Milli Savunma Bakanlığı'ndan Türk gemisinin hukuk dışı aranmasıyla ilgili açıklama!

Fotoğraf (İHA)
Fotoğraf (İHA)
TT

Milli Savunma Bakanlığı'ndan Türk gemisinin hukuk dışı aranmasıyla ilgili açıklama!

Fotoğraf (İHA)
Fotoğraf (İHA)

Milli Savunma Bakanlığı (MSB), “Bayrak devleti ve kaptanın rızası olmamasına rağmen, Alman fırkateyninin silahlı ve teçhizatlı arama timi, helikopterle cebren gemiye çıkmıştır" açıklamasını yaptı.
Milli Savunma Bakanlığı, Irını/Roseline-A Gemisi'nin hukuka aykırı şekilde aranmasıyla ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, Türk bayraklı Roseline-A isimli ticari geminin 22 Kasım 2020 tarihinde açık denizde durdurularak aranması olayının ayrıntılı bir şekilde incelendiği ifade edildi. Açıklamada, “2292 nolu BM Güvenlik Konseyi kararında Libya Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare ve izin zorunlu kılınmış olmasına rağmen, IRINI Harekatı; Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare edilmeden ve izinsiz olarak AB tarafından 2020 yılında Akdeniz'de başlatılmıştır. Harekatın merkezi Roma/Italya'dadır. Halihazırda, harekat merkezinin Komutanı İtalyan, yardımcısı Fransız olup, denizdeki unsurların komutanı ise Yunanlıdır. Denizdeki harekat unsurları Yunan, İtalyan, Alman firkateynlerinden oluşmaktadır. ROSELİNE-A isimli ticari gemimiz, 22 Kasım 2020 tarihinde, açık denizde saat 1230'da telsizden IRINI Harekatı unsurlarından olan Alman HAMBURG Fırkateyni tarafından sorgulanmıştır. Bilahare, IRINI Harekat Merkezi tarafından gemide arama yapmak için izin istenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından gemide arama izni verilmediği saat 17:44'de IRINI Harekat Merkezine bildirilmiştir. Bayrak devleti ve gemi kaptanının rızası olmamasına rağmen, Alman fırkateyninin silahlı ve teçhizatlı arama timi, helikopter ile saat 1800'de cebren gemiye çıkmıştır. Arama timi tarafından gemide detaylı arama gerçekleştirilmiş, 23 Kasım sabahı saat 09. 30'da arama timi helikopter ile gemiden ayrılmıştır. Yaklaşık 16 saat süren arama faaliyeti esnasında, ROSELİNE-A gemisinin mürettebatı bir yere toplanmış, personele suçlu muamelesi yapılmıştır. Arama, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin izin vermediğini ısrarla ileterek durumu protesto etmesi ve yapılan aramalarda herhangi bir şüpheli duruma rastlanmaması (geminin yükü un, yağ, bisküvi, et kozmetik, sağlık v.b. tüketim malzemeleri ve inşaat malzemeleridir) nedeniyle sonlandırılmıştır” ifadelerine yer verildi.

“Gerçekler örtbas edilmeye ve çarpıtılmaya çalışıldı”
Uluslararası hukuka aykırı olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin rızası olmadan, korsanvari bir şekilde gemiye çıkılması ve gemi mürettebatına suçlu muamelesi yapılması tamamen hukuka ve teamüllere aykırı olduğu vurgulandı. İlaveten, bu tarz gayri hukuki bir uygulamanın müttefik bir donanma tarafından yapılması ise ayrıca düşündürücü olduğunu, yapılan bu yanlış uygulamada denizdeki gemilere komuta eden operasyon komutanının, yanlı ve duygusal davrandığı açık, bu konudaki her türlü hakkımız mahfuz olduğunun altı çizildi.
Ayrıca açıklamada, bu tür kabadayılıkların, başka uygulamalara örnek olacağı unutulmaması gerektiğini, geçtiğimiz Haziran ayındaki Courbet hadisesinde olduğu gibi, bu olayı müteakip yapılan açıklamalarının da tam gerçeği yansıtmadığı ifade edildi. Açıklamada gerçeklerin örtbas edilmeye ve çarpıtılmaya çalışıldığı aktarıldı.

“Türkiye, Libya'daki krizin askeri yöntemlerle değil, siyasi diyalog yoluyla çözülebileceğini başından beri savunmaktadır”
Türkiye'nin Libya'daki krizin askeri yöntemlerle değil, siyasi diyalog yoluyla çözülebileceğini belirtilen açıklamada, “IRINI Harekâtı bugüne kadarki sonuçları itibariyle açık denizlerin serbestisi ilkesini ihlal eden ve Hafter Güçlerine verilmekte olan desteği görmezden gelen, meşruiyeti tartışmalı bir faaliyettir. Türkiye, Libya'daki krizin askeri yöntemlerle değil, siyasi diyalog yoluyla çözülebileceğini başından beri savunmaktadır. Türkiye, BM tarafından tanınan meşru Milli Mutabakat Hükümetinin daveti üzerine sağladığı eğitim, yardım ve danışmanlık desteği ile ülkenin daha fazla çatışmaya sürüklenmesini engelleyerek, Birleşmiş Milletler öncülüğündeki siyasi sürecin önünü açmıştır. Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Libyalı kardeşlerinin yanında olmaya devam edecektir. Sonuç olarak; bölgedeki huzur ve istikrarın muhafazası ve bu tarz olayların bir daha yaşanmaması ile gerekli işbirliği ve koordinasyonun arttırılması için çalışmaya hazır olduğumuzu hatırlatırız. Başta müttefiklerimiz olmak üzere tüm tarafların uluslararası hukuka, deniz hukukuna ve teamüllere uygun davranmasını bekliyoruz” denildi.



Erdoğan bir kez daha 'Kürt sorununu' nihai olarak çözmeye çalışıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)
TT

Erdoğan bir kez daha 'Kürt sorununu' nihai olarak çözmeye çalışıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)

Ömer Önhon

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli 1 Ekim 2024 tarihinde Kürt yanlısı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) eş başkanlarıyla tokalaşması anlık bir olaydan ziyade halen tartışılmakta olan yeni bir sürecin başlangıcıydı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) yeni yasama yılının ilk gününde, MHP'nin 77 yaşındaki lideri Bahçeli'nin girişimiyle gerçekleşen bu tokalaşma, Türkiye'nin terör örgütü olarak sınıflandırılan PKK başta olmak üzere Kürt gruplarla yüzyıllardır süren mücadelesinde sembolik bir andı. Bahçeli'nin bu girişimi, kronik ve çetrefilli ‘Kürt sorununu’ ele almaya yönelik daha geniş kapsamlı bir girişimin işareti gibi görünüyordu. Olası bir 'uzlaşı süreci' olarak bu çabalar son derece hassas siyasi ve sosyal dinamiklere temas ediyor.

Bahçeli'nin önerisi

Bahçeli, bu önemli siyasi hamleden üç hafta sonra PKK'nın hapisteki kurucusu Abdullah Öcalan'a çağrıda bulunarak, serbest bırakılması karşılığında örgütün feshedildiğini TBMM’den ilan etmesini istedi. Bahçeli'nin daha önce Öcalan'ın idam edilmesi çağrısında bulunduğunu hatırlayacak olursak, bunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Öcalan 1999 yılında Kenya’nın Nairobi'de düzenlenen bir operasyonda Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ajanları tarafından yakalandı ve şu an Marmara Denizi'ndeki İmralı Adası'nda tek kişilik bir hücrede çarptırıldığı ömür boyu hapis cezasını çekiyor. Bahçeli, Öcalan'ın bu başvuruyu yapması halinde, tutukluluğunun şekli ve süresinin gözden geçirilmesi için yasal bir düzenleme yapılabileceğini, ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda birçok şüphe ve endişe olduğunu belirtti.

İronik bir şekilde, aşırı sağcı Ülkü Ocakları’nın meclis çatısı altında doğrudan temsil eden MHP’nin lideri olan Bahçeli, 2016 yılına kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın en katı muhaliflerinden biriyken ve hatta onu ülkeye ve Türk milletine ihanet etmekle suçlarken, şimdi Erdoğan'ın en sadık müttefiki ve ortağı haline geldi.

Birkaç gün süren sessizliğin ardından Erdoğan, Bahçeli'nin önerisini desteklediğini açıklayarak bu konuda anlaşmazlığa düştükleri yönündeki spekülasyonlara son verdi. Gerçekten de Bahçeli'nin Erdoğan'ın onayı olmadan PKK'nın feshedilmesi karşılığında Öcalan'ın serbest bırakılmasını önermesi pek olası değil.

Acı bir deneyim

Cumhurbaşkanı Erdoğan da 2012-2015 yılları arasında benzer bir süreç başlatmış, ancak bu süreç onu temkinli davranmaya iten acı bir deneyimle sonuçlanmıştı. Tanınmış gazeteci Mehmet Yılmaz'a göre Cumhurbaşkanı Erdoğan artık arka planda kalmayı tercih ediyor. Çünkü kısmen Öcalan'ın PKK'yı kontrol edebildiğine ve dolayısıyla somut sonuçlar elde edilebileceğine şüpheyle yaklaşıyor. Bu yüzden Erdoğan, temkinli davranıyor ve aktif olarak devreye girmeden önce Öcalan'ın silah bırakma çağrısı yapması ve diğer PKK’lı liderleri taahhütlerini yerine getirmeye hazır olduklarının sinyalini vermesi gibi somut gelişmeleri bekleyip siyasi sermayesini riske atmaktan kaçınıyor.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) yasal aracı rolünü oynaması, Bahçeli'nin meşhur tokalaşmasını açıklıyor. DEM Parti’nin TBMM’de 57 sandalyesinin olması, onu TBMM’deki en büyük üçüncü siyasi parti yapıyor. DEM Parti, bir yandan Bahçeli ile (ve dolayısıyla hükümetle), diğer yandan da PKK ve onun Suriye’deki uzantılarıyla iletişim kurabiliyor.

Nitekim, hükümetin de onayıyla, DEM Partili vekiller Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, 28 Aralık'ta İmralı cezaevinde Abdullah Öcalan ile görüştü. Ertesi gün, Öcalan'ın Bahçeli ve Erdoğan tarafından başlatılan yeni modele olumlu katkıda bulunacak güce ve iradeye sahip olduğunu, bu çabaların demokratik bir dönüşüm getirebileceğini vurguladığı ve Türkiye'deki tüm siyasi partileri olumlu katkıda bulunmaya çağırdığı aktarıldı. DEM Parti heyetinin içinde bulunduğumuz ocak ayı içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’la tekrar bir araya gelmesi bekleniyor.

İhtiyatlı ilerleme

Türk halkı, PKK terörüne ve Kürt ayrılıkçılığına karşı aşırı duyarlı olmaya devam etse de Devlet Bahçeli tarafından başlatılan operasyona karşı bir muhalefet dalgası oluşmadı. Öyle ki en muhafazakârlar bile barış ihtimaline bir şans vermek istiyor gibi görünüyor.

Bunlar arasında ana muhalefet lideri Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) üst düzey isimleri de yer alıyor. CHP’li liderler, sürece itiraz etmeyeceklerini belirtirken diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi gündemine hizmet eden herhangi bir planı desteklemeyeceklerini de açıkça ifade ettiler. TBMM’nin sürece öncülük etmesi ve sürecin merkezi haline gelmesi gerektiğini vurguladılar.

Normalde böyle bir girişime doğal muhalefetin MHP'den gelmesi beklenirdi. Ancak esasen tüm süreci bu partinin lideri Devlet Bahçeli yönlendiriyor. Dolayısıyla böyle bir itiraz artık geçerli değil.

Türk halkı PKK terörüne ve Kürt ayrılıkçılığına karşı aşırı duyarlı olmaya devam ediyor.

Bu yeni gidişat, on yıl önce Türk güvenlik teşkilatlarının Abdullah Öcalan ile gizli görüşmeler yürüttüğü benzer bir süreci anımsatıyor. Görüşmeler ilerledikçe Erdoğan görüşmeleri alenen tanıdı ve Kürt milletvekillerinin Öcalan'ı İmralı Adası’nda ziyaret etmelerine izin verdi. Bunu kısa süre sonra Öcalan'ın yaptığı çatışmaların durdurulması çağrısı izledi. Bu çağrı, tutuklu PKK üyelerinin serbest bırakılmasına, Türkiye'nin PKK'ya yönelik askeri operasyonlarının durdurulmasına ve Kürtçenin kullanılmasına izin verilmesi gibi girişimlere yol açtı.

Ancak Kürt meselesinin ele alınması için başta Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) olmak üzere PKK'nın Suriye’deki uzantılarıyla da görüşmeler yapılması gerekiyor. Türk yetkililer ile eski PYD lideri Salih Müslim başta olmak üzere Suriyeli Kürt grupların temsilcileri, 2012-2015 yılları arasında görüşmeler gerçekleştirdi.

xascdfgtrh
Abdullah Öcalan mahkemeye çıkarıldığında, 1991 (AP)

Her ne kadar Türkiye daha sonra iki taraf arasında sahada herhangi bir iş birliği olduğunu reddetse de YPG, DEAŞ’ın türbeyi tahrip etme tehdidine karşı Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu I. Osman'ın dedesi Süleyman Şah'ın türbesini Suriye'nin İşme bölgesinden Türkiye sınırına yakın bir yere taşınmasında Türk ordusuyla birlikte çalıştığını öne sürüyor. Bu iş birliğinin potansiyelinin farkına varan Öcalan, daha sonra bundan ‘İşme Ruhu’ olarak bahsetti.

Değişen dinamikler

Türkiye’de on yıl önce çok farklı bir siyasi tablo hakimdi. 2014 yılındaki cumhurbaşkanlığı ve 2015 yılındaki genel seçimler için Erdoğan'ın oya ihtiyacı vardı. Kürtleri silah bırakmaya ve siyasi sürece katılmaya teşvik ederek onların desteğini kazanmak istediği oyu kazanma hedefine ulaşmanın anahtarıydı. 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı Selahattin Demirtaş yüzde 10'un biraz altında oy alarak üçüncü oldu. HDP 2015 yılında yüzde 13'ün biraz üzerinde oy alarak dördüncü parti oldu ve TBMM’deki 550 sandalyeden 80'ini kazandı. Bu sonuç HDP’yi Bahçeli’nin lideri olduğu MHP ile aynı düzeye çıkardı. Demirtaş, etkisi katlanarak arttığı için uluslararası basın tarafından ‘Kürtlerin Obama'sı’ olarak adlandırıldı.

Ancak Temmuz 2015'te PKK ile barış görüşmeleri çöktü. Demirtaş, Erdoğan ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) oy kazanmak için askeri operasyonları yeniden başlatmakla suçladı. Erdoğan bu eleştiriyi haddini aşmak olarak değerlendirdi. Demirtaş, 2016 yılında ‘şiddete teşvik’ suçlamasıyla tutuklandı ve o zamandan beri cezaevinde.

Asıl soru, Suriye'deki yeni yönetim ve YPG'nin geleceği sorusu olmaya devam ediyor.

2015 yılındaki genel seçimler, Türkiye'nin siyasi manzarasını dramatik bir şekilde yeniden şekillendirdi. Kürt seçmenler desteklerini HDP'ye kaydırarak HDP'yi meclise taşıdı ve AK Parti'nin 2002 yılından bu yana ilk kez meclis çoğunluğunu kaybetmesine neden oldu.

Koalisyon hükümeti kurma girişimleri başarısız oldu ve yeniden seçimlere gidilmesi gerekti. Ancak yeniden seçimlere gidilme sürecinde geçen altı ay boyunca hem PKK hem de DEAŞ tarafından terör saldırıları gerçekleşti. Bu kaos ortamı, seçmenlerin TBMM’de çoğunluğu yeniden ele geçiren AK Parti'yi yeniden desteklemesine neden oldu. Siyasi mülahazalar, bu kez Bahçeli'nin liderlik ettiği mevcut sürecin temel taşı olmaya devam ediyor.

Popülerliği artırma

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın popülaritesi son zamanlardaki ekonomik krizlerin ve seçimlerde AK Parti'yi geride bırakan CHP'nin başarılarının ağırlığı altında geriledi. Ancak Erdoğan'ın Türkiye sayesinde olduğunu iddia ettiği Suriye'deki Esed rejiminin çöküşü, anketlerdeki konumunu yeniden güçlendirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yakaladığı bu ivmeyi koruması için yeni siyasi zaferlere ihtiyacı var. Bu yüzden başta PKK olmak üzere Kürt milislerin silah bıraktığı bir uzlaşı sürecinin başlamasını istiyor ki ekonomik krize odaklanılabilsin.

Öte yandan asıl soru, Suriye'deki yeni yönetim ve YPG'nin geleceği sorusu olmaya devam ediyor. Yeni bir anayasanın hazırlanması ve Suriye'nin kuzeydoğusunda yarı özerk bir Kürt özerk yönetiminin kurulması ihtimalinin hem Türkiye hem de uzlaşı süreci açısından önemli sonuçları olacak.

Ankara, YPG meselesinin iç uzlaşı çabalarından tamamen ayrı olduğunu öne sürmeye çalışsa da Suriye’deki Türkiye destekli gruplar Münbiç ve Tişrin Barajı çevresinde YPG'ye karşı askeri operasyona devam ettiği için gerçekler iki dosya arasında yakın bir bağ olduğunu ortaya koyuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yıllar süren çatışmalardan sonra Şam'daki nüfuzu, Bahçeli'nin güvenilirliği, Öcalan'ın istekliliği ve Türk halkının kabulü gibi faktörlerin bir araya gelmesinin ‘Kürt sorununu’ nihai olarak sona erdirmek için bulunacak ender bir fırsat sunacağını umuyor. Tüm bu faktörlerin bunu gerçekleştirmek için bir araya gelip gelmeyeceğini ise zaman gösterecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.