Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Uydu fırlatma testleri başarıyla tamamlandı'

Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Uydu fırlatma testleri başarıyla tamamlandı'
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Uydu fırlatma testleri başarıyla tamamlandı'

Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Uydu fırlatma testleri başarıyla tamamlandı'

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Artık uzay liginde olduğumuzu söylemiştik. Tamamen yerli ve milli mühendislik kabiliyetlerimizle yaptığımız uydu fırlatma testleri başarıyla tamamlandı. Bu testlerde 4 kere daha uzaya ulaştık" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ASELSAN Yeni Sistem Tanıtımları ve Tesis Açılışı programına katıldı. Açılış konuşmasını gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, tesislerin Türkiye'ye hayırlı olmasını diledi.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın ardından protokol konuşmalarına geçildi. ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Prof. Dr. Haluk Görgün, Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir'in ardından konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tesislerin toplu açılışını gerçekleştirdi.
ASELSAN Akyurt Güdüm ve İnsansız Sistemler Seri Üretim Tesisi, ASELSAN Akyurt Camii, ASELSAN İvedik Teknopark Tesisleri ve ASELSANNET Yeni Binası'na canlı bağlantı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1975 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Çıkarması sonrasında kurulan ASELSAN'da bugüne kadar çalışmış ve çalışmakta olan personele teşekkür etti.
Türkiye'nin, cumhuriyet tarihinde gerçekleştirdiği ilk sınır ötesi harekatın ardından katı ve haksız bir ambargoya maruz kalındığını hatırlatan Erdoğan, “Bu durum savunma sanayiindeki eksiklerin ve ihmallerin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Harekatın ardından, ASELSAN ve daha sonra diğer savunma sanayii kuruluşlarının faaliyete geçirilmesiyle ülkemiz yeni bir döneme adım atmıştır” diye konuştu.
“Geçtiğimiz 18 yıl boyunca savunma sanayiinde tam bağımsız Türkiye hedefimiz yolunda çalışmalarımızı durmaksızın sürdürdük”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ASELSAN'ın kuruluşundan sonra uzun yıllar boyunca savunma sanayiinde Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayacak konuma gelemediğini söyleyerek, AK Parti iktidarında elde edilen başarıları sıraladı. Erdoğan, “Hükümete geldiğimizde öncelik verdiğimiz alanlardan birini de savunma sanayiinin güçlendirilmesi olarak belirledik. Geçtiğimiz 18 yıl boyunca savunma sanayiinde tam bağımsız Türkiye hedefimiz yolunda çalışmalarımızı durmaksızın sürdürdük.
Rahmetli Özal tarafından kurulan Savunma Sanayii Başkanlığımızı, bu sürecin koordinasyonunu etkin şekilde yürütebilecek bir yapıya kavuşturduk. Bugün Türk savunma sanayii, vakıf şirketlerinden özel sektöre, alt yüklenicilerinden kobilere, üniversitelerden araştırma merkezlerine, teknoparklardan kümelenmelere kadar geniş bir ekosisteme sahiptir. 2002 yılında 62 savunma projesi yürütülürken bugün 700'e yakın projenin hayata geçirildiği bir savunma sanayine kavuştuk. Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu saldırılara karşı daha etkin mücadele için sadece son 5 yılda 350 civarında yeni proje başlattık.
Savunma sanayii projelerimizin bütçesini 5 buçuk milyar dolardan, 60 milyar dolara yükselttik. Bu dönemde sektörde faaliyet gösteren firma sayımız 56'dan bin 500'e ulaştı. Sektörün 1 milyar dolar olan cirosu da 11 milyar dolar rakamını yakaladı. Savunma ve havacılık ihracatımız 248 milyon dolardan 3 milyar dolar seviyelerine çıktı. Dünyanın ilk 100 savunma şirketleri listesinde 7 firmayla temsil ediliyoruz. Sadece son 5 yılda 5 firmamız da bu listeye girdi” ifadelerini kullandı.

“İHA, SİHA ve TİHA üretiminde ise artık dünyanın ilk 3-4 ülkesi içerisindeyiz”
Kara ve deniz araçlarıyla Türkiye'nin, dost ve müttefik ülkelerin ihtiyaçlarına da cevap verdiğini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kendi savaş gemisini tasarlayan, inşa eden ve idamesini gerçekleştirebilen 10 ülke arasında yer alıyoruz. İHA, SİHA ve TİHA üretiminde ise artık dünyanın ilk 3-4 ülkesi içerisindeyiz. Bugün Türkiye, küresel tedarikçilerin çıkardığı tüm zorlukları ve uyguladıkları gizli açık ambargoları kendi gücüyle aşabilen bir ülke haline gelmiştir. Sınırlarımız içerisinde terörle mücadele operasyonlarını rahatça yapabiliyoruz. Sınırlarımız dışında, barış harekatlarını istediğimiz gibi yürütebiliyoruz. Tüm bunları savunma sanayiinde elde ettiğimiz başarıya borçluyuz” diye konuştu.
Savunma Sanayii alanında geleceğe yönelik önemli adımlar atıldığının da altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “AR-GE yatırımlarımızı arttırarak ileri teknoloji gerektiren sistemleri hayata geçirmeye devam ediyoruz. Sürü İHA yapıyoruz. Gemilerimizin savaş yönetim sistemlerini geliştiriyoruz. İnsansız kara aracı üretiyoruz. Yapay zeka sistemleri üzerinde çalışıyoruz. Elektromanyetik ve lazer silahları tasarlıyoruz” dedi.

“Biz ASELSAN'da yerlisini ürettik”
Türkiye'ye, Azerbaycan'ın haklı mücadelesine destek olduğu için Kanada tarafından ambargo uygulandığını söyleyen Erdoğan, “Son dönemde Azerbaycanlı kardeşlerimize verdiğimiz destek sebebiyle, İHA'larımızın bazılarında kullandığımız kameraya maalesef Kanada ambargo uyguladı. Biz, ASELSAN'da yerlisini ürettik. İHA'larımıza taktık, yolumuza devam ettik. Bununla da kalmadık, aynı kameraların daha iyisini yapmak için şu anda projeyi başlattık. İnşallah her alanda bu anlayışla hareket ederek, yerli ve milli savunma sanayimizi en üst seviyelere çıkartacağız” ifadelerini kullandı.
“ASELSAN, bugün geldiğimiz noktada çok geniş bir alanda faaliyetlerini sürdürüyor”
Gelinen son noktada ASELSAN'ın çok geniş bir alanda faaliyet gösterdiğine dikkat çeken Erdoğan, “ASELSAN, bugün geldiğimiz noktada çok geniş bir alanda faaliyetlerini sürdürüyor. Bunlar içinde; haberleşme, radar, elektronik harp, elektro optik, güvenlik, silah ve füze savunma sistemleri, insansız otonom araçlar, mühimmatlar, platformlar, yeni nesil yapay zeka sistemleri, enerji, ulaştırma ve sağlık teknolojilerine kadar birçok başlık var.
Küresel ölçekte birçok ilki başarmış patentli ürünler çıkararak ülkemizin ve mühendislerimizin gücünü ispatlayan ASELSAN, yeni başarılarıyla göğsümüzü kabartıyor. Geldiğimiz noktada ASELSAN, alt yüklenicileri ve paydaşlarıyla beraber envanterdeki ürünlerin seri üretimlerine devam ederken, güvenlik güçlerimize yeni sistemler kazandırmayı da sürdürüyor. Ayrıca elindeki teknolojileri çoklu kullanıma açarak enerji, sağlık, ulaştırma gibi alanlarda çözümler üretiyor. Bugün, bu yeni sistemlerden birinin de teslimini gerçekleştiriyoruz. Elektronik harpte bize çok büyük güç katacak Karakulak Yüksek Frekans Kestirme ve Dinleme Sistemi artık kullanıma hazırdır” diye konuştu.

“Bugün TSK'ya teslim ediyoruz”
ASELSAN tarafından geliştirilen ve bugün itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) hizmetine giren yeni Karakulak Yüksek Frekans Kestirme ve Dinleme Sistemini video yöntemiyle tanıtan Erdoğan, “Hala TSK'nın envanterinde bulunan Korkut Alçak İrtifa Hava Savunma silah sisteminin yenilerini de bugün TSK'ya teslim ediyoruz. Korkut Alçak İrtifa Hava Savunmasını uçak ve helikopterlerinin yanı sıra havadan karaya füzeler, seyir füzeleri ve insansız hava araçları gibi hedeflere karşı da en etkili şekilde gerçekleştiriyor. Bu sistemde kullandığımız ATOM ismi verilen 35mm parçacıklı mühimmat ile ülkemiz dünyada az sayıda ülkenin sahip olduğu bir yeteneğe milli olarak sahip hale geldi” şeklinde konuştu.
“Yeni sistem, var olan Koral'a düşman unsurlarını algılama, karıştırma ve köreltme alanında daha üstün kabiliyetlere sahip olacak”
Korkut Alçak İrtifa Hava Savunma Silah Sisteminin videolu tanıtımını da gerçekleştiren Erdoğan, “Bir yandan da güvenlik güçlerimizin sahadaki ihtiyaçları doğrultusunda yeni nesil ürünleri geliştirmeye başlıyoruz. Gerçekleştirdiğimiz harekatlarda düşman radarlarının tespit edilmesi ve köreltilmesinde Koral Elektronik Harp Sistemimiz çok büyük rol oynadı. Bu sistemin daha gelişmiş versiyonu olan yeni nesil Koral projesini de bugün başlatıyoruz. Yeni sistem, var olan Koral'a düşman unsurlarını algılama, karıştırma ve köreltme alanında daha üstün kabiliyetlere sahip olacak” ifadelerini kullandı.

“Bir müjde de ROKETSAN'dan verelim”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yeni Nesil Koral'ın tanıtımının ardından, 26-29 Ekim tarihlerinde ROKETSAN'ın gerçekleştirdiği başarıya dikkat çeken Erdoğan, “Başlattığımız yeni proje ve teslimini yaptığımız sistemlerin projelendirilmesi, geliştirilmesi ve üretimi için savunma sanayi başkanlığımızı ve ASELSAN'ı bir kez daha tebrik ediyorum. Bir müjde de ROKETSAN'dan verelim. Geçtiğimiz 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda ROKETSAN'a gerçekleştirdiğimiz ziyarette şanlı bayrağımızı daha da yukarılara taşıdığımızı ve artık uzay liginde olduğumuzu söylemiştik. Uzayın karanlığını, milli teknolojimiz ve mühendislik kabiliyetimizle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda bir kez daha aydınlattığımızın müjdesini de buradan paylaşmak istiyorum. Tamamen yerli ve milli mühendislik kabiliyetlerimizle yaptığımız uydu fırlatma testleri başarıyla tamamlandı. Bu testlerde 4 kere daha uzaya ulaştık. Cumhuriyet bayramımızda yaşadığımız bu gururla 2023 vizyonumuz çerçevesinde önemli bir dönüm noktasını da geride bıraktık” dedi.
“Elimizdeki sınırlı kaynağı, kendi savunma sanayimizi geliştirmek ve güçlendirmek için kullanmak birinci önceliğimizdir”
Her alanda yeni başarılara imza atmaya devam edileceğinin vurgusunu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kahraman askerlerimiz, sahada canları pahasına mücadele ederken onlara vereceğimiz en büyük destek savunma sanayiimizi daha ileriye taşımak olacaktır. Savunma sanayiinde, daha planlı daha sistematik ve orta, uzun vadeli hareket etmemiz gereken bir döneme girdik. Kendi üretebileceğimiz ürünlerin yurtdışından tedarik edilmesine asla tahammülümüz yoktur. Elimizdeki sınırlı kaynağı, kendi savunma sanayimizi geliştirmek ve güçlendirmek için kullanmak birinci önceliğimizdir.
Bu konuda vakıf şirketlerimizin yanı sıra sektörümüzden de azami gayret bekliyorum. Dünyada savunma sanayii diğer tüm teknolojilerin gelişmesinde lokomotif role sahiptir. Bu alanda yapacağımız her yatırımın ülke kalkınmasına çok büyük katkıları olacağını unutmamalıyız. Eğer bugün ciddi bir cari açığımız varsa, bu cari açığımızı minimize etmede savunma sanayiinin yeri asla inkar edilemez. Savunma sanayindeki kritik teknolojilerin kazanımı için rollerin belirlenmesi, mevcut kabiliyetlerin doğru yönetilmesi, yatırımların planlanması ve kapasitenin etkin kullanımı gerekiyor. İnşallah, savunma sanayiinde kurumlarımız arasındaki işbirliğini daha da geliştirerek hedeflerimize en kısa sürede ulaşacağız” şeklinde konuştu.
Savunma Sanayii sektörüne her türlü desteğin verileceğini yineleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, merkezlerin yetkinlik haritası ve şirketlerin kapasite yöntemi konusunda çok daha güçlü bir koordinasyona ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

“Daha yapacak çok işimiz var”
Savunma Sanayii Başkanlığı ile ilgili bakanlıkların, kurumların daha yakın çalışmalar içinde olmasını isteyen Erdoğan, “İhtiyaç makamı, kullanıcılar ve üreticiler arasındaki bilgi akışının net bir şekilde sağlanması savunma sanayiinin sürdürülebilir gelişimi için en başta gelen şartlardan biridir. Sadece teknolojinin değil, yatırımların da doğru planlanması, mükerrer yatırımlardan kaçınılarak kaynak israfının önlenmesi şarttır. Bu çerçevede Savunma Sanayii Başkanlığımızın koordinasyonu dışında yapılan alternatif alımlar mutlaka eldeki imkanlara ve kabiliyetlere öncelik verilen bir değerlendirmeyle gerçekleştirilmedir. Hayati öneme sahip kritik durumlar dışında, en ideali olmasa bile kendimizin üretmesi veya geliştirmesi mümkün olan her şeyi içeride yapmalıyız.
Her kurum, Savunma Sanayii Başkanlığımızın uzmanlığını bir kenara bırakıp kendi ürün tedarikini kendisi yapmaya kalkarsa mükerrerlik ve israf kaçınılmaz hale gelir. Özellikle teknoloji geliştirmeye yönelik faaliyetlere daha fazla kaynak aktarılmalıdır. Bu kapsamda TÜBİTAK ve benzeri kurumların yaptığı çalışmalar daha etkin bir şekilde desteklenmelidir. TSK'yı Güçlendirme Vakfı'nın savunma sanayimize yaptığı katkıya uygun şekilde yeniden yapılandırılması da düşünülebilir. Daha yapacak çok işimiz var” ifadelerine yer verdi.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.