ABD’nin Vatikan’a karşı verdiği kültür savaşındaki Çin gerekçeleri

Pompeo, Pekin'e karşı ‘kutsal ittifak’ fikrini savunurken Papa, böyle bir ittifaka karşı çıkıyor

Papa Francis, Mayıs 2017’de  ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)
Papa Francis, Mayıs 2017’de ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)
TT

ABD’nin Vatikan’a karşı verdiği kültür savaşındaki Çin gerekçeleri

Papa Francis, Mayıs 2017’de  ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)
Papa Francis, Mayıs 2017’de ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)

İmil Emin
Dünya, Amerikan basınında Papa Francis'e yönelik organize bir saldırı gibi görünen karalama kampanyası karşısında şaşkınlığa uğradı. Ne üst düzey isimlerin ne de sıradan vatandaşların bunun arkasındaki nedene ilişkin hiçbir fikri yoktu. Çeşitli medya platformları, gazeteler, radyolar ve televizyonlar, Papa Francis'in adını, eşcinsellerin ayrı ailelere sahip olması, yani eşcinsel evliliğin yasallaştırılması ve bununda -bazı sapkınların söylediği gibi- onların Tanrı'nın çocukları olmasından ötürü yapılması gerektiği talebiyle ilişkilendirdiler.
Gerçekte ne Papa ne de Roma Katolik Kilisesi’ndeki üst düzey herhangi bir papaz böyle bir şey söylemedi, söyleyemez de. Zira, bu durum, ne Hristiyanlık inancıyla ne de Katolik mezhebiyle bağdaşmaz. Papa’nın sözleri, özellikle bilimin bugüne kadar bu insanları böyle bir kadere götüren genetik veya zihinsel nedenleri netleştiremediğinden ötürü, ölümcül bir hastalığa yakalandıklarında aileleriyle birlikte olmaları ve bakıma muhtaç insanlar olarak onlara sempati duyulması gerektiğine dair nasihatlerin ötesine geçmedi.
Başkan Donald Trump ile Papa Francis arasındaki ilişkinin, özellikle Trump yönetiminin ilk yılında pek de iyi olmadığı herkes tarafından biliniyor. Vatikan’ın, Beyaz Saray’ın efendisinin Meksika sınırına bir ayırma duvarı inşa etme fikrine karşı çıkması gerginliğe sebep olmuştu. Ancak Papa Francis’in ABD’yi ziyaret etmesinin ardından ortalık sakinleşti. Papa’nın ABD ziyaretine ilgi büyüktü. Ardından Trump ve eşi, Vatikan'ı ziyaret ettiler. Sanki işler, yoluna girmiş gibi görünüyordu.
Ancak son dönemde Washington ile Vatikan arasındaki gerilimi yeniden alevlendiren nedenin ne olduğuna dair bir takım soru işaretleri yine gündemde. ABD Dışişleri Bakanı (Mike) Pompeo'nun geçtiğimiz haftalarda Kutsal Makam’a (Holy See/Vatikan) karşı gösterdiği öfkenin nedeni ne? ABD’nin, bekasına yönelik en büyük tehdit olarak gördüğü, bugüne kadar yaşanan benzersiz kutuplaşmanın diğer ucunda bulunan ve ister bir Çinli ister ulusal topraklarında ikamet eden bir yabancı olsun tüm insan haklarını küçümseyen, özgürlükleri istismar eden ve hatta Çinli Hıristiyanları büyük ölçüde kısıtlamaya çalışan bir ülke olan Çin'in bu krizdeki rolü nedir?

‘Diyakoz’ Pompeo, Papa’ya kızgın
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Washington’da ‘diyakoz’ olarak biliniyor. Diyakoz, Katolik kilisesindeki üç yüksek ruhban derecesinin ilk basamağı olan diyakozluk rütbesindeki kişidir ve genellikle rahibe dualarda yardımcı olur.
Ancak buradaki ironi Pompeo'nun bir Katolik olmamasıdır. Evanjelik Presbiteryen Kilisesi'ne mensup olan Pompeo, 2007 ile 2009 yılları arasında, özellikle Pazar Okulları adı verilen okullarda görev yaptı.
Pompeo, Amerikan sağıyla ​​uyumlu olan Hıristiyanlık düşüncelerini açıklamaktan hiçbir zaman geri durmamıştır. ABD’nin yeni Kenan Diyarı olduğuna ve komünizmin Şeytan'ın işi olduğuna inanan Pompeo, genellikle Başkan Trump ile Beyaz Saray'daki dua oturumlarına katılıyor. Hem Pompeo hem de Trump, ilk eşlerinden boşanmış ve ikinci eşleriyle evlenmişlerdir.

Peki, ‘Diyakoz’ Pompeo’nun, son günlerde Kutsal Makam’a yönelik öfkesinin sebebi nedir?
İtalya’nın başkenti Roma, geçtiğimiz Eylül ayı sonlarında, ABD’nin Vatikan Büyükelçiliği tarafından organize edilen ‘dünyada din özgürlüğü’ konulu bir sempozyuma ev sahipliği yaptı. ‘Diplomasi Yoluyla Uluslararası Din Özgürlüğünü Geliştirmek ve Savunmak’ başlıklı sempozyum, ABD'nin Vatikan Büyükelçisi Callista Gingrich tarafından yapılan konuşmayla açıldı. Büyükelçi Gingrich, sempozyumun konusunun hem ülkesi hem de Vatikan için bir öncelik olduğunu ve bugün dünyanın içinde bulunduğu kritik dönemde, büyük önem arz ettiğini vurguladı.
Sempozyumun katılımcılarının ön saflarında yer alan Pompeo konuşmasında, bu yıl sona ermesinin 75’inci yıl dönümü olan 2. Dünya Savaşı'ndan bahsetti. Halk arasında Yahudiler için halka dua ettiği için Naziler tarafından tutuklanan rahip ‘Bernhard Lichtenberg’den bahsetti.
Pompeo ayrıca Papa 2. Jean Paul'un Varşova Paktı’nın çöküş süreci ve Sovyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması sürecinde komünizmin ezilmesinde oynadığı büyük rolden de bahsetti.
Pompeo'nun sözlerinin hedefinde, özellikle de dini özgürlükleri açıkça ihlal ettiği göz önüne alındığında Çin'in olduğu aşikârdı.

Peki, Vatikan, din özgürlüğünü kınayamaz veya savunamaz mı?
Sempozyuma katılan bir kaynak, bu sorunun yanıtının, din özgürlüğünün savunulması ve teşvik edilmesinin Vatikan’ın diplomatik faaliyetinin ayırt edici bir işareti olduğunu vurgulayan Vatikan Devlet Sekreteri (Başbakan) Kardinal Pietro Parolin tarafından, ‘devredilemez yaşam hakkı çerçevesindeki din özgürlüğü hakkının tüm insan haklarının temelini oluşturduğuna dikkat çekilerek’ verildiğini söyledi.
O halde sempozyumun sonunda Pompeo'yu kızdıran ve Papa'yı din özgürlüğü meselesinde daha fazla sorumluluk almaya ve Vatikan'ı Pekin ile iş birliği yapmaktan vazgeçmeye çağırmasına neden olan neydi?

Papa Francis ile Vatikan'da bir araya gelen Çinli Hristiyan hacılar ülkelerinin bayrağını dalgalandırırken (Getty Images)
Çin'in Roma Katolik Kilisesi ile ilişkisi

Çin'in bilimleri, edebiyatı, sanatı, kültürleri, dilleri ve halkları ile Batı dünyasına açıldığı köprüyü çok uzun süre temsil eden Çin ile Roma Katolik Kilisesi arasındaki ilişkinin tarihine bakılmadan yukarıdaki soruya cevap verilemez.
MS. 13. yüzyılda Çin'e açılan ilk kişilerin, misyonerlik yapan Fransisken rahipleri olduklarını söyleyebiliriz. Ardından 16. ve 17. yüzyıllar arasında, eski Çin felsefesinin birçok izini modern Avrupa'nın dillerine çeviren Cizvit Tarikatı rahipleri Çin’e ulaştı. Cizvitler, ayrıca Çin halkını matematik, astronomi, tıp ve benzeri gibi Batı bilimleri ile tanıştırdılar.
Çin Komünist Partisi'nin 1949 yılında iktidara gelmesiyle birlikte Çinli yetkililerin, tüm Katolik ve Protestan misyonerleri kovması ve kilisenin Batı emperyalizminin bir parçası olarak görülmesi, Çin ile Roma Katolik Kilisesi arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu.
Vatikan ile Çin arasındaki diplomatik ilişkiler, 1951 yılında resmen kesildi ve yaklaşık altı yıl sonra, Çinli Komünist yetkililer, ‘Çin Yurtsever Katolik Derneği’ni (CCPA) kurdular. Buradaki amaç,  Hristiyan olsa bile herhangi bir Çin milliyetçisi grubun, Roma Kilisesi ve Papa ile olan ilişkisinin ötesine geçmektir. Ancak bu girişim, papalıkla idari, örgütsel veya manevi olarak doğrudan bağlantılı değildir.
Bu yüzden Vatikan’ın Katolik Hristiyan topluluklarını üzerlerinde tam bir kontrol sağlamak amacıyla dış dünyadan izole etme fikrinin ötesine geçmeyen CCPA’ya piskopos atamayı reddetmesi son derece doğaldı. Peki, Çin'deki Katolikler böyle bir yaklaşımı kabul ettiler mi?
Kaynak, Çin’de CCPA’nın kurulmasından bu yana dini ritüellerini ve ibadetlerini Vatikan'a bağlı ‘yeraltı kiliselerinde’ yerine getiren gizli Katolik grupların çoğaldığını ve bu yüzden Çin hükümetine kayıtsız kaldıklarını söyledi. Çinli Katoliklerin sayısının 12 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bunların yarısı resmi Çin Katolik Kilisesi'ne (yani CCPA’ya), diğer yarısı ise Vatikan'a bağlı olan yeraltı kilisesine mensuplar.
Resmi Çin Katolik Kilisesi, Papa'nın manevi otoritesini tanımıyor. Hatta Çin’de Vatikan’a bağlı olanlar bu konuda büyük zorluklarla karşı karşıya geliyorlar.  Tacizlerle başlayan bu zorluklar, başta 30 yılını hapiste geçiren Piskopos Ignatius Kung olmak üzere Papa'yı tanıyan bazı Çinli Katolik piskoposlara verildiği gibi hapis cezasına çarptırılmaya kadar varıyor.

Vatikan ve Çin arasında 2018 yılında bir anlaşmaya varıldı
Roma Katolik Kilisesi, zamanları ve olayları okumayı bilen modernist bir kilise olarak biliniyor.  Dolayısıyla küreselleşme çerçevesinde sınırları kaldırmış, setleri yıkmış, Çin ile yaşanan gerilimi kaçınılmaz bir kadermiş gibi kabul edememiştir.
Buna karşın bugün eski Avrupa kıtasının bulunduğu batı Avrasya bölgesiyle ilişkilerini canlandırmak için bir araç olarak gördüğü İpek Yolu başta olmak üzere yumuşak ve pürüzsüz araçlarla bir sonraki kutuplaşma projesi için çalışan Çin’in rolü, Vatikan'ın rolünden daha mı önemsiz?
Çin Ulusal Din İşleri İdaresi Müdür Yardımcısı Chen Zongrong, Pekin'in Vatikan'la temas kurmak için gerçekten çaba sarf ettiğini söylerken Ulusal Din İşleri İdaresi Sözcüsü Xiao Hong Beijing, Reuters tarafından aktarılan açıklamasında Çin'in Vatikan ile aktif olarak görüşmeleri sürdürdüğünü belirtti.

Çin’in fikir değiştirmesine ne sebep oldu?
Kısacası Çin yönetimi, dünyanın altı kıtasına dağılmış yaklaşık bir milyar 350 milyon mensubu olan yani Çin'in toplam nüfusuna eşdeğer bir nüfusa sahip ana kiliseden uzak durmanın çıkarına olmadığını fark etti.
Bu ileriye dönük vizyon, 22 Eylül 2018'de, Vatikan ile Çin arasında, piskoposların atanmasına ilişkin ve ilişkilerin geliştirilmesini teşvik etmek için bir geçici anlaşma ile pekiştirildi. Sözü konusu anlaşma, uzun süren bir tartışmalar sürecinin ardından kademeli ve karşılıklı bir yakınlaşma sonucunda yapıldı. Bu süreç, anlaşmanın uygulamasına dair periyodik değerlendirmelerin yapılmasını sağlarken Çin ile Vatikan arasında iş birliğinin artırılması için gerekli koşulların oluşmasına izin verdi.
Anlaşma, imzalandığı gün Papalık Basın Ofisi tarafından yapılan bir açıklamayla duyurulurken iki taraf arasında ‘umut paylaşımı’ olarak adlandırıldı. Açıklamada bu umudun, verimli ve ileriye dönük kurumsal bir diyalog süreci yaratmaya, Çin halkının yararına ve hem dünya barışına gem de Çin Katolik Kilisesi'ne olumlu katkıda bulunmaya yardımcı olacağı belirtildi.
2019’a gelindiğinde 70 yıldır süregelen anlaşmazlıklar yavaş yavaş çözülmeye başlamış gibi görünüyordu. Papalık Ofisi Holy See Basın Bürosu Müdürü Matteo Bruni, 27 Ağustos 2019'da piskopos Antonio Yao Shun’ın Çin’e bağlı İç Moğolistan Özerk Bölgesi’ne Şantung başpiskoposu olarak atandığını duyurdu. Anlaşmanın imzalanmasının ardından yapılan ikinci atama ise 28 Ağustos'ta Piskopos Stefano Xu Ho Ngway’in, Hangeong Piskoposluğu’na yardımcı piskopos olarak atanması oldu.

ABD, Çin ile Vatikan arasındaki geçici anlaşmanın uzatılmasına karşı çıktı
2018 yılında Vatikan ve Çin arasında yapılan antlaşmanın süresi Ekim ayında dolarken Vatikan ve Çin geçici anlaşmayı, 21 Ekim 2022'ye kadar iki yıl daha uzattılar. Papalık Basın Ofisi’nden yapılan açıklamada ‘Vatikan’ın, söz konusu anlaşmanın uygulanmasının, iki taraf arasındaki iyi iletişim ve iş birliği sayesinde olumlu yönde ilerlediği değerlendirmesinde bulunduğu ve Katolik Kilisesi'nin, Çin halkının iyiliğini desteklemenin yanı sıra açık ve yapıcı bir diyalog devam ettirmek için anlaşmayı uzatmak istediği’ belirtildi.
Vatikan'ın sırları halka açıklanmıyor. Çünkü (eski İsrail Başbakanı) Golda Meir'in 1967'de Papa VI. Paul'un döneminde Vatikan'a yaptığı ilk ziyarette söylediği gibi Vatikan’ın saati, dünya saatlerinden farklı çalışıyor.
Bu yüzden Vatikan ile Çin arasında Eylül 2018'de imzalanan anlaşma uzun bir yolculuğun varış noktasını oluştururken, aynı zamanda ve her şeyden önce daha geniş ve ileri ye dönük anlaşmalar için bir başlangıç ​​noktasını da temsil ediyor. Bununla birlikte içeriği gizli tutulan geçici anlaşma, açık ve yapıcı bir diyalogun sonucudur.
Saygı ve dostluk çerçevesindeki bu diyalogun, seleflerinin uzun yıllar önce başlattığı müzakerelerden sonra Papa Francis'in geçmişte Kilise'nin aldığı yaraların farkında olması ve bunları iyileştirmeye çalışmasının bir sonucu olduğu bir gerçek.  Papalık yetkisi olmadan piskoposluk töreni yapan Çinli piskoposlarla tam bir birliktelik oluşturan Papa, eski Papa XVI. Benedict tarafından onaylanan piskoposların atanmasına ilişkin anlaşmanın imzalanmasına izin verdi.

Kilise’nin adımı dini mi yoksa jeopolitik mi?
Çin-Vatikan yakınlaşması tamamen dini bir hareket mi yoksa Roma Katolik Kilisesi'nin kazanımlarını artıran jeopolitik bir hareket mi? Ünlü Amerikan tarihçisi Will Durant, ‘The Story of Civilization’ (Medeniyetin Temelleri) adlı ölümsüz eserinde Kilise’yi, ‘tarihteki en önemli insan kurumu’ olarak tanımlarken diğerleri Vatikan’ın, sınırları veya kolonileri olmayan bir imparatorluk olduğunu söylediler. Şuana kadar edinilen deneyimler, tıpkı 2.Dünya Savaşı'nın sonunda 1945'teki Yalta Konferansı'nın oturum aralarında Joseph Stalin'in tiye aldığı gibi Papa’nın askeri birlikleri olmasa bile ahlaki bir etkiye sahip olduğunu kanıtladı.
Vatikan’da ve onun idari ve bilimsel departmanlarında, özellikle Atlantik'in diğer yakasında ve ABD-Çin anlaşmazlığı çerçevesinde, bilinçli ve parlak beyinler olduğu kesindi. Bir gün mevcut sahnenin, bir zamanlar Doğu Avrupa'nın ruhundaki Komünizmin sarsılmasının nedeni olan Katolik Kilisesi’nin lehine heyecan verici ve tehlikeli bir nüfuz alanı için bir kazanım olduğu görülecektir.
Vatikan'ın resmi yayın organı L'Osservatore Romano gazetesi bu bağlamda özel bir makale yayımladı. Makalede, birilerinin bu anlaşmayı jeopolitik yorumlarla göreceğine, ancak Kutsal Makam için tüm meselenin dini olduğuna işaret edildi. Makalede aynı zamanda, bu diyalogun, uluslararası toplumun yararına ortak çıkar için verimli bir arayışı teşvik ettiği konusunda tam bir farkındalık olduğu belirtildi.
Kutsal Makam elbette, Çin'deki Katolik cemaatlerin hayatlarına özel bir atıfta bulunarak, geçici anlaşmanın imzalanmasının ve uzatmasının, tüm dünyanın derin jeopolitik gerilimlere tanık olduğu bir döneme ortak ilgi konusu olan sorunların çözülmesine ve barış için uluslararası bir ufkun açılmasına katkıda bulunmasını umuyor.

Francis'in Çin'e giden yolunu kim kesti?
Şarku’l Avsat Independent Arabia’dan analize göre, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Roma'daki sempozyumda öfkelenmesinin nedeni, Papa'nın ve Kutsal Makam’ın Çin'de hak ve özgürlüklere yönelik ihlallere karşı ahlaki bir sorumluluğu olduğunu düşünmesinden kaynaklanıyordu.
Pompeo sempozyumda, Kilise'nin farklı bir konumda olduğunu ve - söylediği üzere - dünyevi düşüncelerin, ebedi gerçeklere dayanan ilkeli duruşları caydırmaması gerektiğini vurgulayarak Amerikan insan hakları diplomasisinin, meleksel rolünü göstermeye çalıştı.
Burada şu önemli soruyu sormak gerekiyor: Pompeo, Çin dışında farklı bir sebepten ötürü Papa'ya kızgın olabilir miydi?
Vatikan Devletlerle İlişkiler Sekreteri (Dışişleri Bakanı) Monsenyör Paul Richard Gallagher’e göre ABD’nin Vatikan Büyükelçiliği, sempozyumu, tek taraflı ve neredeyse Vatikan'ın marjinalleştirecek şekilde düzenledi. Özellikle Gallagher'ın sadece birkaç dakika konuşmasına izin verildiğinden gizli niyetler ortaya çıktı. Papa'nın Pompeo ile görüşmeyi reddetmesinin nedenlerinden biri de buydu.
Bununla birlikte Papa Francis, anketlerde Demokrat rakibi Joe Biden’ın gerisinde kalan Başkan Trump'ın seçim kampanyasına katkıda bulunacak herhangi bir önyargı oluşmaması amacıyla ABD Dışişleri Bakanı ile görüşmekten kaçındı. Bu da, Trump yönetiminde olumsuz bir sinyal olarak görüldü ve Vatikan ile Washington ilişkileri birkaç yıl geriye gitti.
Vatikan tarihçileri ve düşünürleri, Pompeo’nun, sağcı Katolik Amerikalı seçmenleri çekmek amacıyla Çin ve Roma Katolik Kilisesi arasında ısrar ve başarı ile gün geçtikçe ilerleyen uzlaşıların önünü tıkamaya çalıştığını düşünüyorlar. Ayrıca çeşitli Amerikan Evanjelik grupları, mezheplerinin çeşitliliğine ve partilerinin çokluğuna rağmen, Trump yönetiminin yanlarında olması ve Papa ve Vatikan ile bir çatışmaya girilmesi pahasına olsa dahi ABD’nin ‘gerçek düşmanı Çin’ ile mücadele etmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Peki, mevcut durum, Papa Francis ile yıllar önce Trump’ı destekleyen Katolik sağcılar arasında bir tür kültürel savaş olarak kabul edilebilir mi?
Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Parolin, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kutsal Makam’ın Beyaz Saray’ın Vatikan’ın dış politikasına açıkça müdahalesi karşısında ‘şaşırdığını’ belirtirken Vatikan Devletlerle İlişkiler Sekreteri Monsenyör Gallagher, Pompeo'nun Papa Francis ile bir görüşme talebinde bulunduğu, ancak talebin reddedildiğinin doğrulanmasının ardından Trump yönetimini açıkça, ‘Papa'yı seçimlere alet etmeye çalışmakla’ suçladı.

Çin’e karşı ‘kutsal ittifak’
Peki, Washington ile Vatikan arasındaki olaylar tarihi tekerrür edecek mi? Karl Marx'a göre tarih aynı şekilde tekerrür etmez; tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder. Ancak bununla birlikte, olaylar bir birine benzeyebilir ya da en azından bazı tarihi deneyimleri, özellikle iyilerse ve olayları değiştiriyorlarsa yeniden üretmeye çalışanlar vardır. Fakat bir nehrin suları akarken her saniye değişir ve akıntılar onlarca yıl sabit kalmaz.
O halde Washington, Papa Francis’in Ronald Reagan ile Papa II. John Paul arasında 1980'lerin başlarında yaşanan deneyimi yeniden üretmesini engellemeye mi çalışıyor?
İngiliz yazar Gordon Thomas’ın ‘Gideon's Spies: The Secret History of the Mossad’ (Gideon'un Casusları/Mossad'ın Gizli Tarihi) adlı kitabında iddia edildiği gibi 2. John Paul’un memleketi olan Katolik Polonya'dan komünizmi silmek amacıyla Beyaz Saray ile Vatikan arasında gizli bir ittifak kuruldu mu?
Soruyu biraz daha açmamız gerekebilir. Pompeo'nun Komünist Çin'e karşı yukarıdakine benzer bir kutsal ittifak kurulmasını istediği açık ve Başkan Trump, Biden karşısında zafer kazanamasa bile, 2024'te başkanlığa aday olmayı ve bundan sonra bu yöndeki planlarını hayata geçirmeyi düşünüyor olabilir.
Roma Katolik Kilisesi'nin Çin ile ilişkisine zarar vermek için uzun zaman önce hazırlanmış bir plan var gibi görünüyor. Çünkü Çin ve Katolik Kilisesi arasındaki yakınlaşma, her zaman birilerini rahatsız etmiştir.
Son soru: Papa Francis dünyaya ‘hepimiz kardeşiz’ mesajı verirken, kendisini hedef alan bir karalama kampanyası başlatılması, bazılarının kutsal olarak gördüğü bir ittifakın başarısız girişimi olabilir mi?



Yeni ankette Amerikalıların en büyük endişesi ortaya çıktı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Yeni ankette Amerikalıların en büyük endişesi ortaya çıktı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

ABD Başkanı Donald Trump'ın defalarca "hiç bu kadar iyi durumda olmamıştık" diye ısrar etmesine rağmen, yeni bir ankete göre Amerikalıların en büyük endişesi hâlâ hayat pahalılığı.

SSRS'ın CNN için yaptığı son ankette, katılımcılardan, hayatı daha iyi hale getirmek için şansları olsaydı başkana odaklanmasını isteyecekleri tek bir konu seçmeleri istendiğinde, yüzde 32'si ekonomi veya hayat pahalılığına dair endişelerini dile getirdi.

CNN'in haberine göre bu oran Cumhuriyetçi seçmenler ve Cumhuriyetçi eğilimli bağımsızlar arasında yaklaşık yüzde 40'a yükseldi.

Karşılaştırma yapmak gerekirse, tüm katılımcıların sadece yüzde 5'i göç ve sınır güvenliğini, yüzde 1'i ise suç ve kamu güvenliğini seçti.

Bu anket, yaygın olarak takip edilen bir ölçüye göre ABD ekonomisine olan tüketici güveninin aralık ayında 5. ay üst üste düşmesinin ardından geldi.

Trump, konuşmalarında ve Truth Social paylaşımlarında, zaten bir "altın çağ" yaşadıklarını ve Amerika'nın "ülke olarak şimdiye kadarki en iyi noktada" bulunduğunu şiddetle savunuyor.

Geçen ay "Ekonomi alanındaki harika çalışmalarım henüz tam olarak takdir edilmese de takdir edilecektir!" diye ilan etmiş, aralıkta ise "Alım gücü kelimesi Demokratların bir oyunudur" diye eklemişti.

Ancak kanıtlar, takdirin hâlâ yetersiz olduğunu gösteriyor. CNN anketine katılanlar, "orta sınıfa yardım", "sağlık hizmetleri maliyetleri", "sosyal güvenliği koruma", "konut maliyetleri" ve "gıda fiyatları" gibi birçok ekonomik konuyu en büyük endişeleri olarak gösterdi.

SSRS anket şirketinin basın açıklamasında belirttiğine göre, bu oran tüm katılımcıların yüzde 32'sini oluşturuyor. Katılımcıların dikkat çekici bir şekilde yüzde 16'sı Trump'ın istifa etmesini söyleyeceklerini, yüzde 8'i "genel olarak olumlu yorumlarda" bulunacaklarını belirtti.

Salı günü, kâr amacı gütmeyen ticaret araştırma kuruluşu Conference Board, tüketici güven endeksinin ekimde 92,9'dan kasımda 89,1'e düştüğünü ve katılımcıların mevcut iş koşullarına ilişkin değerlendirmelerinin Eylül 2024'ten bu yana ilk kez olumsuz yönde olduğunu açıkladı.

Michigan Üniversitesi tarafından yapılan benzer bir anketse farklı sonuçlar gösterdi; tüketicilerin ruh hali aralık ayında ekime kıyasla hafifçe iyileşti.

Eski MAGA destekçisi ve şimdilerde Trump eleştirmeni olan Marjorie Taylor Greene, bu yılın üçüncü çeyreğinde tüketici harcamalarındaki artışın büyük ölçüde sağlık hizmetleri maliyetlerinden kaynaklandığını gösteren son verilere dikkat çekti.

X'te yaptığı açıklamada, "Aylardır Amerikalılar için sağlık hizmetleriyle ilgili mali kriz konusunda uyarıda bulunuyordum ve işte geldi" dedi.

Cumhuriyetçilerin bunu düzeltememesi, ara seçimlerde onlara çok pahalıya mal olacak. Bunu düzeltmek için hiçbir şey yapmayan Cumhuriyetçiler, Demokratları suçlayamaz.

Ancak seçmenler bunun yakın zamanda düzeltileceğine inanmıyor gibi görünüyor. CNN anketinde, Trump'ın onların söylediklerine önem vereceğine inanıp inanmadıkları sorulduğunda, katılımcıların yüzde 51'i "Hiç inanmayacak" yanıtını verdi. Yaklaşık yüzde 38'i ise aynı durumun Demokrat liderler için de geçerli olduğunu düşünüyor.

Independent Türkçe


Rusya, İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması için gizli arabuluculuk yapıyor

İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
TT

Rusya, İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması için gizli arabuluculuk yapıyor

İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)
İsrail askerleri, işgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye’yi ayıran tampon bölgede, Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında zırhlı personel taşıyıcı üzerinde (AFP)

Tel Aviv’deki siyasi kaynaklar, Rusya’nın İsrail ile Suriye arasında bir güvenlik anlaşmasına varılması amacıyla gizli arabuluculuk yürüttüğünü, bu sürecin ABD yönetiminin bilgisi ve onayı dâhilinde ilerlediğini açıkladı.

İsrail devlet televizyonu Kan 11, Azerbaycan’ın şu anda üst düzey yetkililerin katıldığı toplantı ve görüşmelere ev sahipliği yaptığını; temasların Bakü’de sürdüğünü bildirdi.

Bilgi sahibi bir güvenlik kaynağı, Rus arabuluculuğuna rağmen İsrail ile Suriye arasındaki temaslarda hâlâ bir boşluk bulunduğunu, ancak son haftalarda sınırlı da olsa ilerleme kaydedildiğini söyledi.

Kan 11’e konuşan kaynaklar, Moskova ile Şam’ın ilişkileri güçlendirmek için çalıştığını; Rusya’nın geçen ay Lazkiye kıyı bölgesine asker ve askeri teçhizat sevk ettiğini aktardı. Aynı kaynaklar, İsrail’in Suriye’nin güneyinde Türkiye’nin varlığını pekiştirme girişimleri yerine, Rusya’nın sahadaki varlığını tercih ettiğini kaydetti.

Dün (çarşamba) Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani Moskova’yı ziyaret ederek Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile görüştü ve iki ülke ilişkilerinin stratejik düzeye taşınmasının hedeflendiğini belirtti.

İkili ilişkilerdeki en dikkat çekici gelişme ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 15 Ekim’de Suriye’de geçiş döneminin başkanı Ahmed eş-Şera’yı kabul etmesi oldu. Görüşmede taraflar, stratejik ve siyasi ilişkilerin güçlendirilmesi ile enerji ve gıda alanlarında iş birliğinin önemine vurgu yapıldı.

İsrail’in Rusya ile iyi ilişkiler sürdürdüğü ve Tel Aviv’in Suriye dosyasında Moskova ile çıkar paylaşımı konusunda uzlaşı aradığı biliniyor. Mayıs ayından bu yana Putin ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Suriye başta olmak üzere çeşitli başlıkları ele alan dört uzun telefon görüşmesi yaptığı ifade ediliyor.

scd
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani’nin, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Moskova’da çarşamba günü gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare  (SANA)

Suriye Dışişleri Bakanlığı Enformasyon İdaresi, mayıstaki temasların ardından yaptığı açıklamada, Putin’in Suriye’yi bölmeye yönelik her türlü İsrail müdahalesini kesin biçimde reddettiğini ve Moskova’nın yeniden imar ile istikrarın sağlanmasına desteğini yinelediğini duyurmuştu.

cdfr
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ile Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Şam’da düzenlenen ortak basın toplantısından bir kare (EPA)

Tel Aviv’de ise “Türkiye nüfuzuna karşı Suriye’de Moskova ile ortak çıkarlar bulunduğu” değerlendirmesi yapılıyor. Maariv gazetesine göre Rusya, hem Türkiye hem de İsrail ile iyi ilişkiler sürdürüyor ve iki ülke arasında gerilimin tırmanmasını engellemeye çalışıyor. Aynı zamanda, tüm tarafların—Suriye dâhil—onayıyla ülkedeki pozisyonlarını korumayı hedefliyor.

dfgt
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, İstanbul’da cumartesi günü ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile yaptığı görüşmeler sırasında, Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani’nin de hazır bulunduğu an (EPA)

ABD’nin İsrail-Suriye güvenlik düzenlemelerinde başat rolü üstlenmesine rağmen, Washington’un Rusya dâhil diğer müttefiklerden gelecek “olumlu katkılara” kapıyı kapatmadığı belirtiliyor.

Eski diplomat ve Suriye-Ortadoğu uzmanı akademisyen Mihail Harari’ye göre, Ahmed eş-Şera’nın Suriye’yi temkinli ve dengeli biçimde yönetmesi, ülkeye bölgesel ve uluslararası destek kazandırdı. Harari, İsrail’in Suriye’de kaosun sürmesini isteyen bir aktör gibi görünmekten kaçınması gerektiğini savundu.

Şarku’l Avsat’ın Harari’nin Maariv’de yayınlanan makalesinden aktardığı analize göre İsrail’in çıkarlarını sağlıklı yönetebilmesi için Şam ile bir güvenlik anlaşmasını hızla sonuçlandırması gerekiyor. Harari, son savaşta elde edilen askerî kazanımların siyasi kazanca dönüştürülmesinin, mevcut “pasif” tutumla mümkün olmayacağını ifade etti.


İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
TT

İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)

Ömer Önhon

Başbakan Binyamin Netanyahu, bu hafta onuncu üçlü zirve için Yunan ve Kıbrıslı mevkidaşları Kiriakos Miçotakis ve Nikos Hristodulidis'i Kudüs'te ağırladı. Zirvenin ardından yayınlanan ortak bildirinin temel noktaları şöyleydi:

• Güvenlik, savunma ve askeri konularda mevcut üçlü iş birliğinin güçlendirilmesi.

• Deniz yollarının ve hayati altyapının yenilenen tehditlerden korunmasında koordinasyonun derinleştirilmesi.

• Enerji sektöründe ortak projelerin geliştirilmesi, elektrik şebekelerinin birbirine bağlanması ve yenilenebilir enerji girişimlerinin geliştirilmesi.

Netanyahu, üçlü zirveyi bugüne kadar yapılan tüm toplantıların en önemlisi olarak nitelendirdi. İlk üçlü zirve, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği 2016 yılında yapılmıştı. O dönemde Türkiye'nin İsrail ve özellikle Mısır ve bazı büyük Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli Arap devletiyle ilişkileri oldukça gergindi. Bu ittifak tarafından kurulan üçlü mekanizmanın özü, “Türkiye'ye karşı birleşik bir cephe oluşturmak ve doğal gaz kaynaklarının en uygun şekilde değerlendirilmesi için iş birliği yapmak” üzerine kurulu.

Basın toplantısında bir İsrailli gazetecinin, Türkiye'ye mesajlarının ne olduğu yönündeki sorusuna Netanyahu, Türkiye'nin adını anmadan şu yanıtı verdi: “Kimseyle çatışma arayışında değiliz. Bu, uluslararası kuralları, normları ve istikrarı savunmak için kurulmuş bir ittifaktır ve umarız test edilmek zorunda kalmaz.”

Daha sonra yine Türkiye'nin adını anmadan şunları ekledi: “Topraklarımız üzerinde yeniden imparatorluklar kurabileceklerini hayal edenlere şunu söylüyorum; bu olmayacak. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek durumdayız.”

Netanyahu bu sözleriyle, tarihsel haksızlıkları ve korkuları öne sürmeye ve “ortak tehditler” olarak algıladığı şeylerle yüzleşmek için ittifaklar kurmaya dayalı bir politikaya geri dönüyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik politikaları nedeniyle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da 1990'larda eşi benzeri görülmemiş bir zirveye ulaşmıştı. İsrail uçakları geniş Anadolu ovaları üzerinde eğitim tatbikatları yapmış ve yüz binlerce İsrailli turist Türkiye'nin güvenli ve misafirperver ortamında tatil yapmıştı.

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002'de iktidara gelmesinden ve Netanyahu'nun başbakanlığından bu yana ilişkiler giderek kötüleşti.

Türk-İsrail ilişkileri, 2010 yılında İsrail güvenlik güçlerinin Gazze'ye yardım ulaştırmak için Akdeniz'deki uluslararası sularda seyreden uluslararası bir filonun parçası olan Mavi Marmara gemisine saldırmasıyla ağır bir darbe aldı. Daha sonra, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısının ardından dibi gördü.

Bugün ise iki ülke arasında bir soğuk savaş yaşanıyor ve Suriye ile Akdeniz'de doğrudan çatışma riski bulunuyor. İsrail, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü, özellikle Suriye'deki etkisini ve varlığını bir tehdit olarak görüyor; zira bu durum, bölgedeki operasyonel üstünlüğünü, özellikle Suriye ve Lübnan'da olumsuz etkileyebilir.

Yunanistan ve Türkiye NATO üyesi, ancak Ege Denizi'nde uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkileri gergin. Bu anlaşmazlıklar arasında münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, karasuları ve bazı ihtilaflı adaların yasal statüsü ve ilgili denizcilik hakları konuları yer alıyor. Atina ve Ankara siyasi ve teknik mekanizmalar ağını korusa ve son iki yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Aralık 2023'te Atina'ya, Başbakan Kiriakos Miçotakis'in Mayıs 2024'te Ankara'ya yaptığı ziyaretler de dahil olmak üzere üst düzey temaslar yeniden canlanmış olsa da temel anlaşmazlıklarda çözümsüzlük sürüyor.

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz güvenlik mimarisinde merkezi fay hattı olmaya devam ediyor. 1974'ten beri ada, güneyde Kıbrıslı Rumlar (uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti) ve kuzeyde sadece Türkiye tarafından tanınan Kıbrıslı Türkler arasında fiilen bölünmüş durumda. Nikosia (Lefkoşa), Kıbrıs meselesindeki pozisyonunu ilerletmek ve Türk nüfuzunu sınırlamak için uluslararası forumlardan ve ortaklıklardan sürekli olarak yararlandı. Bu bağlamda, güvenlik konuları, devam eden enerji ajandası ile birlikte İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki üçlü iş birliği çerçevesinin ön saflarına yerleşti.

frgty
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Kudüs'te yapılan üçlü toplantının ardından ortak basın toplantısında, 22 Aralık 2025 (AFP)

Yunanistan ve GKRY için İsrail ile iş birliğini derinleştirmenin en güçlü motivasyonu, gelişmiş teknolojik ve savunma yetenekleridir. Buna yapay zekâya olan artan ilgi, teknoloji transferi ve yüksek teknoloji sektörlerindeki yatırım bağları da dahildir. Savunma boyutu artık ikincil önemde değil; zira Yunanistan, füze topçu sistemleri de dahil olmak üzere İsrail ile büyük anlaşmalar yaptı ve Türkiye ile devam eden gerilimler arasında daha geniş hava ve füze savunma projeleri hakkında görüşmelerde bulunuyor. GKRY’nin, İsrail'in Barak-MX hava savunma sistemini teslim almaya başladığı da bildiriliyor. Türkiye bu anlaşmaya sert bir şekilde itiraz etti.

Zirveden önce üç ortağın, ortak bir “hızlı müdahale gücü” kurma niyetine dair haberler dolaşmıştı, ancak böyle bir girişim açıklanmadı. Anlatıldığına göre kavram tartışıldı, ancak nihayetinde kısmen NATO taahhütleriyle ilgili komplikasyonlardan kaçınmak, Türkiye ile gereksiz bir yüksek tansiyonu önlemek ve istenmeyen bölgesel sinyaller vermekten kaçınmak için ertelendi.

Bununla birlikte, zirveden bir gün sonra üç ülkenin askeri yetkilileri Nicosia'da ortak bir eylem planı ve Yunanistan ile İsrail arasında ikili bir askeri iş birliği programı imzaladı. Açıklanan unsurlar arasında, ortak özel operasyon birimi eğitimi ve insansız sistemler, özellikle dronlar ve elektronik savaş dahil olmak üzere yenilenen tehditler konusunda uzmanlık paylaşımı ile genişletilmiş bir ortak kara, deniz ve hava tatbikatı programı yer alıyor.

df
Türk gemisi “Mavi Marmara”, Hayfa Limanı’ndan Türkiye'ye dönüş yolculuğunda bir Türk römorkörü tarafından çekiliyor, 5 Ağustos 2010 (AFP)

Liderler ayrıca deniz güvenliğinin önemini vurguladılar ve GKRY’de Denizcilik Siber Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi'nin kurulmasını onaylayarak, bunu deniz yollarının ve hayati altyapının korunmasıyla doğrudan ilişkilendirdiler. Bu endişeler, uzun zamandır üçlü iş birliğinin temelini oluşturan enerji ve enerji güvenliği dayanaklarıyla kesişiyor.

Önce İsrail açıklarında, daha sonra Kıbrıs açıklarında keşfedilen açık deniz gazı, son çeyrek yüzyılda Doğu Akdeniz'in enerji haritası üzerindeki rekabeti ve pazarlığı yoğunlaştırdı. Buna karşılık Türkiye coğrafi konumu, yakınlığı ve mevcut altyapısı sayesinde kendisini önemli bir bölgesel merkez olarak konumlandırıyor ve bu da onu Rusya, Azerbaycan ve Orta Asya'dan Avrupa pazarlarına gaz ve petrol için tercih edilen bir transit güzergah haline getiriyor.

İsrail, GKRY ve Yunanistan, İsrail'den başlayıp Kıbrıs ve Girit'ten geçerek Yunanistan'a bağlanacak ve Türkiye'yi bypass edecek boru hattı aracılığıyla Avrupa'ya doğalgaz taşımak için alternatif bir rota arayışına girdiler. Ankara ayrıca GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır ve diğer birkaç ülkenin katılımıyla 2020 yılında kurulan Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu'ndan da dışlandı. Ancak, bin 900 kilometrelik kara ve deniz güzergahına sahip East-Med boru hattı olarak bilinen proje, maliyeti yüksek ve uygulanamaz olduğu gerekçesiyle reddedildi. Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğini çekmesiyle 2022 yılında donduruldu. Ancak bugün, Ukrayna'daki savaşın yarattığı ortamda, üç ülke projeyi yeniden canlandırmaya çalışıyor.

csdf
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York'taki BM Genel Merkezi'nde düzenlenen BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede, 19 Eylül 2023 (AFP)

Kudüs'te bir araya gelen liderler, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa'yı birbirine bağlaması planlanan Hindistan-Ortadoğu Ekonomik Koridoru (IMEC) projesini ilerletme konusundaki kararlılıklarını da vurguladılar. Koridor Hindistan'dan başlıyor, Ortadoğu'daki çeşitli Arap ülkelerinden ve İsrail'den geçerek GKRY’ne ulaşıyor ve ardından Yunanistan üzerinden Avrupa'ya bağlanıyor. Hindistan, 2025’teki askeri çatışma sırasında Türkiye'yi Pakistan'ın yanında yer almak ve ona insansız hava araçları sağlamakla suçlamış ve bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir bozulmaya yol açmıştı.

Üçlü (İsrail, Yunanistan ve GKRY), ortak bildiride, ABD'nin de katılımıyla “3+1” formatındaki görüşmelerinin önemini vurguladı. Başkan Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan arasında, özellikle Trump yönetiminin Türkiye'ye Suriye ve Gazze'de özel bir rol vermesinden sonra sıcak bir ilişki olsa da İsrail Suriye'deki herhangi bir Türk varlığını reddediyor ve Ankara'nın Gazze için önerilen mekanizmalara katılımına şiddetle karşı çıkıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, aralık ayı sonunda Washington'da Trump ile yapacağı görüşmede büyük olasılıkla bu itirazları dile getirecek. Ayrıca ABD Başkanı’na, Gazze'deki 20 maddelik barış planının uygulanmasında Türkiye'ye alternatif olarak GKRY ve Yunanistan’ı önermesi de bekleniyor.

Buna karşılık, isminin açıklanmasını istemeyen bir Türk yetkili, GKRY ve Yunanistan'ın İsrail ile yakınlaşma yoluyla Türkiye'ye baskı yapma girişimlerinin, ikili ilişkileri iyileştirme ve Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarına zarar vereceğini vurguladı. İsrail ve bölgedeki bazı Arap devletlerinin Türkiye'nin katılımı konusundaki çekincelerini veya endişelerini dile getirebileceklerini ama Ankara'nın aksine GKRY ve Yunanistan'ın barış çabalarına katkıda bulunmak için gerekli güç ve bağlantılara sahip olmadığının açık olduğunu ve aslında, İsrail ile ittifaklarının onlara kazançtan ziyade bir yük gibi göründüğünü belirtti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.