Uganda’da muhalefet adayı, ‘dolandırıcılık ve şiddete’ rağmen seçimleri kazandığını açıkladı

Yoweri Museveni’nin ana rakibi Bobi Wine (Reuters)
Yoweri Museveni’nin ana rakibi Bobi Wine (Reuters)
TT

Uganda’da muhalefet adayı, ‘dolandırıcılık ve şiddete’ rağmen seçimleri kazandığını açıkladı

Yoweri Museveni’nin ana rakibi Bobi Wine (Reuters)
Yoweri Museveni’nin ana rakibi Bobi Wine (Reuters)

Uganda’da popüler bir şarkıcı olan muhalefet adayı, seçimlerde “dolandırıcılık ve şiddete rağmen” cumhurbaşkanlığı seçimlerini büyük bir farkla kazandığını açıkladı.
Eski lider Yoweri Museveni’nin ana rakibi Bobi Wine, 15 Ocak’ta gazetecilere yaptığı açıklamada, “Son derece eminim. Diktatörü büyük bir farkla mağlup ettik” dedi. Wine, “Seçimleri kesinlikle kazandık ve büyük bir farkla kazandık” dedi. Perşembe günkü seçimleri büyük bir farkla kazandığını belirten Wine, oylamanın ‘dolandırıcılık ve şiddete’ tanık olduğuna dikkati çekti.
Wine, gece yarısından sonra Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, “Bugün erken saatlerde ülke genelinde meydana gelen yaygın dolandırıcılık ve şiddete rağmen, durum hala iyi görünüyor. Ugandalılara, rekor sayıda oy kullandıkları için teşekkür ederiz” ifadelerine yer verdi. Eski şarkıcı ve milletvekili olan Wine, seçimlerin sakin bir atmosferde gerçekleştiğini belirten yetkililerin sosyal medya organlarına uyguladıkları kısıtlamalara rağmen Twitter üzerinden yazdığı söz konusu mesajında daha fazla ayrıntıya yer vermedi. Bobi Wine, “Byabakama (Seçim Komisyonu Başkanı) ve Seçim Komisyonu açısından mevcut durum, halkın iradesini açıklamaktadır” dedi.
Seçim Komisyonu Başkanı Simon Byabakama, Perşembe akşamı AFP’ye yaptığı açıklamada seçimlerin, genel olarak ülkenin her yerinde sakin bir atmosferde yapıldığını duyurdu. Durum, polis sözcüsü Ferid Inanga tarafından da doğrulandı. Cumhurbaşkanlığı ve yasama seçimleri, internete erişimin olmaması nedeniyle sıkı güvenlik kontrolü altında gerçekleştirildi. Erişim kısıtlaması, ülkede büyük bir hoşnutsuzluğa neden oldu. Ülkede sosyal medya ve mesajlaşma uygulamaları da geçtiğimiz Salı gününden bu yana engellenmiş halde.
44 milyonluk nüfusun içerisindeki 18 milyon Ugandalı seçmen, şiddetli bir seçim kampanyasının sonunda, ana muhalefet adayı olan 38 yaşındaki Wine ve iktidardaki 35 yılın sonrasında altıncı bir dönem kazanmak isteyen Museveni arasında seçim yapmaya davet edildi. Seçim kampanyaları, onlarca insanın hayatını kaybettiği tutuklamalar ve isyanlara tanık oldu. 2018 yılında birkaç kez gözaltına alınan Wine’in Kasım ayı ortasında yeniden gözaltına alınması nedeniyle patlak veren şiddet eylemlerinde en az 54 kişi polis tarafından öldürüldü ve çok sayıda kişi de gözaltına alındı.



İsrail ve direnişin meşruluğu

İsrail bombardımanı sonucu Gazze Şeridi'nden dumanlar yükseliyor. / Fotoğraf: AP
İsrail bombardımanı sonucu Gazze Şeridi'nden dumanlar yükseliyor. / Fotoğraf: AP
TT

İsrail ve direnişin meşruluğu

İsrail bombardımanı sonucu Gazze Şeridi'nden dumanlar yükseliyor. / Fotoğraf: AP
İsrail bombardımanı sonucu Gazze Şeridi'nden dumanlar yükseliyor. / Fotoğraf: AP

Macid Kayali

İsrail'in 1948'den bu yana Filistinlilere karşı devam eden savaşı, terminolojiye dayalı bir savaştı. İsrail, kendisini laik ve liberal bir devlet, Arap dünyasında bir modernlik ve demokrasi vahası olarak sundu. Buna karşılık Filistinlileri ve genel olarak Arapları medeniyet ve modernlikten yoksun, demokrasi ve insan hakları hakkında hiçbir şey bilmeyen Bedeviler ve köylüler olarak damgaladı.

Aslında İsrail, “vaat edilmiş topraklar” ve “Tanrı'nın seçilmiş halkı” ile ilgili mitlere dayanan, Filistinlileri kökünden söküp atmaya, onları zamandan ve mekândan silmeye çalışan, sömürgeci, yerleşimci ve ırkçı bir devlet olduğu karakterini gizlemek için bu klişenin propagandasını yaptı.

İsrail, Filistinlilerin bir halk olduğunu ve kendi politikalarının kurbanı olduklarını inkâr etmekten hiçbir zaman vazgeçmedi. Bu çabası aynı zamanda onları insanlıktan dışlama ve varlıklarını savunma haklarını inkâr etme, her türlü meşru direnişi terörizm olarak etiketleme girişimini de içeriyordu. Hatta Golda Meir (eski İsrail başbakanı), İsrail askerlerinin kendilerine ateş açmasından Filistinlileri sorumlu tutmuştu!

Terör etiketinin, İsrail'in uygulamaktan kaçındığı Oslo Anlaşma’sını 1993'te Washington'da imzalamasına rağmen, FKÖ ve onun merhum lideri Yaser Arafat'ın liderliğini de kapsadığını belirtelim. Bu da nehirden denize kadar tüm Filistin topraklarına hâkim olmakta ısrar eden İsrail'in, Filistinlilere topraklarının yalnızca yüzde 22'si üzerinde bir devlet kurulmasını gerektiren çözüm konusunda ne kararlı ne de hazır olduğunu doğruluyor. Bu konuda da Batı'nın ve özellikle de ABD'nin desteğinden cesaret alıyor.

Filistinlilerin İsrail terörünün şantajına boyun eğmeden direnişe dair başka bir açıklamaları var. O da direnişin, birey ve grup olarak insanın varlığını ve haklarını savunma açısından verdiği doğal bir insani tepki olduğudur.

Bu, İsrail'in 2007'den beri Gazze'de 2 milyon Filistinliye sıkı bir abluka uygulamasına, onlara karşı birçok yıkıcı savaş yürütmesine paralel olarak uzlaşı seçeneğini başarısızlığa uğratmasının ardından Hamas Hareketinin yükselişine, Filistinlilerin tarihsel liderliği ile rekabet etmesine yol açan tarihsel bağlamdır. Yahya Sinvar da aynı bağlamda Hamas'ın liderliğine yükseldi. Ardından Netanyahu, Smotrich ve Ben Gvir liderliğindeki İsrail'in 1948'deki ilk Nekbe'yi tamamlamak, nehirden denize kadar Filistinlilere boyun eğdirerek, onlara hükmetmek için bir fırsat olarak gördüğü Aksa Tufanı operasyonu geldi.

İsrail böylece kavramları alt üst ederek siyasete, mantığa ve ahlaka karşı çıkma cesaretini gösteriyor. O sömürgeci, yerleşimci, ırkçı ve saldırgan bir devlet. Dünyanın gözü önünde Filistinlilere karşı canice bir soykırım savaşı yürütme noktasına varsa da dünyadaki tek kurban statüsünün ve meşru müdafaa hakkının tekelinde olduğunu iddia ediyor. Bu bağlamda ister şiir ve tarih gibi sözlü, ister gösteri ve şehirlerin sokaklarında, köylerde, kamplarda tanklarına ve ağır silahlı askerlerine taş atmak gibi eylem şeklinde olsun her türlü direnişi Filistinlilere yasaklıyor. Sanki Filistinliler, onları öldürerek, tutuklayarak, kırılgan varlıklara dönüştürerek, sudan, yiyecekten, barınaktan, yakıttan, ilaçtan mahrum bırakarak, onlara uyguladığı tüm işkence ve eziyetlere boyun eğmek zorundaymış gibi!

Buna rağmen Filistinlilerin İsrail terörünün şantajına boyun eğmeden direnişe dair başka bir açıklamaları var. O da direnişin, birey ve grup olarak insanın varlığını ve haklarını savunması açısından doğal bir insani tepki olduğudur. Dolayısıyla Meşal'den Heniyye ve Sinvar'a kadar Hamas liderleriyle olan anlaşmazlık, canlı bomba (şehitlik) eylemleri, iki ordu gibi savaşma ve karşılıklı füze saldırılarını benimsemenin yol açtığı tehlikelerle ilgilidir. Çünkü bu, esas olarak halka, onun imkanlarına ve dayanma kapasitesine bağlı olan uzun vadeli direniş kavramının dışındadır. Kaderci ve güç dengesi konusunda gerçekçi olmayan bir ruha, yanlış ve zararlı bahislere dayanan Aksa Tufanı seçeneği de bunun dışındaydı.

Aksa Tufanı İsrail'in sandığı gibi başlı başına bir olay değildi, tarihsel bir tepki bağlamında gerçekleşmişti. Adaletsizlik, umutsuzluk ve öfke deposunun patlaması ve tutukluların isyanıydı

O halde anlaşmazlık konusu, direniş ilkesiyle ilgili değil, daha ziyade liderliğin en uygun, en az maliyetli ve en faydalı biçimi izlemek için benimsediği seçeneklerle ilgilidir.

Burada kastettiğimiz, Aksa Tufanı İsrail'in sandığı gibi başlı başına bir olay değildi, tarihsel bir tepki bağlamında gerçekleşmişti. Adaletsizlik, umutsuzluk ve öfke deposunun patlaması ve tutukluların isyanıydı. Bu, Judith Butler, Ilan Pappe, Norman Finkelstein, Gideon Levy ve Amira Hess gibi Yahudilerin aktardığı, Varşova Gettosu'ndaki Yahudilerin, İkinci Dünya Savaşı'nda faşizmin kendilerine karşı yürüttüğü imha savaşına karşı isyanını hatırlatan bir olaydır.

Bu, Tufan’ın Hamas liderliği ve Sinvar tarafından, bölgedeki koşullar, imkanlar ve riskler konusunda stratejik bir ufku olmayan yanlış tahminlere göre gerçekleştirildiğini, direnişin meşruiyetine zarar veren davranışlar içerdiğini doğruluyor. Ama bunun sonucunda ortaya çıkan en önemli hata, aşırı sağcı İsrail'e beklediği fırsatı vermesiydi.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.