Lübnan yeni bir çöp krizinden kurtuldu

Şirketler maaşların dolar olarak ödenmesi talebiyle çalışmaları askıya aldı

Ayn er-Rummane bölgesinde bir yolun kenarına yığılmış çöpler (Reuters)
Ayn er-Rummane bölgesinde bir yolun kenarına yığılmış çöpler (Reuters)
TT

Lübnan yeni bir çöp krizinden kurtuldu

Ayn er-Rummane bölgesinde bir yolun kenarına yığılmış çöpler (Reuters)
Ayn er-Rummane bölgesinde bir yolun kenarına yığılmış çöpler (Reuters)

Maaşların devlet tarafından dolar olarak ödenmemesini protesto etmek için çöplerin toplanmasından sorumlu iki temizlik şirketinin çöpleri toplamaması sebebiyle günlerdir çöp yığınlarını yükselmesinin ardından, ülkenin orta bölgesi Cebel-i Lübnan’ın bazı semt ve sokaklarıyla Beyrut’un güney banliyölerinde atık toplama çalışmaları dün akşam itibariyle yeniden başladı.
“City Blue” ve “Ramco” şirketleri çalışanlarının çöp toplama faaliyetlerine geri dönmesi, belediyeler ve Maliye Bakanlığı arasında maaşların bir mekanizma aracılığıyla ödenmesi konusunda varılan bir anlaşmanın ardından geldi. Taraflar arası görüşmelere katılan Milletvekili Fadi Allame’nin teyit ettiğine göre, belirlenen çözüm taraflarca kabul edildi.  
Şarku’l Avsat’a açıklamada bulunan Allame, “Toplantıda hızlı bir çözüm mekanizması üzerinde mutabakata varıldı. Geçici hükümetin Maliye Bakanı Gazi Vezni, önümüzdeki 48 saat içinde Lübnan Merkez Bankası’yla (Banque du Liban) sorumluluklarını yerine getirmeleri için iki şirketin aidatlarının ödenmesine olanak tanıyan bir mekanizma üzerinde çalışacak” ifadelerine yer verdi.
Cebel-i Lübnan’ın bazı bölgelerinde ve Beyrut’un güney banliyölerinde çöp atıklarını toplamaktan sorumlu olan “City Blue” şirketi geçtiğimiz hafta başında, Lübnan devletinin şirket çalışanlarının maaşlarını dolar cinsinden ödememesi sebebiyle, Beyrut’un güney banliyöleriyle Cebel-i Lübnan’ın bazı bölgelerindeki atık toplama faaliyetlerini askıya aldığını duyurmuştu. Temizlik şirketi, Bankalar Birliği ve Lübnan Merkez Bankası tarafından belirlenen bankacılık kısıtlamalarına ve özellikle de akaryakıt bedellerinin peşin ödenmesine ilişkin son genelgenin şirket araçlarını çalıştırmak için lazım olan yakıt ihtiyacını karşılayamaz hale getirdiğine dikkat çekti.
Aynı nedenlerle “Ramco” şirketi geçtiğimiz Pazar günü, devlet tarafından yapılan ödemelerin dolar olarak yapılmaması halinde, ekipman kullanımından kaynaklanan borçlarını ödeyemeyeceğine, bankalara olan yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğine, yedek parça ve benzeri operasyonel gider maliyetlerini karşılayamayacağına işaret ederek, Beyrut, Matn ve Cebel Lübnan’ın Kesrouane bölgelerindeki atık toplama faaliyetlerini askıya aldığını duyurmuştu.
Allame, “City Blue” şirketinin kendisine taahhüt edilen tüm bölgelerde biriken atıkları kaldırmaya devam edeceğini belirterek, taraflar arasında yapılan görüşmelerde ulaşılan şu sonuca dikkat çekti: “Hükümet kurulduktan sonra Çevre Bakanı’nın atık dosyası üzerinde çalışıp nihai bir çözüm bulması şartıyla, banka prosedürleri ve dolar kurundaki artışla ilgili yaşanan krize acil bir çözüm bulunması üzerinde mutabakata varıldı.”
Lübnan geçtiğimiz Temmuz ayında, iki temizlik şirketinde çalışan yabancı işçilerin alım gücünün kötüleşmesi ve maaşlarını Lübnan lirası olarak almayı reddetmeleri nedeniyle baş gösteren grevler sonucunda sokaklarda biriken çöp yığınlarına tanık olmuştu.
Dolar kurunda yaşanan kriz, şirketlerin bir dizi yabancı işçiyi işten çıkarmasına neden olmuştu. Ayrıca, güney banliyölerindeki bir belediye Lübnan vatandaşlarından temizlik işçileri istihdam etmenin yolunu açtığını duyurmuştu.
2015 Temmuzunda atık toplama şirketlerinin ücretlerini alamaması sebebiyle Beyrut’ta çöp krizi yaşanmaya başlamıştı.
Ortadoğu’nun Paris’i olarak bilinen kent, 5 yıl önce çöpler toplanamamış, yığınların üzerine günde yaklaşık 500 ton böcek ilacı ve kimyasal püskürtmüştü. Çöp krizi protestolara neden olmuş, kriz 2016’da da aralıklarla devam edince 2017’de halk büyük bir gösteri düzenlemişti.
Ardından “Beyrut Medineti” (Beyrut Benim Şehrim) hareketi patlak verdi. Öğrencilerin, işçilerin, akademisyenlerin de aralarında bulunduğu grup, o dönem yaklaşan yerel seçimler öncesinde de harekete geçme kararı almıştı. Binlerce kişinin katıldığı protestolar günlerce sürmüştü. Çöp krizi ancak Temmuz 2017’de tamamen sona erdirilebilmişti.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.