Fas Kralı, Kushner ve Ben Shabat ile bir araya geldi; resepsiyonda İsrail bayrağı yoktu

Ulusal Güvenlik Danışmanı Shabat, yerel lehçe ile “Allah ömür versin efendim” ifadelerini kullandı

Kral 6. Muhammed ve Veliaht Prens Mevlay Hasan (solunda) ABD-İsrail heyetini karşıladı; arkada ise Fas bayrağı görüldü (MAP)
Kral 6. Muhammed ve Veliaht Prens Mevlay Hasan (solunda) ABD-İsrail heyetini karşıladı; arkada ise Fas bayrağı görüldü (MAP)
TT

Fas Kralı, Kushner ve Ben Shabat ile bir araya geldi; resepsiyonda İsrail bayrağı yoktu

Kral 6. Muhammed ve Veliaht Prens Mevlay Hasan (solunda) ABD-İsrail heyetini karşıladı; arkada ise Fas bayrağı görüldü (MAP)
Kral 6. Muhammed ve Veliaht Prens Mevlay Hasan (solunda) ABD-İsrail heyetini karşıladı; arkada ise Fas bayrağı görüldü (MAP)

Rabat ve Tel Aviv'den kaynaklar, Beyaz Saray Baş Danışmanı Jared Kushner, İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Meir Ben Shabat ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Uluslararası Müzakereler Özel Temsilcisi Avi Berkowitz’in Fas Kralı 6. Muhammed ile Salı akşamı gerçekleştirdikleri görüşmenin yaklaşık bir saat sürdüğünü bildirdi. The Times of Israel gazetesine konuşan İsrailli bir yetkili ise “Fas Kralı ile görüşmelerin olumlu geçtiğini, hedeflere ulaşıldığını” ifade etti.
Gözlemciler, Fas Kralı 6. Muhammed’in ABD-İsrail heyetini ağırladığı Rabat Kraliyet Sarayı'nda İsrail ve ABD bayrağının bulunmadığı, yalnızca Fas bayrağı ile yetinildiğini, aynı zamanda kraliyet soy ağacı tasviri tablosunun bulunduğunu kaydetti.
İsrail Başbakanlığı Ofisi’nden açıklamalara göre, Ben Shabat, görüşme sırasında Fas Kralı 6. Muhammed’i İsrail ziyaretine davet etti. Diğer yandan gözlemciler, Ben Shabat'ın Fas yerel lehçesi ile “Allah ömür versin efendim” ifadelerini kullandığını aktardı. Nitekim 1950’lerde Kazablanka’nın güneyindeki Safi şehrinden İsrail’e göç eden haham Mahluf bin Shabat’ın oğlu olan Fas asıllı Ben Shabat, Fas halkının Kral’a takdir, saygı ve hürmet ile hitap ediş şekline başvurmuş oldu.
Ben Shabat, kendisine “Fas ile ilişkilerin kurulmasına eşlik etme fırsatı verdiği” için İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya teşekkürlerini sunmuştu. etmişti;
Fas Dışişleri Bakanı Nasır Burita ve Kushner ile düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Ben Shabat, “Bir Yahudi atasözü, ‘Babandan sana söylemesini, dedenden de sana anlatmasını iste’ der” ifadelerine başvurarak on binlerce İsrailli gibi, “Fas'ta huzur, refah ve mutluluk içinde yaşayan ebeveynlerimizin hikayeleriyle büyüdük” dedi.
Gözlemciler, Rabat ile Tel Aviv arasındaki diplomatik ilişkilerin seviyesi meselesine de odaklandı. Zirâ karşılıklı büyükelçiliklerin  açılması üzerine diplomatik ilişkilerin tamamlanması beklense de şu anki ilişkiler biraz daha düşük seviyede kalacak. Rabat’ta İsrail, Tel Aviv’de ise Fas irtibat ofisleri açılacak.
İkinci Filistin intifadasının patlak vermesiyle İsrail ile diplomatik ilişkilerini koparmaya karar veren Fas, 2000 yılı sonlarında Tel Aviv irtibat bürosunu kapatmıştı. İki ülkedeki irtibat bürolarının yaklaşık 20 yıl önce kapatılmasına rağmen binaların iki ülkenin mülkiyetinde kalması dolayısıyla yeniden açılmaları kolaylaştı.
Söz konusu basın toplantısında yaptığı açıklamada ofislerin iki hafta içerisinde açılacağını kaydeden Fas Dışişleri Bakanı, Ocak ayı sona ermeden tarafların yükümlülüklerinin tam olarak uygulayacağını belirtti. Basın sızıntılarına göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail irtibat ofisinin açılışı için Ocak ayının ilk haftasında Fas'ı ziyaret edecek; Fas Dışişleri Bakanı ve diğer bakanlar ise yakında Tel Aviv ziyaretinde bulunacak.
Fas’ın ABD’yi tanıyan ilk ülke olduğunu ve ülkesinin “bunu asla unutmayacağını” ifade eden Kushner, açıklamalarını şu sözlerle sürdürdü:
“Şimdi de ABD Batı Sahra’yı tanıyor. Başkan Trump, emrivakiyi ve kimseye fayda sağlamayacak olan mevcut düzeni reddediyor. Nitekim üzerinde anlaşmaya varılan mantıklı bir çözüm var; orada yaşayan herkesin hayatını iyileştireceğini ve başarı sağlayacağını bildiğimiz bir çözüm. Doğrulanabilir olan bu çözüm, tarafların Birleşmiş Milletler kubbesi altında müzakerelerin düzenlenmesi için birbirleriyle çalışmasını sağlayan özerkliktir. Diğer yandan, Diplomatik ilişkileri güçlendirmek, Fas'ın güney eyaletleri ve ötesini de kapsayan ekonomik iyileştirmeler yapmak için Sahra'nın en büyük ikinci şehri Dahla’da bir konsolosluk açmak istiyoruz.”
Fas ve İsrail, aralarındaki diplomatik ilişkileri yeniden tesis etme anlaşmasını sağlamlaştırmak için Salı gecesi dört farklı alanda anlaşma imzaladı. Sivil havacılık, su kaynakları planlaması ve finans alanlarının yanı sıra diplomasi ve hizmet pasaportu sahiplerinin vize işlemlerinden muaf tutulması üzerine anlaşmaya varıldı. Umuma mahsus pasaport sahiplerinin ise diğer ülkeleri ziyaret etmek için vize alması gerekecek.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.