YÖK, Boğaziçi Üniversitesine atanan Prof. Dr. Melih Bulu'nun, diğer adaylar gibi rektörlük başvuru şartlarını sağladığını açıkladı

YÖK, Boğaziçi Üniversitesine atanan Prof. Dr. Melih Bulu'nun, diğer adaylar gibi rektörlük başvuru şartlarını sağladığını açıkladı
TT

YÖK, Boğaziçi Üniversitesine atanan Prof. Dr. Melih Bulu'nun, diğer adaylar gibi rektörlük başvuru şartlarını sağladığını açıkladı

YÖK, Boğaziçi Üniversitesine atanan Prof. Dr. Melih Bulu'nun, diğer adaylar gibi rektörlük başvuru şartlarını sağladığını açıkladı

Yükseköğretim Kurumu (YÖK), Boğaziçi Üniversitesine atanan Prof. Dr. Melih Bulu'nun, diğer adaylar gibi rektörlük başvuru şartlarını sağladığını açıkladı.
Yükseköğretim Kurumu (YÖK) Boğaziçi Üniversitesine yeni rektör ataması yapılmasından sonra, yazılı ve görsel medyada yer alan haberler hakkında bir açıklama yayımladı. Açıklamada, “Boğaziçi Üniversitesi, yükseköğretimde hem ulusal hem de uluslararası ölçekte başarılı ve saygın bir üniversitemizdir.
Nitekim bu başarısı dolayısıyla Boğaziçi Üniversitesi, YÖK tarafından yükseköğretim sistemine kazandırılan “Araştırma Üniversitesi” kategorisine alınmış, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından da desteklenmiştir. Nitekim Boğaziçi Üniversitesinin talebi üzerine Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığınca bu üniversiteye; 2020 yılı başında öngörülen ödeneklere ilaveten yıl içinde proje desteği olarak toplam 50 milyon ek ödenek daha tahsis edilmiştir.
Yine YÖK tarafından benimsenen kalite ve başarıyı ödüllendirme anlayışı çerçevesinde “YÖK Gelecek Projesi”nde de Boğaziçi Üniversitesine “kritik teknolojiler” kapsamındaki alanlarda 2020 yılındaki cari usulde tahsis edilen kadrolara ilave olarak “ek öğretim üyesi atama izni” verilmiştir. YÖK 100/2000 Projesi kapsamında da üniversite tarafından seçilen doktora öğrencileri bu proje dahilinde araştırmalarını sürdürmektedir. Ülkemizin bir değeri olan Boğaziçi Üniversitesinin bu başarı çizgisinin daha ileri bir düzeye yükseltilmesi ve araştırma yönünün güçlendirilmesi hepimizin ortak bir arzusu olup bu amaçla verilen destekler sürmektedir” ifadelerine yer verildi.
“Prof. Dr. Melih Bulu, diğer adaylar gibi rektörlük başvuru şartlarını sağlamaktadır”
Boğaziçi Üniversitesi rektörünün görev süresinin sona erecek olması dolayısıyla, yeni rektörün atanma sürecinin aynı durumdaki diğer üniversitelerin rektör atama süreçlerinde olduğu gibi, ilgili mevzuat çerçevesinde başlatıldığının vurgulandığı açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“Başvuruda bulunan adaylar Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuştur. Bu atama süreci 02 Ocak 2021 tarihinde 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun 13 üncü maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2 nci, 3 üncü ve 7 nci maddeleri gereğince, Cumhurbaşkanımız tarafından Prof. Dr. Melih Bulu'nun atanmasıyla tamamlanmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından üniversiteye rektör olarak atanan Prof. Dr. Melih Bulu, diğer adaylar gibi rektörlük başvuru şartlarını sağlamaktadır. Bir üniversiteye rektör (adayı) olabilmek için, eski veya yeni hiç bir mevzuatımızda ilgili üniversitenin kadrolu profesörlerinden biri olma gibi bir koşul aranmamıştır.
Nitekim Boğaziçi Üniversitesi, geçmişte iki dönem, uzun yıllar farklı bir üniversite mezunu ve mensubu bir bilim insanı tarafından başarılı bir şekilde yönetilmiş ve bu durum hiçbir zaman eleştiri konusu yapılmamıştır. Ayrıca akademik çevrelerde gayet iyi bilinmektedir ki ABD başta olmak üzere pek çok ülkenin başarılı üniversitelerinde de genelde başka üniversitelerden rektör adayı aranmakta ve atanmaktadır.
Dolayısıyla bir üniversitenin başarılı bir şekilde yönetilmesini atanan rektörün o üniversitenin kadrolu elemanı olma şartına bağlamanın, akademinin küresel yapısında da anlamlı bir karşılığı ve gerçekliği bulunmamaktadır. Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanan adayın akademik kariyerinin en önemli aşamasını ve bu sürecin yedi yılını atandığı Boğaziçi Üniversitesinde tamamlamış olduğu, yani rektör olarak atandığı üniversite tarafından akademisyen olarak yetiştirilmiş olduğu da unutulmamalıdır.
Diğer taraftan sadece son yıllarda değil, geriye doğru uzun yıllar boyunca bu tarz atamaların pek çok sayıda örneği de sistemde bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanan Prof. Dr. Melih Bulu'nun idari tecrübesi bağlamında atanmadan önce İstinye Üniversitesinde kurucu rektör, Haliç Üniversitesinde rektör olarak görev yaptığı ve Şehir Üniversitesinde dekanlık vazifesinde bulunduğu da hatırlanmalıdır.”
“Ülkemizde maalesef, üniversite rektörü atanması, meselenin hem başlangıcı hem sonucu olarak görülmektedir”
Bir üniversitenin başarısı için rektör atama şeklinin önemli olduğu, fakat atama süreci sonrasındaki performansının daha da önemli olduğuna dikkat çekilen açıklamada şunlar kaydedildi:
“Ülkemizde maalesef, üniversite rektörü atanması, meselenin hem başlangıcı hem sonucu olarak görülmektedir. YÖK olarak bu yanlış kanaati hesap verebilirlik kültürü ikame ederek kırmaya çalışıyor ve son senelerde bu maksatla üniversitelerimizin başarı karnelerini yayımlıyoruz. Akademik çevrelerin, kamuoyunun ve hatta siyasetin dikkatini ve eleştirisini bu noktada yoğunlaştırması, yükseköğretimde kalite çıtasını yükseltme çabasına katkı sağlayacaktır.
Nitekim Boğaziçi Üniversitesi rektörünün atanmasından sadece bir iki gün sonra üniversitelerimizin akademik performanslarına yönelik rapor kamuoyu ile paylaşılmıştır. Fakat maalesef kamuoyu dikkatini şeffaflık için de paylaşılan bu verilerden ziyade rektör atama şekline yoğunlaştırmakta ve konuya siyasi bir veche kazandırılmaktadır. Rektörleri atandıklarında kadrolarının o üniversitede bulunup bulunmadığı ile değil, yıl bazında üniversitesinin eğitim ve araştırma kapasitesine katkısı açısından değerlendirmek, teşvik veya tenkit etmek, hatta bu başlıklarda somut, ölçülebilir ve bilim dünyasının mutabık kaldığı başarısızlıklar varsa bu kişilerin süresinin sonlandırılmasını talep etmek gerekir.
Türk bilim hayatını daha da ileri götürmek istiyorsak bugünden bu gibi konular üzerinde özgürce tartışmalı, fikir üretmeli, yükseköğretim ile ilgili geniş mutabakat sağladığımız başlıkları hayata geçirmeliyiz. Konuyu; tüm akademik ve idari personelinin maaşlarının, tüm giderlerinin, tüm altyapılarının Devlet tarafından karşılandığı, atanan yöneticilerine sürelerinin sonuna kadar, atanan öğretim üyelerine emekli oluncaya kadar devlet tarafından koşulsuz iş garantisinin verildiği, ama yöneticilerinin atanmasında üst kamu yönetiminin söz sahibi olmadığı bir düzenin gerektiğine getirirsek, söylemek gerekir ki böyle bir model yaşadığımız dünyada bulunmamaktadır.
Dolayısıyla yükseköğretim ile ilgili konuların tek tek değil, bir sistem dahilinde ve bütünlük içinde ele alınması, felsefi bir zemine oturtulması, toplumda geniş mutabakatlar aranarak ve sağlanarak çözüm üretilmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki aylarda bu maksatla YÖK tarafından, bilim hayatımızın daha ilerlemesi, üniversitelerimizin daimi tekamül esasında daha hızlı gelişerek kalite eksenli büyümenin tesisi, ayrıca akademik ortamın kendi kendisini denetlediği ve geliştirdiği bir iklim oluşturmak için, sistemin bütün bileşenlerini kucaklayan bir girişimimizin olacağını da ifade etmek isteriz.
Ayrıca yükseköğretim ile ilgili yapılan düzenlemelerde, aldığımız kararlarda ve kurguladığımız süreçlerde öğrencilerimizin nitelikli bilgi sahibi olmasının, onların bu ülkenin geleceğine, kalkınmasına katkı sağlayacak aşk ile donanmasının çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bundan dolayı üniversitelerimizle birlikte bütün gayretimizi öğrenci merkezli yaklaşımlara yöneltmemiz gerektiğini biliyoruz.”
Kurum tarafından yayımlanan açıklamanın devamında şu ifadeler yer aldı:
“Son olarak üniversiteler tek başına bir rektörün bilimsel birikim ve idari tecrübesi ile yönetilecek kurumlar değildir. Üniversitelerimizin üst yöneticileri üniversitenin bütün bileşenlerine kulak vermeli, onlar ile istişare içinde süreçleri yönetmelidirler.
Boğaziçi Üniversitemizin de hocası, öğrencisi ve idari personeli ile birlikte bir bütün halinde bilimin ışığı altında sürekli başarıyı ve daha iyiyi arayacağına ve doğru olanın da bu olduğuna inanıyoruz. Boğaziçi de dahil bütün üniversitelerimizin rektörlerinin; ayrım yapmaksızın bütün hocalarını, bütün öğrencilerini o üniversitenin en büyük serveti olarak gördüğüne de inanıyoruz. YÖK olarak evrensel kriterler çerçevesinde Türkiye için bilim üreterek birikimini ve enerjisini ülkemizin kalkınması için harcama yolunda Boğaziçi Üniversitesini dün olduğu gibi bugün ve yarın da destekleyeceğimizi ifade etmek isteriz.”



Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi

Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi
TT

Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi

Öcalan'dan görüntülü çağrı geldi

İmralı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Abdullah Öcalan, 19 Haziran 2025 tarihli mektubunda PKK’nin Fesih Kongresi’ne atıfla “varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketinin sona erdiğini” belirtti. Demokratik siyaset ve toplumsal barış vurgusu yapan Öcalan, “silahların gönüllüce bırakılmasını” talep etti. TBMM çatısı altında kurulacak komisyonun önemine dikkat çeken Öcalan, “Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmelidir” dedi.

İşte Öcalan’ın çağrısından öne çıkan bölümler:

“27 Şubat 2025 tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı savunmaya devam etmekteyim”

Sizlerin PKK’nin 12. Fesih Kongresi’yle, buna kapsamlı oldukça doğru bir içerikle pozitif yanıt vermenizi tarihi bir karşılık olarak değerlendirmekteyim. Tarihi bir dönüşüm sayılması gereken bir Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. Bu manifesto, yaklaşık 50 yıllık ‘Kürdistan Devriminin Yolu’ manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir.

“Varlık tanındı, ana amaç gerçekleşti”

Öcalan, mektubunda PKK’nin kuruluş amacına işaret ederek bu amacın gerçekleştiğini belirtti:

Varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir. Gerisi aşırı tekrar ve açmaz olarak değerlendirilmiştir. Bu temelde kapsamlı eleştiri-öz eleştiri devam edecektir.

“Silahları bırakın, mekanizmaları kurun”

Barış sürecinin somutlaşması için atılması gereken adımlara dikkat çeken Öcalan, mektubunda şunları kaydetti:

Sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir. Silah bırakma mekanizmasının kurulması süreci ileri taşıyacaktır. Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmek durumundadır.

“Kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim”

Abdullah Öcalan, bireysel özgürlüğü kolektif özgürlük bağlamında ele alarak şu değerlendirmeyi yaptı:

Ben hiçbir zaman kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim. Felsefi olarak da kişi özgürlüğü toplumdan soyut olamaz. Birey özgürleştiği oranda toplum, toplum özgürleştiği oranda birey özgür olabilir.

“Demokratik Modernite Güçleri yeni evreye hazırlanmalı”

Öcalan, mektubunun son bölümünde yeni bir stratejik döneme işaret ederek şu çağrıyı yaptı:

Bu tartışmalar tüm ülke, bölge, küresel düzeyde bizleri, Demokratik Modernite Güçlerini yeni bir teorik program, stratejik ve taktik evreye ulaştıracağına, şimdiden bunun hazırlık çabası içinde olunduğuna dair çok iyimser ve hazır olduğumu, arzulu ve coşkulu olarak belirtirim. Önümüzdeki döneme çağrım, kongre kararları ve en son bu yazıda dile getirdiğim görüş ve öneriler doğrultusunda yüklenelim ve başarı temelinde gelişmeler sağlayalım.

Mektubun tamamı şöyle:

Değerli yoldaşlar

Komünalist yoldaşlık hareketimizin geldiği aşamayı, yaşadıkları somut durumu, sorun ve çözüm yollarına ilişkin kapsamlı bir mektupla tekraren de olsa açıklayıcı ve yaratıcı yanıtlar vermeyi, sizlere karşı etik bir görev saymaktayım.

27 Şubat 2025 tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı savunmaya devam etmekteyim.

Sizlerin PKK’nin 12. Fesih Kongresi’yle, buna kapsamlı oldukça doğru bir içerikle pozitif yanıt vermenizi tarihi bir karşılık olarak değerlendirmekteyim.

Gelinen nokta oldukça değerli ve tarihi nitelikte sayılmak durumundadır. Bu arada köprü ilişkide bulunan yoldaşların çabası aynı değerde ve takdire şayandır.

Tüm yaşanan gelişmeler sonunda tarihi bir dönüşüm sayılması gereken bir Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. Bu manifesto, yaklaşık 50 yıllık ‘’Kürdistan Devriminin Yolu’’ manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir. Sadece Kürt tarihsel toplumu için değil, bölgesel ve küresel toplum için de tarihsel toplumsal bir içerik taşıdığına inanmaktayım. Tarihi manifesto geleneğinin başarılı bir örneğini teşkil ettiğinden kuşku duymamaktayım.

Tüm bu gelişmelerin İmralı’da gerçekleştirdiğim görüşmeler neticesinde yaşandığını açıkça belirtmek durumundayım. Görüşmelerin özgür irade temelinde yürütülmesine azami dikkat gösterilmiştir.

Varılan aşama, yeni adımlarla pratiğe geçmeyi gerekli kılmaktadır. Bu aşamanın ve gerekli adımların da tarihi nitelikte olduğunun önemle belirtilmesi, anlaşılması ve gereklerine bağlı kalınması, yol alınması açısından kaçınılmazdır.

Varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir. Miadını doldurma bu anlamdadır. Gerisi aşırı tekrar ve açmaz olarak değerlendirilmiştir. Bu temelde kapsamlı eleştiri-öz eleştiri devam edecektir.

Siyaset boşluk tanımayacağına göre, boşluk, Barış ve Demokratik Toplum başlıklı program, ‘’demokratik siyaset’’ stratejisi ve temel taktik olarak bütüncül hukukla doldurulmak durumundadır. Tarihsel nitelikte ve kader belirleyici bir süreçten bahsediyoruz.

Sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir. Kısır mantıklı, önce sen-ben kısırlığına düşmeden, adımların atılmasında dikkat ve hassasiyetin gösterilmesi şarttır. Atılan adımların boşa çıkmayacağını biliyorum. Samimiyeti görüyor ve güveniyorum.

Dolayısıyla daha da pratik ve somut kilit açıcı adımlara geçilmeye çalışılmaktadır. Benim tarafımdan ileri sürülen tezlerin belli başlı olanları şunlardır:

Herkesin üzerine düşeni yapması, Barış ve Demokratik Toplum hedefine ulaşılması, pozitif entegrasyonalist bir perspektifle mümkündür. Tüm anlatılanlardan çıkarılan sonuç: PKK ulus devletçi bir amaçtan vazgeçmiş, bu temel amaçtan vazgeçişle birlikte temel savaş stratejisinden de vazgeçmiş, varlığını sona erdirmiştir. Gelinen tarihi noktanın daha da ileriye götürülmesi beklenmektedir.

Gerek TBMM ve komisyon için anlam ifade edecek, gerek kamuoyundaki şüpheleri giderecek ve sözümüzün gereğini karşılayacak şekilde silahların bırakılmasını, ilgili çevre ve kamuoyuna açık olarak temin etmeniz doğal karşılanmalıdır. Silah bırakma mekanizmasının kurulması süreci ileri taşıyacaktır. Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmek durumundadır. Silah bırakmaya ilişkin detaylar belirlenecek ve hızlıca hayata geçirilecektir.

Meclisin çatısı altında bulunan DEM, diğer partilerle birlikte bu sürecin başarıya ulaşması için üzerine düşeni yapacaktır.

Bu arada tüm karar metinlerinde vazgeçilmez bir şart olarak benim özgür kalma durumuma gelince; biliyorsunuz ki ben hiçbir zaman kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim. Felsefi olarak da kişi özgürlüğü toplumdan soyut olamaz. Birey özgürleştiği oranda toplum, toplum özgürleştiği oranda birey özgür olabilir. Bu eğilimin gereğine bağlı kalınacağı tabidir. 

Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum. Ve sizi de bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum.

Son günlerde bölgede yaşanan gelişmeler, attığımız bu tarihi adımın önemini ve aciliyetini açıkça teyit ediyor.

Sürece yönelik her türlü eleştiri ve önerilerinizi, katkılarınızı dört gözle beklediğimi belirtmeliyim. Bu tartışmalar tüm ülke, bölge, küresel düzeyde bizleri, Demokratik Modernite Güçlerini yeni bir teorik program, stratejik ve taktik evreye ulaştıracağına, şimdiden bunun hazırlık çabası içinde olunduğuna dair çok iyimser ve hazır olduğumu, arzulu ve coşkulu olarak belirtirim.

Önümüzdeki döneme çağrım, kongre kararları ve en son bu yazıda dile getirdiğim görüş ve öneriler doğrultusunda yüklenelim ve başarı temelinde gelişmeler sağlayalım.

Daimi yoldaşça selam ve sevgiyle kalın.

19 Haziran 2025 / Abdullah Öcalan

Independent Türkçe