Beytu’l Makdis: Projelerin çoğu sosyal alanda

Filistinli bir kadın, artan İsrail güvenliği ortasında Ekim ayında Kudüs'ün kapılarından birinden geçiyor (AFP)
Filistinli bir kadın, artan İsrail güvenliği ortasında Ekim ayında Kudüs'ün kapılarından birinden geçiyor (AFP)
TT

Beytu’l Makdis: Projelerin çoğu sosyal alanda

Filistinli bir kadın, artan İsrail güvenliği ortasında Ekim ayında Kudüs'ün kapılarından birinden geçiyor (AFP)
Filistinli bir kadın, artan İsrail güvenliği ortasında Ekim ayında Kudüs'ün kapılarından birinden geçiyor (AFP)

Beytu’l Makdis eş-Şerif Ajansı, 2020 yılında uygulanan tüm proje ve programların yüzde 75'inin sosyal alanda yapıldığını  bildirdi. Bu projelerin değeri ise toplamda 1 milyon 921 bin doları aşan maliyetin 1 milyon 441 doları sayılıyor.
Kudüs Komisyonu’nun İslam İşbirliği Teşkilatından (İİT) doğan yürütme kolu olan ve komisyon başkanı Fas Kralı 6. Muhammed’in doğrudan denetimi altındaki ajansın yıllık raporuna göre, sosyal yardım çerçevesinde uygulanan programlar; Değerli Yaşam Programı, Kudüslü Yetim Sponsorluk Programı ve Kovid-19 salgını dolayısıyla gıda paketleri ve 1441 Mubarek Ramazan Paketi arasında paylaşıldı.
Bu yıl uygulanan toplam projelerin yüzde 12'sinin (yaklaşık 241 bin 210 dolar değerinde) kültür sektörü ve inşa edilmiş kültürel mirasın korunmasına, yüzde 8’inin (en az 150 bin dolar) sağlık ve eğitim sektörüne, yüzde 5’inin (88 bin 600 dolar) ise Kudüs şehrini himaye etmek için ayrıldığı bildirildi.
Son yıllardaki sınırlı finansmana işaret eden rapor, yıllık yaklaşık 3 milyon doğal değerindeki düzenli performans hızının ajansı Kudüs'te faaliyet gösteren kurumların ön saflarına yerleştirdiğini kaydetti. Aynı zamanda Kudüs'teki hayati sektörlerin Kovid 19 salgınıyla mücadelesine yardımcı olacak bir acil durum planının onaylandığı açıklandı.
Eğitim sektörünü desteklemeye, Filistin'deki üniversite, okul ve yüksek enstitülerde öğrenimlerini sürdüren öğrencilere, aynı zamanda öğrenimlerini Fas'ta sürdürmek isteyen Kudüslü öğrencilere burs sağlamaya özellikle önem veren ajans, bu yıl Kudüs Üniversitesi öğrencilerine 20 yeni burs sağladı. Tıp ve eczacılık bölümlerinden 16, ekonomi hukuk ve insani bilimlerden ise 4 öğrenci bu burstan yararlandı.
İlk etapta Vadi el-Cevz’deki 2. Hasan Okulu’ndan başlayarak 10 okulu kapsayan Çevre Kulüpleri Projesi çerçevesinde Kudüs'teki bazı eğitim ve kültür kulüplerinin rehabilitasyonu ve restorasyonu yönünde program başlatıldı. Aynı zamanda ekonomi sağlamlaştırma projelerini finanse etme, ekmek üretimi ve pazarlaması alanında ayda en az 100 bin dolar değerinde önemli bir ekonomik döngü oluşturmayı da kapsamı altın alan Değerli Yaşam Programı’ndan 21 fırının yaralandığı, bu bağlamda ajans tarafından 2 bin 600 aileye 26 bin somun ekmek dağıtıldığı belirtildi.
Rapor, ajansın geçen yıl, Filistin Barınma Meclisi aracılığıyla 5,3 milyon dolarlık bir meblağ ile muhtaç Kudüslü ailelerin evlerini restore etme yönünde döner kredi programını sürdürmek için çalıştığına değindi.
Diğer yandan, Kudüs'te Kovid 19 salgınına dair tedbirlerle ilgili ise Kudüs hastanelerine 150 bin dolarlık destek vermek (3 hastane bundan yaralandı) ve Ramazan’a denk gelen karantina döneminde ailelerin ihtiyaçlarını karşılamak için 515 gıda paketi dağıtmak olmak üzere iki aşamaya ayrılmış 250 bin dolar değerindeki bütçeyle bir acil durum planı hazırlandı. Aynı zamanda ihtiyaç sahibi ailelerin çocuklarının uzaktan eğitime devam edebilmesi için 100 öğrenciye 100 adet tablet dağıtıldı.
Rehberlik ve destek için elektronik platform sayısının bu yıl farklı Kudüs kurumları tarafından sağlanan 10 projeye çıkaran ajans, Kudüs'ü savunan uzmanları seferber ederek yayıncılık, siyasi ve hukuki savunuculuk faaliyetlerine önem verdi. Bu kapsamda birçok toplumsal konuya odaklı beş araştırma finanse edildi.
Ajans, Rabat ile Kudüs arasında en önemlisi Haziran ayında sivil toplum kuruluşları ve dernekler ile yapılan danışma toplantısı olmak üzere bir dizi uzaktan etkinlik düzenledi. Aynı zamanda Temmuz ayında, tıp ve eczacılık öğrencilerine akademik başarıları dolayısıyla verilen Beytü’l Makdis ödülleri töreni düzenlendi.
Raporda son olarak Beytu’l Makdis eş-Şerif Ajansı’nın Kudüs ve sakinleri hizmetinde önemli bir birikim elde etmeyi başardığı ifade edildi. Bununla birlikte, Arap ve İslam ülkelerine, bireyler ve ekonomik kurumlara ajansın kutsal Kudüs şehrini, dini ve kültürel mirasını himaye etme, sakinlerinin dayanıklılığını destekleme yönündeki faaliyetlerini sürdürmesini sağlayacak maddi destekte bulunma çağrısı yapıldı.
Ajansın söz konusu yıllık raporunun; koronavirüs salgını ışığında Kudüs'teki ekonomik, toplumsal, eğitimsel, kültürel ve sağlık durumu, ajansın 2020 yılında Kudüs'teki çalışmalarında varılan noktalar, ajansın 2021 yılında Kudüs'te gerçekleştireceği çalışmaları yönündeki programlama ve beklentiler olmak üzere üç farklı eksene ayrıldığı görülüyor.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.