıyor.

Ziyaret, Gazze Şeridi’nde savaşın başlamasından bu yana iki yılı aşkın süredir uluslararası alanda yalnızlık yaşayan Netanyahu açısından dikkate değer bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Savaşa ve yarattığı sonuçlara rağmen Almanya Hükümet Sözcü Yardımcısı Sebastian Hille cuma günü yaptığı açıklamada, ‘Almanya-İsrail ilişkilerinin sağlam, yakın ve güvene dayalı’ olduğunu vurguladı.

Almanya, İsrail’e güçlü destek veriyor ve bunu Nazi dönemindeki Yahudi soykırımı nedeniyle taşıdığı tarihi sorumlulukla açıklıyor. Merz’in bugün, Nazi Almanya’sı tarafından öldürülen Yahudi kurbanların anısını yaşatan Yad Vashem Anma Merkezi’ni ziyaret etmesi bekleniyor.

Bununla birlikte Berlin, Gazze Şeridi’ndeki insani durumun ağırlaşmasıyla birlikte son aylarda İsrail’e yönelik söylemini sertleştirdi.

Geçtiğimiz ağustos ayında Merz, İsrail’in kuşatma altındaki ve büyük ölçüde yıkıma uğramış Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonlarını yoğunlaştırmasına tepki olarak, Almanya’nın İsrail’e silah ihracatına kısmi kısıtlama getirme kararı almış ve bu adım ülkede siyasi tartışmaya yol açmıştı.

‘Söylem farklılığı’

Hükümet Sözcü Yardımcısı Sebastian Hille, iki ülke arasındaki ‘söylem farklılığına’ dikkat çekti.

Şansölye ile İsrail Başbakanı’nın bugün Gazze Şeridi’nde yaklaşık iki ay önce yürürlüğe giren ateşkesin ikinci aşamasına geçiş için yürütülen çabaları ele alması bekleniyor.

Bu anlaşma, İsrail ile Hamas’ın neredeyse her gün karşılıklı ihlal suçlamaları yöneltmesi nedeniyle hâlâ kırılgan. Bu durum, ABD Başkanı Donald Trump’ın savaşın sona erdirilmesi ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşasını öngören planının tam olarak uygulanıp uygulanamayacağına ilişkin soru işaretlerini artırıyor.

Hille cuma günü, ‘yerleşimci şiddetinde büyük artış’ yaşandığını belirterek, bu durumu tekrardan kınadı ve İsrail hükümetine ‘yerleşim inşasını durdurma’ çağrısını yineledi.

Geçtiğimiz ağustos ayında açıklanan silah ihracatı kısıtlaması, Netanyahu hükümetinden sert tepki çekmişti. İsrail yönetimi, geleneksel müttefiki Almanya’yı bu adımla ‘Hamas terörünü ödüllendirmekle’ suçlamıştı.

Şansölye Merz’in, kararını İsrail Başbakanı’na telefonla bildirmesi sırasında ‘tartışmanın alevlendiği’ bildirildi.

Ancak Alman solunun radikal kanadındaki Die Linke partisine bağlı Rosa Luxemburg Vakfı’nın Tel Aviv Ofisi Direktörü Gil Shohat, AFP’ye yaptığı değerlendirmede, bunun iki lider arasındaki ‘söylemsel bir ayrışmadan’ öteye gitmediğini söyledi.

Öte yandan Alman ordusunun çarşamba günü İsrail dışında ilk kez konuşlandırılan Arrow füze savunma sisteminin ilk bölümünü faaliyete geçirmesi, Almanya’nın uzun vadeli güvenliği açısından İsrail’e duyduğu bağımlılığın boyutunu ortaya koydu.

Berlin ayrıca son dönemde, insansız hava araçlarına (İHA) karşı savunmasını güçlendirmesi konusunda İsrail’den aldığı desteğe dikkat çekti.

Yüksek beklentiler

Almanya’nın Eurovision Şarkı Yarışması’na İsrail’in katılımına onay vermesi, perşembe günü alınan kararla ülkede geniş destek görürken, bazı diğer ülkelerde boykot çağrılarını tetikledi.

Gil Shohat, Almanya Şansölyesi’nin Gazze’de savaş suçları ve insanlığa karşı suç işlediği şüphesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan Binyamin Netanyahu’yu ziyaret etmesini, ‘normalleşmemesi gereken bir durumda olumsuz bir normalleşme işareti’ olarak değerlendirdi.

Friedrich Merz, şubat ayı sonunda parlamentoyu kazandıktan hemen sonra yaptığı açıklamada, UCM’nin hakkındaki yakalama kararına rağmen Netanyahu’nun Almanya’yı ziyaret edebileceğini söylemişti.

Ancak Şansölyelik makamı daha sonra bu meselenin ‘şu anda gündemde olmadığını’ bildirdi.

Konrad Adenauer Vakfı’nın Kudüs Ofisi Direktörü Michael Rimmel ise AFP’ye yaptığı açıklamada, Netanyahu’nun Berlin’den ‘sürekli bir destek işareti’ beklediğini ve kendisinin şu anda ‘yüksek beklentilere’ sahip olduğunu söyledi.

Öte yandan Rimmel’e göre Berlin’in son aylarda yaptığı çağrılar, Donald Trump’ın ‘daha güçlü etkisi’ karşısında sınırlı kalıyor. Rimmel, Trump’ın Gazze’de ateşkes sağlanması için İsrail’i baskı altına alabilen ‘tek aktör’ olduğunu belirtti.


ABD Savaş Bakanı: Tıpkı diğerleri gibi nükleer silah testleri yapacağız

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)
ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)
TT

ABD Savaş Bakanı: Tıpkı diğerleri gibi nükleer silah testleri yapacağız

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)
ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth, dün akşamı yaptığı açıklamada, ABD'nin nükleer silahlar ve bunların fırlatma sistemleri üzerinde "tıpkı herkes gibi" testler yapacağını duyurdu; bu açıklama açıkça Rusya'ya atıfta bulunuyordu.

Kaliforniya'daki bir savunma forumunda konuşan Hegseth, ABD'nin Tayvan ile ilgili mevcut durumu değiştirmeye çalışmadığını da belirtti.

Bakanlığının, Başkan Donald Trump'ın Pasifik bölgesinde güçlü bir konumdan müzakere edebilmesini sağlamak için çalışacağını belirten Hegseth, ABD yönetiminin Hint-Pasifik bölgesindeki müttefiklerinin savunma bütçelerini artırmaları konusunda iyimser olduğunu kaydetti.

ABD Savunma Bakanı, İsrail, Güney Kore, Polonya ve Almanya'yı "ideal müttefikler" arasında sayarken, kolektif savunma konusunda harekete geçmeyen müttefiklerin vahim sonuçlarla karşı karşıya kalacağını vurguladı.