Sudan ekonomisi dünya ile entegrasyona hazır mı?

Sudan’ın adının, Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması, ülke ekonomisinin önündeki büyük bir engeli ortadan kaldıracak.

Sudan’ın Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması, tek başına ülke ekonomisinin sorunlarını çözeceği anlamına gelmez (Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudan’ın Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması, tek başına ülke ekonomisinin sorunlarını çözeceği anlamına gelmez (Independent Arabia - Hasan Hamid)
TT

Sudan ekonomisi dünya ile entegrasyona hazır mı?

Sudan’ın Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması, tek başına ülke ekonomisinin sorunlarını çözeceği anlamına gelmez (Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudan’ın Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması, tek başına ülke ekonomisinin sorunlarını çözeceği anlamına gelmez (Independent Arabia - Hasan Hamid)

Mina Abdulfettah
Sudan Başbakanı Abdullah Hamduk'un, 11 Aralık'ta ülkenin adının, ABD’nin ‘Terörü destekleyen Ülkeler’ listesinden çıkarılacağını açıklamasının ardından Sudanlıları ihtiyatlı bir beklenti ve umut atmosferi kuşattı. Sudan, geçtiğimiz Ekim ayında, ABD Başkanı Donald Trump’ın, Sudan'ın adını Terörü Destekleyen Ülkeler listesinden çıkartmanın karşılığında 1998'de ABD'nin Kenya ve Tanzanya'daki büyükelçiliklerine düzenlenen terör saldırılarının kurbanları ve yakınları için talep ettiği 10 milyar doların üzerindeki tazminatın, müzakereler sonucu 335 milyon dolara düşürülmesiyle Washinton’a transfer edildiğini açıkladı. Bu gelişmenin, Sudan’ın ekonomik sorunlarının çözülmesi ve zorlu hayat şartlarını hafifletmesi umutları ile ABD’nin başka taleplerinin de olacağı yönündeki uyarılar arasında “Hükümet 11 Aralık sonrasına hazırlandı mı? Bir sonraki aşama için ne gibi düzenlemeler yapıldı?” şeklinde bir takım sorular ortaya atıldı.

Fırsatlardan yararlanma şartları
Şarku’l Avsat’ın haberine göre Independent Arabia’ya konuşan Sudan Ticaret ve Sanayi Bakanı Medeni Abbas, “Sudan’ın adının, Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması, ülke ekonomisinin önündeki büyük bir engeli ortadan kaldıracaktır. Bu her ne kadar bir adım olsa da tek başına tüm ekonomik sorunları çözeceği anlamına gelmiyor” ifadelerini kullandı.
Sudan’ın adının, Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılmasının bir takım fırsatlar sunduğunu belirten Abbas, bu fırsatlardan yararlanmak için başta bankacılık sistemindeki reformları, kamu hizmeti ve yatırıma elverişli ortam reformları ile özel sektör reformları olmak üzere bir takım temel koşulların sağlanması gerektiğini de sözlerine ekledi.
Ticaret ve Sanayi Bakanı Abbas açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Sudan Merkez Bankası, bankacılık sistemi ile reformlardaki bu değişikliklere öncülük etmek amacıyla üzerine düşeni yapıyor. Son yıllarda bankacılık sistemine ağır darbe indiren derin çarpıklıklar sebebiyle bu çabanın meyve vermesi için belirli bir süre gerekmektedir. Kamu hizmeti sektörüne gelince, özellikle yabancı yatırım fırsatlarıyla ilgilenen nitelikli kadroların yanı sıra işi otomatikleştirerek ve daha verimli dijital çalışmaya dönüştürerek reformların uygulanmasını hızlandırması gerekiyor.”
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın, Sudan'daki iş ve yatırım ortamını iyileştirecek ve bir takım kolaylıklar sağlanacak şekilde düzenleyecek ticari çalışmalar ile ilgili diğer tüm taraflarla iş birliği içinde ‘Tek Pencere Programı'nı başlatmak üzere çabalarını yoğunlaştırdığını söyleyen Bakan Abbas, “Sudan'daki iş koşullarının iyileştirilmesi için birkaç tarafla prensipte anlaşmaya varıldı” şeklinde konuştu. Bakanlığın ticaret ve sanayi alanıyla ilgili yeni yasaları olduğunu söyleyen Abbas, ayrıca Maliye Bakanlığı Yatırım Komisyonu’nun, Sudan'daki yatırım koşullarını iyileştirmenin, dış dünyaya açılma fırsatlarından yararlanmak amacıyla özel sektörle görüşmeleri sürdürmenin ve gerekli reformları uygulamanın yanı sıra ayrıca Sudan'da çalışmak isteyen uluslararası şirketlerle daha rekabetçi olabilmek için yeni bir yatırım yasası hazırladığını açıkladı.

Yardımların yeniden başlaması
Öte yandan Sudan’ın Ottawa Büyükelçisi Tarık Ebu Salih, “Sudan’ın adının, Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması ve Aralık ayı ortalarında egemen dokunulmazlığını geri kazanması konusunda Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler arasında bir fikir birliği var. Kararın ABD Kongresi'nde onaylanacağına inanıyorum. Bu konuda geri adım atılacağını düşünmüyorum. Sudan'ın adının bu listeden çıkarılması kararı, Sudan hükümeti ile ABD yönetimi arasındaki zorlu müzakerelerin ardından alındı. ABD'nin Kenya ve Tanzanya'daki büyükelçiliklerine düzenlenen terör saldırılarının kurbanları ve yakınları için 335 milyon dolar tazminat ödenmesi yönünde bir anlaşmaya varıldı” ifadelerini kullandı.

Sudan’ın adı, Aralık ayı ortalarında Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılacak ve egemen dokunulmazlığını geri kazanacak (Independent Arabia - Hasan Hamid)
Büyükelçi Ebu Salih, ABD Başkanı Donald Trump’ın Sudan’ın adının 1993 yılından bu yana yer aldığı Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarmasıyla ilgili başkanlık emrini imzalamasının ve kararı, ABD Kongresi’ne bildirmesinin, ABD yönetiminin Sudan'ı bu listeden çıkarma konusunda ciddiyetini gösterdiğini vurguladı.
Büyükelçi sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sudan’ın ihtiyacı, ülkenin yatırımcı çekmesi için gerekli ortamın sağlanması, mevzuatın yeniden düzenlenmesi, yatırımla ilgili yasaların cazip hale getirilmesi, endişelerin giderilmesi, üretimin iki katına çıkarılması ve ihracatın teşvik edilmesidir. Çünkü Sudan, muazzam doğal kaynaklar bakımından oldukça zengin bir ülkedir ve adının Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılmasının ardından uluslararası şirketlerin çeşitli alanlarda yatırımlar yapmak için gelmesi bekleniyor.”
Altın madenciliği alanında faaliyet gösteren Kanadalı şirket Orco Gold'un, Sudan’ın adının Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılacağının duyurulmasının ardından bir açıklama yaptığını belirten Büyükelçi Ebu Salih, “Şirket açıklamasında, Sudan'ın adının bu listeden çıkarılmasının, ülkede daha olumlu bir siyasi değişim ve ekonomik toparlanmanın önünü açacağından bahsedildi. Şirketin CEO’su Richard Clark'a göre bu gelişme aynı zamanda, uluslararası yatırım topluluğuna verilen olumlu bir işareti temsil ediyor ve Sudan'a yönelik ekonomik yardımı da teşvik edecek. Clark, Afrika Kıtası’ndaki maden arama ve madencilik geliştirme alanında Sudan’ın önemli bir yere sahip olduğunu ve Sudan’a uygulanan tüm yaptırımların kaldırılmasının hemen ardından, heyecan verici yatırım ve büyüme fırsatları nedeniyle dünya tarafından takdir edildiğini görmeyi dört gözle beklediklerini söyledi” şeklinde konuştu.

Geciken hazırlık
Sudan Komünist Partisi (SCP) Merkez Komitesi Üyesi ve ekonomi profesörü Sıdki Kebilu, yaptığı değerlendirmede, “Sudan, Başbakanlık, Merkez Bankası, Maliyet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın iş birliğiyle kararın kalkınma üzerindeki etkilerini ve uluslararası ekonomik ilişkilerin haritasını göz önünde bulundurarak erkenden hazırlıklarını tamamlamış olmalıydı. Başta yağlı tohumlar, sakız ve pamuk olmak üzere 1989 yılı öncesindeki gibi geleneksel pazarlarımızla aracı olmadan doğrudan ticari ilişkilerimizi yeniden nasıl kurabileceğimize dair programlı ve uygulamaya hazır bir plan yapılmalıydı” yorumunda bulundu.
Kebilu, başta ulaşım, demiryolları, limanlar ve Port Sudan’ın suyu olmak üzere altyapı için finansör aranması ve yerlerinden edilmiş kişilerin, mültecilerin geri dönüşü ve yeniden yapılanma ile ilgili barış gündeminin uygulanması gerektiğini sözlerine ekledi. Kebilu ayrıca, bu karardan sonra Sudan için daha fazla fon bulabilecek Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşlarının çalışmalarının koordinasyonundan en iyi şekilde yararlanmak için Ocak ayında Sudan’a gelecek olan BM misyonundan yararlanılması gerektiğini vurguladı.

Sudan'ın bu karar sonrası için erkenden hazırlanmış olmalıydı (İndependent Arabia - Hasan Hamid)
Kebilu borç konusuyla ilgili olarak ise işi zorlaştıran meselenin Sudan'ın Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilişkisi olduğunu, çünkü Sudan’ın IMF aracılığıyla borçlarını görüşmek istemediğini, bunun da borçların silinmesi veya yeniden planlanmasına yönelik ikili anlaşmaların olmadığı ve Sudan'ın IMF ile kararlaştırılan programı uyguladıktan sonra Paris Kulübü aracılığıyla yapılacağı anlamına geldiğini söyledi. Kebilu’ya göre bu nedenle Sudan ile belirli malları üreten şirketler arasında olacak emtia kredileri büyük önem taşıyor.

Ekonomik düzenlemeler eksik
Sudan’da yayın yapan Elaph Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Halid et-Ticani, “11 Aralık, Başkan Trump’ın yaptırımların kaldırması ve Sudan'ın Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması ile ilgili başkanlık kararnamesini imzaladığına dair ABD Kongresi'nin bilgilendirilmesi sonrasındaki 45 günlük sürenin sona ereceği tarihtir. Sonuç olarak, bu süre içinde herhangi bir itirazda bulunulmazsa, kararname geçerli sayılacaktır” şeklinde konuştu.
Sudan’ın adının listeden çıkarılmasıyla ilgili bu düzenlemelerdeki temel sorunun, Sudan'ın her türlü yeni iddiaya konu olmasını engelleyen egemen dokunulmazlığını geri kazanması meselesi olduğunu vurgulayan Ticani, “11 Eylül 2001 saldırısı kurbanlarının ailelerinin, ABD büyükelçiliklerine düzenlenen terör saldırısı ve Amerikan Muhribi Uss Cole'nin bombalanması olaylarının kurbanlarının yakınlarına 402 milyon dolarlık tazminat ödenmesi anlaşmasına, kendilerinin dahil edilmedikleri gerekçesiyle itiraz ettikleri biliniyor. Kongre'de ve Senato'da, bu konuda bir tartışma çıktı. Sudan'ın adının Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılması, egemen dokunulmazlığını sağlamazsa sadece listeden çıkmış olması hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bu da hatalı bir karar olacaktır. Çünkü hükümetin bu hamlesinin asıl amacı, yaptırımların kaldırılması ve sadece ABD ile değil, IMF, Dünya Bankası ve Afrika Kalkınma Bankası (AfDB) gibi uluslararası finans kurumlarıyla ilişkilerinin de normalleşmesi ve böylece Sudan’ın küresel finansal sistemiyle ilişkilerinin normale dönmesidir. Eğer Sudan egemen dokunulmazlığını geri kazanmazsa ve ileride Sudan’a karşı herhangi bir dava açılırsa ve bu davada Sudan aleyhine kararlar verilirse, o zaman Sudan'dan tazminatın tahsis edilmesi için yurtdışındaki mal varlıklarına ve fonlarına el konulmasının yolu açılacaktır. Böylece Sudan, küresel finansal sistemiyle başa çıkamama sorunuyla yeniden karşı karşıya gelecektir. Bu nedenle, iki konu birbiriyle bağlantılıdır. Ekim 2017'de yaptırımların kısmen kaldırıldığı bir deneyim yaşandı. Ancak bu deneyim iki nedenden ötürü meyve vermedi. Birincisi, Sudan'la ilişkilerde risk derecesinin yüksek olmasıydı. Bu yüzden çoğu uluslararası finans kurumu ve banka, tıpkı 2014 yılında bir Fransız bankasının başına gelenler gibi ABD'nin kendilerine de yaptırım uygulayacağı korkusuyla Sudan’la ilgilenmedi. Buna bağlı olarak durum devam etti. İkinci neden ise, Sudan hükümetinin bundan faydalanmak için gerekli düzenlemeleri olmamasıdır. Bu sorun halen devam ediyor. Tüm söylenenler, sadece siyasi çerçeve içinde kalıyor. Ekonomik düzenlemeler konusunda ise ne Sudan Merkez Bankası’nın ne de diğer bankaların ve finans kuruluşlarının yeniden düzenlemesi konusunda hiçbir hazırlık yapılmıyor. Bu da Sudan'ın, adının Terörü Destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılmasının faydasını görmesi için gerçekten uzun bir zaman beklemesi gerektiği anlamına geliyor” şeklinde konuştu.

Sudan'ın adının Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılmasının psikolojik etkisi
Sudan'ın borçlarının silinmesi meselesinin, Sudan'ın adının Terörü destekleyen Ülkeler listesinden çıkarılmasıyla ABD ile ilişkilerin normalleştirilmesine ilişkin siyasi şartlar dışında bir takım koşullar gerektiren karmaşık bir süreç olduğunu söyleyen Ticani, “Bazı önkoşullar var. Bunlardan en önemlisi, IMF’nin önümüzdeki Haziran ayında sona erecek olan yıllık izleme programının ardından yayınlanacak olan Sudan'ın ekonomik reformları gerçekleştirip gerçekleştirmediğine ve bunların IMF’yi tatmin edip etmediğine dair rapordur. Bu konuda geçtiğimiz ay yayınlanan son rapor, pek de umut verici değildi. Raporda Sudan'ın IMF ile anlaşarak vaat ettiği göstergelere ulaşmasının zor olduğu belirtildi” dedi.
Sudan’ın Paris Kulübü ve Londra Kulübü gibi farklı taraflara borçlu olmasından ötürü borçların ödenmesi için uzun bir süreye ihtiyacı olduğunu söyleyen Ticani, “Dolayısıyla bu konu siyasi ve psikolojik etki sınırları içinde kalacaktır. Tüm uyarılarla birlikte yakın bir tarihte Sudan'a yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılmasının etkilerini ve mevcut dengenin değiştiğini görmek oldukça zor” ifadelerini kullandı.



Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin çöküşünün ilk haftalarında, Türkiye’nin 8 Aralık 2024’te muhalif grupların Şam’a ‘sorunsuz’ bir şekilde girmesinde en büyük rolü oynadığı yönünde bir kanaat oluştu. Bu görüş, Ankara’nın Ahmed eş-Şera liderliğindeki yeni yönetimi hızlı bir şekilde desteklemesi ve kendisini Esed sonrası dönemde ‘ana sponsor’ olarak konumlandırmasıyla güçlendi.

Türkiye, Şera ile Halk Sarayı’nda görüşmek üzere Suriye’ye üst düzey bir yetkili gönderen ilk ülke oldu. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, 12 Aralık 2024’te Şam’ı ziyaret etti ve ardından Emevi Camii’nde namaz kıldı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları da, Türkiye’nin Esed rejiminin çöküşünde ve Şera için Şam yolunun açılmasında başrol oynadığını gösterdi. Fidan, birkaç gün sonra yaptığı açıklamada, Ankara’nın 7-8 Aralık 2024 tarihlerinde Doha Forumu çerçevesinde düzenlenen Astana formatlı toplantıda Rusya ve İran’ı müdahale etmeme konusunda ikna ettiğini söyledi.

Fidan’a göre, Beşşar Esed rejimi son iki üç yılda oldukça zayıftı; bazı yerlerde göreceli bir direniş vardı, ancak muhalefet neredeyse ateş açılmadan Halep’e girdi. Yine de Ruslar ve İranlılar 2016’daki tepkilerini tekrarlasaydı, Suriye halkı daha fazla kan dökülmesi ve göç tehdidiyle karşı karşıya kalacaktı.

Fidan, “Rusları Esed’in yanında durmamaya nasıl ikna ettiniz?” sorusuna tek kelimeyle yanıt verdi: “Konuştuk.”

16 Ağustos 2025’te, Türkiye kurumları arasındaki koordinasyon grubu, Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz başkanlığında bir toplantı düzenledi. Yılmaz, şu anda Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapıyor. Toplantıda, Suriye ile ilişkiler kapsamlı şekilde gözden geçirildi ve önümüzdeki dönemde ilişkilerin güçlendirilmesi ile taraflarca varılan çeşitli alanlardaki anlaşmaların uygulanmasına yönelik adımlar ele alındı.

Esed rejiminin devrilmesinin ardından ilk sekiz ay boyunca yoğun çabalarla Türkiye, Şam’daki büyükelçiliğini ve Halep’teki konsolosluğunu yeniden açan ilk ülke oldu. Ayrıca 12 Ağustos’ta askeri iş birliği, eğitim ve danışmanlık konularında bir mutabakat zaptı imzalandı.

sd
İsrail, Hama Askeri Havaalanı’nı bombaladı. (AFP)

Türkiye, Şera hükümetini DEAŞ’a karşı mücadelede desteklemek ve ABD’yi, kuzeydoğu Suriye’deki kontrolün bel kemiğini oluşturan PYD/SDG’ye verdiği desteği terk etmeye ikna etmek amacıyla ikili ve bölgesel düzeyde girişimlerde bulundu. Bu süreç, DEAŞ’a karşı savaşta ABD ile kurulan ittifakın ardından geldi.

Bu çerçevede Türkiye, ‘bölgesel sahiplik’ ilkesine dayalı bir ittifak kurmayı hedefledi; bu ilke, bölge ülkelerinin sorunlarını dış müdahaleler olmadan kendi başlarına çözmesini öngörüyor. Ankara, Ürdün, Irak ve Lübnan ile Suriye’yi de kapsayan beşli bir platform oluşturma girişiminde bulundu. Ancak beş ülkenin dışişleri bakanları, savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının 9 Mart’ta Amman’da bir araya geldiği toplantı, Ankara’nın arzuladığı mekanizmanın kurulmasıyla sonuçlanmadı.

Bunun üzerine Türkiye, DEAŞ’a karşı mücadelede Suriye hükümetine desteğini göstermek amacıyla Şam’da ortak bir operasyon merkezi üzerinden Suriye ile koordinasyon mekanizması oluşturdu.

Geçen 10 ay içinde iki ülke dışişleri ve savunma bakanları ile istihbarat başkanlarının üç toplantısı gerçekleştirildi. Bunun yanı sıra iki ülke arasında dışişleri bakanları düzeyinde karşılıklı ziyaretler yapıldı, MİT Başkanı Şam’ı ziyaret etti ve Şera da şubat-ağustos döneminde Türkiye’yi üç kez ziyaret etti.

Ekonomi alanında Türkiye, Suriye ile tüm sınır kapılarını yeniden açtı. 5 Ağustos’ta Ankara’da iki ülke arasında ortak bir ekonomik ve ticari komite kurulmasına dair bir protokol imzalandı ve sanayi bölgeleri kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu adımların amacı, savaş nedeniyle zarar gören Suriye ekonomisini canlandırmak ve iki ülke arasındaki ticareti güçlendirmek olarak açıklandı. Ayrıca, 2011’de faaliyeti duran iki ülke ortak iş konseyi yeniden kuruldu.

Türkiye, mevcut ticari iş birliği ivmesini kullanarak yıl sonunda Suriye’ye ihracatta 2 milyar dolar sınırını aşmayı hedefliyor. Ticaretin kolaylaştırılması ve hızlandırılması yönünde yeni adımlar atıldı ve önümüzdeki dönemde Halep’in güçlü bir lojistik merkezine dönüştürülmesi konusunda anlaşmaya varıldı.

İsrail ile rekabet

Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri, Beşşar Esed dönemindekinden farklı bir seyir izliyor. Daha önce sınırlarını, PKK/PYD’nin Suriye’deki uzantısı olarak gördüğü SDG tehdidine karşı güvence altına almak ve güney sınırında 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak üzerine odaklanan Türkiye, bugün bu Kürt grubunu Suriye denkleminden çıkarmayı hedefliyor. Bu kapsamda grubun silahlarını bırakması ve devlet kurumlarına entegre olması için ikna edilmeleri amaçlanıyor. Türkiye, bu konuda yeni Suriye yönetiminin DEAŞ hapishanelerini koruma sorumluluğunu üstlenmesini sağlayarak Washington’a destek sunmayı da öneriyor ve ABD’nin çekilmesi durumunda oluşacak boşluğu doldurma çabalarını artırıyor.

dfg
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Temmuz 2025'te Beyaz Saray'da yaptığı görüşmeden (AFP)

Türkiye’nin yeni Suriye gerçeğinde attığı adımlar, sahada askeri boşluğu doldurma ve Libya’da Kaddafi sonrası uyguladığı modele benzer şekilde, Suriye’nin iç bölgeleri ve kıyılarında kara, deniz ve hava üsleri kurma yönünde bir eğilim taşıyor. Ayrıca Türkiye, sağlık, eğitim ve diğer alanlarda müdahaleyi genişleterek Suriye ekonomisi ve yeniden imar süreçlerinde en büyük rolü üstlenmeyi planlıyor; bu, yıllardır kuzey Suriye’de başlayan faaliyetlerin devamı niteliğinde.

Söz konusu gelişmeler, Türkiye’nin Suriye’deki varlığından endişe duyan İsrail’de kaygı yarattı. İsrail, Türkiye’nin yeni Suriye yönetimi ve muhalif gruplarla güçlü ilişkilerine dayanarak siyasi ve güvenlik garantörü olarak sahada yeni bir gerçekliği dayatmasından korkuyor.

Türkiye, Suriye yönetimine ülkenin geleceği hakkında danışmanlık yapan bir ‘sponsor’ olarak rolünü gösterme yarışında başarılı görünüyor. Bu durum, Temmuz 2025’te Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede de teyit edildi.

uj
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye lideri Ahmed eş-Şera'nın geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'da Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere bir araya geldikleri toplantıdan (SPA)

Trump, Erdoğan’ı telefon görüşmesinde tebrik ettiğini belirterek, “Suriye’yi ele geçirdiği için onu kutladım (...) Erdoğan önce bunu reddetti ve almadığını söyledi, ama ben ona tarihi olarak hangi isimle anılırsa anılsın, iki bin yıldır kimsenin yapamadığını yaptığını söyledim. Erdoğan sonunda ‘Evet, aldım’ dedi” ifadelerini kullandı.

Trump’ın açıklamaları, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’de rekabetin izlendiği bir dönemde geldi. Bu rekabet, İsrail’in başta Hama Askeri Havalimanı olmak üzere bazı ana üsleri ve havaalanlarını yok etmesine, Suriye ordusunun kapasitesini hedef almasına neden oldu. Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra, Türkiye’nin Humus’ta hava üsleri kurmayı planladığına dair haberler yayıldı. Bunun üzerine Türkiye ve İsrail, Azerbaycan aracılığıyla Bakü’de düzenlenen teknik toplantılarda Suriye’de karşı karşıya gelmelerini önleyecek bir çatışma önleme mekanizması kurdu.

Trump, Netanyahu’ya talepleri mantıklı olduğu sürece Türkiye ile sorunlarını çözebileceğini söyledi ve Erdoğan ile iyi ilişkilerini vurguladı. Ancak Netanyahu, Washington’dan ayrılmadan önce, Türkiye’nin Suriye’de askeri üsler kurmak istediğini ve bunun İsrail için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle buna karşı çıktığını ifade etti.

Türkiye, ABD ile birlikte öncelikli olarak, İsrail’in Suriye’ye yönelik bir tehdit oluşturmamasını, Suriye’nin de bölgedeki herhangi bir taraf için tehdit kaynağı haline gelmemesini ve herkesin birbirinin toprak bütünlüğü ile egemenliğine saygı göstermesini sağlamayı hedefliyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 10 Kasım 2025’te Beyaz Saray’da Trump ve Şera ile yapılan görüşmenin bir bölümüne katıldığını belirterek bu yaklaşımı dile getirdi.

dfrgthy
2024 Aralık ayında düzenlenen Doha Forumu kapsamında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi arasında yapılan toplantıdan (Dışişleri Bakanlığı)

Türkiye, Şam ve Tel Aviv arasındaki görüşmelerden rahatsız olmadığını defalarca vurguladı ve öncelikli hedefinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini korumak olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eylül 2025’te Trump ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede, birkaç hafta önce Netanyahu’nun Türkiye’nin Suriye’de durdurulduğu yönündeki açıklamasına yanıt verdi. Erdoğan, İsrail medyasının yazdıklarına değil, Türkiye’nin sahadaki faaliyetlerine odaklanılması gerektiğini belirterek, “Stratejik önceliklerimiz doğrultusunda gerekli olanı yapıyoruz ve bunu sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.

Yaptırımların hayaleti

Türkiye, Suriye ile ilgili her dosyada aktif rol oynamaya özen gösteriyor; buna yaptırımların kaldırılması da dahil. Yaptırımların kaldırılması, Trump’ın sürpriz bir açıklamasıyla başladı. Trump, bu adımı Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Erdoğan’ın talebi doğrultusunda attığını belirtti. Erdoğan, mayıs ayında Riyad’daki toplantıya telefonla katılarak yaptırımların kaldırılmasını görüştü.

Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’ye terör örgütlerine karşı mücadelesinde desteğini sürdürmeye devam edeceğini ve DEAŞ mensuplarının tutulduğu gözaltı merkezlerinin yönetimi ve güvenliğine ilişkin destek sağlamaya hazır olduğunu vurguladı. Erdoğan, Trump’ın Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldırma kararının tarihi öneme sahip olduğunu, bunun diğer yaptırım uygulayan ülkeler için örnek teşkil edeceğini ve yaptırımların kaldırılmasıyla Suriye’de çeşitli alanlarda yatırım fırsatlarının oluşacağını ifade etti.

Trump’ın yaptırımların kaldırılacağını açıklamasından önce, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani, nisan ayında düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) sırasında üçlü bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Trump’ın Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin taahhüdü ele alındı.

Fidan, Şera ile eş zamanlı olarak ABD’ye davet aldı ve 10 Kasım’da Trump ile yaptığı görüşmenin bir bölümüne katıldı.

Fidan, Rubio, Başkan Donald Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Beyaz Saray’da birçok yetkiliyle görüşmeler gerçekleştirdi. Ayrıca Fidan, Şera ve Şeybani ile bir araya geldi. Şeybani ile Rubio’nun katıldığı üçlü bir toplantıya da katıldı.

Fidan, toplantılarda kuzey ve güney Suriye’deki sorunlu bölgelerin daha iyi nasıl yönetilebileceği konusunda görüş alışverişinde bulunulduğunu belirtti. Şu anda odak noktasının, Suriye ekonomisinin toparlanmasına yardımcı olmak amacıyla Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların tamamen kaldırılması olduğunu vurguladı.

Fidan, Şera’nın Kongre üyeleriyle de görüştüğünü ve Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların kaldırılmasına yönelik oylamanın önemini vurguladığını aktardı. Ayrıca, ABD Başkanı’nın Suriye meselelerine ilişkin olumlu bir yaklaşım benimsediğini kaydetti.

SDG sorunu

Türkiye, Suriye konusunda devam eden istişare sürecini, Şam’da 10 Mart’ta Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasını destekleyecek Amerikan tutumunu güvence altına almak için kullanıyor. Anlaşma, SDG’nin Suriye ordusu ve güvenlik kurumlarına entegrasyonunu kapsıyor ve yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.

47 yıllık silahlı çatışmanın ardından Türkiye, PKK’yı silahsızlandırma girişimini başlattı. Bu çerçevede 27 Şubat’ta Türkiye’de tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’a silahlı mücadeleden vazgeçmesi ve yasal çerçevede demokratik faaliyetlere geçmesi çağrısı yapıldı.

dfvghy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, SDG'nin Suriye devlet kurumlarına entegre edilmesine yönelik anlaşmanın imza töreninde, 10 Mart 2025 (EPA)

Ankara, Öcalan’a yapılan çağrının PKK’nın tüm uzantılarını kapsadığını vurguluyor ve SDG’nin mevcut yapısının Suriye’nin birliğini zayıflattığını, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini belirtiyor. Türkiye, PKK’nın silahsızlandırılmasının yalnızca kendi sınırları içinde ele alınamayacağını savunuyor.

SDG ise Türkiye’den kuzeydoğu Suriye’deki askeri, idari ve güvenlik kurumları ile özyönetimi bir tehdit olarak görmemesini talep ediyor ve bu kurumları ‘barış ve güvenlik için’ faaliyet gösteren yapılar olarak nitelendiriyor.

SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart anlaşmasının Suriye’nin bölünme girişimlerini engellemede ve iç savaşa sürüklenmesini önlemede önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Abdi, ‘her bölgenin kendi yönetimini sağlayabileceği, merkezi olmayan bir Suriye’ olması gerektiğini vurguladı.

Hürriyet gazetesi yazarı Fatih Çekirge, ABD’nin kuzey Irak’ta İran’a karşı oluşturduğu Barzani modelini kuzey Suriye’de de kurmayı hedeflediğini belirtti. Çekirge’ye göre, Irak’tan Suriye’ye hazırlanan koridor bu amaca hizmet ediyor ve bu durum, İran’dan Lübnan ve çevresine silah akışını engellemek isteyen İsrail’in talebiyle de uyumlu.

Çekirge, Türkiye’nin başlangıçta ‘Barzani modeli’ benzeri bir adımı kabul etmediğini, şu anda ABD’nin müttefiki SDG’yi terör örgütü olarak gördüğünü, ancak ilerleyen süreçte kuzey Suriye’de tıpkı Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) olduğu gibi bu yaklaşımı kabul edebileceğini ifade etti.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde, yeni Suriye yönetimiyle yakın ilişkilerini ve Washington’ın artan desteğini kullanarak Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde en etkili güç olarak konumunu pekiştirmeye devam etmesi bekleniyor. Ankara’nın SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonunu tamamlamaya ve sınırlarına yakın istenmeyen askeri varlığı azaltmaya yönelik baskı yapması öngörülüyor. Ancak İsrail ile rekabet ve ABD’nin sahadaki varlığı, Türkiye’nin vizyonunu tamamen uygulama kapasitesini sınırlayabilir.


BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
TT

BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Sudan’da paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ilerleyişinin sınır ötesine taşabilecek yeni bir kitlesel göç dalgasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

HDK, Ekim ayı sonunda Darfur’daki Faşir kentinin kontrolünü ele geçirerek, Sudan ordusuyla iki buçuk yıldır devam eden savaşta en büyük kazanımlarından birini elde etmişti. Reuters’ın aktardığına göre HDK, bu ay da ilerleyişini doğuya, Kordofan bölgesine doğru sürdürerek ülkenin en büyük petrol sahasını kontrol altına aldı.

Grandi, Kordofan’daki son şiddet olayları nedeniyle yerinden edilen ve sayıları yaklaşık 40 bin olan kişilerin çoğunun şu an ülke içinde yerinden edilmiş durumda olduğunu, ancak şiddetin El-Ubeyyid gibi büyük bir kente yayılması hâlinde durumun değişebileceğini söyledi.

Pazartesi gecesi Port Sudan’dan yaptığı açıklamada Grandi, “Eğer savaş oraya da ulaşırsa… daha fazla kitlesel yerinden edilme göreceğimizden eminim” dedi.

Grandi ayrıca, “Bu durumda komşu ülkelerde çok yüksek alarm seviyesinde olmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Nisan 2023’ten bu yana HDK ile Sudan ordusu arasındaki çatışmalar, BM verilerine göre on binlerce kişinin ölümüne, 12 milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine ve dünyanın “en kötü insani krizine” yol açtı.

Ekim sonunda Sudan ordusunun Darfur’daki son kalesi olan Faşir’i ele geçirmesinin ardından HDK, saldırılarını doğuya, üç eyaletten oluşan petrol zengini Kordofan bölgesine yöneltti. Faşir’in ele geçirilmesi sırasında katliam, toplu tecavüz ve yağma yaşandığına dair çok sayıda sivil tanıklık ve sivil toplum örgütü raporu bulunuyor.


İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
TT

İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)

İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri, bugün (Salı) yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasının birinci aşamasındaki tüm maddelere hem kendilerinin hem de diğer Filistinli grupların bağlı kaldığını duyurdu. Örgüt, arabuluculara İsrail’in anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı yapma çağrısında bulundu.

Kudüs Seriyyeleri’nin askeri sözcüsü Ebu Hamza, yayımladığı bildiride, geçen çarşamba günü Gazze’nin kuzeyinde ellerindeki son İsrailli rehinenin cesedini teslim etmelerinin ardından, İsrailli esirler dosyasını kapattıklarını söyledi.

Filistin'den yayın yapan Şihab Haber Ajansı’nın (Shehab News Agency)  aktardığı açıklamada Ebu Hamza, şunları kaydetti:

“Geçen çarşamba günü kuzeyde son cesedi teslim ederek elimizdeki düşman esirleri dosyasını kapattık. Bu, onur verici bir anlaşmanın parçası olarak, tüm gurur, onur ve sadakatle yürüttüğümüz kahramanca bir mücadelenin sonucudur. Düşman esirleri ancak direnişin kararıyla geri döner; tabutlarla dönerler ya da hiç dönmeyebilirler.”

Ebu Hamza, Kudüs Seriyyeleri ve diğer direniş fraksiyonlarının ateşkes anlaşmasının birinci aşamasına ilişkin tüm hükümlere bağlı kaldığını vurgulayarak, arabuluculara İsrail’in anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesi ve “tekrarlanan suç niteliğindeki ihlallerini” durdurması için baskı çağrısı yaptı.

Gazze’de ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçiş arayışlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Hamas’tan bilgili kaynaklar, hem hareket içinde hem de arabulucularla ve onların İsrail’le yürüttüğü temaslarda ciddi görüşmelerin sürdüğünü aktardı.

Kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, Hamas’ın ABD ile İsrail arasında sağlanacak uzlaşıya bağlı olarak, arabuluculardan beklenen yeni dolaylı müzakere turunun tarihinin belirlenmesini beklediğini söyledi. Bu turun ay sonunda ya da gelecek ay başında yapılabileceği ifade edildi.

Kaynaklara göre, Katar, Mısır ve İstanbul da dahil olmak üzere çeşitli başkentlerde Hamas liderliği ile arabulucular arasında ikili ve üçlü formatlarda çok sayıda toplantı düzenlendi; mevcut temaslar kapsamında yeni görüşmelere yönelik hazırlıklar da yapılıyor.

Aynı kaynaklar, ABD’nin baskısı ve arabulucuların girişimlerinin bu temasları “daha ciddi bir aşamaya taşıdığını” değerlendirdi.