İran destekli milisler Suriye’nin doğusunda yeniden konuşlanıyor

Türkiye destekli savaşçıların dün Suriye’nin kuzeyindeki Halep kırsalında yaptığı askeri eğitimlerden bir kare (AFP)
Türkiye destekli savaşçıların dün Suriye’nin kuzeyindeki Halep kırsalında yaptığı askeri eğitimlerden bir kare (AFP)
TT

İran destekli milisler Suriye’nin doğusunda yeniden konuşlanıyor

Türkiye destekli savaşçıların dün Suriye’nin kuzeyindeki Halep kırsalında yaptığı askeri eğitimlerden bir kare (AFP)
Türkiye destekli savaşçıların dün Suriye’nin kuzeyindeki Halep kırsalında yaptığı askeri eğitimlerden bir kare (AFP)

İsrail’e ait olduğu tahmin edilen uçakların çarşamba sabahı ‘İran’ın Suriye’de konuşlanmasının engellenmesi’ şeklinde bilinen politika kapsamında Suriye’ye gerçekleştirdiği en şiddetli hava saldırılarının hemen ardından İran destekli milislerin dün Suriye’nin doğusunda yeniden konuşlanmaya başladığı bildirildi. Şam hükümeti Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) hava saldırılarının tekrarlanmaması için talepte bulunurken, İran medyası İsrail saldırısının yol açtığı zararlara ilişkin olayın ilk dakikalarında aktarılan bilgilerin abartılı olduğunu belirtti. Nitekim İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) olayda Suriye rejim güçlerinden ve İran destekli gruplardan 57 unsurun öldüğünü, onlarcasının yaralandığını aktarmıştı.
Gözlemevi, dün yayınladığı yeni raporda, İranlı güçler ve desteklediği milislerin, İsrail’in en yoğun bombardımanının gerçekleştiği bölgelere geçtiğimiz saatlerde yeniden konuşlandığını kaydetti. Rapora göre, söz konusu güçler Suriye’nin doğusundaki Elbu Kemal ve El Meyadin kentlerinin yanı sıra Deyrizor kentine yeniden konuşlandı. Bu bölgelerin çevresindeki mevzilerin tahliye edildiğini belirten Gözlemevi, bir kısım milislerin yeni hava saldırıların hedefi olma endişesiyle meskun bölgelere, diğer bir kısmının ise İran ile bağlantılı gruplara ait mevzilere konuşlandığını bildirdi.
Gözlemevi’nin raporuna göre, İsrail, salıyı çarşambaya bağlayan gece, Suriye’nin Deyrizor kentinden Irak-Suriye sınırındaki Elbu Kemal Çölü’ne uzanan bölgeyi bombaladı. Bombardımanda Lübnan Hizbullah’ı, rejim güçleri, İranlı güçler ile Fatimiyyun Tugayı başta olmak üzere İran’ın desteklediği grupların Deyrizor çevresindeki karargah ve depoları ile Elbu Kemal ve El-Meyadin çöllerindeki silah depolarının vurulduğu bilgisine yer verilen raporda, olayda en az 57 kişinin öldüğü ifade edildi.
Gözlemevi’nin aktardığına göre, İsrail’in Deyrizor ve çevresinde Ayyaş bölgesindeki depolara, Es-Saika Karargahı’na, 137. Tugay’a, Deyrizor kentine uzanan dağa ve askeri güvenlik binalarına düzenlediği 10 hava saldırısında rejim güçlerinden 10, Askeri Güvenlik’ten 4, İran destekli milislerden 12 olmak üzere 26 kişi öldü. İsrail’in Elbu Kemal Çölü’ndeki El-Hizam bölgesi, El-Cemiyyat Mahallesi ve diğer bölgelerde yer alan askeri mevzi, mühimmat ve silah depolarına düzenlediği 6 hava saldırısında tamamı Irak uyruklu İran destekli 16 milis öldü. İsrail’in, Deyrizor’un doğusundaki El Meyadin Çölü’nde bulunan El-Mezari bölgesine yönelik 2 hava saldırısında Fatimiyyun Tugayı mensubu Afgan uyruklu 11 milis öldürüldü.
Ancak olaya ilişkin Gözlemevi’nin verdiği sayılar ile İran medyasının verdiği sayılar birbiriyle büyük ölçüde çelişiyor. Zira İran medyasında yer alan haberlere göre, Devrim Muhafızları’nın dış operasyon birimi Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin siyasi danışmanı Ahmed Kerimhani, Deyrizor’daki can kayıplarına ilişkin iddiaları yalanladı. Kerimhani, “Yabancı medyanın Siyonist yapının Suriye’deki mevzilere yönelik hava saldırılarına ilişkin iddiaları gerçekten yoksun ve direnişe karşı bir medya savaşıdır” dedi. Kerimhani, İsrail’in yoğun hava saldırılara başvurmasının “İsrail’in direnişin ağır intikamından korkmasından” ve İsrail’de ciddi siyasi, güvenlik ve sosyal sorunlara neden olan Başbakan Binyamin Netanyahu karşıtı protestoların büyümesi nedeniyle İsrailli yetkililerin çözümü cepheye kaçmakta aramasından kaynaklandığını söyledi. İranlı yetkili, “Siyonist yapı, İslam Cumhuriyeti’nin ve Suriye’deki grupların kırmızı çizgilerini çok iyi biliyor ve direniş mevzilerine saldırmanın ağır ve ciddi bir misilleme ile karşılık bulacağının farkında” ifadesini kullandı.
Öte yandan, Devrim Muhafızları’na bağlı Tasnim Haber Ajansı, Fatimiyyun Tugayı’nın Suriye’deki unsurlarının öldüğü yönünde batı medyasında çıkan haberleri yalanladığını bildirdi. Suriye’deki Fatimiyyun Tugayı’ndan bir saha komutanı, isminin gizli kalması kaydıyla Tasnim’e yaptığı açıklamada, “Fatimiyyun’un hiçbir savaşçısı hava saldırılarında ölmedi. Deyrizor ve Elbu Kemal arasındaki yolun üzerinde bulunan Suriye ordusuna ait mevzileri hedef alan hava saldırıları, bazı Suriyeli subayların ölümüne neden oldu” ifadesini kullandı.
İranlı komutan, “Siyonist yapı ve onu medya ile destekleyenler, bu haberleri yaymak ve Direniş Cephesi ile savaşçıların liderlik yapısında korku ve endişe uyandırmak için saldırılarını sürdürmek istiyorlar. Fakat aynı zamanda ortadan kaldırılmalarının Cephe için her zamankinden daha kolay olduğunu biliyorlar” dedi.
Suriye resmi haber ajansı SANA, Suriye Dışişleri ve Göçmenler Bakanlığı’nın BM Genel Sekreteri ve BMGK Başkanı’na gönderdiği mektupta, İsrail’in Deyrizor’un bazı bölgelerine yönelik vahşi saldırganlığının, ABD yönetimi tarafından desteklenen Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Haseke, Rakka ve Deyrizor vilayetlerinde Suriye halkına karşı terör, suç ve baskı uygulamalarını sürdürdüğü bir dönemde geldiğini belirtti. BMGK’ya, İsrail saldırılarının tekrarlanmasını önlemek için acil ve kararlı önlemler alması çağrısı yapılan mektupta, Suriye hükümetinin dost ve müttefik ülkelerin yardımıyla Suriye topraklarının her bir karışını geri almakta kararlılığı vurgulandı. Mektupta, Suriye halkının terörizme karşı kesin zafer kazanılması ve Suriye’nin işgal altındaki Golan Tepeleri’ni 4 Haziran 1967 hattına kadar yeniden geri alınması hususunda bugün her zamankinden daha kararlı olduğu ifade edildi.
SANA, SDG’ye karşı sürdürülen kampanya kapsamında, SDG’nin kontrol ettiği Deyrizor’un kuzey kırsalındaki El-Azba bölgesinde El-Bekir aşiretinin önde gelen isimlerinden Hüseyin Şeyh el-Cemil’in dün ateş açılarak öldürüldüğünü aktardı. SANA, bu suikastın, El Akidat aşiretinin önde gelen ismi Şeyh Atliyuş eş-Şettat ve oğlunun öldürüldüğü suikast eyleminden sadece birkaç gün sonra gerçekleştiğine dikkat çekti. SANA’nın haberine göre, Havayic Ziban köyünde yaşayan Şettat’ın oğlu, daha önce SDG’yi “Suriye’nin doğusundaki bazı aşiret şeyhlerini ve milli sembolleri tasfiye etmekle” suçlamıştı.
Diğer taraftan, Gözlemevi, Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib kırsalında yer alan Hazzarin köyünün kuzeyinde rejim ve desteklediği güçlerin kullandığı Ez-Zeytun Kampı’na, Ensar et-Tevhid örgütü tarafından el yapımı roketlerin fırlatıldığını duyurdu. Gözlemevi’nin aktardığına göre, kampa yönelik saldırıda rejim ve desteklediği güçlere bağlı 3 unsur ölürken, 7 unsur yaralandı.



Geri gönderin: Avrupa'nın popülist sağı eski fikirleri yeniden yorumluyor

Gregory Safeder
Gregory Safeder
TT

Geri gönderin: Avrupa'nın popülist sağı eski fikirleri yeniden yorumluyor

Gregory Safeder
Gregory Safeder

Christopher Phillips

İngiliz popülist Reform Partisi lideri Nigel Farage, ağustos ayı sonlarında, yaklaşan Birleşik Krallık seçimlerini kazanması halinde, beş yıl içinde 600 bine kadar kaçak göçmen ve sığınmacıyı sınır dışı etmeyi hedefleyeceğini duyurdu.

Bu politika, ABD Başkanı Donald Trump'ın seçim kampanyasında verdiği ve uygulamaya başlamış gibi göründüğü “ABD tarihindeki en büyük sınır dışı operasyonu” vaadini açıkça yansıtıyor. Bu planlar, Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) 2025 federal seçimleri sırasında Alman olmayan göçmenleri hedef alan “büyük çaplı sınır dışı” çağrısı ile de örtüşüyor.

Böylelikle, sınır dışı etme Batı politikasının temel direklerinden biri haline gelmiş gibi görünüyor. Ancak bu fikir yeni değil; Avrupa'daki aşırı sağ gruplar onlarca yıldır “göçmenleri geri gönderin” sloganıyla bu fikrin savunuculuğunu yaptı. Günümüzde ise sağcı popülist partiler bu önerileri yeniden formüle edip iç sorunlara çözüm olarak sundular ve liberalleri şaşırtacak şekilde bu fikirleri geniş bir kamuoyu kesimi arasında karşılık buldu.

Farage ve partisi kamuoyu yoklamalarında kayda değer bir artış yaşıyor. Sky/YouGov'un son anketine göre, seçmenlerin yüzde 28'i yarın seçim yapılsa ona oy vereceğini söylerken, iktidardaki İşçi Partisi’nin oy oranı yüzde 20, geleneksel sağ Muhafazakar Parti'nin ise yalnızca yüzde 17. Bu rakamlar Farage'ın başbakan olma yolunda olduğu anlamına gelmese de (İngiliz seçim sistemi yeni partilerin yaygın bir nüfuz elde etmesini zorlaştırıyor), yükselişi artık tamamen olasılık dışı değil. Almanya'da da durum benzer; Almanya için Alternatif Partisi (AfD) siyasi olarak marjinal iken etkili bir konuma geçerek Şubat 2025 seçimlerinde oyların yüzde 20,8'ini alıp ikinci oldu. Dolayısıyla, Trump tarzı toplu sınır dışı etmeler yakın gelecekte Avrupa siyasi sahnesinin bir parçası haline gelebilir.

Neo-Nazi bir parti olan İngiliz Ulusal Cephesi (NF), 1974 seçim beyannamesinde, on yıllık bir süre boyunca tüm beyaz olmayan göçmenlerin ve onların soyundan gelenlerin zorla sınır dışı edilmesi çağrısında bulunmuştu

Aşırı sağ örnekler

Bugün bulunduğumuz noktaya nasıl geldik? Sığınma talepleri reddedilenler veya yabancı suçluların sınır dışı edilmesi yeni bir olgu değil. Örneğin, İngiltere uzun süredir yasal olarak kalma hakkı olmayan kişileri ülkeyi terk etmeye zorluyor ve 2010 ile 2025 yılları arasında yıllık “zorunlu sınır dışı” sayısı 2 bin 500 ila 15 bin arasında değişiyor. Ancak bu rakamlar Farage, Almanya İçin Alternatif (AfD) ve diğerlerinin bahsettiği yüz binlerce kişiyle karşılaştırıldığında son derece mütevazı kalıyor. Sürekli inkâr etmelerine rağmen, planları sınırlı sınır dışı etme gibi geleneksel uygulamalardan ziyade, 1970'ler ve 1980'lerin aşırı sağ sloganlarına daha yakın.

Neo-Nazi bir parti olan İngiliz Ulusal Cephesi (NF), 1974 seçim beyannamesinde, on yıllık bir süre boyunca tüm beyaz olmayan göçmenlerin ve onların soyundan gelenlerin zorla sınır dışı edilmesi çağrısında bulunmuştu. Ancak bu fikirler geniş çapta reddedildi ve parti hiçbir genel seçimde oyların yüzde 0,6'sından fazlasını alamadı. 1990'larda, NF'nin bir kolu olan İngiliz Ulusal Partisi (BNP), beyaz olmayanları ama bu kez “gönüllü olarak geri gönderme” sloganıyla aynı fikri, yeniden gündeme getirdi. Bu yumuşatılmış formülasyona rağmen, parti 2010 genel seçimlerinde oyların yalnızca yüzde 1,9'unu alabildi; ancak genellikle daha düşük katılım oranlarına sahip olan Avrupa seçimlerine göre daha görünür hale geldi.

Gregory SafederGregory Safeder

Gelgelelim Farage'ın daha sonra liderliğini yaptığı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), “aşırı sağ” değil, sağcı popülist bir parti olarak BNP’yi hızla gölgede bıraktı. BNP'ye eğilimli seçmenlerden daha ılımlı bir seçmen kitlesini cezbetti ve Muhafazakâr ve İşçi partilerinin seçmenlerinden de önemli bir destek aldı. NF ve BNP'nin aksine, UKIP ırkçılığı reddetti ve genel olarak göçü, özellikle de Avrupa Birliği'ni (AB) hedef aldı. Aynı durum, Farage'ın önde gelen lideri olmadan sönüp giden UKIP'ten ayrıldıktan sonra kurduğu Reform UK Partisi (eski adıyla Brexit Partisi) için de geçerli. Parti, ırkçı olmayan imajını vurgulamak için, sınır dışı planının duyurulması sırasında Farage'ın yanında görünen İngiliz Müslüman siyasetçi ve eski parti başkanı Zia Yusuf gibi isimleri öne çıkararak çeşitliliğini vurgulamaya çalıştı. Şaşırtıcı bir şekilde, sınır dışı etme politikası Farage'ın gündeminin hiçbir zaman ana odak noktası olmadı; çünkü odak noktası, halihazırda gelmiş olanları sınır dışı etmek yerine göçmen akışını engellemekti. Ancak bu durum değişti.

Trump etkisi

Öyleyse, Reform ve benzerleri, motivasyonları açıkça NF veya BNP tarafından öne sürülenlerden daha az ırkçı görünse bile, sınır dışı etme politikalarını uygulamak için neden aşırı sağcı araçlara başvuruyor? Daha önce seçmenler tarafından reddedilen bu fikirler neden şimdi ilgi görüyor?

İngiltere'de, göç konusunda giderek daha katı bir tutum benimseyen zor durumdaki Muhafazakar Parti, Farage'ın son açıklamasının ardından onu “politikalarını kopyalamakla suçladı

Önemli bir faktör -en azından İngiltere’de- kaçak göçmen sayısındaki büyük artıştır. Daha önce sayılar birkaç yüzü geçmezken, durum 2021'den bu yana önemli ölçüde değişti. Her yıl en az 28 bin kişi küçük teknelerle Manş Denizi'ni geçiyor ve bu sayı 2022'de 45 bine ulaştı. İronik bir şekilde bu artış, Nigel Farage'ın tutkuyla savunduğu bir karar olan İngiltere’nin AB’den ayrılmasının doğrudan bir sonucu. Brexit, Londra'nın, AB’ye üye ülkelerin kaçak göçmenleri girdikleri ilk üye ülkeye geri göndermelerine olanak tanıyan Dublin Tüzüğü'ne üyeliğini de kaybetmesine yol açtı.

Gregory SafederGregory Safeder

Bir diğer önemli faktör ise Avrupa genelinde popülizmin yükselişi ve seçmenlerin giderek daha fazla kesimi arasında sağcı siyasete doğru artan eğilimdir. Geleneksel merkez partilere duyulan güvenin azalması, çokkültürlülüğün açıkça reddi ve ekonomik durgunluk, Avrupalıların sorunlarına yönelik sağcı çözümleri dinlemeye istekli olmalarına katkıda bulundu; bu çözümlere, görünüşe göre artan sınır dışı etmeler de dahil. Farage'ın yeni politikasının en büyük katalizörü tartışmasız Donald Trump. Avrupa'daki popülist partiler yeni bir olgu değil; 2000'lerin başından itibaren siyasi sahnenin temel unsurlarından biri oldular. Bu partilerin hepsi en başından beri göçe karşı çıkmış olsa da sınır dışı etme ve geri göndermelere odaklanma, geçen yıldan itibaren önemli bir ivme kazandı.

Trump'ın liderlik ettiği Amerikan örneğini takiben, kitlesel sınır dışı etmeler yakında Avrupa'ya da sıçrayabilecek gibi görünüyor

Bunun, Trump'ın ABD’de ikamet eden on milyondan fazla yasadışı göçmeni sınır dışı etme vaadiyle aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil. NBC'ye göre, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi (ICE), şubat ve haziran ayları arasında yaklaşık 70 bin göçmeni sınır dışı etti ve bu sayı açıkça artmaya devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu politikalar, sınır dışı etmenin pratik bir siyasi seçenek olarak normalleşmesine katkıda bulunuyor. Çoğu ABD Başkanı’na açıkça hayranlık duyan Avrupalı ​​popülistlere kendi ülkelerinde de benzer bir yaklaşımı benimsemeleri için zemin sağlıyor.

Ana akım olma yolunda

Liberaller, Farage ve Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) toplumun sorunlarından göçmenleri sorumlu tuttuğunu savunarak, kitlesel sınır dışı politikalarına karşı çıkmaya devam ederken, bu fikir popülist partileri aşan bir ivme kazanmaya devam ediyor.

İngiltere'de, göç konusunda giderek daha katı bir tutum benimseyen zor durumdaki Muhafazakar Parti, Farage'ın son açıklamasının ardından onu “politikalarını kopyalamakla” suçladı. Buna karşılık, eski İşçi Partisi içişleri bakanı Jack Straw, Londra'nın daha fazla göçmeni sınır dışı edebilmesi için ülkesine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden “ayrılma” çağrısında bulundu; bu talep Farage tarafından da benimsendi. Başbakan Keir Starmer bile bu konuda dikkat çekici bir şekilde sessiz kalırken, hükümeti göreve geldiğinden beri sınır dışı edilen kaçak göçmenlerin sayısını vurgulamaya çalıştı. Bu arada ister Almanya, Avusturya, Hollanda, İspanya veya Portekiz'de olsun, Avrupa'daki popülistler, “geri gönderme” fikrini giderek daha fazla savunmaya devam ediyor. Ancak Fransız popülist sağının lideri Marine Le Pen bu fikri açıkça reddediyor. Trump’ın liderlik ettiği Amerikan örneğini takiben, kitlesel sınır dışı etmeler yakında Avrupa'ya da sıçrayabilecek gibi görünüyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Beyaz Saray Sözcüsü, gazetecinin sorusuna "Anan" diye cevap verdi

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
TT

Beyaz Saray Sözcüsü, gazetecinin sorusuna "Anan" diye cevap verdi

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)

Katie Hawkinson ABD Muhabiri 

Üst düzey Beyaz Saray yetkilileri, ABD Başkanı Donald Trump'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le yapacağı görüşmenin yerini kimin seçtiği soran bir muhabire "Anan" dedi.

Trump perşembe günü, Ukrayna'daki savaşın sona ermesini görüşmek üzere yakında Macaristan'ın Budapeşte kentinde Putin'le bir araya geleceğini duyurmuştu. Putin, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından arandığı için bu seçim soru işaretlerine yol açtı. Öte yandan Associated Press'in haberine göre, mahkemeden ayrılma sürecinde olan Macaristan'ın arama emrini yerine getirmesi pek olası görünmüyor.

HuffPost, Beyaz Saray'a görüşme yerini kimin seçtiğini sorduğunda, Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt'in cevabı "Anan seçti" oldu. Gazetenin aktardığı üzere Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung da "Anan" diye yanıt verdi.

Daha sonra HuffPost muhabiri, bu cevabı komik bulup bulmadığını Leavitt'e sordu.

Leavitt şöyle cevap verdi: 

Kendini gerçekten bir gazeteci sayman bana komik geliyor. Bunu yüzüne karşı söylemiyorlar ama medyadaki meslektaşların da dahil kimsenin ciddiye almadığı radikal solcu bir gazeteci bozuntususun. Bana samimiyetsiz, taraflı ve saçma sapan sorularını mesaj atmayı bırak.

The Independent, Beyaz Saray'a "anan" demenin uygun bir cevap olup olmadığını sorduğunda sözcü Taylor Rogers "Son derece uygun" dedi.

Rogers, "Bu mesajları alan kişi gerçek bir muhabir değil, Demokrat bir aktivist. Sonuç olarak aldığı yanıt son derece uygundu" dedi. 

Beyaz Saray basın ekibi her gün gerçek muhabirlerden gelen yüzlerce ciddi talebi karşılıyor ve yanıtlıyor; partizan gazeteci bozuntularıyla kaybedecek vaktimiz yok!

Cheung da cuma öğleden sonra bu konuşmayla ilgili bir X gönderisini tekrar paylaştı ancak başka bir yorum yapmadı.

The Independent, yanıt hakkı için HuffPost'la temasa geçti.

Beyaz Saray son günlerde söylemini sertleştirmiş gibi görünüyor. Perşembe günü Fox News'a konuşan Leavitt, Demokrat Parti'nin "ana seçmen kitlesinin" "Hamas teröristleri, kaçak göçmenler ve şiddet yanlısı suçlular" olduğunu iddia etmişti.

Leavitt, "Dediğim gibi; antisemitistleri, Hamas teröristlerini, kaçak göçmenleri ve Amerikan sokaklarında serbestçe dolaşmasını istedikleri şiddet yanlısı suçluları da içeren radikal sol tabanlarına hizmet etmekten başka hiçbir şeye tahammülleri yok" demişti.

Independent Türkçe.Independent.co.uk/news


Witkoff ve Kushner, İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırının ardından kendilerini ‘ihanete uğramış’ gibi hissetti

Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
TT

Witkoff ve Kushner, İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırının ardından kendilerini ‘ihanete uğramış’ gibi hissetti

Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun geçen ay Doha'da Hamas liderlerine yönelik saldırı emri vermesinin ardından başkanın ‘İsraillilerin kontrolü biraz kaybettiğini’ düşündüğünü açıkladı.

ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, CBS'nin 60 Minutes programında Kushner ile birlikte verdiği ve pazar günü tam olarak yayınlanacak olan röportajda, “Jared ve ben biraz ihanete uğradığımızı hissettik” dedi.

Witkoff şöyle devam etti: “Bu çok büyük bir etki yarattı. Çünkü Katarlılar, Mısırlılar ve Türkler gibi müzakerelerde çok önemli bir role sahipti... Katarlıların güvenini kaybettik. Böylece Hamas ortadan kayboldu ve onlara ulaşmak çok zorlaştı.”

Kushner, saldırının Trump'ın ‘çok sert davranma ve onların uzun vadeli çıkarlarına aykırı olduğunu düşündüğü şeyleri yapmalarını engelleme zamanının geldiğini’ fark etmesine neden olduğunu bildirdi.

Gazze Şeridi'ne yönelik yaklaşık iki yıllık savaş boyunca İsrail, hem Gazze Şeridi'nde hem de bu tür girişimlerin kendi topraklarında gerçekleştirilmesinin beklenmediği ülkelerde Hamas liderlerini hedef almayı yoğunlaştırdı.

Bu tür bir girişim, Gazze Şeridi'ne sükûnet getirme çabalarını görüşmek üzere hareketin bir heyetini ağırlayan Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleşti. Hamas, üst düzey yetkililerinin eylül ayındaki saldırıdan sağ kurtulduğunu doğrularken, beş Hamas mensubu ve bir Katar güvenlik gücü öldürüldü.

İsrail'in saldırıları, Katar'ın başkenti Doha’da Hamas'a ait bir kompleksi hedef aldı. Saldırıda, hareketin liderlik konseyinin üyesi Halil el-Hayye'nin oğlu Hammam el-Hayye, ofis müdürü Cihad Labbad ve arkadaşları Ahmed Memluk, Abdullah Abdulvahid ve Mumin Hassun öldürüldü.

Kaynaklara göre, hedef alınan kompleks, Hamas liderleri ve yetkilileri ile güvenlik görevlilerine ait ofis ve evleri içeriyor. Bunlar arasında Halil el-Hayye'ye ait, özel bir ofis içeren ve dört saldırının en şiddetlisinin hedefi olan orta büyüklükte bir villa da bulunuyor.