Eski bir Wagner üyesi, Suriye'deki Rus ‘paralı askerlerinin’ sırlarını ortaya çıkardı

Eski bir Wagner üyesi olan Marat Gabidullin: Şam güçlerinin kaçmasını önlemek için askerlerin kafalarını kestik.. DEAŞ avcıları Libya’ya götürüldü.

Suriye’de Wagner unsuru Marat Gabidullin (Şarku’l Avsat)
Suriye’de Wagner unsuru Marat Gabidullin (Şarku’l Avsat)
TT

Eski bir Wagner üyesi, Suriye'deki Rus ‘paralı askerlerinin’ sırlarını ortaya çıkardı

Suriye’de Wagner unsuru Marat Gabidullin (Şarku’l Avsat)
Suriye’de Wagner unsuru Marat Gabidullin (Şarku’l Avsat)

Suriye'de 2015 yılından bu yana faaliyet gösteren Rus güvenlik şirketi Wagner'e bağlı paralı askerler, hakkında çok sayıda soru işareti olan en önemli özel askeri oluşumlardan biri gibi görünüyor. Faaliyetleri, kendisi hakkında sızdırılan bilgilerdeki belirsizlik ve çeşitlilik karmaşasıyla tam bir muamma olmaya devam ediyor. Eski bir Wagner üyesi, grubun faaliyetleriyle ilgili ayrıntıları, kamuoyuyla ilk kez paylaştı. Bu durum, Wagner gruplarının faaliyetlerine katılanlar için geçerli olan tüm gizlilik önlemlerini açık bir şekilde ihlal ederek gerçek adıyla konuştuğu için özel bir önem taşıyordu. Marat Gabidullin adlı eski Wagner üyesi, bu gruplar içindeki ilişkilerin doğasının yanı sıra bir tarafta Suriye rejim güçleriyle diğer tarafta normal Rus ordusuyla olan ilişkilerinin doğasına dair birçok bilinmeyen ayrıntının yer aldığı, alanında ilk olacak bir kitabı yayınlamaya hazırlanıyor.
Kitabın yakında yayımlanmak üzere Sibirya’daki matbaaya gönderildiğinin duyurulmasıyla, ‘Meduza’ adlı internet sitesi, Marat'a ulaşmayı ve Wagner’in Suriye’deki faaliyetleri hakkındaki ilk kitapla ilgili kendisiyle uzun bir röportaj gerçekleştirmeyi başardı. Kısa süre sonra kitabın matbaadan çekildiği ve yayınlanmasının yasaklandığı duyurulsa da, yayınlanan detaylar, Wagner ile ilgili uzun süredir gizli tutulan en büyük bilgilerin sızmasını sağladı.

Kafalar kesildi
Marat Gabidullin, 2015 yılı Nisan ayı başlarında Wagner’a katıldı. Birkaç hafta sonra, ağır yaralanarak tedavi için St. Petersburg'a dönmek zorunda kaldı. Bir ‘asker’ iken ‘keşif bölüğü komutanlığına’ terfi ederek yeniden faaliyet gösterdiği Suriye’ye geri gönderildi.  Ardından tüm bu yaşadıkları onu, Suriye savaşıyla ilgili ‘anılarını’ yayınlamayı düşünmeye sevk etti. Gabidullin, tehlikeli aşamayı atlattıktan sonra, “Hayatımın geri kalanını dolu dolu yaşamak istedim. Bununla birlikte İnsanlara özel askeri şirketler meselesinin ordu ve siyasetçiler tarafından tamamen aldatmacayla çevrili olduğunun söylenmesi gerekiyordu. Bütün dünya biliyor ve siz gerçeği halkınızdan saklıyorsunuz” diyerek itirafta bulundu.
Gabidullin, Suriye'ye gitmeye hazırlanırken yaşadıklarıyla ilgili ilk izlenimlerini şöyle anlatıyor:
“Açık olmaları ve dürüst davranmaları hemen dikkatimi çekti ve beğendim. Kimse olası sonuçları saklamadı. Açıkça, ‘Beyler, ülkemizin çıkarlarının olduğu yerde savaşa gidiyorsunuz. Orada ölümle yüzleşeceğiniz gerçeğine hazırlanın’ dediler.”
Gabidullin, Suriye'deki ilk hedeflerinin petrol sahalarının kontrolünü yeniden kazanmak olduğunu belirtti.
Suriye’deki savaş yönetim mekanizmasının ayrıntılarına değinmeden önce Gabidullin, kitabıyla, paralı asker gruplarının finansörlerinden biri olan Yevgeny Prigozhin’in, bu grupların içinde yaşananlar hakkındaki gerçeği bilmesini istediğini, ‘belki de düzeltebileceğini’ söyledi.
Gabidullin, “Suriye'de olup bitenlerin pek çoğunu gerçekten bilmediği gerçeğinden yola çıkıldı.  Savaşçılar, 2015-2016 yıllarında faaliyet gösterdi. Biri Prigozhin'den para çalıyordu, sadece bunu itiraf etmek istemiyordu. İşlerin iyi gittiğine o kadar ikna olmuştu ki. Ancak gerçek şu ki, tüm olanlar hırsızlıktan ibaretti. Çalışmayan teçhizatlar satın alıyorlardı. Onu (Prigozhin’i) sadece oradaki (Suriye'deki) savaş ağaları kandırmadı, en yakın yardımcıları da kandırıyordu” ifadelerini kullandı.
Kendisini kitap yazmaya iten  başka bir ‘güdünün’ daha olduğuna işaret eden Gabidullin, bunun ‘Suriye’de işlenen dehşeti ortaya çıkarmak’ olduğunu söyledi.
Gabidullin, Prigozhin’e işaret ederek şöyle devam etti:
“Beni ezmesinde sorun yok. Benim için asıl mesele, doğruyu-yanlışı birbirinden ayırmasıdır. Böylece kitap onu bir reforma zorlayabilir. Çünkü gizliliğe kapılıp gidemezsiniz. Tüm dünya bildiği halde neden kafanı bir pisliğin içine gömesin ki? Şimdi, bir balyozla kaçakların (Suriye ordusundaki askerlik hizmetinden kaçanlar) cesetlerine vururken ve kafalarını uçururken videolar çeken bazı salaklar yüzünden herkes, özel asker şirketlerin kana susamış canavarlarla dolu olduğunu düşünüyor.”
Gabidullin, (Wagner’in kurucularından) eski GRU Spetsnazı (Özel Kuvvetler) Yarbayı Dimitry Valeriyeviç Utkin’in ‘Suriye ordusundan başka firar olaylarının yaşanmaması için gözdağı vermek amacıyla’ söz konusu kişileri bunu yapmaya teşvik ettiğini söyledi. Gabidullin, “Bana, tüm Suriye ordusu personelinin görebilmesi için videonun çekilip internete yüklenmesini de emrettiği söylendi” dedi.

Tarihi eserler yağmalandı mı?
Öte yandan, Rus paralı asker, Palmira Antik Kenti’ni kontrol altına aldıktan sonra yaşanan tarihi eserlerin yağmalanması olaylarına değinen Gabidullin, “Tankodrom’da (hava üssü) Palmira'dan aldığımız antik taşlar vardı. Ancak bir arada değillerdi. Bir keresinde, rafta gravürlü bir parça bulduğum, bir odaya girmiştim. Kırık bir sütunun en üst kısmı olduğunu düşünüyorum. Üzerinde yazılı bazı ifadeler vardı” şeklinde konuştu.
Suriye’deki savaşlarda, Wagner gruplarının komutanlarının 2017 yılında ‘taktik ve stratejik uzman’ olarak hareket ettiklerini söyleyen Gabidullin, “Örneğin, petrol yataklarını bu silahlarla ve mevcut miktardaki mühimmat ile ele geçirmek imkansızdı. Ama komutan orduya ilerlemesini emretti. Aptallar gibi mayınlara bastığımızda artık komutan değil, bir iş adamısındır. Petrol sahalarını ele geçirirsen ödülü de kaparsın. Sonuç olarak, askerler komutanlarına güvenmeyi bıraktı ve bu, tek neden değildi” şeklinde konuştu.
Suriye'de faaliyet gösteren Wagner grupları içerisinde Sırp savaşçıların da olduğunu söyleyen Gabidullin, Wagner içinde yaygın olarak yapılan yolsuzluğun seviyesi hakkında ise, “Bazı komutanlar, takıma tahsis edilen ikramiyelerin yarısını aldı. Geri kalanı - yani kırıntılar - savaşçılar arasında dağıtıldı” dedi.
Palmira’daki ilk savaşla ilgili bazı detayları açıklayan Gabidullin, “Palmira’nın kontrol altına alınmasının ardından askerlerimiz hem Hmeymim’deki hem de Rusya'daki hastaneleri doldurdu. Doktorlar, ‘Orada kim savaşıyor, ordu mu yoksa paralı askerler mi?’ diye sordular. Suç öyle biçimlere büründü ki, 2017’nin başlarından itibaren düşük kaliteli silahlar elde ettik. Tamamen berbattılar. Vatandaşlarınızın bir savaşta olduğunu biliyorsunuz.  Öyleyse onlara ihtiyaçları olanı verin ki daha fazla insan hayatta kalabilsin” diye konuştu.
Wagner güçlerinin Palmira yakınlarındaki geçidi kontrol altına almaması ve yerel havaalanına girmemesi halinde Suriye ordusunun ve onu destekleyen Rus kuvvetlerinin şehri ele geçirmesinin imkansız olacağını söyleyen Gabidullin, Suriye ordusunu ‘hiçbir şey yapamayan gevşek bir oluşum’ olarak nitelendirdi.

DEAŞ avcıları
Suriyeli savaşçıların Libya'ya gönderilmesi konusuna yeniden değinen Gabidullin, “Daha sonra, 2019 yılında, bölüğümüzden Suriyelilerin (DEAŞ avcıları) Libya'ya hızlı bir şekilde gönderilmesi emri alındı. Oraya vardıklarında binbaşı bana telefon ederek, “Dinle, gönderdiklerim intihar bombacısı olarak kullanılabilirler mi?” diye sordu. Bu soru beni şaşırtmıştı.
Eski savaşçı ‘DEAŞ avcılarının’ rolünü şöyle açıkladı:
“Bunlar tamamı Suriyelilerden oluşan askeri bir taburdu. 2018 yılında ve 2019'un başlarında bu tabur için danışman olarak çalıştım ve onları eğittim. Bu eğitimden önce de gerçek çatışmalara girmiş gibi davrandılar. Girdikleri çatışmaların görüntüleri, Twitter'da paylaşıldı. Fakat gerçekte birer medya propagandasından ibarettiler. Sadece kontrolümüz altındaki yerlerde onlarla ilgili video ve resimler çekildi ​​ve daha sonra sosyal medya platformlarında yayınlandı. Amaç, dünyaya ‘Rus özel askeri şirketinden olmayan bazı Suriyeli birimlerin DEAŞ ile savaştığını göstermekti. 2017 yılında Palmira'yı ikinci kez kontrol altına aldığımızda, DEAŞ avcıları aniden arkadan görünüp filme alındılar.  Biz işimizi yaptık. Havaalanına gittik ve onlar sadece fotoğraf çekmeye geldiler. Çekimlerin olduğunu ve tanklarımızın yolunu nasıl izlediklerini gayet iyi hatırlıyorum.”
En kötü çatışmasını 8 Şubat 2018 gecesi Fırat Nehri kıyısında (ABD’nin Deyrizor yakınlarında Wagner konvoyuna yönelik saldırısı) yaşadığını söyleyen Gabidullin, “Çünkü kendimi çok çaresiz hissettim. Kim kiminle savaşıyor? Düşman görmemiştim! Düşman Amerikan helikopterleriydi.  O zamanlar elimde doğrudan çatışma için tasarlanmış kısa bir hafif makineli tüfek vardı. Ancak başka bir silahım olsa bile bu helikoptere karşı savaşamazdım. O an gelip kafamızı parçalayacak bir mermi karşısında çaresiz kaldık. Bununla mücadele edemezdik.
Gabidullin’in o gün 200’den fazla Wagner savaşçısının öldürülmesine neden olan hatanın Rus ordusuna ait olduğunu düşünmesi oldukça dikkat çekici bir durum. Gabidullin bunun nedenini Rus ordusunun bırakın Amerikalılarla iletişim kurmayı, ‘bölgede hiç Rus askeri olmadığı’ konusunda ısrar etmesine bağlıyor.
Suriye'de kendisini Martin adıyla tanıtan yazar anılarının bir başka bölümünde, eski DEAŞ savaşçılarının askere alınmasından bahsediyor. Bazı çatışmalara DEAŞ’lı tutukluların gönderildiğini belirten Gabidullin, Dmitry Utkin'in nasıl DEAŞ’lı tutukluları şahsen ‘asker yaptığına’ tanık olduğunu söylüyor.
Wagner birliklerinin 2016 yılında yanlışlıkla bir Rus savaş uçağı tarafından bombalandıklarını söyleyen Gabidullin, “Dördüncü müfrezenin mevzileri ağır bir bombardımana maruz kaldı. Uçağın yönünü değiştirmeye çalışan bir hava kontrolörümüz vardı. Fakat koordinatları değiştirmesi söylenmemiş olabilir. Eski simgeler kullanıyordu. Sonuç olarak grubumuzun çoğu bu hava saldırısında öldürüldü. Adamlar, pilotu parçalara ayırmak için doğruca Tifor Havaalanı'na koştular. Ancak orada kendilerine uçağın Tifor’dan değil, Hmeymim’den kalktığı söylendi” dedi.
Kayıpları gizlemenin, bir rejimden diğerine geçen tek miras olduğunu söyleyen Gabidullin, “Gerçek bizden saklandı. Onların başka yerlerde öldüklerini söylemekten utanç duydum. Bütün dünya, bir Rus özel askeri şirketinin burada savaştığını biliyor” ifadelerini kullandı.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.