Dünyanın 2021’e girerken hatırlayacağı 10 tarihi olay

2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)
2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)
TT

Dünyanın 2021’e girerken hatırlayacağı 10 tarihi olay

2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)
2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)

Tarık eş-Şami
Küresel tarihi olaylar, insanlığın hafızasına unutulmaz izler kazıyor. Bu sayede politikacılar, kanaat önderleri ve halklar, zaferler, aksilikler, kazanım ve kayıplar, doğru ve yanlış kararlardan öğrenilen dersler çıkarırlar. Tarihin dikkatli bir şekilde okunması karar verici merciler geçmiş hatalardan kaçındığında gelecekte dünyanın dört bir yanındaki insanlar için daha iyi bir yolun çizilmesine katkıda bulunur. 2021 yılı boyunca da dünya, sonraki etkileşimler ve sonuçlar üzerinde büyük bir etkiye sahip  önemdeki tarihi dönemeçleri hatırlayacak. İşte en önemli on olay ve sonuçları:

11 Eylül saldırılarının 20’nci yıldönümü
11 Eylül 2001 tarihinde El Kaide terör örgütü ile bağlantılı 19 militan dört sivil uçağı kaçırıp, ABD’de belirledikleri hedeflere yönelik intihar saldırıları düzenlemek için kullandılar.  İki uçak, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerini hedef aldı. Söz konusu saldırı kulelerin çökmesine neden oldu. Üçüncü uçak, başkent Washington yakınlarındaki Pentagon binasını hedef aldı. Dördüncü uçak ise, Pensilvanya’daki bir tarım arazisine düştü. Bazıları uçağın Beyaz Saray, Capitol Hill’deki Kongre binası ya da Camp David kompleksini hedef alma niyetinde olduğunu düşünüyor.
O gün gerçekleştirilen terör saldırısı kurbanlarının sayısı 2 bin 996 kişiye ulaştı. Bu nedenle ABD tarihinin en kanlı günü kabul ediliyor. Bu olayın ardından ABD’nin dünya çapındaki politikasında uzun vadeli ve köklü değişiklikler yaşandı. Başkan George W. Bush yönetimi, terörizmle mücadele için küresel girişimler başlattı. El Kaide ile savaşmak için uluslararası bir koalisyona öncülük etti. Yıl sonundan önce Afganistan’da Usame bin Ladin liderliğindeki El Kaide ağına ev sahipliği yapan Afgan Taliban hareketini çökertmeyi başardı.
Saldırıların ardından ortaya çıkan güvenlik endişeleri üzerine hükümet, terör saldırılarını önlemek için yeni bir bakanlık olan İç Güvenlik Bakanlığı kurdu. Bu bakanlığı, sınır, göç ve gümrük güvenliği konularından sorumlu tuttu. Saldırılar ABD ekonomisini de olumsuz etkilemişti. Piyasa yüzde 7,1 değerinde düşüş gösterdi. Sadece New York'ta bir ay içerisinde 143 bin kişi işini kaybetti. En büyük kaybı, ciddi şekilde zarar gören ve etkisi uzun süre devam eden havayolu taşımacılığı yaşadı.

Usame bin Ladin’in öldürülmesinin 10’uncu yıldönümü
11 Eylül saldırılarından yaklaşık 10 yıl sonra 2 Mayıs 2011 tarihinde, en yetkin Amerikan özel kuvvetleri Pakistan'ın Abbottabad kentinde El Kaide’ye ait bir yerleşkeye baskın düzenledi. Washington'un 11 Eylül terör saldırılarının azmettiricisi olarak gördüğü, dünya genelinde aranan 1 numaralı terörist Usame bin Ladin'i öldürdü. Operasyon, yıllar süren bir planlama ve eğitimin sonucuydu.
Baskın sırasında ABD kuvvetleri 10 bilgisayar sabit diski, beş bilgisayar ve 100’den fazla USB bellek ele geçirdi. Baskında ayrıca, Usame bin Ladin’in El Kaide’deki rolü ve örgütün dahili çalışmaları hakkında önemli istihbarat bilgileri sunan kişisel günlüklerine el konuldu.
Çeşitli uluslararası tepkilere rağmen ABD, Usame bin Ladin suikastını kendisi ve ölümünü adaletin sağlanmasının sembolü olarak gören 11 Eylül kurbanlarının, aileleri için büyük bir zafer olarak nitelendirdi. Ayrıca dünyanın dört bir yanındaki dini radikalizmin destekçilerini etrafına toplayan kişinin sonu olarak görüldü. Operasyon, El Kaide'yi ve dünyadaki terörist operasyonlarını zayıflatmada büyük bir etkiye sahip oldu.

Çöl fırtınasının 30’uncu yıldönümü
16 Ocak 1991'de Başkan Baba George Bush, Çöl Fırtınası Operasyonunun başladığını duyurdu. Bu, 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal edip Irak’a ilhak eden Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin güçlerini Kuveyt'ten çıkarmayı amaçlayan askeri bir operasyondu. ABD aylarca 20'den fazla ülkeden oluşan bir koalisyona liderlik etti. Bu süre zarfında, çoğunluğu Suudi Arabistan-Irak sınırına yerleştirilen yaklaşık 900 bin asker konuşlandırdı.
Birleşmiş Milletler tarafından çekilmesi için verilen mühletin 15 Ocak'ta sona ermesine rağmen Irak tarafında herhangi bir hareketlilik görülmemesi üzerine Koalisyon güçleri Irak'ın komuta ve kontrol hedeflerine beş hafta süren bir bombardıman başlattı. Bunu Şubat ayında gerçekleştirilen bir kara istilası takip etti. Koalisyon Güçleri, Irak kuvvetlerini Kuveyt'ten hızla sınır dışı ederek Irak'a doğru ilerledi.
Irak güçleri on binlerce kayıp verirken Koalisyon saflarında yüzlerce kişi yaşamını yitirdi.  100 saat içinde ateşkes anlaşması imzalandı. Ancak Saddam Hüseyin'in iktidardan ayrılması o dönemde tartışmalara yol açtı.

Enver Sedat suikastının 40’ıncı yıldönümü
6 Ekim 1981 tarihinde İhvan-ı Müslimin’den (Müslüman Kardeşler) ayrılan İslami Cihad adlı harekete mensup aşırılık yanlısı kişiler, Kahire’de 1973 yılında İsrail’e karşı açılan savaşın anma töreninde Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’a ateş açtı. Sedat, saldırı sonucunda hayatını kaybetti.
Sedat suikastı, küresel çapta bir şok etkisi yarattı. Günlerce küresel medyanın en önemli meselesi oldu. Üç savaşa tanıklık eden otuz yıl sonra İsrail ile barış yapan ilk Arap cumhurbaşkanıydı. 1977'de Kudüs'ü ziyaret edip Knesset'te İsrail'in 1967'de işgal ettiği toprakları iade etmesini talep eden bir konuşma yapmıştı. Sedat, ABD tarafından desteklenen zorlu müzakerelerin ardından, Arap ülkelerinin katılmayı reddetmesi üzerine İsrail ile Camp David Anlaşmalarını tek başına imzalamıştı. 1978'de İsrail Başbakanı Menachem Begin ile ortaklaşa Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştı. El-Ariş şehri de dahil olmak üzere Sina'nın bir bölümünü geri almıştı. Müslüman Kardeşler ve İslami Cihad ile Cemaati İslami gibi kendisinden ayrılan gruplar,  1970’li yıllarda eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından kendilerini serbest bırakıp topluma yeniden kazandırılmalarını olanak sağlayan Sedat’a sempati duymasına rağmen davalarına destek toplamak için Camp David Anlaşmalarını kullandı. Bazıları alenen onun görevden alınmasını istedi.
Sedat, Sovyetler Birliği'nin Libya, Suriye ve Irak'taki bölgesel müttefiklerini Mısır'da nihayetinde onu iktidarı bırakmaya zorlayacak iç karışıklıkları kışkırtmak için görevlendirdiğine olan inancının ağırlığı altında, suikastından bir ay önce, yüzlerce siyasi ve muhalefet figürüne ve çeşitli akımlardan kanaat önderlerine büyük bir baskı emri verdi. Bu durum ülke içindeki popülaritesini etkiledi. Aşırılık yanlışı örgütler, Ömer Abdurrahman tarafından verilen fetvanın ardından ona suikast düzenlemeye niyetlendiler. Sedat’ın iktidarını teokratik bir hükümet sistemiyle değiştirmeyi reddettiğini düşündüler.
Hüsnü Mübarek’in Mısır cumhurbaşkanlığını devralması ve Sina’nın tamamının geri kazanılmasıyla birlikte İsrail ile barış Sedat’ın mirası olarak varlığını korudu. Kuveyt'i kurtarma savaşının ardından 1991'de Madrid Konferansı yapılarak Ortadoğu'ya barış getirilmesi için uluslararası çabalar başlatıldı. Arap ülkeleri, Sedat’ın önünü açtığı barış sürecini başlattı.

Üçüncü Hindistan-Pakistan Savaşı'nın 50’inci yıldönümü
Hindistan ve Pakistan'ın tarihi yakından ilişkilidir. Her iki ülke 1947 yılında İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulup bağımsızlıklarını kazandıklarından beri birçok savaş gerçekleştirdiler. 3 Aralık 1971 tarihinde iki ülke arasında üçüncü savaş çıktı. 1947 ve 1965 yıllarında önceki iki savaş sırasında Keşmir konusundaki kalıcı anlaşmazlığın aksine, Hindistan ve Pakistan, savaşlar tam anlamıyla bir savaşa girmeden önce birbirlerinin havaalanlarına hava saldırıları düzenledi. Üçüncü Hint-Pakistan savaşı, Pakistan'ın iki yarısı arasında bir iç savaş patlak vermesiyle birlikte gerçekleşti. Doğu Pakistan'ın (şimdiki Bangladeş) bağımsızlık iddiaları arttı. Bu durum Batı Pakistan'ı Doğu Pakistan'la karşı karşıya getirdi.
Kanlı çatışmalar ve yoğun ihlalle ortasında milyonarca Doğu Pakistanlı (Bengalliler) Hindistan’a kaçtı. Hindistan ile Pakistan arasında yaklaşık üç hafta süren askeri çatışmalardan sonra Batı Pakistan ordusu teslim oldu. Doğu Pakistan bağımsızlığını kazanarak adını Bangladeş olarak değiştirdi.

Fukuşima nükleer felaketinin 10’uncu yıldönümü
11 Mart 2011 tarihinde Japonya'nın doğu kıyısı, Richter ölçeğine göre 9 şiddetinde bir depremle sarsıldı. Bu, ülkede kaydedilen en güçlü deprem oldu. Bunun sonucunda15 binden fazla insanın ölümüne ve bir milyondan fazla binanın yıkılmasına neden olan otuz fitlik bir tsunami meydana geldi. Ancak tsunami, Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali'ndeki soğutma pompalarını çalıştıran jeneratörleri bozduğu için felaket bununla sınırlı kalmadı. Jeneratörlerin bozulması üç nükleer reaktörün erimesine yol açtı. Bu, 1980’lerde Sovyetler Birliği'ndeki Çernobil reaktörünün erimesinden sonra en kötü küresel nükleer felakete neden oldu. Felaket sonucunda, Japonya nükleer reaktörlerinin çoğunu kapattı. 2011'de yüzde 30 olan ülkedeki nükleer enerji kullanımını 2017'de sadece yüzde 3'e düşürdüler.
Japonya, kaybedilen nükleer enerjiyi telafi etmek için şu anda, iklim değişikliği risklerini artıracak ve Japonya'nın 2050 yılına kadar karbonsuz bir topluma ulaşma hedefini zayıflatacak olan kömürlü termik santraller inşa ediyor. Japon hükümeti ayrıca nükleer santral tanklarında bulunan 1,2 milyon ton radyoaktif atık suyu bertaraf etmek için halen mücadele ediyor.

Ping Pong Diplomasisi’nin 50’inci yıldönümü
Bazen uluslararası ilişkiler beklenmedik şekillerde kurulur veya onarılır. ABD ve Çin arasında uluslararası arenada ‘pinpon’ olarak bilinen masa tenisi sayesinde kurulan ilişki de tam olarak böyledir. İki ülke arasındaki ilişkiler, Mao Zedong'un 1949'da Çin'de iktidara gelmesinden sonra durma noktasına gelmişti. Çin'in 1950 yılında Kore Savaşı'na girmesi, Pekin ile Washington arasındaki anlaşmazlığın artmasına neden oldu. Ancak, yakınlaşma 1971 yılının Nisan ayında Japonya'daki Dünya Masa Tenisi Şampiyonası sırasında başladı. ABD takımından ‘Glenn Cowan’ adlı bir oyuncu, Çin takımını taşıyan bir araca bindi. Otobüs hareket halindeyken, Çin takımının en iyi oyuncusu ‘Zhuang Zedong’, Cowan ile el sıkıştı ve ona baskılı ipek bir kumaş hediye etti. Bir tercüman aracılığıyla konuştular. Amerikalılar tarafından bu, ilk buluşmayı ayarlamak için Çin girişimi olarak görüldü.
Ertesi gün Cowan’da, Zhuang'a üzerinde barış sembolü basılı bir tişört hediye etti. Buluşmaları, küresel medyada turnuva haberlerinin gündemi haline geldi. Birkaç gün sonra Mao, Amerikan takımını Çin'i ziyaret etmeye davet etti. Böylece Amerikan ‘Masa Tenisi’ takımı oyuncuları 22 yıl aradan sonra Çin'i ziyaret eden ilk Amerikalılar oldu. Ziyaretin ardından, Pekin ile Washington arasındaki gizli diplomatik görüşmeler yoğunlaştı. Bu durum, ABD Başkanı Richard Nixon'un 1972 yılının Şubat ayında Çin'e gerçekleştirdiği tarihi ziyaretin yolunu açtı.

Tayvan'ın Birleşmiş Milletler'den çıkarılmasının 50’inci yıldönümü
Çin Cumhuriyeti, 1945 yılında Birleşmiş Milletler'i kuran ve veto hakkına sahip olan dört üyesinden biriydi. Ancak Mao Zedong'un Komünist güçleri, 1949 yılında Çin İç Savaşı'nı kazandığında, Çin Cumhuriyeti sadece Tayvan'a ve bazı küçük adalara dönüştü.
Mao liderliğindeki Çin Halk Cumhuriyeti'nin tüm Çin toprakları üzerindeki kontrolüne rağmen Birleşmiş Milletler, ‘komünist olmayan Çin Cumhuriyeti'ni Çin devletinin resmi temsilcisi olarak görmeye devam etti. Ancak 1971 yılına gelindiğinde Pekin, Çin Halk Cumhuriyeti'nin tek temsilcisi olarak tanınmasına ve cumhuriyetin devrilmesine izin veren bir karar üzerine Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda oy kullanması için pek çok ülkeden yeterli desteğe sahip oldu.
ABD'nin muhalefetine ve Çin Halk Cumhuriyeti'ni ayrıca kabul etme ve böylece Tayvan'ın koltuğunu korumasına izin verme önerisine rağmen, Genel Kurul 25  Ekim'de Çin Halk Cumhuriyeti'nin tek temsilci olarak kabulüne ve Çin Cumhuriyeti'nin temsilciliğinin düşürülmesini onaylayan 2758 sayılı kararı kabul etti.  Tayvan'ın Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi diğer uluslararası kuruluşlara katılımı yasaklandı. Tayvan'ın üyeliğini geri kazanma çabaları, Çin Halk Cumhuriyeti'nin tek başına Çin halkını temsil ettiği konusundaki ısrarı nedeniyle sonuç alamadı.

Vietnam Savaşı belgelerinin yayınlanmasının 50’inci yıldönümü
Daniel Ellsberg, Vietnam Savaşı'nın bir destekçisiydi. Ancak Vietnam'daki savaşın gerçekliği üzerine çok gizli bir proje üzerinde çalışan RAND (ABD merkezli düşünce kuruluşu ç.n.) Şirketi'ndeki çalışmaları, yıllar süren çatışmayla ilgili hayal kırıklığını arttırdı. 1969 yılının sonlarında Ellsberg derlenmesine yardım ettiği raporun gizlice fotoğrafını çekmeyi başardı. Söz konusu rapor Başkan Lyndon Johnson yönetiminin Kongre'yi ve Amerikan halkını Vietnam Savaşı'nın gerçekliği ve zafer umutları konusunda yanılttığını ortaya koyuyordu.
Ellsberg, nafile bir çaba ile ertesi yıl savaş karşıtı Senatörleri raporu yayınlamaya ikna etmeye çalıştı. Ancak başaramadı. Sonunda Pentagon  belgelerinden ilk alıntılarını 13 Haziran 1971'de yayınlayan gazetelerden The New York Times'a başvurdu.
Johnson'dan sonra iktidara gelen Başkan Richard Nixon, yayınların sadece Johnson yönetimine değil, kendi yönetimine de zarar verdiğini fark etti.  Bunun üzerine ‘New York Times’ın söz konusu bölümleri ve gizli belgelerin diğer ayrıntılarını yayınlamasını engelleyen bir mahkeme emri kararı çıkarttı. Ancak tutuklanmaktan kaçınmak için saklanan Ellsberg belgeleri, ‘Washington Post’ gazetesine sızdırdı ve bazı bölümleri yayınladı. Yeni bir yasaklama kararından sonra bu yayın da durduruldu.
Dava kısa bir süre sonra Yüksek Mahkeme'ye taşındı. 30 Haziran'da yapılan duruşmada 3’e karşı 6 oy çokluğu ile  mahkeme The New York Times ve The Washington Post'un belgeleri yayınlama hakkına sahip olduğu hükmüne vardı. Bu, ABD ve dünyada basın özgürlüğünü güçlendiren ve hükümetin bilgi yayınlama konusunda kısıtlamada bulunması durumunda yetkilerine sınırlar koyan tarihi bir karar oldu.

Demir Perde’nin 75’inci yıldönümü
Halk, çoğunlukla politikacıların yaptığı konuşmaları çabucak unutur. Ama bazı politikacılar, bazen dönemin özelliklerini belirleyen konuşmalar yapar. 5 Mart 1946 tarihinde yaşan da tam olarak buydu. Winston Churchill, ABD’nin Missouri eyaletindeki Fulton şehrindeki Westminster College'de yaptığı konuşma da böyleydi. O zamanlar İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanya'sına karşı galip gelen İngiltere'nin Başbakanı değildi. İngiliz seçmenler ve Muhafazakar Parti sekiz ay önce onu iktidardan uzaklaştırmıştı.
Churchill, normal bir vatandaş olmasına rağmen sözleri tarihin kilometre taşlarını belirledi. Konuşması sırasında ABD ile Büyük Britanya arasında özel bir ilişki çağrısında bulundu. Dünya Savaşı'ndan sonra bu hattın doğusuna uzanan Avrupa ülkeleri üzerindeki Sovyetler Birliği'nin demir yumruğuna atıfta bulunarak Avrupa'nın kuzeyindeki Baltık Denizi'nden, kıtanın güneyindeki Adriyatik Denizi'ne kadar uzanan demir bir perdenin olduğunu söyledi.
Churchill’e göre Batı’nın Sovyet genişlemesine direnmekten başka seçeneği yoktu. Konuşmasında Sovyetler için güçten başka hayranlık uyandıran hiçbir şey olmadığına dair inancını açıkça ifade etmişti. Churchill’in sözlerine ilk tepkiler olumsuz olsa ve eleştirmenler onu ‘korku taciri’ olarak nitelese de Amerikalılar zamanla ‘Demir Perde’ konuşmasını gerçekleşen bir kehanet olarak görmeye başladı.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.