İşkence ve katliam tanığı Suriyeliler her şeye rağmen umutla yaşıyor

Ömer eş-Şağari ve gözaltından salıverildikten sonra çekilmiş bir fotoğrafı (AFP)
Ömer eş-Şağari ve gözaltından salıverildikten sonra çekilmiş bir fotoğrafı (AFP)
TT

İşkence ve katliam tanığı Suriyeliler her şeye rağmen umutla yaşıyor

Ömer eş-Şağari ve gözaltından salıverildikten sonra çekilmiş bir fotoğrafı (AFP)
Ömer eş-Şağari ve gözaltından salıverildikten sonra çekilmiş bir fotoğrafı (AFP)

Mart 2011’de binlerce Suriyeli genç, Devlet Başkanı Beşşar Esed’in kaderinin  Mısır’daki Hüsni Mübarek ve Tunus’taki Zeynel Abidin bin Ali’nin kaderlerine benzer olmasını umarak, 1970 yılından bu yana ülkeyi askeri sıkıyönetimle yöneten Esed ailesi rejimini devirmek için sokaklara akın etti. Ancak rejimin baskısı, beklediklerinden çok daha fazlaydı. Bazıları rejime karşı haykırışlarının bedelini hayatlarıyla ödedi. Bazıları özgürlüklerini yitirirken, birçoğu ise kurtuluşu sığınma yolunda buldu. Bu çerçevede Avrupa’da mülteci olarak kalan dört Suriyeli aktivistin hikayelerini derledik.
Ömer eş-Şağari, İsveç’in başkenti Stokholm’deki yatağının yanına, Suriye’nin tanınmış güvenlik kollarından biri olan Şube 215’te tutuklu bulunduğu sıralarda işkence gördüğü iki gardiyanın fotoğraflarını koyuyor. Şarku’l Avsat’ın Fransız Haber Ajansı’ndan (AFP) aktardığı habere göre bunun nedeni, her sabah gördüğü ilk şeyin bu iki fotoğraf olmasını istemesi. Kendi kendisine şu cümleleri tekrarlıyor: “Beni yıkamadılar, hala hayattayım!” Güvenlik güçleri, onu kıyı kenti Banyas yakınlarındaki köyünde ‘tüm erkeklerle birlikte’ tutukladığında sadece 15 yaşındaydı. Sadece iki gün sonra serbest bırakılmasına rağmen bu iki gün, rejim hapishanelerinde olup bitenlere dair gerçeği görmesi için yeterliydi. Sorgu memurları, tırnaklarını söküp bacağını kırdıktan sonra serbest bırakıldı.
Bugün 25 yaşında olan Şağara, bir telefon uygulaması aracılığıyla video üzerinden verdiği röportajda, “O gün özgürlüğün ne anlama geldiğini anladım. O günden bu yana bunu yapmaya başladım” dedi.
Ömer eş-Şağara 18 ay içerisinde 6 kez gözaltına alındı. 2012 yılında rejim güçleri, köyüne saldırı düzenledi, emekli olan babasını ve iki kardeşini katletti. En son tutuklandığında 10 cezaevi ve karakol arasında nakledilip durdu. “Suriye hapishanelerini, Suriye’nin kendisinden daha fazla gördüm” diyen Ömer, 2015 yılında serbest bırakıldı, Yalnızca 34 kiloydu. Annesi, onu ve erkek kardeşini (o sırada 11 yaşındaydı) Türkiye’ye kaçırmaktan başka bir seçenek bulamadı. Daha sonra iki kardeş, küçük bir tekneyle Yunanistan’a ve oradan da birkaç Avrupa ülkesi üzerinden sığınma hakkı elde edebildikleri İsveç’e kaçtılar. Anneleri, 3 yıl sonra onlara katıldı. Ömer, hayatının yolunu belirlemeye kararlıydı. Akıcı şekilde konuşana kadar İngilizce ve İsveççe öğrendi. Twitter’daki etkili aktivistlerden biri oldu. Deneyimlerini YouTube ve Twitter aracılığıyla açıklama ve videolarla aktarmaktan çekinmiyor.
Ömer, bugün Suriye Acil Görev Gücü’nde çalışıyor. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi nezdinde Suriye hapishanelerinde işkence gördüğüne dair ifade verdi. Deneyimlerine ilişkin çeşitli konuşmalar yaptı ve en karanlık vakitlerden bile anlam çıkartarak acıların üstesinden gelme mesajıyla, izleyicilerine ilham veren tanınmış bir konuşmacı oldu. Geçen Ekim ayında işletme bölümünde okumak üzere Washington’daki Georgetown Üniversitesi’ne kabul edildi. “Evinizi, babanızı, kardeşlerinizi, okulunuzu, köyünüzü, dağlarınızı ve hatta anılarınızı kaybetmek kolay değil. Ama zamanda geri dönme şansım olursa, bunu tekrar yaparım. Çünkü devrim, Suriye’de yaptığımız ilk doğru şey” ifadelerini kullanıyor.
36 yaşındaki Nevin el-Musa, 2015 yılından beri kendisi ve küçük ailesi için yeni bir hayat kurduğu Berlin’de yaşıyor. AFP’ye yaptığı açıklamada “Özellikle de hamilelik sırasında ağrı çektiğim ve uyuyamadığım zamanlarda zor dönemler geçirdik. Suriye’de doktorlara ulaşamayan insanlar ve her an zarar gören tutuklular için ağlıyordum” ifadelerini kullandı. Nevin, Hama vilayetindeki Tayyibe el-İmam köyünde gösterilere katıldığında, sonunda Avrupa’da mülteci olarak yaşayacağını hayal etmemişti. Barışçıl bir aktivist olan kardeşi Hamza, 2013 yılında rejimin kontrol noktalarından birinde tutuklandı. “İşkence altında öldüğünü öğrendik” diyen Nevin, Suriye ordusundan ayrıldıktan ve 2014 yılındaki kaçışından sonra ‘Sezar (Caesar)’ adını alan askeri fotoğrafçının yayınladığı binlerce fotoğraf arasında kardeşinin cesedini gördü. Nevin, annesi ve kardeşleriyle birlikte tehlikeli bir yolculuğa çıkarak Türkiye’ye kaçtı. Bu kaçışı, ‘James Bond filmleri’ maceralarına benzetiyor. “Uçaklar üstümüzden uçuyordu, mermiler düşüyordu ve şoför saatte 200 kilometre hızla gidiyordu” diyor.
Nevin, Türkiye’de bir keskin nişancı tarafından kafasından hedef alınan bir mermiden kıl payı kurtulmuş olan kocası Muhammed’i tanıdı. 2015 yılında ailesinin nihayet sığınma hakkı elde edebildiği Almanya’dan, tedavi görmek için vize aldı. Kabusları, Nevin’i bırakmıyor. Ancak 4 ve 6 yaşlarındaki iki kızı yeni hayatlarına alışmaya çalışıyor. “İçsel olarak çökmüş bir insanım, ama tuhaf bir ilahi güce tutunuyorum” diyen Nevin, yıllar sonra akıcı şekilde İngilizce ve Almanca öğrendi. Özel ihtiyaçlara sahip mültecilere destek ve yardım sağlayan bir organizasyonda çalışıyor. “Umut var. Bizi hayatta tutan şey de bu. Bu rejimin, hak ettiği karşılığı almasını umuyorum. Hakları ve görevleri olan demokratik bir devlet ve sivil bir yönetim istiyorum” diyor.
Şam yakınlarındaki muhalif gurupların kalesi olan Guta’dan Tuhami Derviş, Ağustos 2013’te tahminlere göre bin 400 kişinin hayatını kaybettiği kimyasal saldırıdan sağ kurtuldu.
2018’de sıkı bir kuşatma ve büyük bir askeri saldırının ardından rejim güçleri, Rus hava desteğiyle Suriye muhalefetine ölümcül bir darbe vurarak, Doğu Guta’nın kontrolünü ele geçirmeyi başardı. Tuhami, “Bombardıman o kadar şiddetliydi ki, daha hızlı koşabilmek için kızımın (o sırada iki yaşında) hala karnımda olmasını diledim” diyor. O dönemde hemşire olan Tuhami ve ailesi, rejim güçlerinin kontrolü altında kalmaktansa Doğu Guta’dan ayrılmayı tercih eden binlerce muhalif savaşçı ve sivilin arasına katıldı. Şam ile yapılan bir uzlaşı anlaşması uyarınca, çoğunluğu Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) kontrolü altında bulunan İdlib vilayetine taşındı. İdlib’de kadınları, maruz kaldıkları şiddet hususunda eğitmeye odaklanırken, militan gruplar tarafından ‘ahlaksızlık yayma’ suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. “Suriye’den ayrılmak istemedik, ama rejim ve İdlib’i yöneten fanatikler arasında maalesef bir fark yoktu” diyen Tuhami Derviş, bugün Fransa’nın kuzeyindeki Colmar şehrinde yaşıyor. Oturum izni elde etmeyi beklerken, bir yandan da kocasıyla birlikte dil öğrenmeye çalışıyor. “Cinsiyet açısından bakıldığında, buradaki hayat daha iyi. Suriye’de bizden birinin feminist olması zor” diyor.
Sahil kenti Lazkiye’de güvenlik güçleri, 2013 yılının başlarında Beşşar Ferhat’ı serbest bıraktığında bir devlet hastanesinde pediatri alanında mesleki eğitimine devam etmesi de engellendi. Beşşar, rejime karşı gösterilere katıldığı için tutuklanırken, diğerleri gibi sorgulayıcılar tarafından darp edildi. Ancak bir devlet üniversitesinden diploma almış bir doktor olduğu için payı ‘daha ağırdı’. Nisan 2013’te altı aylık süre boyunca tekrar tutuklu kaldı. 36 yaşındaki Beşşar, doktor olarak çalıştığı Londra’da “Gözaltındayken işkence, darp ve hakaretlere maruz kaldık. Ancak en kötü ve sürekli olan işkence, 90 veya 100 kişi ile 30 metrekarelik bir hücrede olmaktı” diyor. Beşşar Ferhat, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Günlük yaşamın kendisi işkenceydi, nasıl yemek yiyeceksin, nasıl bir şeyler içeceksin ve nasıl uyuyacaksın. Oturacak yer yoktu, gelişi güzel şekilde uyuduk, birimiz uyudu, diğerimiz ayakta bekledi”. Bir doktor olduğu için Şam’daki bir askeri istihbarat merkezinde tutuklu arkadaşları, kendisinden yaralarını tedavi etmesini isterlerdi. Ancak onları tedavi edebilecek herhangi bir şeyi olmadığını söylüyor.
Beşşar, 2013 yılı sonunda serbest bırakıldıktan sonra Lübnan’a sığındı. Burada Birleşmiş Milletler (BM) aracılığıyla yeniden yerleşim talebinde bulundu ve Mart 2015’te İngiltere’ye geldi. Bir iç mimarla evlendiği ve Londra’nın kuzeyindeki bir hastanede çalıştığı İngiltere’de, doktorluk yapmak için gerekli olan sınavı geçmeyi başardı. Kovid-19 salgınının yayılmasıyla, “Tabii ki sevdiklerim için korkuyordum, ama bunun büyük bir kriz olduğunu düşünmedim, belki de Suriye'de daha zor bir şey yaşadığım için” ifadelerini kullandı. İnternet üzerinden Suriyelilere ücretsiz tıbbi danışmanlık hizmeti vermek için bir web sitesi açtı. “Rejim devrildiğinde Suriye’nin geleceğine katkıda bulunmaya hazır olmak için güçlü olmalı, çok çalışmalı ve kendimizi kanıtlamalıyız” diyor.

Suriye savaşı 10. yılında
15 Mart 2011’de Dera'da gözaltına alınan ve işkence gören öğrencilerin naaşlarının dahi ailelerine verilmemesi üzerine, 'Halk rejimin devrilmesini istiyor' sloganıyla başlayan ayaklanmalar iç savaşa, bölgesel ve küresel güçlerin dahil olmasıyla da küresel bir savaşa evrilen Suriye krizi milyonlarca insanın evini kaybetmesine ve ölümüne sebep oldu.
Suriye iç savaşı 10. yılına girdi. 15 Mart 2011'de ülkenin güneyindeki Dera ilinde bir grup öğrencinin okul duvarına, Beşşar Esed'e hitaben, “Ey doktor (Beşşar Esed) şimdi sıra sende” yazmasıyla, Suriye'deki halk ayaklanmasının fitili ateşlendi.
Esed rejiminin kışlalardaki askerlerini ve güvenlik güçlerini harekete geçirerek diğer illere de sıçrayan rejim karşıtı gösterileri güç kullanarak bastırmaya çalışması, barışçıl halk gösterilerinin iç savaşa evrilmesine yol açtı.

Katliamların faili Esed
Kimyasal silah kullanma, halkı açlığa sürükleme, tehcir, ablukaya alma, keyfi tutuklama ve işkence gibi savaş suçlarının sıklıkla işlendiği iç savaş boyunca en az 500 bin kişinin hayatını kaybettiği sanılıyor. Birleşmiş Milletler'e göre iç savaş nedeniyle 6,7 milyon Suriyeli ‘mülteci' konumuna düştü.
Bu kişilerin yaklaşık 3,6 milyonuna Türkiye tek başına ev sahipliği yapıyor.



Libya merkezi yapıyı bırakıp federalizme mi geçiyor?

Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
TT

Libya merkezi yapıyı bırakıp federalizme mi geçiyor?

Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)

Kerime Naci

Libya'nın 1951 ile 1963 yılları arasında uyguladığı federal sistemin geri getirilmesi yönünde çağrılar artmaya başladı. Gözlemciler, bu dönemi Libya tarihinin ekonomik ve siyasi açıdan en iyi dönemi olarak nitelendiriyorlar. Bu sistem, Trablus, Sirenayka (Kirenayka) ve Fizan eyaletlerini birleştiren federal sistemi sona erdiren anayasa değişikliğinin ardından 1963 yılında kaldırılmıştı.

Bu değişiklikle devletin adı ‘Birleşik Libya Krallığı’ndan ‘Libya Krallığı’na dönüştü. Bu durum, Libya Parlamentosu tarafından atanan Libya Başbakanı'nın acil bir şekilde özerkliğe doğru bir adım attığını işaret ediyordu. Buna yanıt olarak Başkanlık Konseyi, Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) ve Devlet Yüksek Konseyi (DYK) tarafından, ülkede ‘en yüksek egemen otoriteyi oluşturan koordinasyon çerçevesi’ olarak hizmet etmek üzere ilan edilen ‘Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin kuruldu.

Tarihi model

Libya’nın güvenlik ve siyasi meseleleri uzmanı Saad ed-Dinali, federal sistemi, bir dizi tarihsel, coğrafi ve sosyal nedenden ötürü Libya için gerçekten uygun olan tek sistem olarak tanımlıyor.

Tarihi önemi ile ilgili olarak, Libya’nın 1951 yılında bir devlet olarak kurulduğunda Berka, Fizan ve Trablusgarp Bölgesi olmak üzere üç bölgeden oluşan bir federal sisteme sahip olduğunu belirten Dinali, bu dönemin ülkenin tarihindeki en iyi dönem olduğunu, bu dönemde siyasi istikrar ve ekonomik gelişme yaşandığını vurguladı.

Bu sistemin kaldırılmasının ardından Libya'nın bir kaos dönemine girdiğini, birçok şeyin değiştiğini ve bazı sorunların ortaya çıktığını ifade eden uzman, bunun da 1969 yılında Muammer Kaddafi'nin Kral İdris Senusi'ye karşı darbe yapmasına zemin hazırladığını belirtti. Dinali, Libya’nın o tarihten bu yana coğrafi ve tarihi gerçekliğine uygun bir denge kurmaya çalıştığını söyledi.

Libya’da 17 Şubat 2011 devriminden sonra, birçok sesin federal sistemi öngören, değiştirilmemiş 1951 anayasası altında ‘anayasal meşruiyete dönüş’ çağrısında bulunduğunu iddia eden Dinali, bu çağrıyı yapanların, federal sistemin Libya'nın birliğini, sürekliliğini ve istikrarını garanti altına alacak can simidi olduğuna inandığını aktardı.

Mevcut çatışmaların ve bölünmelerin, ülkenin kimsenin aşamayacağı coğrafi bir bölünmeye dayandığının açık bir kanıtı olduğuna inanan Libyalı güvenlik ve siyaset uzmanı, doğu, güney ve batıda devam eden çatışmalar, Libya'nın üç bölgeden oluştuğunu açıkça teyit ediyor. Çatışmanın asıl kaynağının bölgeler arasındaki çatışma olduğunun açık olduğunu belirten Dinali, bu krizin ideal çözümünün, üç bölgenin her birine kalkınma ve medeni haklarını garanti eden, kaynaklarını kullanma hakkı veren ve Libya devletinin himayesinde tüm bu hakları garanti eden bir anayasa kapsamında onlara yükümlülükler yükleyen federal sistemin geri getirilmesi olduğunu belirtti.

İki sistemli bir ülke

Libya Başbakanı Usame Hammad’ın Mareşal Halife Hafter'in genel liderliğiyle olan yakın ilişkilerinin ardındaki nedenleri, özellikle de ‘özerklik’ yönündeki adımları anlamak için, Birleşmiş Milletler (BM) kıdemli danışmanı ve Amazing Konferansı Yürütme Komitesi Başkanı İbrahim Grada, aralarında batı ve doğu Libya arasındaki uzun süredir devam eden siyasi ve coğrafi bölünme, ekonomik baskılar, bunların başında gelirlerin idari, kalkınma ve askeri yönetimin gereksinimlerini karşılayamaması ve gelirler üzerinde artan rekabetin olduğu birkaç noktanın dikkate alınması gerektiğini belirtti.

Mareşal Halife Hafter'in siyasi çıkmazı aşmak için halk ve toplum hareketine yönelmesinin, bunu spekülasyondan Libyalı tarafları aşan bir siyasi çözüme dönüştürdüğünü söyleyen Grada’ya göre Hafter’in ülkenin batı bölgesinden sosyal gruplarla arka arkaya yaptığı toplantılar ve görüşmeler bunu yansıtırken Hafter'in söylemleri, değişim için önemli bir siyasi aktör olarak halk hareketlerine başvurma eğilimini gösteriyor.

dfgtyh
UBH, ‘Başkanlıklar Yüksek Konseyi’nin kurulduğunu duyurdu (UBH resmi Facebook hesabı)

Hammad'ın Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, DYK Başkanı Muhammed Tekale ve UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe’den oluşan Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin koordinasyon organı olarak kurulduğunun açıklanmasından hemen sonra ‘özerklik’ konusunda açıklamada bulunduğuna dikkati çeken Grada, konseyin duyurulduğu toplantıya davet edilen Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih'in ise toplantıya katılmadığını belirtti. Bu tepkiler, Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin kurulması, ülkenin doğu bölgesindeki yetkililer tarafından memnuniyetsizlikle karşılandığına işaret etti.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere  göre Grada, Berka bölgesinin tamamını ve Fizan'ın bir kısmını kapsayan ve Libya'nın batısında bağlantıları olan Libya'nın doğusundaki paralel hükümetin Başbakanı Usame Hammad tarafından ‘özerklik’ tehdidinde bulunulmasının, mevcut duruma bir yaklaşım olduğunu belirtti. Bu yaklaşıma göre Libya devleti içinde, Çin-Hong Kong durumunda olduğu gibi iki sistemli tek bir devletin ya da Rusya Federasyonu'nda olduğu gibi çeşitli federal sistemlerin kurulması yahut İtalya Cumhuriyeti içinde özel özerk statüye sahip Sicilya veya Danimarka Krallığı içinde genişletilmiş özerkliğe sahip Grönland gibi bir sistemin kurulması ya da Birleşik Krallık ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) olduğu gibi bir model olabilir.

Bölgesel hesaplar

Öte yandan federal bir sistemin benimsenmesi halinde dış politika ve savunma alanlarının ortak kalacağını, kamu maliyesi, iç güvenlik ve yerel yönetim birimleri arasındaki ilişkilerin niteliği konusunda anlaşmalar yapılacağını söyleyen Grada, bunun gerçekte kolay olmadığını, çünkü bölgeler arasındaki sınırlar sorununu gündeme getireceğini vurguladı. Bunun kaynakların dağıtımı sorununu gündeme getireceğini ve devlet başkanının kim olacağı ve yetkilerinin ne olacağı konusundaki ikilemi artıracağını belirten Grada, Libya krizinin yakın tarihini ve bunun birikmiş köklerini, ayrıca Libya'nın güney komşularında, özellikle Sudan ve Mali'de olup bitenleri göz ardı etmemek gerektiği konusunda uyarıda bulunarak, bunların Libya üzerinde kara bir gölge oluşturduğunu belirtti.

Libya’daki herhangi bir bölgenin özerkliği meselesinin, özellikle devletin zayıflığı ve toplumun kırılganlığı göz önüne alındığında, yerel bir mesele olmayacağını, aksine bölgesel ve uluslararası bir mesele olacağını düşünen Grada’ya göre kendi çıkarları için bunu teşvik eden taraflar olabilir. Ancak bazı ülkeler, özellikle Libya'nın komşuları, bunu jeopolitik ve güvenlik tehdidi olarak görmeleri de mümkün. Hammad'ın özerkliğe geçme olasılığı hakkındaki açıklamasına bölgesel veya uluslararası düzeyde herhangi bir tepki veya yorum gelmediğini belirten Grada, bunun ya bu konunun ciddiye alınmadığı ya da ilgili ülkelerin Hammad'ın özerkliğe geçme tehdidini incelediği anlamına geldiğini açıkladı.

En etkili ve beklenen tepkilerden birinin, ister yönetiminden ister Başkan Donald Trump'ın Afrika'dan Sorumlu Kıdemli Danışmanı Massad Fares Boulos'tan olsun, ABD'nin tutumu olduğunu ve beklentilerin her türlü olasılığa açık olduğunu ifade eden Grada, Mısır ve Cezayir'in Libya'ya yakınlıkları ve bölgesel karışıklıklardan mustarip olmaları nedeniyle tutumlarının da önemli olduğunu hatırlatırken, Rusya'nın bu tehdide nasıl tepki vereceğini beklediğini söyledi. Grada, bunun yanında Suudi Arabistan, Türkiye, Tunus, BAE, Katar, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi Libya krizinde etkili veya ilgili olan ülkelerin yanı sıra, yukarıda sayılan tüm ülkeler, kendilerini etkileyen ve Libya coğrafyasının ötesine geçen jeopolitik, güvenlik ve çıkar hesaplarına ve yönelimlere sahip.

Karşı tepki

Diğer yandan siyasi analist Hazım er-Rayis, ülkenin doğusundaki paralel hükümetin özerklik tehdidinin, batı Libya'daki egemenlik pozisyonlarını koordine etmek için oluşturulan Başkanlıklar Yüksek Konseyi’nin Trablus’ta kurulmasına doğrudan bir tepki olarak ortaya çıktığına inanıyor. Rayis’e göre bu gelişme, şu anda Trablus'taki pozisyonun birliğini zayıflatmak ve iç parçalanmaya neden olmak isteyen Hafter’i endişelendirdi.

Temsilciler Meclisi’nin atadığı hükümet başkanı Usame Hammad'ın kendi inisiyatifiyle özerkliği gündeme getirmediğini, aksine yaptığı açıklamanın Hafter'in kampının politikasını yansıttığını, bu kampın Libyalı aşiretleri kendi şemsiyesi ve koruması altında bir halk hareketi başlatmak için harekete geçirdiğini vurgulayan Rayis, “Dolayısıyla Hammad hükümetinin Libya halkına açıkça ‘ya tüm ülkeyi yönetmemizi ve kalkınma projelerimizin tüm bölgelere ulaşmasını sağlayan bir girişimin etrafında birleşin ya da özerkliğe gideceğiz ve ülkenin geri kalanından idari olarak ayrılacağız’ mesajını verdi. Bu tutum, ABD’nin bütçe ve ardından yürütme birliği için baskı yapma girişimleri çerçevesinde şu anda doğu ve batı arasında tırmanan kutuplaşmayı yansıtıyor. Bu durum, her iki tarafın da yaklaşan müzakerelerde daha fazla manevra alanı sağlayacak yeni bir avantaj elde etmeye çalıştığı orduya da uzanıyor” ifadelerini kullandı.

Libya gibi geniş coğrafyaya sahip bir ülkede ademi merkeziyetçiliğin hayati bir gereklilik olduğunu, ancak bu yaklaşımın benimsenmesinin herhangi bir siyasi veya askeri parti tarafından tek taraflı olarak alınabilecek bir karar olamayacağını, özerklik veya federal sistemin de tek taraflı olarak önerilemeyeceğini belirten Rayis, “Bu seçenekler, anayasa taslağı üzerinde oy kullanma ve açık ve meşru anayasal mekanizmalar aracılığıyla devletin yapısına karar verme yetkisine sahip olan Libya halkının münhasır hakkı” diye ekledi.


Sisi: Filistin trajedisi, uluslararası sorumluluk gerektiriyor

Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
TT

Sisi: Filistin trajedisi, uluslararası sorumluluk gerektiriyor

Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Filistin halkının acılarının sadece Gazze'de yaşananlarla sınırlı olmadığını, dünyanın orada tanık olduğu vahşete rağmen Batı Şeria ve Kudüs'e de uzandığını söyledi.

Sisi, Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü dolayısıyla Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a (Ebu Mazen) gönderdiği mektupta, Batı Şeria ve Kudüs'teki Filistinlilerin her gün hareket kısıtlaması, topraklara el konulması ve yerleşimcilerin silahsız sivillere yönelik saldırıları gibi sistematik uygulamalara maruz kaldığını belirterek, bu ve diğer ihlallerin, zor koşullara rağmen Filistinlilerin yaşamlarını sürdürmelerini engellemediğini kaydetti.

Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamaya göre Sisi, "Yetmiş yılı aşkın süredir devam eden bu insani trajedi, uluslararası topluma Filistin halkına her türlü imkânı kullanarak destek olma yönünde insani ve ahlaki bir görev yüklemektedir" ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, Sisi'nin uluslararası toplumu "Gazze'de savaşın yok ettiği yerleri yeniden inşa etme ve Filistin halkına insan onurunu geri kazandırma konusunda sorumluluğunu üstlenmeye, erken iyileştirme ve yeniden yapılanma çabalarına katkıda bulunmaya" çağırdığını belirterek, "Filistin Yönetimi'ni desteklemenin, Filistin halkına karşı yükümlülüklerini yerine getirebilmesi ve onlara hak ettikleri saygı ve takdirle kamu hizmetleri sunabilmesi için temel hedef olmaya devam ettiğini" vurguladı.

Mısır Cumhurbaşkanı, mesajının sonunda "Kahraman Filistin halkına saygı ve hayranlıkla övgüler yağdırdı ve Mısır'ın Filistin halkının davasını içtenlikle desteklediğini, desteklemeye devam edeceğini ve 4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma yönündeki meşru hayalleri gerçekleşene kadar her platformda ve her düzeyde Filistin halkının yanında olacağını" vurguladı.


Hamas, arabulucuların İsrail'e baskı yapma konusunda yetersiz kaldığını düşünüyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)
TT

Hamas, arabulucuların İsrail'e baskı yapma konusunda yetersiz kaldığını düşünüyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)

Gazze Şeridi’nde 10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkese rağmen İsrail’in ihlallerini artırdığı bir dönemde, müzakere sürecine katılan Hamas ve diğer Filistinli gruplardan kaynaklar, arabulucuların İsrail’i anlaşma hükümlerine uymaya zorlayamadığı yönünde Hamas yönetiminde giderek güçlenen bir kanaat bulunduğunu aktardı.

Sürece dair birçok ayrıntıya ve aralıksız yürütülen temasların perde arkasına hâkim olan kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, İsrail’in kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini ve arabulucular da dahil olmak üzere tüm taraflara, üzerinde baskı kurulamayacak bir konumda olduğunu göstermek istediğini belirtti. Kaynaklara göre İsrail, bu yaklaşım doğrultusunda zaman zaman tansiyonu yükseltiyor ve ateşkesi günlük olarak yoğun biçimde ihlal ederek gerçek bir caydırıcılık olmadığını ortaya koyuyor.

sdfrgt
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda ailesine götürdüğü su dolu bir bidonu taşıyan arabayı iten Filistinli çocuk, 29 Kasım 2025 (AFP)

Kaynaklar, Filistinli grupların İsrail’in artan ihlalleri karşısında sabrının tükenmeye başladığı konusunda kendi aralarında hemfikir olduğunu ancak buna rağmen siyasi ve askeri tüm kademelerde, hatta muhtemelen tabanda dahi, bu ihlallere askeri yolla karşılık vermenin şu aşamada mümkün olmadığı yönünde ortak bir değerlendirme bulunduğunu aktarıyor. Buna göre tek çıkış yolu, arabulucular ve diğer aktörler üzerinden daha etkili adımlar atılmasını içeren gerçek ve kapsamlı bir diplomatik çözüm olarak görülüyor.

Kaynaklara yöneltilen, özellikle Hamas’ın Gazze’den İsrail’e yönelik saldırılar düzenlemekten çekindiği ya da buna güç yetiremediği iddialarına ilişkin soruya karşılık, hareket içinde genel kanaatin, Gazze Şeridi’nin yeniden savaşa sürüklenmesini önlemenin öncelik olduğu yönünde olduğu ifade ediliyor. Buna göre, İsrail’in zaman zaman gerçekleştirdiği saldırılar ile günlük ihlallerin belli ölçüde tolere edilmesinin, çatışmaların yeniden başlamasını engellemek açısından zorunlu olduğu belirtiliyor. Ancak bu durumun, teslimiyet anlamına gelmediği ve Gazze Şeridi’nin İsrail’in dilediği zaman saldırı gerçekleştirebileceği açık bir savaş alanına dönüşmesine izin verilmeyeceği vurgulanıyor.

Kaynaklar ayrıca, İsrail’in Gazze’deki eylemleriyle direniş gruplarını provoke ederek onları savaşı yeniden başlatacak bir karşılık vermeye zorlamayı hedeflediğini dile getiriyor. Bu senaryonun, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetine siyasi olarak ayakta kalma imkânı sağlayacağı ve aşırı uçtaki hedeflerini ilerletmesine zemin oluşturacağı değerlendirmesi yapılıyor. Aynı kaynaklara göre, ABD’nin baskısının zaman zaman etkili, zaman zaman ise gevşek olması, Netanyahu hükümetine bu süreçte manevra alanı tanıyor; iki taraf arasında bu çerçevede bir eşgüdüm bulunduğu düşünülüyor.

gthy
Gazze şehrinde İsrail bombardımanı sonucu yıkılan binaların kalıntıları yakınındaki bir açık hava sinemasında film izleyen Filistinli çocuklar, 28 Kasım 2025 (EPA)

Kaynaklar, Filistinli grupların kendi içinde bazı kesimlerin arabulucuları, İsrail’e gerçek anlamda baskı kuramamakla veya onu etkileyememekle suçladığını da gizlemiyor. Zaman zaman aynı eleştirilerin ABD’ye de yöneltildiği belirtiliyor. Bununla birlikte kaynaklar, arabulucuların bazı dönemlerde ABD Başkanı Donald Trump yönetimi üzerindeki etkilerini kullanarak İsrail’i belli maddeleri uygulamaya zorlamayı başardığını hatırlatıyor.

Kaynaklar, ateşkes anlaşmasının birinci aşamasına ilişkin birçok maddenin İsrail tarafından yerine getirilmediğini belirtti. Bu maddeler arasında acil insani yardım malzemelerinin bölgeye sokulması ve insani koşulların iyileştirilmesi gibi başlıklar bulunuyor. Ancak sahadaki koşulların hâlâ büyük ölçüde değişmediği, yaşanan sınırlı iyileşmenin ise halkın karşı karşıya olduğu zorlukları hafifletmeye yetmediği ifade ediliyor.

İkinci aşamaya geçiş

Kaynaklara göre Hamas liderliği, arabuluculara ikinci aşamaya geçilmesine karşı olmadığını iletti. Ancak hareket, esas sorunun İsrail’in direniş silahlarının geleceği, Gazze Şeridi’nde kimin yönetimi üstleneceği ve yeniden imarın belirli siyasi koşullara bağlanması gibi kritik başlıklarda dayattığı şartlardan kaynaklandığını belirtiyor. Hamas’ın, Gazze Şeridi’nin geleceği ve direnişin silahları gibi acil ve önemli konularda ulusal bir mutabakat sağlanması için El Fetih, Filistin Yönetimi ve diğer tüm grupların katılacağı geniş kapsamlı bir ulusal toplantı yapılmasını istediği aktarılıyor. Bu toplantının Kahire’de düzenlenmesinin yeniden gündeme geldiği, ancak El Fetih’in haftalar önce ilk toplantıya katılmayı reddetmesi nedeniyle bu kez katılıp katılmayacağının henüz netleşmediği ifade ediliyor.

İsrail ise Gazze’de tutulan iki cesedin teslim edilmesi gerçekleşmeden ikinci aşamaya geçilmesine karşı çıkmayı sürdürüyor. Öte yandan Filistinli kaynaklar, son günlerde Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamalarda, söz konusu cesetleri bulmanın zorlaştığını belirtti. Bu zorluğun, İsrail’in onları elinde tutan sorumluları öldürmesi ve cesetlerin bulunduğu bölgeleri yoğun bombardıman, kazı ve yıkım operasyonlarıyla tahrip etmesinden kaynaklandığı ifade edildi.

dcfrg
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda yerinden edilmiş kişilerin çadırlarının yakınında bulunan bir su birikintisi, 29 Kasım 2025 (AFP)

Kaynaklara göre İsrail, Gazze Şeridi’nin yeniden inşasını da aynı dosyaya bağlıyor ve ABD ile birlikte, özellikle İsrail kontrolündeki bölgelerde -başta Refah’ta- yeniden inşa sürecini başlatmayı planlıyor. Ancak bu yaklaşım, İsrail güvenlik kabinesindeki bazı bakanların itirazına yol açtı. Yediot Aharonot gazetesi, yaklaşık iki hafta önce Başbakan Binyamin Netanyahu’nun bu planı bakanlara sunduğunu ve bunun kabine içinde tartışma yarattığını yazmıştı.

Son günlerde yayımlanan Amerikan ve İsrail basınındaki haberlere göre ABD, İsrail kontrolündeki Refah’ın bazı bölgelerinde enkaz kaldırma çalışmalarına fiilen başlamış durumda. Bu hazırlıkların, bölgede yeniden inşa faaliyetlerinin önünü açmayı amaçladığı belirtiliyor. Netanyahu hükümeti ise bu iddiaları ne doğruladı ne de yalanladı. Hamas ve diğer Filistinli gruplar da konuya ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı.

Hamas ve Filistinli gruplardan kaynaklar, yeniden inşa dosyasının arabulucularla sürekli olarak ele alındığını, tek taraflı atılacak adımların hiçbir anlam taşımadığını vurguluyor. Kaynaklar, yeniden imar sürecinin Gazze Şeridi’nin tamamını kapsaması gerektiğini, halkın acil insani ihtiyaçlarının siyasi koşullara bağlanmasının ise açık bir baskı ve dayatma yöntemi olduğunu belirtiyor. Bu değerlendirmeler, söz konusu gruplar tarafından Şarku’l Avsat’a aktarıldı.

İnsani açıdan

Tüm bu gelişmeler, Gazze Şeridi’ndeki İsrail kaynaklı gerilim ve ihlallerin sürdüğü bir dönemde yaşanıyor. Dün Han Yunus’un doğusundaki Beni Suheyla beldesinde, ateşkes anlaşması uyarınca belirlenen İsrail çekilme hattını gösteren sarı hatta yaklaşan Ebu Asi ailesinden iki kardeş çocuk, İsrail ateşi sonucu hayatını kaybetti.

yju
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda bir çöp yığınını karıştıran Filistinliler, 29 Kasım 2025 (AFP)

İki çocuk, engelli babaları ve hasta anneleri için odun toplamaya çalıştıkları sırada, bir İsrail insansız hava aracı (İHA) tarafından hedef alınarak hayatını kaybetti.

Ateşkesin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana en az 355 Filistinli İsrail ihlalleri nedeniyle yaşamını yitirdi, yüzlercesi de yaralandı.

İsrail savaş uçakları dün, Refah ve Han Yunus’ta bir dizi hava saldırısı düzenledi. Saldırıların, Refah’ın doğusundaki tünellerde Hamas mensuplarını hedef alma ve Han Yunus’taki bazı altyapıları imha etme amacı taşıdığı belirtildi. Aynı zamanda sarı hattın her iki tarafında, Gazze kentinin doğusunda ve kuzey bölgelerinde geniş çaplı patlatma operasyonları yürütüldü. Bu operasyonlara topçu atışları, zırhlı araç ve İHA’lardan açılan ateş ile sahil kesiminin çeşitli noktalarına savaş gemilerinden yapılan bombardıman eşlik etti.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım, cuma gecesinden cumartesi sabahına kadar İsrail ordusunun kara, deniz ve hava saldırılarını yoğunlaştırdığını söyledi. Kasım, ordunun iki çocuğu kasten öldürdüğünü öne sürerek bunun ‘soykırım savaşının devam ettiğinin ve ateşkesin fiilen durmadığının, sadece hız değiştirdiğinin’ göstergesi olduğunu ifade etti.

İnsani durum açısından bakıldığında, Filistin Sivil Toplum Ağı, Gazze Şeridi’ne insani yardım girişinde kayda değer bir iyileşme görülmediğini, yardım akışının hâlâ ihtiyaç duyulan minimum seviyenin altında kaldığını açıkladı. Bölgeye giren kamyonların çoğunun ticari nitelikte olduğu, yardım amaçlı getirilen malzemelerin ise çok sınırlı miktarda ulaştığı belirtildi.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ise kötüleşen beslenme koşullarının kış mevsiminin başlamasıyla birlikte Gazze Şeridi’ndeki çocukların hayatını ciddi biçimde tehdit ettiğini bildirdi. UNICEF, kış aylarının hastalıkların yayılmasını hızlandırarak özellikle en savunmasız durumdaki çocuklar için ölüm riskini artırdığını vurguladı.

UNICEF, ekim ayında yapılan beslenme taramalarında, Gazze Şeridi’nde 5 yaş altı yaklaşık 9 bin 300 çocuğun ağır akut yetersiz beslenme yaşadığının tespit edildiğini açıkladı ve tüm taraflara, insani yardımın tüm mümkün güzergâhlardan geçişini sağlayacak şekilde Gazze sınır kapılarını açma çağrısında bulundu.