Sudan, Etiyopya'da iç savaş çıkmasından endişeli

Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, Etiyopya’nın kuzeyindeki Tigray eyaletinde yaşanan kanlı olayların ardından halka seslendi. (AFP)
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, Etiyopya’nın kuzeyindeki Tigray eyaletinde yaşanan kanlı olayların ardından halka seslendi. (AFP)
TT

Sudan, Etiyopya'da iç savaş çıkmasından endişeli

Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, Etiyopya’nın kuzeyindeki Tigray eyaletinde yaşanan kanlı olayların ardından halka seslendi. (AFP)
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, Etiyopya’nın kuzeyindeki Tigray eyaletinde yaşanan kanlı olayların ardından halka seslendi. (AFP)

Sudan hükümeti, Etiyopya'daki bölgesel güçler ile merkezi hükümet arasında çıkan savaşın ardından özellikle Etiyopya'yı çevreleyen Gadarif ve Kassala eyaletleri olmak üzere Sudan’da meydana gelecek olası güvenlik ve insani etkileri nedeniyle Etiyopya'nın Tigray bölgesindeki son gelişmeleri yakından takip ediyor.
Sudan Başbakanı Abdullah Hamduk, dün Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed ile Etiyopya hükümetinin yaptığı açıklamanın ardından mevcut durumu görüşmek üzere bir telefon görüşmesi yaptı. Abiy Ahmed, hükümetinin bölgedeki güvenliği yeniden sağlamak ve normal koşullara dönmesi için çalıştığını belirtti. Hamduk ise telefon görüşmesi sırasında Sudan ve bölgenin istikrarını sağlayan Etiyopya'daki istikrarının devam etmesini umduğunu ifade etti.
Öte yandan, Etiyopya federal hükümeti geçen Çarşamba bölgede olağanüstü hal ilan etti.  Başbakan Ahmed, Tigray eyaletini yöneten Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’ni (TPLF) federal bir askeri üsse saldırmakla suçladı. Hükümet, ülkenin egemenliğini korumak amacıyla ordunun derhal müdahale etmesi için talimatlar yayınladı. 
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, bu ayın başlarında Etiyopya'yı ziyaret etti. Burhan, iki gün süren ziyareti sırasında Etiyopya Başbakanı ile iki ülke arasındaki sınırlar ve bölgedeki güvenlik konusunu ele aldı.
Etiyopya meseleleriyle ilgilenen Abdulmunim Ebu İdris, Etiyopya'daki federal hükümetle mevcut çatışmasında Tigray bölgesinde yaşanan güvenlik kargaşasının, iki devletin sınırındaki Kassala ve Gadarif eyaletlerini etkilediğini öne sürüyor. İki bölgenin geçtiğimiz dönemde tanık olduğu çatışmalara dikkati çeken Ebu İdris, bölgedeki gruplar arasındaki çatışmaların aşiretleri ve etnik grupları da etkilediğini ifade etti. 
Ebu İdris, sınır bölgelerindeki ve özellikle Kassala’ya bağlı Fuşka ilçesinin aşiret sorunlarının ve Şifta çetelerinin ve Etiyopyalı etnik gruplara ait bazı milislerin faaliyetlerinin sınırlar boyunca güvensizlik durumunu artırdığını belirtti.
Sudan ve Etiyopya sınırındaki bazı bölgelerde güvenlik hizmetlerinin zayıflığı nedeniyle bir güvensizlik durumu yaşandığını belirten Ebu İdris, bu bölgelerde silah ticaretinin yaygın olduğunu ve insan kaçakçılığı ve yasadışı göç çetelerinin merkezi olarak görüldüğünü açıkladı. Ayrıca bu faktörlerin her iki ülkenin de karşı karşıya kalacağı büyük bir  güvenlik sorununa yol açabileceğine dikkati çekti.
Ebu İdris, çatışmanın Tigray bölgesinde tırmanması veya Sudan'ın bitişiğindeki Amhara bölgesine yayılması durumunda, çatışmadan etkilenen çok sayıda mültecinin komşu Etiyopya bölgelerinden Sudan topraklarına akını sonucu bir güvenlik ve insani kriz yaratacağını beklediğini ifade etti. Sudan ile olan sınırdaki Etiyopya bölgelerinde nüfusun sayısı, Etiyopya'nın toplam nüfusunun yüzde 35'inden fazlasını oluşturuyor.
Ebu İdris, iki ülke arasındaki seçkin ilişkilerin yanı sıra, Başbakan Abdullah Hamduk’un Orta ve Doğu Afrika'daki çatışmaları çözmekle ilgilenen Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi’nin (IGAD) mevcut oturumuna başkanlık etmesi sebebiyle Sudan'ın Etiyopya'daki iç çatışmanın çözümünde arabulucu rol oynayabileceğine dikkat çekti. Ayrıca Sudan'ın Etiyopya’daki kaos durumu ve eşitsizlikler hakkındaki bilgisini vurguladı.
İki ülke arasında mutabık kalınan Sudan ile Etiyopya arasındaki sınırın henüz çizilememesi, özellikle Etiyopyalı grupların geçtiğimiz aylarda topraklarında bir dizi Sudan ordusu ve sivilin ölümüne ve yaralanmasına yol açan saldırılarının ardından Sudan için endişe kaynağı oldu.
Etiyopya'daki son gelişmelere göre, Halkın Temsilcileri Meclisi, Etiyopya Kabinesi tarafından sunulan taslak deklarasyonu görüştükten sonra Tigray bölgesinde olağanüstü hal ilanını ezici bir çoğunlukla onayladı.
Etiyopya'daki güvenlik sorunları, Nahda (Hedasi/Rönesans) Barajı müzakerelerinin çıkmaza girmesiyle aynı zamana denk geldi. Son müzakerede, üç ülke müzakerelere katılan uzmanların rolü konusunda herhangi bir ilerleme kaydedemediklerini açıklarken, dosyanın yeniden Afrika Birliği'ne (AfB) iade edilmesine karar verildi.



Ortadoğu'nun çehresini değiştiren Suriye değişimi

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Ortadoğu'nun çehresini değiştiren Suriye değişimi

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kayali

Esed rejiminin çöküşünün birçok nedenden dolayı Ortadoğu'nun tamamında, özellikle de Arap Maşrık (Levant) ülkelerinde büyük etkileri olacaktır. Bu nedenlerin arasında, çirkinlikleri ve zulmüyle o korkunç ve ürkütücü rejimin, 60 yıldır bölgedeki genel siyasi dönüşümlerde olumsuz bir siyasi aktör olması, Suriye'de ve Suriye toplumunda siyasi, ekonomik ve sosyal kalkınma olanaklarını engelleyen devasa bir engel görevi görmesi de var. Buna ilaveten, iddialarıyla, şantajlarıyla ve aşırılıklarıyla, baskıcı bir vesayet yönetimi olarak Lübnanlılar ve Filistinliler üzerinde, hatta Arap siyasi alanlarında büyük bir kontrole veya etkiye sahipti.

Karmaşık olayların ve müdahalelerin yaşandığı bu zor dönemde, Suriye'de yaşanan değişimin niteliğini veya yönelimlerini tahmin etmenin çok erken ve zor olduğu aşikar. Ancak Esed'in “ebedi rejimi”nin sonsuza kadar yıkılması nedeniyle bu değişim yalnızca kaçınılmaz bir olumlu adım olarak görülebilir. Esed rejiminin yıkılması imkansız gibiydi ve onun zulmü altında yaşayan, canavarlıklarına ve onlara yabancılaşmasına tanık olan Suriyelilerin hayal bile edemeyeceği bir şeydi. Uzun bir süredir (Lübnanlılar ve Filistinlilerle birlikte) üzerlerine çökmüş ağır bir taş kalktı ve bu da tüm çekincelere, korkulara, müdahalelere ve meşru zorluklara rağmen Suriye'de kalkınmanın yolunu döşüyor.

Ayrıca Suriye'de yaşanan değişime ilişkin olumlu bakış, ilgili güçlerin askeri çatışmalardan ve kan dökmekten uzak durmasından, sürecin sakin, sorunsuz ve barışçıl bir şekilde gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. Şiddetli çatışmaların yaşanmaması rejimin yapısının kırılganlığı ile bünyesine yerleşmiş yozlaşmışlığı ortaya çıkardı. Bu bakış aynı zamanda Suriye'nin tüm bölgelerinde özgürlük özlemiyle yaşayan Suriyelilerin değişimi büyük bir memnuniyet ve sevinçle karşılamalarından da kaynaklanıyor. Suriyeliler rejimin vücutlarına yerleştirdiği ve ötekinden duyulan korku, nefret ve mezhepçi fanatizm ruhunun temsil ettiği çıbanı boşaltmaktan uzak durdular. Suriye şehirleri mezhepçi ve intikam amaçlı saldırılara tanık olmadı. Rejimin yandaşları dahi yaşanan dönüşümü, devlet adamı gibi davranmak yerine sadece şahsı ve yakın ailesi için endişelenen biri gibi davranan firari cumhurbaşkanının ortaya çıkan adiliğini şaşkınlıkla karşıladılar. Sonsuza kadar mirasçı bir cumhuriyet ya da bir aile çiftliği olarak görülen Esed Suriyesi’nde, 24 yıl önce başkan olması amacıyla nasıl kendisine uygun olması için anayasanın birkaç dakika içinde değiştirilmesiyle göreve geldiyse, dakikalar içinde de ülkeyi terk etti.

Esed rejiminin yıkılması, aynı zamanda ABD'nin Irak'ı (2003) işgal etmesiyle birlikte, yani 20 yıl boyunca artan İran nüfuzunu da zayıflattı.

Artık yeni bir Suriye'nin doğuşuyla birlikte, kuruluşuna ilişkin belirsizliklere ve çeşitli iç ve dış müdahalelere rağmen Ortadoğu'nun da değiştiğini belirtmek mümkündür. Suriye'deki değişim, esas olarak İran rejiminin Irak'tan Lübnan'a kadar bölgedeki statüsünün ve rolünün azalmasıyla temsil edilen bölgesel bir değişime yol açtı. Suriye, İran nüfuzunun en önemli unsuruydu ve onun temel bağlantısı olarak hizmet ediyordu.

Bunun anlamı, Esed rejiminin yıkılmasının, ABD'nin Irak'ı (2003) işgaliyle birlikte Arap Maşrık bölgesinde artan İran nüfuzunun da zayıflamasına yol açtığıdır. Maşrık ülkelerinde devlet ve toplum yapılarının yerle bir olmasına yol açan, İran'ın Ortadoğu politikalarına Amerikan (ve İsrail) yatırımı dönemi, bu politikalar kendi kendini tüketip üzerine düşeni yaptıktan sonra sona erdi. Arenalar birliği ve İsrail’in çöküşünün yakın olduğu sloganlarının, saatler veya günler içerisinde İsrail’i yerle bir edebilme gücüne dair iddialarının yanılsamalar olduğu açığa çıktı. Zira İran, İsrail Gazze'yi yok ederken, ardından Lübnan'a karşı yıkıcı bir savaşa girişirken, sonra da Suriye'ye saldırırken, kendisini tüm bunlardan uzak tuttu.

Sonuç olarak, İran'ın Arap Maşrık bölgesindeki nüfuzunu tamamen zayıflatmak veya sınırlandırmak, Lübnan'ın bu nüfuzdan ve Hizbullah’ın devlet ve toplum üzerindeki baskısından kurtulması anlamına geliyor. Bu kurtuluş Irak’ı ve hatta er ya da geç Husilerin olduğu Yemen’i de kapsayabilir.

Şimdi Maşrık’ı kontrol eden iki güçlü bölgesel devletle karşı karşıyayız; bir yanda güncel verilere göre galip görünen İsrail. Diğer yanda ise göz ardı edilemeyecek bir Ortadoğu ülkesi olarak itibarını yeniden kazanmış görünen Türkiye var.

Dolayısıyla Arap Maşrık ülkelerindeki İran nüfuzunun devrilmesi anlamına gelen Suriye rejiminin devrilmesi, Türkiye'nin bölgede nüfuzunun arttığına işaret ediyor ve bu bir ilk. Bölgesel bir güç olarak İsrail 1967-2003 döneminde, Ortadoğu'da bölgesel mimarlığı üstlenirken, İran, ABD ve İsrail’in kendisine izin verdiği veya kendisini kullandığı 2003-2023 arasındaki dönemde, yani Irak’ın altın tepside sunulduğu andan Aksa Tufanı anına (7.10.2023) kadar geçen sürede, buna liderlik etti. Bugünse Türkiye, değişim için acılar çeken, fedakarlıklar yapan ve mücadele eden  Suriye halkıyla birlikte şüphesiz önemli bir katkısının bulunduğu Suriye değişimi yoluyla Ortadoğu'nun şekillenmesinde lider pozisyonunu üstlenmiş görünüyor (el-Mecelle dergisinde yayınlanan “Arap Maşrık bölgesinin yeni mimarı olarak İsrail savaşı” başlıklı makalemi inceleyebilirsiniz - 09.11.2024)

Şimdi Maşrık’ı kontrol eden iki güçlü bölgesel devletle karşı karşıyayız; bir yanda Gazze'deki direnişi çökerttiği, nehirden denize kadar Filistinliler üzerinde doğrudan hegemonyasını dayattığı, ayrıca Lübnan'da Hizbullah'ı zayıflattığı ve İran'ın bölgedeki nüfuzunu parçaladığı için güncel verilere göre galip görünen İsrail var. Diğer yanda, Suriye’deki değişim üzerinden bölgede göz ardı edilemeyecek güçlü ve etkili bir Ortadoğu ülkesi olarak itibarını yeniden kazanmış görünen Türkiye var.

Bütün bu değerlendirmelere göre pek çok şey, Suriye'deki değişimin yönelimlerine bağlı olacak. Bunlar öncelikle Suriye'de özgür ve eşit vatandaşlardan oluşan bir devlet mi kurulacağına yoksa önceki rejimin yeniden üretilmesiyle veya yeni bir Suriye'nin kuruluşunu engelleyen iç ve dış etkileşimlerin varlığıyla bu sürecin sekteye mi uğrayacağına bağlı. İkincisi, ön planda olan iki bölge ülkesi olarak İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkinin şekline bağlı. Bu karmaşık ve birçok senaryoya açık bir ilişki. Üçüncüsü, konu aynı zamanda Arap siyasi sisteminin Suriye'deki dönüşüme nasıl tepki vereceği, bunu nasıl ele alacağı, ayrıca iki bölgesel devlet, yani İsrail ve Türkiye ile ilişkilerini nasıl ele alacağı, esas olarak da Arap sisteminin kendi çıkarları ve öncelikleri konusundaki farkındalığı ile de ilgili olacak. Dördüncüsü, bu arada bölge için İsrail sömürgeci, ırkçı ve yerleşimci bir devlet olarak kalacak ve kendisi de bu durumda Batılı ülkeler tarafından desteklenen zorba bir devlet olarak Ortadoğu'da gerilim ve istikrarsızlık kaynağı olmaya devam edecek. Bu da pek çok şeyin İsrail’in Filistin halkının meşru haklarını ne kadar kabul edip etmeyeceğine bağlı olacağı anlamına geliyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.