Washington Husilere terör örgütü diyecek mi?

‘Meşruiyeti’ destekleyen koalisyon tarafından imha edilen balistik füzeler, geçen Temmuz ayında sözcü Tuğgeneral Turki el-Maliki’nin düzenlediği basın toplantısında sergilendi (Getty)
‘Meşruiyeti’ destekleyen koalisyon tarafından imha edilen balistik füzeler, geçen Temmuz ayında sözcü Tuğgeneral Turki el-Maliki’nin düzenlediği basın toplantısında sergilendi (Getty)
TT

Washington Husilere terör örgütü diyecek mi?

‘Meşruiyeti’ destekleyen koalisyon tarafından imha edilen balistik füzeler, geçen Temmuz ayında sözcü Tuğgeneral Turki el-Maliki’nin düzenlediği basın toplantısında sergilendi (Getty)
‘Meşruiyeti’ destekleyen koalisyon tarafından imha edilen balistik füzeler, geçen Temmuz ayında sözcü Tuğgeneral Turki el-Maliki’nin düzenlediği basın toplantısında sergilendi (Getty)

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Washington’un Yemen politikasının hedeflerini değiştirmediğini belirtti. Sözcü, hedeflerin ‘istikrarlı’ olduğunu söylerken, ‘Yemen’de barış, refah ve güvenliği sağlamak için uluslararası ortaklarla birlikte çalışıldığını’ dile getirdi.
Açıklamayla eş zamanlı olarak Washington’un Husileri bir terör grubu olarak sınıflandırma niyetiyle ilgili haberler ortaya koyuldu. Gelişme, bazı taraflarca iyi bir baskı kartı olarak nitelendirilirken, bazı taraflar da Yemen sahnesinin karmaşık bir düğümü olduğunu belirtti.
Washington, hala ‘Çatışmanın askeri çözümü yok’ klasik ifadesine itimat ediyor. Ancak sözcü, Husilerin davranışlarının, barış konusunda ciddi olmadıklarını gösterdiğini vurguladı.
20 Kasım’da geç saatlerde Şarku’l Avsat, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ile e-posta aracılığıyla iletişime geçti. Şarku’l Avsat’ın soruları, ABD medyasının ‘Husileri bir terör grubu olarak nitelendirmesi hususunda ABD Dışişleri Bakanlığı çevrelerinde şiddetli bir tartışma yaşandığı’ yönündeki haberlerine odaklandı.
Ertesi gün Reuters Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan’ın, “ABD’nin, Yemen’deki İran bağlantılı Husi grubu yabancı bir terör örgütü olarak sınıflandırması tamamen yerinde olacaktır” ifadelerini aktardı. Prens Faysal, “Herkes, Husi silahlarının ve ideolojilerinin büyük bir kısmının İran’dan geldiğini biliyor. Bu sebeple o, kesinlikle yurt dışından desteklenen bir terör örgütüdür” dedi.
ABD Dışişleri Bakanlığı, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘terörizmle ilgili olası sınıflandırmaları veya sınıflandırmalar hususundaki görüşmeleri alenen yapmadıklarını’ dile getirdi. Ancak ABD yönetimindeki üst düzey yetkililer konu hakkında açıklamada bulundu.
ABD’nin İran ve Venezuela Özel Temsilcisi Elliott Abrams, 11 Kasım Çarşamba günü Riyad’da Suudi Arabistan Savunma Bakanı Yardımcısı Prens Halid bin Selman ile bir araya geldi.
Ertesi gün Şarku’l Avsat, Özel Temsilcinin “Husilerin, terörist olarak belirlenmesi, Washington’da tartışılan bir meseledir. Çünkü konu, siyasi ve hukuki tartışmalarla bağlantılıdır” şeklindeki açıklamasını yayınladı.
Sınıflandırma meselesine değinmeden önce, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün ifadelerini de belirtmekte fayda var. Öyle ki Sözcü, “ABD, Birleşmiş Milletler’in (BM) Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths ve Yemen’in komşularının, ‘çatışma taraflarını siyasi bir uzlaşıya götürme yolundaki’ çabalarını desteklemeye devam ediyor. Kalıcı bir çözümün, tüm tarafların uzlaşmasını gerektireceğine dair şüphe yok. Çabalarımız, çatışmayı sona erdiren ve korkunç insani duruma bir çözüm sağlayan kapsamlı bir siyasi anlaşmayı desteklemeye odaklanmıştır” ifadelerini kullandı.
Aynı şekilde Washington, İran’ın Husilere yönelik ölümcül yardımlar sağlamasının, çatışmayı körüklediğini ve Yemen’deki insani krizi daha da şiddetlendirdiğini belirtti. Sözcü, “Husilerin davranışlarını değiştirmeleri ve Yemen’deki insani krizi tırmandırmayı bırakmaları gerektiğine yürekten inanıyoruz. İnsanları keyfi olarak tutuklamayı, sivil nüfusa, altyapıya ve gemicilik sektörüne saldırmayı bırakmalı, ayrıca yabancı terör örgütü olarak sınıflandırdığımız İran Devrim Muhafızları ile çalışmayı sonlandırmalıdır. İran rejimi, geçen ay İran Devrim Muhafızları’nın bir üyesi olan Hasan Erlo’yu Sana’ya kaçırdı. Şu anda kendisine Büyükelçi deniliyor. Tüm bu eylemler, Husilerin Yemen’e barış getirmek için siyasi bir çözüm aramada ciddi olmadığını gösteriyor” dedi.
Sözcüye göre ABD, İran’dan ‘Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarını ihlal eden bir eylem olan Husilere silah kaçakçılığını durdurmasını ve Husilerin, Yemen’deki ve Suudi Arabistan dahil komşularına yönelik saldırgan eylemlerini durdurmasını’ talep ediyor.

Senaryolar ve müzakereler
Şarku’l Avsat, sınıflandırma hususunda Yemenli aktivistlerle görüşürken, konuya ilişkin olarak Batı medyasında yer alan tartışmaları da izledi.
Bu hususta iki senaryo ortaya çıkıyor. İlk olarak, bu durumun uluslararası yardım kuruluşlarının insani yardım çalışmalarını bozacağı ve siyasi açıdan karmaşık olan sahneyi daha da karmaşıklaştıracağı görüldü. İkinci olarak ise sınıflandırma, Husiler üzerinde siyasi bir baskı kartı olarak görülüyor. Aynı şekilde insani yardım çalışmalarının engellenmesini önleyecek istisnalar mevcut.
Washington Post, Uluslararası Kriz Grubu analisti Peter Salisbury’nin “Eğer sınıflandırma hızlıca gerçekleşirse Yemen’de, ticaretin ve finansmanların kurutulmasına ve diplomatik sürecin infilakına tanık olabiliriz. Husiler, Suudi Arabistan’a yönelik saldırıların sıklığını artırarak karşılık vermeleri gerektiğine karar verecek ve daha fazla destek için İran’a başvuracak” değerlendirmesini aktardı.
Yemenli bir siyasi araştırmacı olan Bera Şayban, “Geçen yıla bakarsak, Husilerin başlangıçta Suudi Arabistan’a yönelik saldırılarını artırdıklarını görüyorduk. Buna karşılık koalisyonun hava saldırıları önemli ölçüde azaldı” dedi.
Şayban, bu koşullar altında uluslararası toplumun grup üzerinde gerçek baskı kartlarına sahip olmadığına inanıyor. Hiç kimsenin onu güvenlik veya askeri açıdan cephede uzlaştırmaya, hatta barışa doğru ciddi adımlar atmaya zorlamadığını söyleyen Şayban, çünkü uluslararası toplumun onlara karşı hiçbir şeye sahip olmadığını ve gerçeklerin, milislerin döşediği mayınları kaldırmayı reddettikleri zaman bu durumu Hudeyde’de kanıtladığını vurguladı. Bera Şayban ayrıca, Taiz vilayetindeki kuşatmanın kaldırılmasına yönelik görüşmelerin reddedildiğini, BM’nin bile tüm kurumlarıyla Husileri, çocukları orduya almaktan vazgeçmeye ikna edemediğini ve şu an ise grubun Sana’daki ve diğer bölgelerdeki bankaları kontrol etmesi nedeniyle büyük bir finansal çöküş yaşandığını dile getirdi.
Şayban, “BM’nin bir süredir piyasaya sürdüğü ve kağıt üzerinde konuştuğu fikirlerin güzel olduğunu düşünüyorum. Ancak gerçekler, sahada uygulanamayacaklarını kanıtladı. Bunun en belirgin örneği, üzerinde mutabık kalınan tüm güvenlik ve askeri planların, sakinlik ve ateşkes çağrıları da dahil olmak üzere başarısız olması ve asıl neden olarak baskı kartının olmamasıdır” değerlendirmesinde bulundu.
Öte yandan Yemenli siyasi aktivist Haldun Bakhil, “Bölgesel barış ve güvenlik meseleleriyle ilgilenen bir aktivist olarak, Yemen’deki ve bölgedeki çatışmanın dinamiğine herhangi bir karışıklık eklemenin, bölgedeki zaten karmaşık olan sahneye sadece ağır yükler getireceğine inanıyorum. Aynı şekilde belki de ABD yönetimindeki tarafların, Husiler olarak bilinen Ensarullah hareketini bir terör örgütü olarak sınıflandırmaya yönelik niyetlerine dair yinelenen ​​haberlerin, belki de yakın gelecekteki siyasi çözüm umutlarını gömme kararı olacağı kanaatindeyim. Yemen’de BM önderliğindeki barış süreci ve 2216 sayılı BM kararının uygulanması baltalanacak, yıkıcı ekonomik ve insani sonuçlara yol açacak” açıklamasında bulundu.

Sınıflandırma mekanizmaları
Siyasi aktivist Haldun Bakhil, “Bir Yemen vatandaşı olarak, herhangi bir ülkenin herhangi bir Yemenli tarafı terör örgütü olarak sınıflandırması, onu El-Kaide, DEAŞ ve tekfirci gruplarla eş tutması üzücü. Bu durum, objektifliğe ve gerçeğe zarar veren bir şeydir ve ülkeme hizmet etmemektedir” değerlendirmesinde bulundu. Bakhil, “ABD’deki dostlardan, bir Yemenli olarak umduğum şey, BM temsilcisinin çabalarını, diyalog kanallarını, müzakere kanallarını, sakinliği, güven inşa etmeyi ve ortak ateşkes beyannamesini imzalamayı desteklemektir” ifadelerini kullandı.
Öte yandan Bera Şayban, “Grubu, terörist olarak sınıflandırmak, tabi ki Taliban gibi terör grupları olarak sınıflandırılmak üzere gereken tüm şartları karşılıyor. Uluslararası toplumun, onunla diyalog yürütmesine izin verilecek. Gelecekte, grubun adını terör listesinden çıkarma seçeneği sunmak bir baskı faktörü olacaktır. Yeni bir hükümetin kurulmasına izin verirseniz ve ciddi şekilde barışa doğru ilerlerseniz. Tüm bu adımlar, BM’nin müzakere edebileceği belgelerdir ve bu açıdan bakıldığında doğru yönde atılmış bir adım olduğunu düşünüyorum” dedi.
Yemenli araştırmacı, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin İran’a karşı uyguladığı maksimum baskı politikasına da değinirken, “Tahran’ın bölgede yeni maceralara atılmamasına katkı sağladı. Bunun nedeni, Washington’daki ABD yönetiminin İran’a karşı büyük bir caydırıcılığa sahip olmasıdır” dedi.
Şayban, BM’nin bu adımdan yararlanabileceğini ve aynı hatayı iki kez yapmaması gerektiğini savundu. Araştırmacı, “Haziran 2014’te Sana düşmeden önce, Husilerin liderlerini yaptırım listelerine koymaları için BM’ye çağrıda bulunduk. Ancak geç oldu ve sonuç olarak Sana düştü. BM, Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi ve Abdulhalık el-Husi’yi listeye aldığında artık çok geçti. Bu hata bir daha tekrar etmemeli. Özellikle grubun askeri operasyonlarının kapsamını genişlettiğini ve Suudi Arabistan hedefini tırmandırdığını görüyoruz. Buradaki sorun ise hızlı hareket gerekliliğidir. Grubun uluslararası ve bölgesel güvenlik için daha büyük bir tehdit ve tehlikeye dönüşmesini, dünyanın bir felakete uyanmasını bekleyemeyiz. Daha sonra grup terörist olarak sınıflandırılırsa, çok geç olacaktır” ifadelerini kullandı.
Bera Şayban, “Husiler, istemedikleri için Suudi Arabistan’ı daha geniş şekilde hedef almadılar. Ancak bu, büyük saldırılar başlatmak için yeterli kapasiteye sahip olmamalarından kaynaklanıyor. Husi grubunu anlamadaki sorun burada yatıyor. Yani Husilerin ABD ya da İsrail’e saldırmadıkları söylendiğinde bu, bunu yapamamalarından kaynaklanıyor, istememelerinden değil. Grup, Yemen’de Bahailer ve Yahudiler gibi azınlıklara hakim olduğunda, Husilerden ilk etkilenenler onlar olmuştu” dedi. Şayban, “Bu durum, onları terörist olarak sınıflandırmak, görüşmelere ve taahhütlere geri döndürmek için yeterli bir sebeptir” değerlendirmesinde bulundu.



Ortadoğu'da toplumsal sözleşmeyi yeniden şekillendiren köklü değişimler

Görsel: Lina Cedarat
Görsel: Lina Cedarat
TT

Ortadoğu'da toplumsal sözleşmeyi yeniden şekillendiren köklü değişimler

Görsel: Lina Cedarat
Görsel: Lina Cedarat

Lina el-Hatib

Ortadoğu, bir nesil boyunca bölgenin geleceğini şekillendirecek bir sosyal ve kültürel dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu dönüşümler bölgedeki tüm ülkelerde aynı hızda ilerlemese de toplumlar kendilerini yeniden şekillendirip süregelen siyasi ve ekonomik değişimlere uyum sağladıkça yeni bir toplumsal sözleşmenin önünü açıyor.

Ortadoğu ülkeleri geleneksel olarak hükümetlerin vatandaşlarına sosyal refah, kamu sektöründe istihdam ve mali destek sağladığı bir sosyal sözleşmeye bağlı kaldı. Günümüzde bu model, devletin vatandaşlarına yenilikçilik ve girişimcilik fırsatları sunduğu bir modele doğru hızla dönüşüyor. Bu dönüşümün belki de en çarpıcı özelliklerinden biri, Ortadoğu'nun dünyayı algılayışında ve daha da önemlisi toplumlarının kendilerini nasıl algıladıklarında daha köklü bir değişimi yansıtan kültürel üretim, sanatsal ifade ve teknolojik yenilikteki artıştır.

Körfez'de kültürel yeniliğin yükselişi

Körfez ülkeleri bugün iddialı yeni bir toplumsal sözleşme oluşturmaya çalışıyor. Petrolden elde edilen gelire bel bağlamak yerine, ekonomiyi çeşitlendirmeye yönelik fırsatlar için çaba sarf ediyor. Gençler kendilerini girişimci, sanatçı ve küresel vatandaş olarak görmeye ve ulusal vizyonlara katkıda bulunmaya teşvik ediliyor. Körfez, bölgesel bir kültürel yenilik merkezi olarak ortaya çıkıyor.

Mısır ve Lübnan yıllarca Arap müziği ve sahne sanatları alanında ön saflarda yer aldı. Mısırlı ve Lübnanlı sanatçılar, Mısır sineması ve pembe dizileriyle birlikte uzun süre bölgedeki sanat sahnesine hakim oldular. Ancak iki ülkedeki ekonomik değişimler, yetenekli kişilerin beyin göçünü destekledi ve eğlence üretim merkezlerini yavaş yavaş sınırların ötesine itti. Şimdi Körfez ülkelerindeki iddialı ulusal vizyonlar sayesinde bu yetenekler Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar'da kendine yeni bir yuva bulurken bu ülkelerde yerel enerjilerle kesişerek yeni bir Arap kültürel rönesansını müjdeliyor.

Dünya standartlarında müze ve sanat galerilerinin oluşturulmasını öngören Suudi Arabistan 2030 Vizyonu’nda sanat önemli bir rol oynuyor.

Suudi Arabistan, şu an dünyanın en büyük müzik festivallerinden biri olan ve uluslararası ve yerel DJ'leri çeken MDLBeast Soundstorm gibi önemli etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Gamers8, Suudi Arabistan’ın kendisini küresel oyun endüstrisinde lider olarak konumlandırma hedefinin bir parçası. Aylar süren bir eğlence ve kültür festivali olan Riyad Sezonu, oyun yarışmalarından şiir okumalarına kadar çeşitli etkinliklerle milyonlarca ziyaretçiyi kendine çekiyor.

Üç Körfez ülkesi kendilerini film ve eğlence alanında küresel merkezler haline getirmeye çalışıyor. Suudi Arabistan, bölgesel ve uluslararası film yapımcılarını desteklemek amacıyla 2020 yılında Cidde'de Kızıldeniz Uluslararası Film Festivali'ni (RSIFF) düzenledi. Festivalle yakından ilişkili olan Kızıldeniz Film Festivali Vakfı, Suudi Arabistan'daki yerel film endüstrisinin önemli bir destekçisi ve uluslararası film yapımlarına fon sağlıyor.

Öte yandan Katar'da Doha Film Enstitüsü bağımsız Arap film yapımcılarını desteklerken yeni isimlerin keşfedilmesi için bir platform sağlıyor. BAE’de ise Abu Dabi’nin medya serbest bölgesi Twofour54, Görevimiz Tehlike ve Yıldız Savaşları gibi gişe rekorları kıran Hollywood filmlerini kendine çekti.

Ancak bu rönesans sadece eğlence sektörüyle sınırlı kalmayıp görsel sanatlar ve teknolojiyi de kapsıyor. Katar'ın Katara Kültür Köyü, mirası çağdaş sanatsal ifadeyle birleştirerek tiyatro, müzik ve görsel sanatlar etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. BAE, Art Dubai ve Sharjah Bienali gibi etkinlikler düzenlemeye devam ediyor ve müzelerde yerel ve uluslararası sanat eserleri sergileniyor.

Edebiyat alanında ise Emirates Havayolu Edebiyat Festivali gibi festivaller aracılığıyla yazılı kültür gelişirken BAE’li yazarlar, uluslararası sahnede varlıklarını hissettiriyor.

Sanat, dünya standartlarında müzeler ve sanat bienalleri oluşturulmasını öngören Suudi Arabistan 2030 Vizyonu’nda önemli bir rol oynuyor. Diriye Bienali Vakfı Riyad'ı, merkezinde kültürel inovasyonun yer aldığı küresel bir çağdaş sanat merkezi olarak konumlandırıyor. Suudi Arabistan, geçtiğimiz ocak ayında Ortadoğu'da yeni medya ve dijital sanatlara adanmış ilk merkez olan Diriye Sanat Bienali'nin açılışını gerçekleştirdi.

Bu dönüşümlerin etkisi Körfez ülkeleriyle sınırlı kalmayıp Arap dünyasındaki kültürel uyanışa kadar uzanıyor.

Körfez'in gelişmiş bir kültürel yenilik merkezi olarak yükselişi, sadece ekonomiye yansımakla kalmıyor, aynı zamanda Körfez ve ötesindeki toplumları da dönüştürüyor. Dijital medyanın yaygınlaşmasıyla bölgenin yeni nesli - dijital yerliler nesli- tüm dünyada akranlarıyla daha önce hiç olmadığı kadar yakından bağlantılılar.

Yurtdışında üretilen kültürü tüketmekle yetinmeyen bu nesil, kendi içeriğini üretirken, sesinin duyulmasını ve yeteneklerinin dünyanın dört bir yanında tanınmasını istiyor ve kendini ülkelerini inşa etme sürecinde kilit bir oyuncu olarak görüyor. Suudi Arabistan 2030 Vizyonu ve BAE 2031 Vizyonu gibi büyük dönüşüm planları, hırsları kucaklayan ve becerileri geliştiren platformlar sağlarken kültür sektörüne yapılan büyük yatırımlar, Arap toplumlarının imajını bölgesel ve uluslararası düzeyde yeniden şekillendiriyor.

Kültürel ortamın yeniden canlandırılması

Bu dönüşümlerin etkisi Körfez ülkeleriyle sınırlı kalmayıp Arap dünyasındaki kültürel uyanışa kadar uzanıyor. Bunun nedeni, çeşitli Arap ülkelerinin vatandaşlarının Körfez kültür alanlarına katılımının yanı sıra, diğer ülkelerde taklit edilecek bir kalkınma modeli haline gelen Körfez'deki kültürel yenilenmenin yaygınlaşmasıdır.

fgrthy
Görsel: Lina Cedarat

Bu dinamik, ülkelerinin içinden geçtiği savaş ve çatışmalara rağmen kültürel yaratıcılıklarını ve sosyal yenilikçiliklerini durdurmayan Lübnan ve Suriye gibi ülkelerin vatandaşları için özellikle önem arz ediyor. Lübnan'da Nicolas Sursock Müzesi gibi kurumlar, Ashkal Alwan gibi bağımsız sanat alanları ve Beirut and Beyond gibi müzik festivalleri yaratıcılığın, deneyselliğin ve kültürel direnişin nişaneleri oldu.

Vatandaşların geleneksel mezhepçi sistemi reddederek daha fazla şeffaflık, hesap verebilirlik ve ekonomik adalet taleplerini dile getirdikleri 2019 protestoları bir dönüm noktası oldu. Siyasi elitlerin yapısal reforma karşı direnişine rağmen, teknoloji meraklısı genç nesillerin öncülük ettiği yeni bir taban sivil aktivizm biçimi ortaya çıktı. Alternatif eğitim girişimleri, start-uplar ve yaratıcı gruplar devletin dolduramadığı boşlukları doldurmak için ortaya çıktı.

Bugün, yeni Lübnan hükümeti geçmişin başarısızlıklarını ele almaya çalışırken, sivil toplum aktörleri artık devlete alternatif bir rol oynamayı değil, vatandaşlık ve kendi kendini güçlendirme pozisyonundan hareketle devletle ortaklık kurmayı amaçlıyor.

Toplumsal sözleşmenin doğasındaki bu değişim, sosyal yenilenmenin gelişmesine olanak sağladı. 2020 yılında Beyrut Limanı’nda meydana gelen patlamanın ardından, Live Love Beirut gibi gönüllü ağları, evleri yeniden inşa etmek, patlamadan etkilenen ailelere yardım sağlamak ve toplumsal uyumun hizmetinde sanatsal ve kültürel yaratıcılığı harekete geçirmek için kaynakları ve alanında uzman kişileri seferber etti. Şiddet sarmalından çıkmaya çalışan Lübnan’ın canlı bir kültür merkezi olarak konumunu sağlamlaştırma fırsatı giderek daha umut verici görünüyor.

Bölge ülkelerinin tek tek karşılaştığı zorlukların kendine has özelliklerine rağmen, bölgenin genel dönüşümü Ortadoğu'nun kimliği, ekonomisi ve isteklerinin derinlemesine yeniden şekillenmesini yansıtıyor.

Lübnan’da kurulan yeni hükümet, kültürün ekonomik bir motor ve sosyal güçlendirme aracı olarak önemini kabul ederken devletin vizyonu ile vatandaşların istekleri arasındaki bu yeni uyum, kültür sektörünün sürdürülebilir bir rönesans yaşaması, yaratıcı ekonominin teşvik edilmesi ve özellikle de birbirini izleyen savaşların sosyal yarıklar açmasının ardından Lübnan toplumunun bileşenleri arasındaki uyumun güçlendirilmesi için umut veriyor.

Bu durum, on yıllık savaşın devletin merkezileşmesine dayanan geleneksel toplumsal sözleşmenin çökmesine yol açtığı Suriye için de geçerli. Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden sonra sahada kalanlar bir topluluk girişimleri mozaiği olsa da hem ülke içinde hem de diasporada yaşayan Suriyeliler kültür ve girişimcilik yoluyla Suriye kimliğini yeniden şekillendirme girişimlerinden vazgeçmedi.

Suriye Kültür Kataloğu ve Suriye Devriminin Yaratıcı Hafızası gibi girişimler Suriye sanatını, edebiyatını ve müziğini belgeliyor. Diasporadaki Suriyeli sanatçılar, savaşın insani maliyetini belgeleyen sergiler, tiyatro ve film çalışmalarıyla Avrupa ve Amerika'nın kültürel ortamını zenginleştirdi. Suriye bugün, yaratıcılığı toplumda birleştirici bir güç olarak benimseyen yeni bir toplumsal sözleşme oluşturmak için gerçek bir fırsata sahip.

Ortadoğu geçiş sürecinde

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Lübnan ve Suriye, geleneksel kimlik ve aidiyet hiyerarşileri tarafından yönetilmeye devam ederken, bu hiyerarşiler bölgedeki hızlı kültürel ve gelişimsel hareketlilik nedeniyle derin bir şekilde sorgulanıyor. Eski düzenin destekçileri, küresel vatandaşlık, ifade özgürlüğü ve girişimcilik hırsı değerlerine dayalı yükselen milli aidiyet duygusu karşısında kendilerini tehdit altında hissediyor. Bu çatışma en çok gençlerin rolü ve kadınların kamusal alandaki yeri söz konusu olduğunda belirginleşiyor. Zira eski silahlı güçler, gençleri asimile etmeye ve kadınları marjinalleştirmeye çalışıyor.

Ancak bölge genelinde gençler kendilerini devletin cömertliğinin pasif alıcıları olarak değil, kendi kaderlerini şekillendiren aktif aktörler olarak görüyor. Kadınların çeşitli alanlarda katılımı artıyor. Suudi Arabistan'da kadınlar üniversite mezunları arasında başı çekiyor ve daha önce hiç görülmemiş bir hızla kendi işlerini kuruyorlar. Suriye'de yeni hükümette sadece bir kadın bakan atanmış olsa da kadınlar sanat, mühendislik ve girişimcilik gibi çok çeşitli alanlarda liderlik etmeye devam ediyor. Lübnan'da ise kadınlar kamusal alanda gün geçtikçe daha görünür hale geliyor.

Kısacası, tek tek ülkelerin karşılaştığı zorlukların özgünlüğüne rağmen, bölgedeki genel dönüşümler Ortadoğu'nun kimliği, ekonomisi ve özlemlerinin derin bir şekilde yeniden şekillendiğini yansıtıyor. Ortaya ise çoklu anlatılara ve farklı görüşlere yer veren, daha çeşitli, birbirine bağlı ve canlı bir Ortadoğu çıkıyor. Ekonomik eşitsizlikten silahlı çatışmalara kadar karşılaşılan tüm zorlukların büyüklüğüne rağmen, yaratıcılık ve kültürel yenilenme fırsatları onlarca yıldır hiç bu kadar fazla olmamıştı.