Fas Dışişleri Bakanı: İsrail ile ilişkiler hiçbir zaman durmadı

ABD’nin Rabat Büyükelçisi David Fisher, önceki gün Batı Sahra’yı da içine alan bir Fas haritasının önünde dururken (AFP)
ABD’nin Rabat Büyükelçisi David Fisher, önceki gün Batı Sahra’yı da içine alan bir Fas haritasının önünde dururken (AFP)
TT

Fas Dışişleri Bakanı: İsrail ile ilişkiler hiçbir zaman durmadı

ABD’nin Rabat Büyükelçisi David Fisher, önceki gün Batı Sahra’yı da içine alan bir Fas haritasının önünde dururken (AFP)
ABD’nin Rabat Büyükelçisi David Fisher, önceki gün Batı Sahra’yı da içine alan bir Fas haritasının önünde dururken (AFP)

Fas Dışişleri Bakanı Nasır Burita, ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz perşembe ilan ettiği normalleşme anlaşmasından önce de Fas ve İsrail arasındaki ilişkilerin “zaten normal” olduğunu söyledi.
Burita, İsrail’in en çok satan gazetesi Yedioth Ahronoth’ta yayınlanan röportajında, “Bizim bakış açımızdan, biz normalleşmeden bahsetmiyoruz çünkü ilişkiler zaten normaldi. Biz, iki ülke arasındaki ilişkilerin eskiden olduğu gibi yeniden başlamasından bahsediyoruz. Çünkü ilişkiler daima vardı ve hiçbir zaman durmadı” ifadesini kullandı.
ABD’de görev süresinin bitmesine sayılı günler kalan Başkan Donald Trump, geçtiğimiz perşembe günü yaptığı açıklamada, ülkesinin, İspanya’nın eski sömürgesi ve tartışmalı bölge olarak kabul edilen Batı Sahra üzerinde Fas egemenliğini tanıdığını belirterek, Fas ve İsrail arasında normalleşme anlaşması imzaladığını duyurdu. İsrail Başkanı Binyamin Netanyahu da anlaşmadan memnuniyet duyduğunu kaydetti. İsrailliler ile Filistinliler arasındaki Oslo Anlaşması’nın ardından 90’ların sonlarında İsrail ile resmi ilişkiler kuran Fas, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’den sonra İsrail ile normalleşme anlaşmasına imzaladığını ilan eden dördüncü Arap ülkesi oldu.
Burita, röportajında, “İsrail ve Fas arasındaki ilişkiler özeldir ve İsrail’i diğer Arap ülkelerinden herhangi biriyle bir araya getiren ilişkilerle kıyaslanamaz. Fas, Yahudi topluluğuyla önemli bir tarihe sahip. Arap dünyasında özel bir tarih. Kral… ve 2. Hasan’ın da aralarında bulunduğu eski krallar, Yahudilere saygı duyuyor ve onları koruyordu. Fas ve Yahudiler arasındaki ilişkiler özel ilişkilerdi ve diğer herhangi bir Arap ülkesinde bir benzerine rastlanılamaz” dedi.
Fas’ta hükümetin büyük bir bölümüne liderlik eden Adalet ve Kalkınma Partisi, Trump’ın, İsrail ile tamamen normalleşme karşılığında Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanımasıyla ilgili sessizliğini bozdu. İsrail ile normalleşmeye yönelik eleştirileriyle bilinen İslami referanslı Adalet ve Kalkınma Partisi, İsraillilerin ve Yahudilerin Fas’a yapacakları seyahatlerin kolaylaştırılması ve İsrail ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerin kurulması gibi Fas’ın attığı adımlara bu sefer herhangi bir eleştiri yöneltmedi. Parti sadece “Siyonist işgale ve Filistin halkına karşı işlediği suçlara, onları yerinden etmesine ve kutsallarına yönelik saldırılarına karşı sabit” pozisyonunu hatırlatmakla yetindi.
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreterliği’nin önceki gün yayınladığı ve Genel Sekreter Birinci Yardımcısı Süleyman el-Umrani’nin imzasını taşıyan açıklamada, Parti yönetiminin Kral 6. Muhammed'in sabırlı ve bilge liderliğine karşı duyduğu gurur ve güveni dile getirdi. ABD Başkanlığı’nın “Fas’ın, güney eyaletlerinin üzerindeki egemenliğini tanımasının” önemine vurgu yapılan açıklamada, bu tanımanın “Fas’ın uluslararası çevrelerdeki pozisyonunu güçlendirmek için yeni ufuklar açacağı” ve “toprak birliğine düşmanların yalnızlığını artıracağı, onların komplolarıyla mücadeleye katkıda bulunacağı” belirtildi.
Genel Sekreterlik, Parti’nin, Fas’ın, güney eyaletlerinin üzerindeki egemenliğini pekiştirmek için Fas Kralı ve onun bilge liderliğinin arkasında seferberlik halinde olduğunun altını çizdi. Filistin Halkının Haklarını Savunmak İçin Kudüs Komitesi Başkanı da olan Fas Kralı 6. Muhammed’in sabit ve sürekli pozisyonuna dikkat çekilen açıklamada, Kral’ın Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'la telefon görüşmesi gerçekleştirdiği aktarıldı. Açıklamaya göre Kral Muhammed, görüşmede “Filistin meselesini meşguliyetlerinin ön sıralarına koyan Fas’ın Filistin halkının meşru haklarını savunmadaki rolünden asla vazgeçmeyeceğini, Filistin meselesinin kendileri için her zaman Batı Sahra meselesiyle aynı seviyede yer aldığını, Fas’ın, Faslılığını pekiştirmek adına yaptığı çalışmanın, ne bugün ne de gelecekte hiçbir zaman Filistin halkının meşru hakları için verdiği mücadelenin aleyhine olmayacağını” vurguladı.
Fas’ta Filistin’e destek çalışmaları alanında köklü bir geçmişe sahip olan Filistin Mücadelesini Destekleme Cemiyeti, önceki gün yayınladığı açıklamada, Kral 6. Muhammed’in liderliğindeki Fas Krallığı’nın ülkenin toprak bütünlüğü konusunda, ABD’nin, Fas’ın Batı Sahra üzerindeki tam egemenliğini tanımasıyla taçlanan diplomatik zaferlerini olumlu bulduklarını kaydetti. Cemiyet, Filistin halkına insani ve maddi yardımlarda bulunma ve halk dayanışma yürüyüşleri düzenleme yoluyla Filistin davasına olan sürekli desteğini ve ulusal, uluslararası, Arap dünyası düzeyinde sabit siyasi pozisyonlarını yineledi. Cemiyet, açıklamasında, sahadaki gerçekliğin halen Siyonist yapının tutuklamalarına, Kudüs-ü Şerif’teki aileleri ve kişileri göçe zorlamasına, İsrail hapishanelerindeki esirlerin ve mülteci kamplarının sıkıntılarına ve mültecilerin geri dönme hakkının tanınmamasına şahit olduğunu vurguladı. İsrail işgalinin Gazze Şeridi’ni kuşatan ambargosunun sürmesini kınayan Cemiyet, Kudüs Komitesi Başkanı olması dolayısıyla Kral 6. Muhammed’e, Filistin davasına ve Kudüs-ü Şerif’e sürekli hizmet eden tüm çabalarını ve siyasi ve uluslararası girişimlerini sürdürme çağrısında bulundu. Cemiyet’in, açıklamada, İsrail ile ilişki kurma hamlesini eleştirmekten kaçındığı görülüyor.
Öte yandan Bahreyn Krallığı’nın pazartesi (bugün) Batı Sahra’nın en büyük kenti El-Uyun’da Başkonsolosluk açacağı bildirildi. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, açılış kutlamasına Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyyani ve Faslı mevkidaşı Nasır Burita katılacak. Bahreyn, bu adımla Batı Sahra’da Başkonsolosluk açan ikinci Arap ülkesi olacak. Aynı şekilde Ürdün Krallığı da El-Uyun kentinde bir konsolosluk açmayı planlıyor. Aralık 2019’dan bu yana El-Uyun’da konsolosluk açan Afrika ülkelerinin sayısı 15’i geçti.



Türkiye ve Yeni Suriye: Siyasette ve sahada uzlaşılar

Suriye'nin kuzeyindeki Münbiç şehrinde Türk devriyesi (AFP)
Suriye'nin kuzeyindeki Münbiç şehrinde Türk devriyesi (AFP)
TT

Türkiye ve Yeni Suriye: Siyasette ve sahada uzlaşılar

Suriye'nin kuzeyindeki Münbiç şehrinde Türk devriyesi (AFP)
Suriye'nin kuzeyindeki Münbiç şehrinde Türk devriyesi (AFP)

Ömer Önhon

Esed rejimini deviren operasyonun anlık bir gelişme olmadığı, hazırlıklarının Türkiye, ABD ve diğer ülkelerin farklı düzeylerde katılımıyla bir yılı aşkın süre önce başladığı yönündeki spekülasyonlar gün geçtikçe artıyor. Ancak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, harekatın planlanması için diğer ülkelerle ya da gruplarla önceden herhangi bir koordinasyon yapılmadığını açıkladı. Fidan, Suudi Arabistan merkezli Al Hadath televizyonunda Suriye’deki son duruma ilişkin değerlendirmesinde “(Türkiye) harekât başladıktan sonra, Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve diğer muhalifler tarafından harekât başladıktan sonra, bunun en kansız, en problemsiz, en maliyetsiz şekilde nasıl olması için yoğun bir çaba gösterdik ama onun öncesinde hiçbir ülkeyle veya hiçbir grupla bir araya gelip böyle bir planlama ve çalışma içerisinde olmadık” ifadelerini kullandı.

Esed rejiminin devrilmesinin ardından HTŞ ve Halk Koruma Birlikleri (YPG) Suriye sahnesinde iki önemli yerel aktör olarak ortaya çıktı.

El Kaide ve Nusra Cephesi kökenli, 2015 yılından bu yana İdlib'i kontrol eden HTŞ, terör örgütü olarak tanımlanmasına rağmen Türkiye, ABD ve diğer Batılı ülkelerle ilişkilerini geliştirebilmiş gibi görünüyor.

HTŞ lideri Ahmed eş-Şera (eski adıyla Ebu Muhammed el-Culani) örgütün imajını yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Bunun için kamuoyu önünde daha ılımlı bir dil kullanıyor. ‘Devrimci bir zihniyetten devlet kurucu bir zihniyete geçme’ çağrısında bulunan Şera, istikrarın sürdürülebilirliği için hukuka ve kurumlarına dayalı bir devlet kurulması’ gerektiğini vurguladı.

HTŞ'nin şu anda Suriye'yi yönettiği ve geçiş döneminden sonra da bu rolü sürdürmeye niyetli olduğu anlaşılıyor. Kısacası HTŞ imajını yeniden markalaştırmaya çalışarak, dünyaya ‘biz eski biz değiliz’ mesajı veriyor. Ancak eylemlerin sözlerle örtüşüp örtüşmeyeceğini zaman gösterecek.

Bu arada Suriye Geçici Hükümeti, Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Milli Ordusu (SMO) ve diğer silahlı gruplar gibi öteki muhalif gruplar ya sessiz kalarak ya da ortalarda görünmeyerek gölgelere çekildiler.

YPG'nin manevraları

Öte yandan YPG, ABD, Rusya, İran ve Esed rejimi de dahil olmak üzere tüm büyük oyuncularla ilişkilerini sürdürerek, Suriye'de istikrarlı bir güç olmaya devam etti. Esed rejiminin düşüşü, Türkiye'nin altyapı ve lider kadrosuna yönelik operasyonları, SMO'nun doğuya doğru ilerleyişi ve Suriye dosyasından uzaklaşma arzusunu dile getiren Trump'ın tutumu karşısında ayakta kalmak için bilinçli manevralar yapıyor.

YPG, başından beri Suriye devriminin yanında olduğunu söyleyerek bir sürpriz yaptı. YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) lideri Mazlum Abdi, HTŞ ile Fırat Nehri'nin iki yakasında her iki tarafın da sınırlarına riayet edeceğini ve çatışmadan kaçınacağını belirten bir anlaşma yaptıklarını duyurdu. Abdi ayrıca DEAŞ'ı yenmek için ABD ve Uluslararası Koalisyon güçlerinin arabuluculuğunda Türkiye ile diyaloglar yürütüldüğünü belirtti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye'nin ister Irak'ta ister Suriye'de olsun etnik köken olarak Kürtlerle bir sorunu olmadığını vurguladı, ancak PKK ve YPG'yi ortadan kaldırma temel hedefini yineledi.

Öte yandan Türkiye gerek Irak'ta gerekse Suriye'de, etnik köken olarak Kürtlerle bir sorunu olmadığının altını çizdi. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ise Türkiye’nin PKK ve YPG'yi ortadan kaldırma temel hedefini yineledi.

Güler, YPG ile Kuzey Irak'taki Kandil Dağı'nda konuşlu PKK arasındaki bağlantıların yanında, bu bağlantılarla ilişkili daha geniş siyasi hedeflerin kesin ve inkâr edilemez olduğunu belirtti. Buna Türkiye'deki yeni sözde barış süreci de dahil.

YPG'nin kendini feshetmekten başka çaresi olmadığını vurgulayan Bakan Güler, Türkiye'nin ‘Suriyeli olmayan tüm üyelerin, özellikle de Türkiye ve Irak'taki PKK kadrolarının Suriye topraklarından ayrılması ve Suriye uyruklu savaşçıların silahlarını teslim etmesi’ yönündeki başlıca iki şartının altını bir kez daha çizdi.

Karmaşık geçiş süreci

Rakip gruplar, yerel aktörler ve uluslararası güçler farklı hedefler peşinde koşarken, Suriye'nin geçiş süreci belirsizliklerle dolu olmaya devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre HTŞ'nin imajının yeniden şekillenmesi ve YPG'nin manevraları yeni yönelimlere yol açabilir. Ancak bu değişimlerin sonucunun kalıcı istikrara mı yoksa daha fazla çatışmaya mı yol açacağı belirsiz.

vfbgnh
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Ankara'da bir basın toplantısı düzenledi, 2 Aralık 2024 (AFP)

Milli Savunma Bakanı Güler, ülkesinin bu hususları ABD'ye bildirdiğini ve YPG'ye yönelik politikasını yeniden gözden geçirmesini istediğini, ancak ABD'nin bu alandaki politikasında en azından şimdilik önemli bir değişiklik görünmediğini açıkladı.

Suriye'nin bu aşamadaki önceliklerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Devletin çöküşünü önlemek, kamu düzenini sağlamak ve halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak.

2- Suriye devleti için yeni bir siyasi ve idari yapı oluşturulması.

3- Silahlı grupların dağıtılması ve çeşitli grupların elinde olan çok sayıdaki silahların toplanması.

Suriyeliler ayrıca, başta Sednaya Hapishanesi olmak üzere Esed rejiminin hapishanelerinde binlerce tutuklunun sistematik işkenceye maruz kalmasından ve öldürülmesinden sorumlu olan kişilerden hesap sorulmasını istiyor.

Suriye'de yeni siyasi-idari yapının oluşumu şu aşamalara göre ilerliyor:

1- İdlib'i yıllarca yöneten Suriye Kurtuluş Hükümeti'nin üyelerinden oluşan ve aralarında Başbakanı’nın da bulunduğu geçici bir hükümet kuruldu. Hükümetin tüm üyeleri HTŞ’den oluşurken, hükümette kadın, muhalif ve Alevi, Dürzi, Türkmen, Kürt ve Hristiyan gibi azınlıkların temsilcisi bulunmuyor.

2- Geçici hükümetin görev süresinin mart ayında dolmasının ardından başlaması beklenen bir sonraki geçiş döneminin, daha kapsayıcı bir geçiş hükümeti kurarak bu eksikliği gidermesi bekleniyor. Ancak bu konuda ne kadar ileri gidileceğini zaman gösterecek.

3- Esed rejiminin 2012 tarihli anayasasının yerini alacak yeni bir anayasanın hazırlanması. Anlaşmazlığın olduğu başlıca noktalar ise şöyle:

  • İdari yapının niteliği (merkezi bir sistem mi, yoksa yerel yönetimi mi olacak?)
  • Anayasanın kimliği (sivil mi yoksa İslam hukukuna dayalı mı olacak?)

4- Suriye halkının kendilerini kimin yöneteceğini seçebilmesi için belirlenecek bir tarihte özgür ve çoğulcu seçimlerin yapılması.

Yıllar süren yıkımın ardından Suriye ekonomisini yeniden inşa etmek herkes için zorlu bir görev olacak. Suriye ekonomisi 2011 ile 2023 yılları arasında yüzde 85 oranında küçülürken, yeniden yapılanmanın maliyetinin en az 300 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.

Uluslararası toplum ve bazı bölgesel güçler mali destek sağlasa da bu destek sınırlı kalacak ve Suriye'nin kendi kaynaklarını bulması önemini koruyacak. Bu konuda ise şu yollar izlenebilir:

1- Halktan vergi toplanması.

2- Yabancı yatırımın çekilmesi.

3- Üretim, sanayi ve ihracat sektörlerinin güçlendirilmesi.

4- Doğal kaynakların kullanımının optimize edilmesi.

Suriye'nin belki de en önemli kaynağı petrol. Suriye’de 2011 yılından önce günlük yaklaşık 380 bin varil petrol üretiliyordu. Bugün petrol sahaları, askeri ve idari operasyonlarını uluslararası fiyatların çok altında petrol satarak finanse eden Kürt ağırlıklı YPG’nin kontrolü altında.   Petrol sahaları YPG'nin kontrolünden kurtarılıp Suriye halkının yararına kullanılmalı.

Suriyeliler yaptırımların kaldırılmasını dört gözle beklerken, bunun gerçekleşmesi siyasi ve hukuki koşullar çerçevesinde uzun zaman alabilir. ABD'nin seçilmiş Başkanı Donald Trump, Suriye’nin bir ‘Suriye meselesi' olduğunu söyleyerek mesafe koymaya çalışsa da bunun olması pek mümkün görünmüyor. ABD'nin Suriye'deki rolünün boyutu ileriye dönük önemli bir mesele olmaya devam ediyor.

Ancak önümüzdeki dönemde en kötü senaryolardan korkuluyor. Bu senaryolar ise şu olasılıkları öne çıkarıyor:

1- Selefi gruplar kendi katı muhafazakâr görüşlerini ülkenin siyasi ve sosyal hayatına dayatabilir ve kendi ideolojik ilkelerine dayalı bir hükümet kurabilirler.

2- Öte yandan, YPG özerk yönetim projesini güçlendirmeye ve gelecekte daha da geliştirmeye çalışabilir.

3- Kürtlerin, Dürzilerin ve Alevilerin ayrılıkçı emeller peşinde koşması halinde Suriye'nin toprak bütünlüğü tehdit altına girebilir. (Bu bağlamda İsrail'in son zamanlarda Suriye'deki azınlıkların, özellikle de Kürtlerin ve Dürzilerin korunmasına atıfta bulunması bir tesadüf değil.)

4- Esed rejimi, İran’ın ve Rusya'nın desteğiyle nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışabilir.

5- Suriye yeniden kaosa ve iç savaşa sürüklenebilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın on iki yılın ardından Türkiye'deki ekonomik durumdan sonra karşılaştığı en zor dosyalardan biri olan Suriye dosyasında önemli bir atılım gerçekleştirmeyi başardığına şüphe yok. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın'ın Şam’a yaptığı ziyaret, Türkiye'nin nüfuzunun açık bir göstergesiydi. Kalın'ın Ahmed eş-Şera'nın kullandığı araçla şehrin sokaklarında dolaştığı ve Emevi Camii'nde namaz kıldığı görüntüler, Ankara'nın Suriye'deki siyasi ve diplomatik ağırlığını gösteren kasıtlı bir sembolik mesaj ise amacına ulaştığı açık.

 vdbgnh
Suriye'nin kuzeyindeki Halep’te devrim bayrağı sallayan bir adam, 11 Aralık 2024 (AFP)

Ancak bu sıra dışı hamle, geniş çaplı tartışmalara yol açarak Suriyeliler ve yabancı gözlemciler arasında soru işaretlerine neden oldu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT Başkanı Kalın’ın Şam ziyaretinin bölgesel ve uluslararası güçlerle varılan mutabakatları iletmek amacıyla yapıldığını açıklamakta gecikmedi. Fidan, bu hamlenin Şam'a götürdüğü mesajların şunları içerdiğini vurguladı:

1- Terör örgütlerinin yeni siyasi aşamayı kullanmalarının önlenmesi.

2- Başta Hristiyanlar, Kürtler, Aleviler ve Türkmenler olmak üzere azınlıklara adil muamele edilmesi.

3- Bir sonraki aşamada tüm kesimleri temsil eden kapsayıcı hükümetin kurulması.

4- Suriye'nin komşularına karşı bir tehdit olmaması için gerekli önlemlerin alınması.

Türkiye'nin 12 yıldır kapalı olan Şam Büyükelçiliğini 14 Aralık'ta yeniden açması dikkat çekici bir adımdı. Büyükelçiliğin kapanması kararını, o dönemde Türkiye'nin Şam Büyükelçisi olarak görev yaptığım sırada bizzat ben almıştım.

Özetle, Türkiye geçtiğimiz iki hafta içinde uluslararası arenada eşi benzeri görülmemiş kazanımlar elde ederek siyasi süreci ve Suriye’nin yeniden inşasını kolaylaştırmaktan DEAŞ'ın geri dönüşünü engellemeye ve mültecilerin geri dönüşünü sağlamaya kadar çeşitli alanlarda Suriye'nin geleceğini şekillendirebilecek önemli bir aktör olarak ön plana çıktı.

Ancak Türkiye'nin şu anki ayrıcalıklı konumuna rağmen, birtakım zorluklar ve belirsizlikler var olmaya devam ediyor. Dolayısıyla Suriye'de başarılı bir siyasi geçiş sürecinin sağlanamaması ve kaosa geri dönülmesi ihtimali, Türkiye'ye ağır bir yük getireceğinden Ankara'nın temkinli olması ve ölçülü adımlar atması gerekiyor.

Bu yüzden Türkiye, Suriye krizine kapsamlı, sürdürülebilir ve kalıcı bir çözüm bulunmasında yapıcı ve destekleyici bir rol üstlenmedeki kararlılığını her fırsatta vurguluyor.