Süha Arafat’ın açıklamaları Filistin kamuoyunu kızdırdı

İkinci İntifada’nın “büyük bir hata” olduğunu söyledi… Açıklamaları Filistinliler arasında öfkeye yol açtı

Süha Arafat, Ebu Ammar ile birlikte (Getty Images)
Süha Arafat, Ebu Ammar ile birlikte (Getty Images)
TT

Süha Arafat’ın açıklamaları Filistin kamuoyunu kızdırdı

Süha Arafat, Ebu Ammar ile birlikte (Getty Images)
Süha Arafat, Ebu Ammar ile birlikte (Getty Images)

Filistinliler arasında büyük öfke uyandıran ve merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın suikastında İsrail’i aklamakla ve İkinci Filistin İntifadası’nı eleştirmekle suçlanan Süha Arafat bir açıklama yaparak İsrail merkezli Yedioth Ahronoth gazetesinin iki gün önce yayınladığı ifadelerinin bağlamından koparıldığını söyledi.
Merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın eşi Süha Arafat Instagram hesabından konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Halkımızın dürüst insanları için önemli bir şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum. İsrail televizyonuyla Ebu Ammar’ı konu alan ve bir hafta sonra gösterime girecek olan bir belgesel için röportaj yaptım ve gazetenin aktardığı her şey asıl bağlamından koparıldı. Yaser Arafat’ın ölümüne ilişkin dava hala sürüyor. Kimseyi onu öldürmekle itham edemem, hatta İsrail’i bile. Çünkü elimde herhangi bir kanıt yok. Kesin bir kanıt olmadan suçlamaların Filistinlilerin kötü niyetli iç siyasi çekişmelerine alet olmasını istemiyorum. Röportajda sözünü ettiğiniz terör suçlamamızın sesimizi dünyaya duyuran şey olduğunu söyledim. İntifadaya karşı olduğumu söylememin sebebi de savaşın eşit şartlarda yapılmamasıydı. Çarpıtılsa bile fikirlerimi söylemekten korkmayacağım. Gerçek her zaman ışıldayacaktır.”
İsrailli televizyon yapımcısı ve senarist Yaron Niski, yönetmen Danny Lieber ile birlikte altı önemli Arap liderin hayat hikayesini ve İsrail’in onların planlarını engellemek için yaptığı çeşitli operasyonları anlatan “Düşmanlar” adında bir belgesel dizisi hazırladı. Dizinin bu ayın 12’sinde yayınlanması planlanıyor. Yapımcı, Süha Arafat ile yaptığı röportajdan kesitler paylaştı. Röportaj ayın 19’unda dizinin Yaser Arafat’a ayrılan ikinci bölümünde yayınlanacak. Bu dizinin tanıtımı kapsamında Niski ve Yediot Aharonot’ta çalışan gazeteci Ronen Tal, Süha Arafat’ın verdiği uzun bir röportajı gazetede ve Ynet internet sitesinde iki gün önce yayınladı. Söz konusu röportajda birçok Filistinliyi kızdıran ifadeler vardı.
Röportajın giriş kısmı şu şekilde:
“Geçtiğimiz eylül ayında tüm dünya yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının ikinci dalgasıyla uğraşırken Süha Arafat merhum eşinin naaşının Ramallah’taki lüks binada yer alan mezarında huzur içinde yatmasına izin vermemeye niyetli olduğunu açıkça belirtti. Kendisinin ve kızının talebinin ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Devlet Başkanı’nın ölümüne ilişkin soruşturmayı sürdürmeye karar verdiğini açıkladı. Süha ölümünden 16 yıl sonra hala Arafat’ın, Rusların 2007 yılında ajan Alexander Litvinenko’ya Londra’da düzenlenen suikast ile dünyaya duyurduğu radyoaktif bir madde olan polonyum-210 maddesi ile zehirlendiğinden emin. Süha, tarih kitaplarındaki bu bölümü düzeltmeye kararlı. Şimdi kendisi şöyle diyor ‘Arafat kesinlikle zehirlendi ancak İsrail tarafından değil, bir Filistinli tarafından. Herkes İsrail'in suçlu olduğunu düşündü ama ben onu suçlamadım. Her zaman İsrail’in adını vermenin çok kolay olduğunu söylemişimdir ancak İsraillilerin Arafat’ı komşuları olduğumuz için öldürdüğünü sanmıyorum ki eğer suçlu olsalardı asırlar boyunca bu olayın intikamını alırdık. Herkes onu suçlarken ben ‘İsrail’in sorumlu olduğuna dair elinizdeki kanıt ne?’ diye düşündüm’.”
İsrail merkezli Yedioth Ahronoth gazetesi haberine şöyle devam ediyor:
“Arafat’ın ölümü, zehirlenmeden enfeksiyona ve AIDS’e kadar sayısız teorilerin ortaya atıldığı esrarengiz bir dönemdi ve hala da gizemini koruyor. 2004 yılının Ekim ayında Arafat’ın sağlık durumu kötüleşti. Bunun üzerine kendisini Mukata’da abluka altında tutan İsrail tedavi görmesi için Paris’e nakledilmesine izin verdi. 11 Kasım’da ise hayatını kaybetti. Süha ‘Geçen bunca süre boyunca bir hata olduğundan şüphe ettim. Paris’teki hastanede tedavisine 50 doktor katıldı. Olası tüm testleri yaptılar -bütün Afrika hastalıklarını ve sentetik yerli zehirleri kontrol ettiler- ancak hiçbir şey bulamadılar ve ölüm sebebini bilmediklerini söylediler’ dedi. Arafat’ın meçhul ölümü ile ilgili gizem, 2012 yılında bağımsız bir soruşturma yürütmeye çalışan El-Cezire kanalından bir gazetecinin girişimiyle yeniden su yüzüne çıktı. Süha ‘Bana Arafat’ın şahsi eşyalarını sordu ve ben de kendisine çantasını, kıyafetlerini, iç çamaşırlarını ve pijamalarını verdim. El-Cezire, İsviçre’de bulunan Lozan Üniversite Merkezi’ne gitti ve iç çamaşırında ve diş fırçasında polonyum-210 kalıntıları buldular. Mezarın açılmasını ve Yaser’in cesedinin çıkarılmasını talep ettim ve Ebu Mazen (Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas) bunu kabul etmek zorunda kaldı. Rusya, Fransa ve İsviçre’den gelen ekipler tarafından üç ayrı soruşturma yapıldı ve İsviçre ekibi, Arafat’ın vücudunun polonyumla dolu olduğunu buldu. Onu bu maddeyle ne zaman zehirlediklerini ve oraya bunun nasıl ulaştığını bilmiyorum ancak bildiğim bir şey var o da polonyumun onu yüzde yüz öldürdüğü’ dedi.”
İsrailli iki gazeteci Süha’ya bir soru yönelterek “Birçok kişi, Arafat’ın gerçekten İsrail ile barış yapmak için müzakerelerde bulunmaya niyetlense bile bir terör örgütünün lideri olarak geçmişinden kopamayacağını düşünüyor” dedi. Süha da buna karşılık şöyle cevap verdi:
“İkinci İntifada büyük bir hataydı. Barış sürecinin tam ortasındayken kendisini intifada yapmaya kim ikna etti bilmiyorum. Barışçıl bir çözüm bulunmasını beklemeliydi zira biz İsrail’le aynı kulvarda değiliz. Ona Hamas’ın saldırılarını durdurması gerektiğini yoksa en nihayetinde bir iç savaş çıkacağını söyledim. 11 Eylül 2001’den sonra kimsenin daha fazla patlama görmek istemediğini, insanların kan görmek istemediğini açıkladım. Ona fikirlerimi söylediğimde kızdı. Onunla Paris’ten telefonla konuştum ve o da bana 'Durmalısın' dedi. Ben de ona ‘Hamas ya da değil sen barış sürecinden sorumlusun bunu durdurmalısın’ dedim. Tel Aviv ya da Kudüs derneklerinde kimse terör saldırıları görmek istemedi. Ancak intifada sayesinde bir bedel elde edebileceğini düşünüyordu ancak ödediği tek bedel hayatı oldu. Arafat hayatı boyunca mücadeleci biri olmuştur. İkinci İntifada sırasında tüm dünyanın sesini duyacağını düşünüyordu.”
“Arafat İkinci İntifada’da Lübnan’da olduğu gibi Ariel Şaron’la tekrar bir düelloya mı girdi?” şeklindeki diğer bir soruya ise Süha “Sanırım Şaron ve Arafat’ın egosu onları birbirine kırdırdı. Şaron dünyanın en gelişmiş ordusuna sahipti. Arafat, ona terörizm üzerinden kendisi ile savaşacak gücünün olduğunu  göstermek istedi. Bu Lübnan’da başarılı olmadı. Bu yüzden kendilerini Ramallah’taki savaş alanının ortasında buldular ve Arafat o sırada bu savaş alanını kontrol edemedi. Benlik duygusunun siyasette her zaman bir rolü olmuştur ve onlar bu duygularını kontrol edemediler” şeklinde cevap verdi. Süha Arafat’ın İsrail’in gösterdiğinin aksine iyi kalpli bir adam ve gerçek bir barış savunucusu olduğunu vurguladı.
Şarku’l Avsat’ın Yediot Ahronot’tan aktardığı habere göre Süha Arafat sözlerini sonlandırırken şu ifadeleri kullandı: “Yaser Arafat’ın etrafında çok kadın olduğunu biliyordum. Ama benim onu sevmemi istedi. Benim ona para için gittiğimi söylüyorlar. Bu saçmalık. Onunla geçirdiğimiz yıllarda hayatımı tehlikeye attım. Bu sevgi değil de ne? Gizli yerlerde yaşıyorduk. Gazze’deki evimiz felaketti. Her yerde fareler vardı. Kanalizasyon sistemi yoktu. Farelerin seslerini duyarak uyumaya çalışıyordum ve bana ‘Uyu bu sadece bir fare’ diyordu ben de uyuyordum. Dedikodu, laf ve kıskançlık yüzünden acı duyuyordum. Bunun sonu yoktu. Buna alışık değildim. Saygın bir evde yetiştim. Bir katolik okulunda okudum. Çevresindeki insanlar çok düşük seviyedeydi ve hala da öyleler. Ne kadınlara saygı duyuyorlar ne de onların konuşmasına müsaade ediyorlar. Bazı Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üyelerinin benimle evlendiğinde çok içerlediğini söylemişti. Filistinliler sessiz kalan, yaygara koparmayan ve filanın annesi şeklinde seslenebilecekleri birini istediler. Ben böyle değildim.”



Sudan'daki İslamcılar, Dışişleri Bakanlığı'nın ‘dengeli’ tutumunun aksine İran ile ‘direniş bayrağını’ yükseltiyor

Sudan İslami Hareketi Genel Sekreteri Ali Ahmed Karti (Facebook)
Sudan İslami Hareketi Genel Sekreteri Ali Ahmed Karti (Facebook)
TT

Sudan'daki İslamcılar, Dışişleri Bakanlığı'nın ‘dengeli’ tutumunun aksine İran ile ‘direniş bayrağını’ yükseltiyor

Sudan İslami Hareketi Genel Sekreteri Ali Ahmed Karti (Facebook)
Sudan İslami Hareketi Genel Sekreteri Ali Ahmed Karti (Facebook)

Sudan'daki ordu yanlısı ittifakın İsrail ve İran arasındaki savaşa ilişkin tutumu ‘sessiz ve gürültülü’ arasında değişti. Dışişleri Bakanlığı kısa bir tepki göstererek, saldırıyı uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak tanımladı ve derhal durdurulması için acil önlemler alınması çağrısında bulundu. Bu, bazılarının ‘dengeli’ olarak nitelendirdiği diplomatik bir tutumdu.

Ancak Müslüman Kardeşler'in Sudan kolu olan İslami Hareket, İran'a koşulsuz desteğini ilan etti ve İsrail'i caydırmak için ‘direniş bayrağını yükseltme’ ve ‘İslami bir cephe’ kurma çağrısında bulundu.

Genel Sekreter Ali Ahmed Karti tarafından imzalanan resmî açıklamaya göre İslami Hareket, İsrail karşısında İran'a koşulsuz desteğini ilan etti ve İslam dünyasındaki İslami hareketleri ‘sessizliklerini bozmaya, seslerini yükseltmeye ve tabanlarını bu Siyonist zorbalığa karşı birleşmek üzere harekete geçirmeye’ çağırdı.

‘Direniş bayrağını yükseltme’ ve ‘birleşik bir İslami cephe’ oluşturma çağrısında bulunan Karti, “Siyonist varlık sadece güç dilinden anlar ve onun projesi ancak ulusun birliği ve sadık evlatlarının silahlarıyla yenilgiye uğratılacaktır” dedi.

csdfvg
Bera bin Malik Tugayları Komutanı el-Misbah Talha, Sudan Ordusu Komutan Yardımcısı Yaser el-Ata'nın yanında duruyor. (Facebook)

İslamcı aktivistler, başta Hızlı Destek Kuvvetleri'ne (HDK) karşı savaşta ordunun yanında savaşan Bera bin Malik Tugayları Komutanı el-Misbah Talha olmak üzere bu çağrıya hızla yanıt vererek İran'ın yanında savaşmaya hazır olduklarını duyurdular.

Sudan Dışişleri Bakanlığı yaptığı kısa açıklamada, İran'a yönelik saldırıyı uluslararası barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit olarak kınadı ve Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ni İsrail saldırganlığını derhal durdurmak için acil önlemler almaya çağırdı. Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan başkanlığındaki Egemenlik Konseyi ise alışılmadık bir şekilde sessiz kaldı.

Bu tutumlar, orduya sadık aktivistler, savaşın durdurulmasını savunanlar ve HDK destekçileri arasında bir tartışmaya yol açtı. Bazıları Dışişleri Bakanlığı'nın tutumunu ‘dengeli’ olarak nitelendirirken diğerleri ise İslami Hareket'in tutumunu bir ‘cihat’ ilanı olarak tanımladı.

fgbhjukı
Eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir, devrilmesinin ardından yargılandığı duruşma sırasında (Facebook)

Aktivist Dr. Azzam Abdullah, Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasının ‘nispeten keskin olsa da dengeli’ olduğunu söyledi. Abdullah, “Yetkili ben olsaydım, sessiz kalır ve iç meselelerimle ilgilenirdim. Şayet bir açıklama yapmak zorunda kalsaydım, kendimi kınama ve itidal çağrısıyla sınırlardım” ifadelerini kullandı.

Dr. Abdullah, İhvan ve cihatçı örgütlerin tutumlarının ülkedeki durum üzerindeki etkisi konusunda uyarıda bulunarak, “Bera bin Malik Tugayları Komutanı’nın tutumu Sudan'ın aleyhine olacak” dedi.

Sosyal medya fenomeni Muhammed Halife, İslamcıların ve Bera bin Malik Tugayları Komutanı’nın tutumunu ve ‘İran'a tam destek beyanlarını’ eleştirdi.

adfgth
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, ülkeyi ziyaret eden İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen'i kabul etti. (Arşiv - SUNA)

Sudanlı İslamcılarla İran arasındaki ilişkiler, 1970’li yılların sonlarında gerçekleşen İran Devrimi’ne kadar uzanır. Her ne kadar iki İslami oluşum arasında itikadi farklılıklar bulunsa da, 1989 Haziran’ında İslamcıların bir darbeyle iktidara gelmesinden sonra bu ilişki bir ‘ittifaka’ dönüşmüştür. Bu dönemde İran, Ömer Hasan el-Beşir başkanlığındaki İslamcı rejime siyasi ve askerî destek sağlamıştır.

Söz konusu ilişki zamanla güvenlik, silahlanma ve askerî iş birliğine evrildi. Bu çerçevede İran, savunma sanayisini Sudan’a aktardı. Başkent Hartum’da, 1990’ların ortalarında kurulan Yermuk Savunma Sanayi Kompleksi bu iş birliğinin zirvesini temsil eder. O dönemde, bu fabrikanın İranlı uzmanlar tarafından yönetildiği ileri sürüldü. Yermuk Savunma Sanayi Kompleksi, uzun süre gizli tutulmuş, ancak Ekim 2012’de İsrail Hava Kuvvetleri’nin gerçekleştirdiği saldırıyla tahrip edilmesinin ardından varlığı kamuoyuna yansımıştır.

Güvenlik alanındaki iş birliği kapsamında, İran’ın Sudan istihbarat teşkilatının kurulmasında önemli rol oynadığı belirtilmiştir. O dönemki raporlara göre, teşkilat mensubu subay ve görevliler, İran güvenlik birimleri ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından eğitilmiştir. Bu yapıya o dönemde birçok ‘vahşet’ ve geniş çaplı insan hakları ihlalleri atfedilmiştir.

Hem Hartum hem de Tahran’a yönelik bölgesel ve uluslararası muhalif tutumlar ile üzerlerine uygulanan boykot, her iki tarafı da 1990’larda basının ‘Sürgünler İttifakı’ olarak adlandırdığı bir birlikteliğe yöneltti. Bu ittifak, uluslararası terörü desteklemekle suçlandı. Sonrasında iki ülke arasındaki ilişkiler daha da derinleşti ve Hartum, İran’ın açık desteğiyle radikal İslamcı örgütlerin merkezi hâline geldi.

scdfgthy
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Şubat 2020'de Uganda'da bir araya geldi. (Facebook)

O dönemde İsrail basınında yer alan haberlere göre Hartum yönetimi, İran silahlarını Hamas’a ulaştırıyordu. Bu nedenle Tel Aviv, Hartum’u azılı bir düşman olarak sınıflandırdı. İsrail savaş uçakları 2009 yılında Gazze Şeridi’ne silah sevkiyatı yapıldığı gerekçesiyle Sudan’ın doğusunda bazı araç ve şahısları hedef aldı. Bu olay, Yermuk Savunma Sanayi Kompleksi’nin imhasından önce yaşanmıştı.

İki ülke arasındaki ilişkiler güçlü ve sağlam biçimde sürüyordu. Bu durum, Ocak 2016’da Ömer el-Beşir’in, herhangi bir ön işaret vermeden ve aniden Şiî mezhebinin yayılması iddiasıyla bu ilişkiyi kesmesine kadar devam etti. Oysa hakikatte, bazı Sünni İslamcılar Şiîliğe geçmiş olsalar da İslamî Hareket’e olan sadakatlerini korumaktaydılar.

Sudan, İran ve İsrail arasındaki ilişkiler çok daha karmaşık bir hâl aldı. Burhan, Şubat 2020’de Uganda’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşerek İsrailli bir yetkiliyle görüşen ilk Sudanlı lider oldu. Bu görüşmenin ardından Sudan, İbrahim Anlaşmalarını imzaladı ve İsrail’i boykot yasasını yürürlükten kaldırdı.

İran ile ilişkiler ise kesintisiz olarak kopuk kaldı. Ta ki, Ekim 2021’deki darbeyle ülke yönetimini tek başına ele alan Burhan’ın, Nisan 2023’te, yani ordu ile HDK arasında patlak veren savaşın ardından bu ilişkiyi yeniden tesis etmesine kadar. Bu adım, İran silahlarına geri dönüş anlamına geliyordu.

Burhan, silah ve mühimmat temini için İran’la ilişkiyi yeniden kurmak zorunda kaldı. İran da hızlı bir şekilde ona ihtiyaç duyduğu silahları ve mühimmatı sağladı. Bu destek, insansız hava araçlarını (İHA) da kapsıyordu. Burhan halen bu İHA’ları HDK'ye karşı kullanıyor.

İsrail ile İran arasında savaşın patlak vermesi, Sudan’ı derin bir ikilemin içine soktu. Çünkü Burhan, İsrail’in müttefiki olarak İbrahim Anlaşmalarına imza atmış, İsrail’i tanımış ve diplomatik ilişkiler kurmuştu. Ancak öte yandan, İran’dan İHA’lar ve çeşitli mühimmat temin ederek silah desteği aldı. Dahası, Burhan’ın yanında HDK'ye karşı savaşan İslamcı müttefikleri, İran’a açık destek veriyor ve İsrail’e karşı cihad ilan etmiş bulunuyor. Bu durum, Burhan’ın İsrail’le olan ilişkisiyle, sahadaki fiilî ittifakları arasında ciddi bir çelişki oluşturuyor. Öte yandan, Burhan’ın rakibi olan HDK Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) da İsrail’le ilişki kurmuş durumda. Hatta yardımcısı Abdurrahim Daklu’nun yakın zamanda Tel Aviv’e bir ziyaret gerçekleştirdiği iddia edilmişti. Tüm bu gelişmeler, İsrail’in geçici başkent olarak kullanılan Port Sudan’daki hükümete –yani Burhan yönetimine– nasıl bir karşılık vereceği sorusunu gündeme getiriyor.