Başkanlık seçimleri: Trump’ın Amerikan siyasi hayatı üzerindeki etkisi

Halkın içerisinde kendi kitlesini oluşturarak milyonların sadakatini kazandı

Başkanlık seçimleri: Trump’ın Amerikan siyasi hayatı üzerindeki etkisi
TT

Başkanlık seçimleri: Trump’ın Amerikan siyasi hayatı üzerindeki etkisi

Başkanlık seçimleri: Trump’ın Amerikan siyasi hayatı üzerindeki etkisi

ABD Başkanı Donald Trump seçim yarışını kaybettiği takdirde bu, 28 yıldan beri görevdeki bir başkanın ilk yenilgisi olmuş olacak. Ancak kesin olan bir şey var o da; Trump kaybetse de kazansa da sahneden sessizce çekilmeyecek.
Hiç olmazsa Cumhuriyetçi Başkanın yetkisini uygun gördüğü şekilde kullanmak için 76 günü daha var. Yenilip öfkelenmesi halinde isteklerini arzuladığı gibi yerine getirmede başarısız olan Federal Soruşturma Bürosu FBI Direktörü Christopher A. Wray ve hükümetin en kıdemli bulaşıcı hastalıklar uzmanı Dr. Anthony Fauci gibi çeşitli üst düzey yetkilileri yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının ortasında görevine son verebilir ya da açığa alabilir.
Trump, 20 Ocak’ta Beyaz Saray’dan ayrılmak zorunda kalırsa, muhtemelen beklenenden daha dirençli çıkacak ve kesinlikle Amerikan hayatının güçlü bir unsuru olarak hafızalardan silinmeyecek. Rakamlar, Trump’ın en az 68 milyon oy aldığını gösteriyor. Bu da Trump’ın 2016 seçimlerinde topladığı oyun 5 milyon fazlasına denk geliyor. Yani Trump halk oylarının neredeyse yüzde 48’ini elde etmiş oldu ki bu, dört yıllık skandallar, başarısızlıklar, azil soruşturması ve 233 binden fazla ABD’linin ölümüne yol açan Kovid-19 salgınına rağmen halkın neredeyse yarısının desteğini koruduğu anlamına geliyor.
Bu da Trump’a, Jimmy Carter ve George Bush gibi ikinci bir dönem kazanma çabaları boşa giden diğer başkanların oynamadığı bir rolü oynaması için güçlü bir destek kitlesi sağlıyor. Trump, Fox News’e rakip olacak kendisine ait bir televizyon ağı kurma fikrine her zaman değinmişti. Son zamanlarda 2024 yılı başkanlık seçimlerinde tekrar aday olma düşüncesi ortaya atıldı. Ancak kendisi o zaman 78 yaşında olmuş olacak. Bir başkan adayı olarak günleri sona ermiş olsa bile Twitter’daki 88 milyon takipçisi kendisini sağcıların üzerinde etkili bir ses kılmaya yetiyor. Bu da onu yükselen Cumhuriyetçi isimler arasında iktidarı belirleyen bir isim haline getiriyor.
Arizona’da son dört yılda Trump ile yollarını ayıran birkaç Cumhuriyetçi Ofis üyelerinden biri olan eski Senatör Jeff Flake “Seçim sonuçlarından çıkarılacak net bir şey varsa, o da başkanın çok sayıda destekçisi olduğu ve yakın zamanda sahayı terk etmeye hiç niyeti olmadığıdır” dedi.
Bu büyük sayılar, Trump’ın ekonomiyi yeniden inşa etmek ve Cumhuriyetçi Parti’yi kendi tarzına göre yeniden şekillendirmek için ikinci bir dönem ve bir dört yıl daha kazanmasını sağlayabilir. Bununla birlikte başkanlık koltuğunda oturmazken bile, Senato’da çoğunluğu koruyan Cumhuriyetçi senatörlere her fırsatta Biden’e direnmeleri için baskı yapmaya çalışabilir ve onları siyasi tabanını yatıştırma ya da kızdırma arasında seçim yapmaya zorlayabilir.
Yeni nesil Cumhuriyetçiler öne çıkıncaya dek Trump, gelecekteki adayların bir şekilde ulaşmak isteyecekleri destekçileri hakkında oldukça büyük bir bilgi veri tabanını kullanarak kendisini partinin fiili lideri olarak gösterebilir.
Başkanın bu seçim devresindeki ilk kampanya yöneticisi olan Brad Parscale, “Ne Twitter hesabı ne de haber devresini kontrol etme gücü duracak. Başkan Trump, bir siyasetçinin topladığı en büyük veriye sahip. Bunun önümüzdeki yıllarda rekabet ve siyaset üzerinde etkisi olacak” dedi.
Kamuoyu araştırmaları Trump’ın partisi içerisinde güçlü bir desteğe sahip olduğunu gösterdi. Nitekim Trump, Cumhuriyetçi seçmenlerin oylarının yüzde 93’ünü almayı başardı. Aynı zamanda, genellikle bazılarının ırkçı olarak gördüğü söylemlerine rağmen siyahi seçmenler (yüzde 12) ve İspanyol seçmenler (yüzde 32) arasında dört yıl öncesine göre bir dereceye kadar daha başarılı oldu. Çekişmeli seçim bölgelerindeki güçlü performansının ardından geç karar veren seçmenler Trump’ın tarafına kaydı.
Trump’ın bazı delillerinin, parti üyeleri arasında önemli bir ağırlığı vardı. Kovid-19 salgını ve bununla birlikte gelen ekonomik kayıplara rağmen, seçmenlerin yüzde 41’i Trump’ın göreve geldiğinden beri daha iyi durumda olduklarını söylerken, yalnızca yüzde 20’si şu anda daha kötü bir durumda olduklarını ifade etti. Trump’ın önceliklerini onaylayarak, seçmenlerin yüzde 35’i ekonomiyi en önemli sorun olarak nitelendirdi. Bu da pandemiyi en önemli sorun olarak görenlerin iki katına tekabül ediyor. Seçmenlerin yüzde 49’u ekonominin iyi ya da mükemmel olduğunu söylerken yüzde 48’i Trump yönetiminin virüs ile mücadele yöntemini onayladı.
Trump’ın 2016 seçim kampanyasında stratejik planlamacı olarak görev yapan Sam Nunberg, “Başkan yenilirse partinin seçmenlerinin ve partiye kazandırdığı yeni seçmenlerin daimi sadakatini koruyacak. Başkan Trump, Cumhuriyetçi seçmenlerin gözünde bir kahraman olarak kalacak ve 2024 Cumhuriyetçi Parti’nin başkanlık ön seçimlerinin galibi ya Başkan Trump ya da ona oldukça benzeyen bir aday olacak” açıklamasında bulundu.
Bununla birlikte bütün Cumhuriyetçiler aynı fikirde değil. Trump hiç şüphesiz açık bir şekilde konuşmaya ve kamu sahasında kendini göstermeye devam edecek olsa da bazı Cumhuriyetçiler Trump’ın kaybettiği takdirde partinin onu geride bırakmaya çalışmaktan mutlu olacağını ve yalnızca partinin doğal seyrinden sapmış biri olarak hatırlanacağını dile getirdiler.
Florida’dan eski Temsilci Carlos Curbelo, “Başka bir Trump asla olmayacak. Taklitçiler başarısızlığa uğrayacak. Trump yavaş yavaş kaybolsa da ABD tarihindeki bu çalkantılı dönemin izleri asla silinmeyecek” dedi.
Aslında Trump, halk oylarını Hillary Clinton’a kaptırdığında bile bir Seçici Kurul içerisinde zafer elde ettiği 2016 yılı seçimlerindeki başarısını yeniden elde edemedi. Şu an başkan olarak sahip olduğu bütün avantajlara rağmen, geçen dönem kazanamadığı eyaletlerin hiçbirini kazanamadı. Hatta çarşamba günü önceki seçimlerde kendisine destek veren 2-3 eyaleti de kaybetti.
Genelde bir dönem ya da daha kısa bir süre sonra Beyaz Saray’dan ayrılan diğer başkanlar -1976’da Gerald R. Ford, 1980’de Carter ve 1992’de Bush gibi- siyasi gölgelerde kaybolup kendi kabuklarına çekilmeyi tercih ettiler. Ford kısa bir süre geri dönmeyi düşündü. Carter zaman zaman haleflerini eleştirdi ve Bush oğullarını destekleyen kampanyalara katıldı ancak hiçbiri partileri içerisinde uzun süre etkili siyasi unsurlar olarak kalmadı. En azından siyasi açıdan hepsi farklı derecelerde bitmiş bir güç olarak görüldü.
Herbert Hoover, görevini bıraktıktan sonra kudret simsarı rolünü oynamaya çalışan son hezimete uğramış başkandı ve 1932 yılında Franklin Roosevelt’e karşı kaybettikten sonra tekrar aday olmaya hazırlanmış ve Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakar kanadının açık sözlü bir lideri olmuştu. Hoover’ın yıllarca büyük bir nüfuzu olsa da bu, partinin adaylığını tekrar kazanmaya ya da tarihin onun hakkındaki yargısını değiştirmeye yetmedi.
“Kazanmayı” neredeyse her şeyden daha çok önemseyen Trump’a gelince kaybeden olarak bilinmek onun için katlanılmaz olacaktır. Zira seçim günü, kampanya merkezini ziyaret ettiği sırada bunu yüksek sesle dile getirmişti. Basın mensuplarına ve çalışanlara yaptığı konuşmada “Kazanmak kolaydır. Kaybetmek ise asla kolay değildir. Benim için değil” demişti.

- New York Times



Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca
TT

Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca

Steve Hewitt

18 Haziran'da, Beyaz Saray'a iki yeni bayrak direği dikilirken, Başkan Donald Trump ülkenin bayrağını değil, diplomatik aldatmacanın bayrağını göndere çekiyordu. Trump, İsrail'in İran'ı hedef alan saldırılarının ardından İran'a yönelik politikası hakkında belirsiz ifadeler kullanmak için bu anı kullandı. Bayrak direklerinden birinin yanında, kask takmış inşaat işçileriyle çevrili bir şekilde konuşurken, muhabirlerle dallanıp budaklanan bir iletişimde bulundu.

Sahneyi incelerken “Önümüzdeki hafta çok büyük olacak, belki bir haftadan az, belki de daha az” dedi gizemli bir ses tonuyla ve İran ile nükleer programı hakkında diplomatik görüşmelerin hâlâ mümkün olduğuna işaret etti.

Ertesi gün, Beyaz Saray Basın Sekreteri Trump'ın “önümüzdeki iki hafta içinde savaşa girip girmeme konusunda bir karar vereceğini” söyleyen bir açıklamasını okudu.

Bu, kasıtlı bir aldatmacaydı, çünkü karar çoktan verilmişti ve Amerikan B-2 bombardıman uçaklarına iki gün sonra Missouri'deki üslerinden kalkış yaparak, yaklaşık 30 bin pound ağırlığında birkaç bombayı İran nükleer tesislerinin üzerine bırakmak üzere 37 saatlik bir gidiş-dönüş görevine hazır olmaları emri verilmişti.

Bu Amerikan aldatmacası, İsrail aldatmacasının ardından geldi; İsrail, Tahran'ın ABD ile görüşmeleri devam ederken ve saldırıdan iki gün sonra bir toplantı planlanmışken İran’ın nükleer programını hedef almıştı.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var

Buradaki soru şu: Devletler arasında bu tür aldatıcı diplomatik davranışlar ne kadar yaygındır? Bu davranışlar kesinlikle nadir ve bu örnek, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana büyüyen ve uluslararası ilişkilerdeki yerleşik normlardan giderek daha fazla sapan bir hareketin varlığına dair bir kanıt daha sunuyor.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var. Ancak önemli fark, aldatmanın tarihsel örneklerinin (daha sonra ele alacağım birkaç istisna dışında) genellikle farklı taraflar arasındaki veya son birkaç yüzyılda ulus devletler arasındaki devam eden çatışmalar sırasında uygulanmış olmasıdır.

grtyuı
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)

Savaşta düşmanı aldatmanın en ünlü örneği binlerce yıl öncesine dayanan ve İngilizcede aldatmanın yaygın bir simgesi haline gelen Truva Atı'dır. Truva ile savaşan Yunan orduları savaş alanını terk etmiş ve Truvalı düşmanlarına bir barış hediyesi olarak büyük bir tahta at bırakmış gibi yaparlar. Elbette atın içinde Yunan askerleri saklanmışlardı, bunlar daha sonra ortaya çıkıp, Truvalıları yenerek şehirlerini ele geçirdiler.

Tiyatro ve filmler yoluyla popüler kültürde kendisine yer bulan önemli bir çağdaş örnekse, İkinci Dünya Savaşı'ndaki Mincemeat (Kıyma) Operasyonu'dur. Bu operasyonda İngiliz istihbaratı Nazi Almanyası'nı 1943'te planlanan Sicilya işgali konusunda yanıltmayı amaçlıyordu. Kraliyet Donanması subayı üniforması giydirilmiş bir serserinin cesedi İspanya kıyılarına atılmış ve cebine Almanları işgalin gerçek hedefinin Sicilya değil Sardunya olduğuna ikna etmek için sahte planlar yerleştirilmişti. Bir yıl sonra, Müttefikler Nazileri benzer bir şekilde aldatmaya çalışarak, uzun zamandır beklenen Fransa çıkarmasının 6 Haziran 1944'te gerçekleştiği gibi Normandiya sahillerinden değil, Pas de Calais'den gerçekleşeceğine ikna etmeye çalışmışlardı.

Bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki?

Peki ya aldatıcı diplomasi? Diplomasi doğası gereği, müzakereler sırasında güvenilirliği sağlamak için aldatma riskini azaltmalıdır. Ne de olsa, bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki? Bu durumda bu tür örneklerin nadir görülmesi belki de şaşırtıcı değil. Zira tarihi model, bu tür diplomatik aldatmaya en istekli ülkelerin doğası gereği otoriter olma eğiliminde olduğunu gösteriyor.

ghyjukı
Haziran 1940’da Fransa-Belçika sınırındaki Nazi birliklerini ziyareti sırasında, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerleri onurlandırmak için Alman Langemark Mezarlığı’na yaptığı ziyaret sırasında Hitler (AFP)

Nazi Almanyası bu tür uygulamalarda ön saflardaydı, yüzyıllardır süregelen normları sürekli ihlal etti ve Holokost sırasında büyük ölçekte kitlesel cinayetler işledi. 1939'da savaşın patlak vermesinden önce Naziler aldatıcı diplomasiye başvurdular. 1938 Münih Konferansı bu tür uygulamaların başlıca örneği olarak öne çıkmaktadır ve 21. yüzyılda kendisine sıklıkla atıfta bulunulmaya devam edilmektedir.

Bilindiği üzere Münih Konferansı Çekoslovakya ve ülkenin nüfusun çoğunluğunun Almanca konuştuğu Sudetenland olarak bilinen bölümüne odaklanmıştı. Adolf Hitler liderliğindeki Naziler, Büyük Almanya projelerinin bir parçası olarak bölgeyi ilhak etmeye çalıştılar. Nazi Almanyası'nı kontrol altına almak ve bir Avrupa savaşından kaçınmak amacıyla Fransa ve Birleşik Krallık liderleri Eylül 1938'in sonlarında Münih'te Hitler ile bir araya geldiler.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi

Çekoslovak hükümetini görmezden gelerek, liderler Sudetenland'ı Almanya'ya devretme konusunda bir anlaşmaya vardılar. Hitler, Almanya'nın Avrupa'da hiçbir toprakta emelleri olmayacağına söz verdi.

Tarihin bize anlattığı gibi, memnun etme politikası Hitler'i Nazi saldırganlığından vazgeçiremedi. Nitekim Münih toplantısından aylar önce, daha büyük bir Avrupa çatışması için daha geniş askeri hazırlıklarla birlikte Çekoslovakya'yı işgal etme planlarını onaylamıştı. Mart 1939'da Almanya, Çekoslovakya'nın geri kalanını da işgal etti.

Ağustos 1939'da, Naziler Polonya'yı işgal etmeye hazırlanırken Hitler'in elinde başka bir diplomatik numara daha vardı. Hükümeti, Joseph Stalin ve Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'yı paylaşmaya yönelik iki ülke arasında gizli bir anlaşmayı içeren bir saldırmazlık paktı imzaladı. Ancak Hitler, anlaşmayı yalnızca geçici bir önlem olarak görüyordu, zira Nazi ideolojisi uzun zamandır Sovyetler Birliği'nin bazı kısımları da dahil olmak üzere Doğu Avrupa topraklarını kapsayacak Büyük Almanya idealini benimsiyordu. Sonuç olarak, anlaşmaya yalnızca Sovyetler Birliği'ne yönelik Alman saldırısı ve 22 Haziran 1941'de başlayan Barbarossa Harekatı hazırlıklarına dair istihbarat raporlarına ve diğer kanıtlara inanmayı defalarca reddeden Stalin kanmış görünüyor.

ymum
Tahran'ın merkezinde, hizmette olan İran balistik füzelerini tasvir eden ve Farsça “İsrail bir örümcek ağından daha zayıftır” yazan bir reklam panosu, 15 Nisan 2024 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre geçmişteki dersler göz önüne alındığında, ABD'nin İran'a karşı eyleminin korkunç sonuçları olabilir. Askeri saldırılar düzenlemek için bir kamuflaj olarak görüşmelerin kullanıldığı İran örneği göz önüne alındığında, herhangi bir hükümet, hatta ABD'ye karşı sınırlı bir düşmanlığı olan bir hükümet bile neden diplomatik görüşmelere katılsın ki? Örneğin Kuzey Kore, Trump yönetimi de dahil olmak üzere ABD yönetimleri ile gelecekte herhangi bir diplomatik görüşmede bulunmaya meyilli olur mu? Bilhassa İsrail'e olan mutlak desteği göz önüne alındığında, ABD'nin dürüst bir aracı olduğu fikri uzun zamandır sorgulanırken, bugünkü eylemleri bu fikri tam anlamıyla paramparça ediyor.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi. İkinci döneminde ise yakın çevresi pozisyonlarını neredeyse yalnızca Trump'a olan mutlak sadakatleri sayesinde koruyor. Yönetiminin hem içeride hem de uluslararası alandaki yaklaşımı, gittikçe Trump'ın kişisel değerlerini yansıtıyor.