Bill Gates: “Kovid-19 aşılarının neredeyse hepsinin işe yarayacağına inanıyorum”https://turkish.aawsat.com/home/article/2642341/bill-gates-%E2%80%9Ckovid-19-a%C5%9F%C4%B1lar%C4%B1n%C4%B1n-neredeyse-hepsinin-i%C5%9Fe-yarayaca%C4%9F%C4%B1na-inan%C4%B1yorum%E2%80%9D
Bill Gates: “Kovid-19 aşılarının neredeyse hepsinin işe yarayacağına inanıyorum”
Microsoft'un kurucusu Bill Gates (İHA)
Washington/İHA
TT
TT
Bill Gates: “Kovid-19 aşılarının neredeyse hepsinin işe yarayacağına inanıyorum”
Microsoft'un kurucusu Bill Gates (İHA)
Microsoft'un kurucusu Bill Gates, Kovid-19 aşılarının neredeyse hepsinin işe yarayacağına inandığını söyledi.
ABD’li milyarder ve Microsoft'un kurucusu Bill Gates, ABD basınında yer alan bir röportajda, yeni tip koronavirüse (Kovid-19) karşı geliştirilen aşıların neredeyse tamamının işe yarayacağına inandığını söyledi. AstraZeneca, Johnson & Johnson ve Novavax'ın aşılarının da Pfizer/BioNTech ve Moderna aşıları gibi yakında benzer bir başarıya ulaşmasını beklediğini söyleyen Gates, "Şubat ayına kadar büyük ihtimalle hepsinin çok etkili ve güvenli olduğunu kanıtlayacağı konusunda iyimserim" dedi. ABD’deki vaka sayılarındaki artışa değinen Gates, "Vaka sayısı artmaya devam ediyor ve bu artışın Şubat ayı boyunca devam etmesi bekleniyor. Bu kış döneminde muhtemelen günde 2 binden fazla ölüm olacak" diye konuştu.
İşe yarayan bir aşı üretmenin ve insanların çoğuna aşı yapmanın da zorluklarının bulunduğunu belirten Gates, ABD'de lojistik birimlerinin kafasının biraz karışık olduğunu ancak bu sorunların çözüleceği konusunda umutlu olduğu ifade etti. Gates, "İnsanlar güvenliğin sağlandığına ilişkin daha fazla kanıt görecek ve zamanla salgının yayılmasını durdurmak için ihtiyacımız olan artı yüzde 70 seviyeye ulaşacağız" dedi.
Türk kökenli Prof. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci’nin kurucu ortağı olduğu biyoteknoloji firması BioNTech ile ABD’li ilaç firması Pfizer ortaklığıyla geliştirilen koronavirüs aşısının yüzde 90'ın üzerinde etkili olduğu açıklanmıştı. ABD’li ilaç şirketi Moderna da geliştirilen potansiyel Kovid-19 aşısının yüzde 94.5 etkili olduğunu duyurmuştu. Bugün de Oxford Üniversitesi ve AstraZeneca şirketinin birlikte geliştirdiği korona virüs aşısının yüzde 70 koruma sağladığı belirtildi.
NASA'nın SPHEREx teleskobu, tüm gökyüzünü 102 kızılötesi renkte haritalandırarak evrenin farklı özelliklerini ortaya çıkardı. Bu panoramik görüntüde mavi yıldızlar ve hidrojen gazı, yeşil ve beyaz yıldızlar ve kırmızı kozmik toz görülüyor (NASA/JPL/Caltech)
NASA'nın SPHEREx teleskobu, tüm gökyüzünü 102 kızılötesi renkte haritalandırarak evrenin farklı özelliklerini ortaya çıkardı. Bu panoramik görüntüde mavi yıldızlar ve hidrojen gazı, yeşil ve beyaz yıldızlar ve kırmızı kozmik toz görülüyor (NASA/JPL/Caltech)
NASA, yeni yayımladığı çarpıcı kozmos haritasının, evrenin uzun süredir merak edilen bazı gizemlerini çözmeye katkı sağlayabileceğini açıkladı.
Ajansın SPHEREx uzay teleskobuyla çekilen ve tüm gökyüzünü kapsayan ilk haritası, aletin gözünden gökyüzünün üç boyutlu görünümünü oluştururken kozmik tozları pembe-kırmızıyla, hidrojen gazlarını elektrik mavisiyle, yıldızlarıysa beyaz, mavi ve yeşillerle gösteriyor.
Panoramik görüntü, insan gözüyle görülemeyen kızılötesi ışık dalga boylarını tespit etme yeteneği sayesinde bunları ve düzinelerce başka rengi yakalıyor.
Renkler sayesinde gökbilimciler, teleskopla yüz milyonlarca galaksi arasındaki mesafeyi ölçebilirken, haritanın üç boyutlu görünümü de resimde yakalanan galaksilerin evrende nasıl dağıldığını hesaplıyor. "Kırmızıya kayma" diye bilinen bir olgu nedeniyle, ışığın uzaması veya daralması sonucu daha uzaktaki galaksiler kırmızı, daha yakın olanlarsa mavi görünüyor.
Bilim insanları, teleskobun martta alçak Dünya yörüngesine fırlatılmasından bu yana topladığı verileri kullanarak galaksilerin, evrenin yaklaşık 14 milyar yıllık tarihi boyunca nasıl değiştiğini inceleyecek ve muhtemelen Samanyolu Galaksisi'nde yaşam için gerekli temel bileşenlerin nasıl oluştuğu hakkında daha fazla bilgi edinecek.
NASA yaptığı açıklamada, "İnsan gözüyle görülemeyen bu 102 kızılötesi ışık dalga boyu kozmosta yaygındır ve tüm gökyüzünü bu şekilde gözlemlemek, bilim insanlarının büyük soruları yanıtlamasını sağlayacak" ifadelerini kullanıyor.
Bu sorular arasında, Büyük Patlama'yı takiben saniyenin milyarda birinin trilyonda birinin trilyonda birinde meydana gelen çarpıcı bir olayın, evrenimizdeki yüz milyonlarca galaksinin üç boyutlu dağılımını nasıl etkilediği de var.
James Webb Uzay Teleskobu da kızılötesi ışığı görebilse de SPHEREx'in kapsadığı alan binlerce kat daha fazla.
SPHEREx görüntüsü, öncelikle yıldızlar ve galaksiler tarafından yayılan kızılötesi renklerden bir seçkiyi gösteriyor (NASA/JPL/Caltech)
Bugüne kadar hiçbir görev, tüm gökyüzünü SPHEREx kadar çok renkte haritalamadı.
"Spectro-Photometer for the History of the Universe, Epoch of Reionization and Ices Explorer" (Evren Tarihi, Yeniden İyonlaşma Dönemi ve Buzların Kaşifi Spektrofotometresi) diye de bilinen SPHEREx teleskobu, halihazırda Dünya'nın yaklaşık 645 km yukarısında yörüngede yer alıyor.
Günde yaklaşık 14,5 kez Dünya'nın etrafında dönüyor, gökyüzünün bir dairesel şeridi boyunca yaklaşık 3 bin 600 görüntü alıyor ve tüm gökyüzünü 360 derece yakalamak için sürekli yön değiştiriyor.
İki yıllık görevi boyunca üç kez daha tüm gökyüzünü tarayarak 450 milyondan fazla galaksi ve Samanyolu'ndaki 100 milyondan fazla yıldız hakkında veri toplayacak.
NASA'nın Jet İtki Laboratuvarı Direktörü Dave Gallagher, "SPHEREx, büyük bilimsel sonuçlar veren orta ölçekli bir astrofizik görevi" diyor.
Cesur fikirleri nasıl gerçeğe dönüştürdüğümüzün ve bunu yaparken muazzam bir keşif potansiyelinin kilidini nasıl açtığımızın olağanüstü bir örneği.
Bilim insanları, İskandinav diyetinin kalp ve karaciğer sağlığını iyileştirmede en etkili beslenme biçimi olduğunu buldu (Unsplash)
Yağ ve lif bakımından zengin Akdeniz diyetinin sağlığa yararları iyi bilinse de yeni bir araştırma, mutfak ilhamı için daha kuzeye bakmanın da aynı derecede fayda sağlayabileceğini öne sürüyor.
Uzmanlara göre balık, sebze, orman meyveleri ve tam tahıllarla dolu bir İskandinav diyeti sadece kalp sağlığını iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda tip 2 diyabetin zararlı etkilerini de azaltabilir.
Bulguları hakemli dergi Nature Communications'ta yayımlanan çalışmada İsveçli bilim insanları, İskandinav diyetinin 100'den fazla kişinin sağlığı üzerindeki etkisini izledi. Bu menünün, katılımcıların karaciğerindeki yağ miktarını azaltmaya katkı sunduğunu buldular.
Uzmanlara göre bulgular, bu beslenme biçiminin talkolle değil, kolesterol seviyeleri ve obeziteyle bağlantılı bir karaciğer hastalığı olan metabolik disfonksiyon ilişkili steatotik karaciğer hastalığını (MASLD) ve tip 2 diyabeti yönetmenin etkili bir yolu olabileceğini gösteriyor.
Ekip ayrıca dikkat çekici bir şekilde, bu diyetin MASLD hastası katılımcıların yarısından fazlasının hastalığının gerilemeye başlamasını sağladığını tespit ederken, bazı hastalar prediyabetin düzelmeye başladığını bildirdi.
Akdeniz diyetinden farklı olarak İskandinav diyeti, doymuş yağ oranı düşük proteinlere, kompleks karbonhidratlara ve sağlıklı yağlara odaklanıyor.
Akdeniz diyeti zeytinyağı açısından zenginken, İskandinav diyeti kalp sağlığını destekleyen tekli doymamış yağlar bakımından zengin kanola ve kolza yağı kullanımını teşvik ediyor.
The Independent'a konuşan kayıtlı beslenme terapisti Helen Perks, İskandinav diyetinin sürdürülebilir proteinlere ve yerelde yetiştirilen ürünlere ağırlık vermesiyle diğerlerinden ayrıldığını söylüyor.
Perks "İskandinav diyeti sadece yağlı balık, orman meyveleri, kök sebzeler, fermente süt ürünleri ve tam tahıllar gibi mevsimlik, antiinflamatuvar gıdalar açısından zengin olmakla kalmıyor, aynı zamanda tedavi amacıyla kişiselleştirilmiş beslenmede gördüğümüz birçok ilkeyi de yansıtıyor" diyor.
Yüksek lif, omega-3 yağ asitleri, polifenoller ve kalp damar sağlığını, metabolik dengeyi, bağırsak fonksiyonunu ve bilişsel iyiliği destekleyen temel mikro besinleri doğal olarak içeriyor. Öne çıkan özelliğiyse yerelde yetiştirilen ürünlere, düşük glisemik yüke sahip yemeklere ve sürdürülebilir proteinlere odaklanması. Tüm bunlar kan şekerinin daha iyi düzenlenmesine, iltihaplanmanın azalmasına ve mikrobiyota çeşitliliğinin artmasına katkı sağlar.
Önceki bir araştırma, işlenmiş gıdaları daha çok içeren bir beslenme biçimine kıyasla geleneksel İskandinav diyetinin hızlı kilo vermeye daha çok yardım ettiğini göstermişti.
Kopenhag Üniversitesi'nden bilim insanlarının yürüttüğü çalışmada orman meyveleri, kuruyemişler, tahıllar ve balık gibi geleneksel Danimarka yemekleri tüketen katılımcılar, standart bir Batılılaşmış Danimarka diyetine bağlı kalanlara göre üç kat daha fazla kilo vermişti.
Independent Türkçe
Tekinsiz sokaklardan distopyalara: 2025'in en iyi 10 dizisihttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/5221282-tekinsiz-sokaklardan-distopyalara-2025in-en-iyi-10-dizisi
Tekinsiz sokaklardan distopyalara: 2025'in en iyi 10 dizisi
Paradise'ta Oscar adayı Sterling K. Brown'a (sağda) ABD Başkanı Cal Bradford rolünde X-Men yıldızı James Marsden (ortada) eşlik ediyor (Hulu)
Yıl sonları eleştiri dünyasında hep aynı ritüelle gelir: Her sanat dalı için hazırlanan sayısız "en iyiler" listesi... Bu elbette tatlı bir kurgu; eleştirmenlere geriye dönüp kalan izleri işaretleme, izleyiciye de bitmeyen izleme listesinde bir yol haritası sunma fırsatı verir. Ama bazı yıllar vardır ki, eleme ve sıralama işi her zamankinden daha zorlayıcı olur.
2025, televizyon açısından tam da böyle bir yıldı. Grevlerin ardından sektör yeniden nefes aldı, Vince Gilligan'dan Steven Knight'a kadar pek çok güçlü yaratıcı yeni projelerle ekrana döndü. Hatta beyazperdede görmeye alışık olduğumuz yıldızlar televizyona taşındı, uzun süredir beklenen diziler geri geldi ve ekran dolup taştı. Öte yandan, endüstrinin giderek daha temkinli ve hesaplı kararlar alması, yeni ve "dışarıdan" seslerin görünürlüğünü her zamankinden biraz daha zor hale getirdi.
Bu liste tam da bu noktada bilinçli bir sapak alıyor. Adolescence, The Studio ya da Andor gibi zaten geniş kitlelerin konuştuğu ve yıl boyu ödülleri toplamış yapımları özellikle dışarıda bırakıp, biraz daha kıyıda köşede kalmış ama zihinde uzun süre yankılanan dizilere odaklanıyoruz. Dept. Q'nun karakter odaklı suç anlatısından Dying for Sex'in kırılgan cesaretine, Pluribus'un rahatsız edici sorularından Task'in ağır ama umutlu karanlığına uzanan bu seçki, "büyük" olmaktan çok kalıcı olmayı başaran işlerden oluşuyor.
2025'in en iyi dizileri listemiz, televizyonun hâlâ risk alabilen, şaşırtabilen ve izleyiciyi konfor alanının dışına çıkarabilen bir mecra olduğunu hatırlatan yapımlara küçük ama ısrarlı bir selam.
Pluribus
Vince Gilligan, Breaking Bad ve Better Call Saul'un ardından bu kez dünyanın sonunu neredeyse huzurlu bir ihtimal gibi gösteren sarsıcı bir bilimkurgu fikriyle karşımıza çıkıyor. Pluribus, insanlığın büyük bölümünü tek bir bilinçte birleştiren gizemli bir salgına karşı bağışıklık kazanan sayılı kişiden biri olan Carol'ı merkezine alıyor. Rhea Seehorn'un canlandırdığı Carol, dizinin deyimiyle "dünyadaki en mutsuz insan" ve belki de tam bu yüzden, herkesin mutlu göründüğü bu yeni düzende en rahatsız edici soruları sormaya devam edebilen tek kişi. Herkesin bilgiye, huzura ve ortak bir uyuma kavuştuğu bir dünyada, bireyselliğin hâlâ savunulmaya değer olup olmadığı fikri, dizi boyunca izleyicinin zihnini kemiriyor.
Fotoğraf: Apple TV
X-Files kökenlerine dönen Gilligan'ın yavaş yavaş açılan anlatımı, her bölümde seyirciyi bir adım daha huzursuz ederken, Seehorn'un neredeyse tek başına sırtladığı performans diziyi duygusal olarak ayakta tutuyor. Pluribus, yüksek konseptli bilimkurgusunu hiçbir zaman karakterlerin önüne geçirmiyor; aksine, yalnızlık, aidiyet ve inatçı insan doğası üzerine beklenmedik derecede dokunaklı bir hikaye anlatıyor. Kimi zaman komik, kimi zaman ürkütücü, çoğu zaman da rahatsız edici biçimde tanıdık hissettiren bu dünya, diziyi basit bir "Ya şöyle olsaydı?" denemesinin çok ötesine taşıyor.
Bu kıyameti yapay zekadan yalnızlık salgınına kadar pek çok başlık üzerinden okumak mümkün. Ancak dizinin merkezinde, çok daha temel bir soru yatıyor: İnsan olmak aslında ne anlama geliyor? Carol insanlardan hoşlanmayan bir karakter olabilir. Fakat kurtarılmak istemeyen bir dünyayı kurtarmaya çalışırken, bizi kusurlarımıza rağmen neden mücadeleye etmeye değer olduğumuz üzerine düşünmeye zorluyor.
Kısacası Pluribus, izleyiciye yalnızca bir distopya sunmuyor; "normal" dediğimiz şeyin ne kadar kıymetli olduğunu sorgulatan, uzun süre akıldan çıkmayan bir deneyime dönüşüyor.
IMDb: 8,3
Nereden izlenir: Apple TV
Dept. Q
Hiç kuşkusuz Dept. Q, 2025'in en güzel sürprizlerinden biri ve listeye girmeyi fazlasıyla hak ediyor. Slow Horses'ı sevenlerin hemen bağ kuracağı dizi, bu kez İskoçya'da, uyumsuz ve deyim yerindeyse hayatın sillesini yemiş polislerden oluşan bir ekibin etrafında dönüyor.
Matthew Goode, görev başında vurulduktan sonra hayata ve mesleğine küsmüş dedektif Carl Morck rolünde harikalar yaratıyor. Üstelik huysuz, mesafeli ve sevmesi zor bir karakteri izlemeyi bile şaşırtıcı biçimde sürükleyici kılmayı başarıyor.
Fotoğraf: Netflix
Bodrum kata sürülen Morck'un, rafa kaldırılmış dosyalar ve hevesli ama beceriksiz bir ekiple yeniden oyuna girmesi, dizinin kara mizah damarını güçlendiriyor. Evde onu bekleyen sinir bozucu ev arkadaşı ve öfkeli ergen oğluyla birlikte, karakterin yalnızlığı ve tükenmişliği yavaş yavaş ete kemiğe bürünüyor.
The Queen's Gambit'le tanınan Scott Frank'in imzasını taşıyan senaryo tempolu ama aceleci değil; gerilimi yükseltirken duyguyu asla arka plana atmıyor. Özellikle Morck'la felçli ortağı arasındaki sessiz, yarım kalmış cümlelerle dolu sahneler dizinin kalbini oluşturuyor. Çözülen dava karakterlerin biraz gölgesinde kalsa da Dept. Q'yu güçlü kılan aslında tam olarak bu: Uzun soluklu bir dizi olacağının sinyallerini veren karakter merkezli bir suç hikayesi oluşu. İkinci sezonu iple çekmemek elde değil.
IMDb: 8,2
Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor
Mussolini: Yüzyılın Oğlu (Mussolini: Son of the Century)
Faşizmin yükselişi rahat izlenen bir hikaye değil ve Mussolini: Yüzyılın Oğlu bu rahatsızlığı bilinçli olarak seyircinin üzerine bırakıyor. Joe Wright'ın Antonio Scurati'nin romanından uyarladığı dizi, I. Dünya Savaşı sonrası İtalya'da Benito Mussolini'nin bir gazeteciden otokrata dönüşümünü karanlık, neredeyse boğucu bir estetikle takip ediyor.
Işık-gölge oyunları, kırılan dördüncü duvar ve Tom Rowlands imzalı sert müzikler, anlatıyı klasik bir biyografiden ziyade bir politik kabusa dönüştürüyor. Luca Marinelli, Mussolini'yi cazibeyle şiddeti aynı bedende taşıyan bir figür olarak canlandırırken, ekranda neredeyse rahatsız edici bir güç kuruyor.
Fotoğraf: MUBI
Dizinin asıl başarısı, faşizmi karmaşık bir ideoloji gibi sunmak yerine, ilkesiz bir güç biriktirme pratiği olarak çıplak biçimde göstermesinde yatıyor. Bu yönüyle hikaye yalnızca geçmişe değil, bugünün politik diline de rahatsız edici bir ayna tutuyor.
Gösterişli anlatımı, operayla erken dönem sinema estetiğini harmanlayan rejisi ve alaycı mizahı sayesinde dizi didaktik olmaktan bilinçle kaçıyor. Mussolini: Yüzyılın Oğlu, tarih tekerrür etmese de yöntemlerin ürkütücü biçimde tanıdık kaldığını hatırlatan, yılın en sarsıcı televizyon deneyimlerinden biri.
IMDb: 8,2
Nereden izlenir: MUBI
Task
Brad Ingelsby, Mare of Easttown'la yarattığı evreni bu kez daha sessiz, daha incelikli ama bir o kadar da sarsıcı bir yere taşıyor. Pennsylvania'nın gri arka planında geçen Task, ilk bakışta tanıdık bir suç hikayesi gibi görünse de kısa sürede ritmi ve duygusal dokusuyla farkını hissettiriyor.
Mark Ruffalo'nun canlandırdığı, yasın ve tükenmişliğin içinde sürüklenen FBI ajanıyla Tom Pelphrey'nin oynadığı, hayatını ailesi için "yanlış" yollardan düzeltmeye çalışan çöpçü-soyguncu, kaçınılmaz bir çarpışmaya doğru ilerliyor. Pelphrey'nin performansı dizinin gizli silahı: Hem kırılgan hem tehditkar. Empati kurulabilen ama bir o kadar tehlikeli. Ruffalo ise azla çok anlatan performansıyla, izleyiciyi yoran bir "trajedi nesnesi"ne dönüşmeden, oynadığı karaktere katman kazandırıyor.
Fotoğraf: HBO
Task, büyük çatışmalar kadar sessizliklerle, yarım kalan cümlelerle ve bakışlarla da ilerliyor. Ve tam her şeyi çözdüğünüzü sandığınız anda yön değiştirerek, karanlığın içinden beklenmedik bir umut kırıntısı çıkarıyor. Özetle Task, bittikten sonra bile izleyicinin zihninde dolaşmayı sürdürüyor.
IMDb: 8,0
Nereden izlenir: HBO Max
It: Welcome to Derry
It: Welcome to Derry, yalnızca Pennywise'ın kökenine değil, korkunun bir kasaba ölçeğinde nasıl örgütlendiğine bakan, rahatsız edici derecede etkili bir başlangıç hikayesi. 1962'de Maine'in Derry kasabasında geçen dizi, bir çocuğun gizemli kayboluşuyla açılıyor ve kısa sürede olayın tekinsizliği okul sıralarındaki bir grup çocuğun etrafında yoğunlaşıyor.
Bill Skarsgård, 2017 ve 2019 tarihli filmlerden tanıdığımız Pennywise'ı bu kez daha sinsi ve derine işleyen bir tehdit olarak yeniden inşa ediyor. Ancak dizi, yüzeyde bir korku anlatısı gibi görünse de Soğuk Savaş paranoyasını, ırkçılığı, istismarı ve kuşaktan kuşağa aktarılan travmaları hikayenin omurgasına yerleştiriyor.
Fotoğraf: HBO
Andy Muschietti'nin yaratıcı dünyasından beslenen anlatı, kanlı anlardan çok gündelik hayatın içindeki kötülüğü büyüterek gerilim kurmayı tercih ediyor. Bu tercih, Welcome to Derry'yi sıradan bir öncül olmaktan çıkarıp duygusal açıdan da ağır ve rahatsız edici bir seyir deneyimine dönüştürüyor.
Dizi kusursuz değil; bazı karakterler daha derinleştirilebilirdi, bazı anlarsa fazla tanıdık hissettiriyor. Ama finalde geriye kalan duygu net: It: Welcome to Derry, asıl korkunun palyaçodan değil, insanların birbirine yapabildiklerinden doğduğunu hatırlatıyor.
IMDb: 7,9
Nereden izlenir: HBO Max
Paradise
Paradise, bir başkan suikastını merkezine alsa da asıl gücü, izleyicinin ayağının altındaki zemini sürekli kaydıran dünyasında saklı. This Is Us'la duygusal anlatının ustası olduğunu kanıtlayan Dan Fogelman, bu kez zamanı, hafızayı ve sırları bükerek çok daha karanlık bir politik gerilim kuruyor.
Sterling K. Brown'ın canlandırdığı Gizli Servis ajanı Xavier Collins, suikastın ardından kendini yalnızca bir komplonun değil, tanıdık görünen ama giderek yabancılaşan bir düzenin ortasında buluyor. James Marsden'ın hayat verdiği karizmatik başkan Cal Bradford ise geri dönüşlerle derinleşen, ekrandan silinse bile hikayenin ruhunu belirleyen bir figüre dönüşüyor.
Fotoğraf: FX / Hulu
Dizi, Beyaz Saray'da işlenen bir cinayeti anlatmakla yetinmeyip, "normal" sandığımız dünyanın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor. Fogelman'ın alametifarikası olan duygusal kırılmalar, şoke edici ters köşelerle birleşince Paradise, temposunu hiç düşürmeden ilerliyor. Özellikle 7. bölüm, hem oyunculuklar hem de anlatının açtığı karanlık ihtimaller açısından dizinin kalbini oluşturuyor.
Finale gelindiğinde ise her şey netleşiyor: Paradise, yalnızca politik bir gerilim değil, bugüne fazlasıyla benzeyen bir geleceğe açılan rahatsız edici bir kapı.
IMDb: 7,9
Nereden izlenir: Disney+
Dying for Sex
Ölüme dair bir diziyi izlemek kadar önermek de cesaret istiyor, farkındayız. Ama inanın Dying for Sex, sizi pişman etmeyecek.
Ölümle yüzleştiği anda, hayatı ve bedeniyle ilişkisinin eksik kalan yanlarını tamamlamaya karar veren bir kadının hikayesi, dizinin çıkış noktasını oluşturuyor. Gerçek bir podcast'ten uyarlanan yapım, atlattığını sandığı 4. evre kanserin geri döndüğünü öğrenen Molly'nin, sevgisiz evliliğini geride bırakıp bedeniyle ve arzularıyla yeniden tanışma kararını merkezine alıyor.
Fotoğraf: FX / Hulu
Michelle Williams, hayranlık uyandıran kariyerinde özel bir yere oturan bu performansıyla, Molly'yi kırılgan, komik, öfkeli ve capcanlı kılıyor. Karşısında Jenny Slate, dostluk kavramını romantize etmeden ama derin bir sevgiyle oynayarak dizinin duygusal omurgasını kuruyor.
Cinsellik burada bir provokasyon değil; ölüm gerçeğiyle yüzleşirken hayatı sonuna kadar hissetme arzusunun doğal bir uzantısı. Liz Meriwether ve Kim Rosenstock'un yazımı, ilham verici nutuklara ya da gözyaşı sömürüsüne hiç sapmadan, acı ve mizahı aynı potada eritmeyi başarıyor. Rob Delaney'nin sessiz ve yürek burkan performansı, dizinin duygusal derinliğini daha da artırıyor.
Dying for Sex, ölümle ilgili olmasına rağmen hayata dair son derece iştah açıcı bir dizi. Bu da onu izlemek için kesinlikle güçlü bir sebep.
IMDb: 7,6
Nereden izlenir: Disney+
The Chair Company
The Chair Company, ilk bakışta önemsiz görünen bir kazanın giderek tekinsizleşen bir hikayeye dönüşmesiyle açılıyor.
Başrolde komedyen Tim Robinson, gündelik hayatın küçük çatlaklarından sızan takıntı ve kırılganlık hallerini kara mizahla görünür kılmaya devam ediyor.
Dizinin merkezinde, Ohio'da yeni bir alışveriş merkezi projesi üzerinde çalışan Ron Trosper var; sahnede oturduğu sandalyenin kırılmasıyla yaşadığı utanç, onun için telafisi olmayan bir kırılma anına dönüşüyor. Çoğu insanın birkaç saniyede unutacağı bu olay, Robinson evreninde paranoya, öfke ve takıntıyla örülü absürt bir yolculuğun kapısını aralıyor.
Fotoğraf: HBO
Robinson, her an patlamaya hazır bu karakteri yavaş yavaş çözülen bir ruh haliyle derinleştiriyor. Zach Kanin'le birlikte kurduğu anlatı, diziyi yalnızca bir ofis komedisi olmaktan çıkarıp, modern çalışma hayatının insanı nasıl içten içe kemirdiğine dair tuhaf ama tanıdık bir tabloya dönüştürüyor.
Soğuk ofis mekanları, anlamsız nezaket kalıpları ve tekrar eden detaylar, Ron'un akıl sağlığındaki çatlakları giderek daha görünür kılıyor. Ve dizi sona erdiğinde, ardında bir sandalyeye aynı gözle bakamayacak izleyiciler ve rahatsız edici olduğu kadar unutulmaz bir deneyim bırakıyor.
IMDb: 7,5
Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor
The Lowdown
2025'in en keyifli sürprizlerinden The Lowdown, Sterlin Harjo'nun Reservation Dogs sonrası kariyerinde attığı en cesur adımlardan biri. Tulsa sokaklarında geçen bu neo-noir, Ethan Hawke'un canlandırdığı ve kendini "gerçek avcısı" ilan eden Lee Raybon'u merkeze alıyor. Dizi, Raybon'u nüfuzlu bir ailenin kara koyununun şüpheli intiharını araştırırken izliyor. Raybon, klasik sert dedektiflerden çok, Büyük Lebowski'yi bile deneyimli gösteren, savrula savrula ilerleyen bir anti-kahraman portresi çiziyor. Bu tercih, dizinin tonunu aynı anda hem komik hem de tedirgin edici kılıyor.
Fotoğraf: FX / Hulu
Harjo, tıpkı önceki işinde olduğu gibi Oklahoma'yı yalnızca bir mekan değil, Amerika'nın kibir, baskı ve ihtimallerle dolu tarihinin canlı bir özeti olarak kullanıyor. Irk, sınıf, toprak ve geçmişle hesaplaşma, tek bir dosyanın ucundan çekildikçe şehrin gizlenmiş çatlaklarını görünür kılıyor.
Ethan Hawke başta olmak üzere Keith David, Jeanne Tripplehorn ve Kyle MacLachlan'ın katkıları, diziyi karakterler açısından son derece zengin kılıyor. The Lowdown, sıkı bir polisiye olmaktan çok, atmosferi, anları ve yan hikayeleriyle yaşayan bir dünya kuruyor. Finaliyle ise izleyiciyi hem sersemleten hem de hikayenin en başından itibaren örülen tüm ipuçlarını yeniden gözden geçirmeye zorlayan dizilerden biri olmayı başarıyor.
IMDb: 7,3
Nereden izlenir: Disney+
A Thousand Blows
A Thousand Blows, izleyiciyi daha ilk bölümden gerilimi yüksek, tavizsiz bir evrene sokan, sert ama son derece canlı bir dönem dizisi. Steven Knight, Peaky Blinders'tan tanıdığımız karanlık dokuyu bu kez 1880'lerin Doğu Londra'sına taşıyor ve Viktorya dönemi İngilteresi'ni romantize etmeden, tüm acımasızlığıyla resmediyor.
Jamaika'dan Londra'ya büyük umutlarla gelen Hezekiah ve Alec'in hikayesi, kısa sürede sistematik ırkçılık, sınıf nefreti ve hayatta kalma mücadelesine dönüşüyor. Hezekiah'nın boks ringinde bulduğu geçici güç, onu sokakların gerçek hakimi olan suç dünyasının da hedefi haline getiriyor.
Fotoğraf: Disney+ / Hulu
Erin Doherty'nin canlandırdığı Mary Carr, dizinin erkek egemen şiddet evrenine beklenmedik bir tehdit ve çekim merkezi ekliyor. Ancak her sahneyi gölgede bırakan isim, hiç kuşkusuz Sugar Goodson rolündeki Stephen Graham; kısa süreli varlığı bile dizinin tansiyonunu yukarı çekmeye yetiyor.
Kısacası A Thousand Blows, yalnızca yumrukların değil, sadakatin, intikamın ve hayatta kalma içgüdüsünün de çarpıştığı bir hikaye anlatıyor. Yılın en sert dizilerinden biri olmasının ötesinde, izleyiciyi ringin ortasına çekip, kaçacak yer bırakmayan bir deneyim.
IMDb: 7,3
Nereden izlenir: Disney+
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة