ABD’nin Vatikan’a karşı verdiği kültür savaşındaki Çin gerekçeleri

Pompeo, Pekin'e karşı ‘kutsal ittifak’ fikrini savunurken Papa, böyle bir ittifaka karşı çıkıyor

Papa Francis, Mayıs 2017’de  ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)
Papa Francis, Mayıs 2017’de ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)
TT

ABD’nin Vatikan’a karşı verdiği kültür savaşındaki Çin gerekçeleri

Papa Francis, Mayıs 2017’de  ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)
Papa Francis, Mayıs 2017’de ABD Başkanı Donald Trump ile Vatikan'da bir araya geldi (Getty Images)

İmil Emin
Dünya, Amerikan basınında Papa Francis'e yönelik organize bir saldırı gibi görünen karalama kampanyası karşısında şaşkınlığa uğradı. Ne üst düzey isimlerin ne de sıradan vatandaşların bunun arkasındaki nedene ilişkin hiçbir fikri yoktu. Çeşitli medya platformları, gazeteler, radyolar ve televizyonlar, Papa Francis'in adını, eşcinsellerin ayrı ailelere sahip olması, yani eşcinsel evliliğin yasallaştırılması ve bununda -bazı sapkınların söylediği gibi- onların Tanrı'nın çocukları olmasından ötürü yapılması gerektiği talebiyle ilişkilendirdiler.
Gerçekte ne Papa ne de Roma Katolik Kilisesi’ndeki üst düzey herhangi bir papaz böyle bir şey söylemedi, söyleyemez de. Zira, bu durum, ne Hristiyanlık inancıyla ne de Katolik mezhebiyle bağdaşmaz. Papa’nın sözleri, özellikle bilimin bugüne kadar bu insanları böyle bir kadere götüren genetik veya zihinsel nedenleri netleştiremediğinden ötürü, ölümcül bir hastalığa yakalandıklarında aileleriyle birlikte olmaları ve bakıma muhtaç insanlar olarak onlara sempati duyulması gerektiğine dair nasihatlerin ötesine geçmedi.
Başkan Donald Trump ile Papa Francis arasındaki ilişkinin, özellikle Trump yönetiminin ilk yılında pek de iyi olmadığı herkes tarafından biliniyor. Vatikan’ın, Beyaz Saray’ın efendisinin Meksika sınırına bir ayırma duvarı inşa etme fikrine karşı çıkması gerginliğe sebep olmuştu. Ancak Papa Francis’in ABD’yi ziyaret etmesinin ardından ortalık sakinleşti. Papa’nın ABD ziyaretine ilgi büyüktü. Ardından Trump ve eşi, Vatikan'ı ziyaret ettiler. Sanki işler, yoluna girmiş gibi görünüyordu.
Ancak son dönemde Washington ile Vatikan arasındaki gerilimi yeniden alevlendiren nedenin ne olduğuna dair bir takım soru işaretleri yine gündemde. ABD Dışişleri Bakanı (Mike) Pompeo'nun geçtiğimiz haftalarda Kutsal Makam’a (Holy See/Vatikan) karşı gösterdiği öfkenin nedeni ne? ABD’nin, bekasına yönelik en büyük tehdit olarak gördüğü, bugüne kadar yaşanan benzersiz kutuplaşmanın diğer ucunda bulunan ve ister bir Çinli ister ulusal topraklarında ikamet eden bir yabancı olsun tüm insan haklarını küçümseyen, özgürlükleri istismar eden ve hatta Çinli Hıristiyanları büyük ölçüde kısıtlamaya çalışan bir ülke olan Çin'in bu krizdeki rolü nedir?

‘Diyakoz’ Pompeo, Papa’ya kızgın
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Washington’da ‘diyakoz’ olarak biliniyor. Diyakoz, Katolik kilisesindeki üç yüksek ruhban derecesinin ilk basamağı olan diyakozluk rütbesindeki kişidir ve genellikle rahibe dualarda yardımcı olur.
Ancak buradaki ironi Pompeo'nun bir Katolik olmamasıdır. Evanjelik Presbiteryen Kilisesi'ne mensup olan Pompeo, 2007 ile 2009 yılları arasında, özellikle Pazar Okulları adı verilen okullarda görev yaptı.
Pompeo, Amerikan sağıyla ​​uyumlu olan Hıristiyanlık düşüncelerini açıklamaktan hiçbir zaman geri durmamıştır. ABD’nin yeni Kenan Diyarı olduğuna ve komünizmin Şeytan'ın işi olduğuna inanan Pompeo, genellikle Başkan Trump ile Beyaz Saray'daki dua oturumlarına katılıyor. Hem Pompeo hem de Trump, ilk eşlerinden boşanmış ve ikinci eşleriyle evlenmişlerdir.

Peki, ‘Diyakoz’ Pompeo’nun, son günlerde Kutsal Makam’a yönelik öfkesinin sebebi nedir?
İtalya’nın başkenti Roma, geçtiğimiz Eylül ayı sonlarında, ABD’nin Vatikan Büyükelçiliği tarafından organize edilen ‘dünyada din özgürlüğü’ konulu bir sempozyuma ev sahipliği yaptı. ‘Diplomasi Yoluyla Uluslararası Din Özgürlüğünü Geliştirmek ve Savunmak’ başlıklı sempozyum, ABD'nin Vatikan Büyükelçisi Callista Gingrich tarafından yapılan konuşmayla açıldı. Büyükelçi Gingrich, sempozyumun konusunun hem ülkesi hem de Vatikan için bir öncelik olduğunu ve bugün dünyanın içinde bulunduğu kritik dönemde, büyük önem arz ettiğini vurguladı.
Sempozyumun katılımcılarının ön saflarında yer alan Pompeo konuşmasında, bu yıl sona ermesinin 75’inci yıl dönümü olan 2. Dünya Savaşı'ndan bahsetti. Halk arasında Yahudiler için halka dua ettiği için Naziler tarafından tutuklanan rahip ‘Bernhard Lichtenberg’den bahsetti.
Pompeo ayrıca Papa 2. Jean Paul'un Varşova Paktı’nın çöküş süreci ve Sovyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması sürecinde komünizmin ezilmesinde oynadığı büyük rolden de bahsetti.
Pompeo'nun sözlerinin hedefinde, özellikle de dini özgürlükleri açıkça ihlal ettiği göz önüne alındığında Çin'in olduğu aşikârdı.

Peki, Vatikan, din özgürlüğünü kınayamaz veya savunamaz mı?
Sempozyuma katılan bir kaynak, bu sorunun yanıtının, din özgürlüğünün savunulması ve teşvik edilmesinin Vatikan’ın diplomatik faaliyetinin ayırt edici bir işareti olduğunu vurgulayan Vatikan Devlet Sekreteri (Başbakan) Kardinal Pietro Parolin tarafından, ‘devredilemez yaşam hakkı çerçevesindeki din özgürlüğü hakkının tüm insan haklarının temelini oluşturduğuna dikkat çekilerek’ verildiğini söyledi.
O halde sempozyumun sonunda Pompeo'yu kızdıran ve Papa'yı din özgürlüğü meselesinde daha fazla sorumluluk almaya ve Vatikan'ı Pekin ile iş birliği yapmaktan vazgeçmeye çağırmasına neden olan neydi?

Papa Francis ile Vatikan'da bir araya gelen Çinli Hristiyan hacılar ülkelerinin bayrağını dalgalandırırken (Getty Images)
Çin'in Roma Katolik Kilisesi ile ilişkisi

Çin'in bilimleri, edebiyatı, sanatı, kültürleri, dilleri ve halkları ile Batı dünyasına açıldığı köprüyü çok uzun süre temsil eden Çin ile Roma Katolik Kilisesi arasındaki ilişkinin tarihine bakılmadan yukarıdaki soruya cevap verilemez.
MS. 13. yüzyılda Çin'e açılan ilk kişilerin, misyonerlik yapan Fransisken rahipleri olduklarını söyleyebiliriz. Ardından 16. ve 17. yüzyıllar arasında, eski Çin felsefesinin birçok izini modern Avrupa'nın dillerine çeviren Cizvit Tarikatı rahipleri Çin’e ulaştı. Cizvitler, ayrıca Çin halkını matematik, astronomi, tıp ve benzeri gibi Batı bilimleri ile tanıştırdılar.
Çin Komünist Partisi'nin 1949 yılında iktidara gelmesiyle birlikte Çinli yetkililerin, tüm Katolik ve Protestan misyonerleri kovması ve kilisenin Batı emperyalizminin bir parçası olarak görülmesi, Çin ile Roma Katolik Kilisesi arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu.
Vatikan ile Çin arasındaki diplomatik ilişkiler, 1951 yılında resmen kesildi ve yaklaşık altı yıl sonra, Çinli Komünist yetkililer, ‘Çin Yurtsever Katolik Derneği’ni (CCPA) kurdular. Buradaki amaç,  Hristiyan olsa bile herhangi bir Çin milliyetçisi grubun, Roma Kilisesi ve Papa ile olan ilişkisinin ötesine geçmektir. Ancak bu girişim, papalıkla idari, örgütsel veya manevi olarak doğrudan bağlantılı değildir.
Bu yüzden Vatikan’ın Katolik Hristiyan topluluklarını üzerlerinde tam bir kontrol sağlamak amacıyla dış dünyadan izole etme fikrinin ötesine geçmeyen CCPA’ya piskopos atamayı reddetmesi son derece doğaldı. Peki, Çin'deki Katolikler böyle bir yaklaşımı kabul ettiler mi?
Kaynak, Çin’de CCPA’nın kurulmasından bu yana dini ritüellerini ve ibadetlerini Vatikan'a bağlı ‘yeraltı kiliselerinde’ yerine getiren gizli Katolik grupların çoğaldığını ve bu yüzden Çin hükümetine kayıtsız kaldıklarını söyledi. Çinli Katoliklerin sayısının 12 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bunların yarısı resmi Çin Katolik Kilisesi'ne (yani CCPA’ya), diğer yarısı ise Vatikan'a bağlı olan yeraltı kilisesine mensuplar.
Resmi Çin Katolik Kilisesi, Papa'nın manevi otoritesini tanımıyor. Hatta Çin’de Vatikan’a bağlı olanlar bu konuda büyük zorluklarla karşı karşıya geliyorlar.  Tacizlerle başlayan bu zorluklar, başta 30 yılını hapiste geçiren Piskopos Ignatius Kung olmak üzere Papa'yı tanıyan bazı Çinli Katolik piskoposlara verildiği gibi hapis cezasına çarptırılmaya kadar varıyor.

Vatikan ve Çin arasında 2018 yılında bir anlaşmaya varıldı
Roma Katolik Kilisesi, zamanları ve olayları okumayı bilen modernist bir kilise olarak biliniyor.  Dolayısıyla küreselleşme çerçevesinde sınırları kaldırmış, setleri yıkmış, Çin ile yaşanan gerilimi kaçınılmaz bir kadermiş gibi kabul edememiştir.
Buna karşın bugün eski Avrupa kıtasının bulunduğu batı Avrasya bölgesiyle ilişkilerini canlandırmak için bir araç olarak gördüğü İpek Yolu başta olmak üzere yumuşak ve pürüzsüz araçlarla bir sonraki kutuplaşma projesi için çalışan Çin’in rolü, Vatikan'ın rolünden daha mı önemsiz?
Çin Ulusal Din İşleri İdaresi Müdür Yardımcısı Chen Zongrong, Pekin'in Vatikan'la temas kurmak için gerçekten çaba sarf ettiğini söylerken Ulusal Din İşleri İdaresi Sözcüsü Xiao Hong Beijing, Reuters tarafından aktarılan açıklamasında Çin'in Vatikan ile aktif olarak görüşmeleri sürdürdüğünü belirtti.

Çin’in fikir değiştirmesine ne sebep oldu?
Kısacası Çin yönetimi, dünyanın altı kıtasına dağılmış yaklaşık bir milyar 350 milyon mensubu olan yani Çin'in toplam nüfusuna eşdeğer bir nüfusa sahip ana kiliseden uzak durmanın çıkarına olmadığını fark etti.
Bu ileriye dönük vizyon, 22 Eylül 2018'de, Vatikan ile Çin arasında, piskoposların atanmasına ilişkin ve ilişkilerin geliştirilmesini teşvik etmek için bir geçici anlaşma ile pekiştirildi. Sözü konusu anlaşma, uzun süren bir tartışmalar sürecinin ardından kademeli ve karşılıklı bir yakınlaşma sonucunda yapıldı. Bu süreç, anlaşmanın uygulamasına dair periyodik değerlendirmelerin yapılmasını sağlarken Çin ile Vatikan arasında iş birliğinin artırılması için gerekli koşulların oluşmasına izin verdi.
Anlaşma, imzalandığı gün Papalık Basın Ofisi tarafından yapılan bir açıklamayla duyurulurken iki taraf arasında ‘umut paylaşımı’ olarak adlandırıldı. Açıklamada bu umudun, verimli ve ileriye dönük kurumsal bir diyalog süreci yaratmaya, Çin halkının yararına ve hem dünya barışına gem de Çin Katolik Kilisesi'ne olumlu katkıda bulunmaya yardımcı olacağı belirtildi.
2019’a gelindiğinde 70 yıldır süregelen anlaşmazlıklar yavaş yavaş çözülmeye başlamış gibi görünüyordu. Papalık Ofisi Holy See Basın Bürosu Müdürü Matteo Bruni, 27 Ağustos 2019'da piskopos Antonio Yao Shun’ın Çin’e bağlı İç Moğolistan Özerk Bölgesi’ne Şantung başpiskoposu olarak atandığını duyurdu. Anlaşmanın imzalanmasının ardından yapılan ikinci atama ise 28 Ağustos'ta Piskopos Stefano Xu Ho Ngway’in, Hangeong Piskoposluğu’na yardımcı piskopos olarak atanması oldu.

ABD, Çin ile Vatikan arasındaki geçici anlaşmanın uzatılmasına karşı çıktı
2018 yılında Vatikan ve Çin arasında yapılan antlaşmanın süresi Ekim ayında dolarken Vatikan ve Çin geçici anlaşmayı, 21 Ekim 2022'ye kadar iki yıl daha uzattılar. Papalık Basın Ofisi’nden yapılan açıklamada ‘Vatikan’ın, söz konusu anlaşmanın uygulanmasının, iki taraf arasındaki iyi iletişim ve iş birliği sayesinde olumlu yönde ilerlediği değerlendirmesinde bulunduğu ve Katolik Kilisesi'nin, Çin halkının iyiliğini desteklemenin yanı sıra açık ve yapıcı bir diyalog devam ettirmek için anlaşmayı uzatmak istediği’ belirtildi.
Vatikan'ın sırları halka açıklanmıyor. Çünkü (eski İsrail Başbakanı) Golda Meir'in 1967'de Papa VI. Paul'un döneminde Vatikan'a yaptığı ilk ziyarette söylediği gibi Vatikan’ın saati, dünya saatlerinden farklı çalışıyor.
Bu yüzden Vatikan ile Çin arasında Eylül 2018'de imzalanan anlaşma uzun bir yolculuğun varış noktasını oluştururken, aynı zamanda ve her şeyden önce daha geniş ve ileri ye dönük anlaşmalar için bir başlangıç ​​noktasını da temsil ediyor. Bununla birlikte içeriği gizli tutulan geçici anlaşma, açık ve yapıcı bir diyalogun sonucudur.
Saygı ve dostluk çerçevesindeki bu diyalogun, seleflerinin uzun yıllar önce başlattığı müzakerelerden sonra Papa Francis'in geçmişte Kilise'nin aldığı yaraların farkında olması ve bunları iyileştirmeye çalışmasının bir sonucu olduğu bir gerçek.  Papalık yetkisi olmadan piskoposluk töreni yapan Çinli piskoposlarla tam bir birliktelik oluşturan Papa, eski Papa XVI. Benedict tarafından onaylanan piskoposların atanmasına ilişkin anlaşmanın imzalanmasına izin verdi.

Kilise’nin adımı dini mi yoksa jeopolitik mi?
Çin-Vatikan yakınlaşması tamamen dini bir hareket mi yoksa Roma Katolik Kilisesi'nin kazanımlarını artıran jeopolitik bir hareket mi? Ünlü Amerikan tarihçisi Will Durant, ‘The Story of Civilization’ (Medeniyetin Temelleri) adlı ölümsüz eserinde Kilise’yi, ‘tarihteki en önemli insan kurumu’ olarak tanımlarken diğerleri Vatikan’ın, sınırları veya kolonileri olmayan bir imparatorluk olduğunu söylediler. Şuana kadar edinilen deneyimler, tıpkı 2.Dünya Savaşı'nın sonunda 1945'teki Yalta Konferansı'nın oturum aralarında Joseph Stalin'in tiye aldığı gibi Papa’nın askeri birlikleri olmasa bile ahlaki bir etkiye sahip olduğunu kanıtladı.
Vatikan’da ve onun idari ve bilimsel departmanlarında, özellikle Atlantik'in diğer yakasında ve ABD-Çin anlaşmazlığı çerçevesinde, bilinçli ve parlak beyinler olduğu kesindi. Bir gün mevcut sahnenin, bir zamanlar Doğu Avrupa'nın ruhundaki Komünizmin sarsılmasının nedeni olan Katolik Kilisesi’nin lehine heyecan verici ve tehlikeli bir nüfuz alanı için bir kazanım olduğu görülecektir.
Vatikan'ın resmi yayın organı L'Osservatore Romano gazetesi bu bağlamda özel bir makale yayımladı. Makalede, birilerinin bu anlaşmayı jeopolitik yorumlarla göreceğine, ancak Kutsal Makam için tüm meselenin dini olduğuna işaret edildi. Makalede aynı zamanda, bu diyalogun, uluslararası toplumun yararına ortak çıkar için verimli bir arayışı teşvik ettiği konusunda tam bir farkındalık olduğu belirtildi.
Kutsal Makam elbette, Çin'deki Katolik cemaatlerin hayatlarına özel bir atıfta bulunarak, geçici anlaşmanın imzalanmasının ve uzatmasının, tüm dünyanın derin jeopolitik gerilimlere tanık olduğu bir döneme ortak ilgi konusu olan sorunların çözülmesine ve barış için uluslararası bir ufkun açılmasına katkıda bulunmasını umuyor.

Francis'in Çin'e giden yolunu kim kesti?
Şarku’l Avsat Independent Arabia’dan analize göre, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Roma'daki sempozyumda öfkelenmesinin nedeni, Papa'nın ve Kutsal Makam’ın Çin'de hak ve özgürlüklere yönelik ihlallere karşı ahlaki bir sorumluluğu olduğunu düşünmesinden kaynaklanıyordu.
Pompeo sempozyumda, Kilise'nin farklı bir konumda olduğunu ve - söylediği üzere - dünyevi düşüncelerin, ebedi gerçeklere dayanan ilkeli duruşları caydırmaması gerektiğini vurgulayarak Amerikan insan hakları diplomasisinin, meleksel rolünü göstermeye çalıştı.
Burada şu önemli soruyu sormak gerekiyor: Pompeo, Çin dışında farklı bir sebepten ötürü Papa'ya kızgın olabilir miydi?
Vatikan Devletlerle İlişkiler Sekreteri (Dışişleri Bakanı) Monsenyör Paul Richard Gallagher’e göre ABD’nin Vatikan Büyükelçiliği, sempozyumu, tek taraflı ve neredeyse Vatikan'ın marjinalleştirecek şekilde düzenledi. Özellikle Gallagher'ın sadece birkaç dakika konuşmasına izin verildiğinden gizli niyetler ortaya çıktı. Papa'nın Pompeo ile görüşmeyi reddetmesinin nedenlerinden biri de buydu.
Bununla birlikte Papa Francis, anketlerde Demokrat rakibi Joe Biden’ın gerisinde kalan Başkan Trump'ın seçim kampanyasına katkıda bulunacak herhangi bir önyargı oluşmaması amacıyla ABD Dışişleri Bakanı ile görüşmekten kaçındı. Bu da, Trump yönetiminde olumsuz bir sinyal olarak görüldü ve Vatikan ile Washington ilişkileri birkaç yıl geriye gitti.
Vatikan tarihçileri ve düşünürleri, Pompeo’nun, sağcı Katolik Amerikalı seçmenleri çekmek amacıyla Çin ve Roma Katolik Kilisesi arasında ısrar ve başarı ile gün geçtikçe ilerleyen uzlaşıların önünü tıkamaya çalıştığını düşünüyorlar. Ayrıca çeşitli Amerikan Evanjelik grupları, mezheplerinin çeşitliliğine ve partilerinin çokluğuna rağmen, Trump yönetiminin yanlarında olması ve Papa ve Vatikan ile bir çatışmaya girilmesi pahasına olsa dahi ABD’nin ‘gerçek düşmanı Çin’ ile mücadele etmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Peki, mevcut durum, Papa Francis ile yıllar önce Trump’ı destekleyen Katolik sağcılar arasında bir tür kültürel savaş olarak kabul edilebilir mi?
Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Parolin, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kutsal Makam’ın Beyaz Saray’ın Vatikan’ın dış politikasına açıkça müdahalesi karşısında ‘şaşırdığını’ belirtirken Vatikan Devletlerle İlişkiler Sekreteri Monsenyör Gallagher, Pompeo'nun Papa Francis ile bir görüşme talebinde bulunduğu, ancak talebin reddedildiğinin doğrulanmasının ardından Trump yönetimini açıkça, ‘Papa'yı seçimlere alet etmeye çalışmakla’ suçladı.

Çin’e karşı ‘kutsal ittifak’
Peki, Washington ile Vatikan arasındaki olaylar tarihi tekerrür edecek mi? Karl Marx'a göre tarih aynı şekilde tekerrür etmez; tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder. Ancak bununla birlikte, olaylar bir birine benzeyebilir ya da en azından bazı tarihi deneyimleri, özellikle iyilerse ve olayları değiştiriyorlarsa yeniden üretmeye çalışanlar vardır. Fakat bir nehrin suları akarken her saniye değişir ve akıntılar onlarca yıl sabit kalmaz.
O halde Washington, Papa Francis’in Ronald Reagan ile Papa II. John Paul arasında 1980'lerin başlarında yaşanan deneyimi yeniden üretmesini engellemeye mi çalışıyor?
İngiliz yazar Gordon Thomas’ın ‘Gideon's Spies: The Secret History of the Mossad’ (Gideon'un Casusları/Mossad'ın Gizli Tarihi) adlı kitabında iddia edildiği gibi 2. John Paul’un memleketi olan Katolik Polonya'dan komünizmi silmek amacıyla Beyaz Saray ile Vatikan arasında gizli bir ittifak kuruldu mu?
Soruyu biraz daha açmamız gerekebilir. Pompeo'nun Komünist Çin'e karşı yukarıdakine benzer bir kutsal ittifak kurulmasını istediği açık ve Başkan Trump, Biden karşısında zafer kazanamasa bile, 2024'te başkanlığa aday olmayı ve bundan sonra bu yöndeki planlarını hayata geçirmeyi düşünüyor olabilir.
Roma Katolik Kilisesi'nin Çin ile ilişkisine zarar vermek için uzun zaman önce hazırlanmış bir plan var gibi görünüyor. Çünkü Çin ve Katolik Kilisesi arasındaki yakınlaşma, her zaman birilerini rahatsız etmiştir.
Son soru: Papa Francis dünyaya ‘hepimiz kardeşiz’ mesajı verirken, kendisini hedef alan bir karalama kampanyası başlatılması, bazılarının kutsal olarak gördüğü bir ittifakın başarısız girişimi olabilir mi?



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.